Vesikalı Yarim ()
Yönetmen : Ömer Lütfi Akad
Yapımcı : Şeref Gür ,Hürrem Erman
Senarist : Safa Önal (Sait Faik Abasıyanık'ın Menekşeli Vadi adlı öyküsünden uyarlanmıştır.)
Müzik : Metin Bükey
Görüntü yönetmeni : Ali Uğur
Dağıtıcı : Şeref Film
Yapım yılı : , Türkiye
Süre :88 dakika
Oyuncular ve Canlandırdıkları Karakterler
Türkân Şoray - Sabiha
İzzet Günay - Halil
Ayfer Feray - Müjgan
Semih Sezerli - Fethi
Behçet Nacar - Necmi
Selahattin İçsel - Halil'in babası
Aydemir Akbaş - Cemil
Hakkı Kıvanç
Aynur Akarsu
Hakkı Haktan - Tahsin
Zeki Sezer - Gazino patronu
Yaşar Şener - Çiçekçi
Orhan Çoban - Garson
Necip Tekçe - Necmi'nin arkadaşı
Yeşilçam’daki aşk filmlerinin melodramik yapısı, ekseriyetle bir zıtlık/uçurum üzerine kaim olur. Karakterlerin maddi statüleri arasında devasa şekilde açılmış bir makas vardır. Ve bu makas, sihirli aşk örgüsüyle ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın, muvaffak olunabildiği vaki değildir. Benzer katastrofik (felakete dayanan) yapıyı, Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı’nda da sıklıkla görürüz. Türk Sineması’nın da; çıkış esnasında Türk Edebiyatı’nın omuzlarına yaslandığını bittabî kabul edersek, bunun sebebini anlayabiliriz.
Örneğin, Türk Sineması’nın en önemli senaristlerinden biri olan Hüseyin Kuzu, Lütfi Akad’dan şöyle bir iktibas verir: ‘Dikkat edin. Sinema, insanlık tarihine o kadar hızlı giriş yaptı ki; bu yüzden kavramlarının çoğunu diğer sanatlardan ödünç almıştır.’
Nihayetinde şu noktaya varıyoruz: Cumhuriyet sonrası Türk Edebiyatı (haliyle Türk Sineması), kendi topraklarına yüz çevirip Batılılaşma rotasında dümen kırdığı için, kendi dinamiklerini kaybetmiş ve uçsuz bucaksız denizlerin ortasında güvertesiz, duldasız kalmıştır. Bu kimlik karmaşasının melodramlara olan yansıması, kendi iç mekanizmalarını dölleyecek olan Doğu efsanelerine sırt çevirip, Batı’dan plastik kurgular sipariş ederek hadımlaşmak olmuştur. Son tahlilde Türk melodramları, dikey düşünmenin (ontolojik, manevi) zenginliğini unutup, yatay düşünmenin (epistemolojik, maddi) sığlığında boğulmaya kulaç atmıştır.
Meseleye örneklerle devam etmek gerekirse; Doğu efsanelerinde karakterler arasındaki maddi köprüler, yıkılmayacak kadar imkansız taşlarla örülmemiştir. Örneğin Kerem ile Aslı efsanesinde, şah oğlu ile keşiş kızı gibi iki zıt kutup resmedilir. Lakin ilk bakışta imkansızlığa doğru giden bu anlatı; mirasını bırakacak bir erkek evladı olmadığı için mustarip olan padişahın, yardımcısı olan keşiş tarafından padişah adına elma ağacı diktirilmesi ve neticesinde Kerem’in dünyaya gelmesi gibi bir yan anlatıyla mümkünler dairesine çekilir. Aynı güçlendirme öğesini, Ferhat ile Şirin destanında da buluruz. Hükümdar Mehmene Banu, kız kardeşi Şirin için bir köşk yaptırır ve köşkün süsleme işini Ferhat’a verir. Tam bir zengin kız/fakir oğlan klişesine yaslanacak gibi olurken; Mehmene Banu’nun da Ferhat’a aşık olması ve Ferhat’ın Amasya hükümdarı Hürmüz Şah ile tanışmasıyla bu imkansız uçurum dengelenir. Arzu ile Kamber’de birbirini kardeş sanarak büyümenin getirdiği imkansızlık, kardeş olmadıklarını anlayınca imkanlar dahiline girer yine. Tahir (vezirin oğlu) ile Zühre (padişahın kızı) anlatısı baştan başa imkanlar dahilindedir. Leyla ile Mecnun’da ise Leyla’nın annesinin tekeline alınmıştır imkansızlık ve bu tekelleştirmeden ötürü özgür bireyler/iradeler üzerinden imkana açık kapı bırakılmıştır. Batı’nın en güçlü aşk anlatısı olan Romeo ve Juliet’te ise, birbirine düşman iki asil ailenin çocukları üzerinden tam bir imkansızlık portresine rastlarız. Ki karakterlerin hayata bakışı da; bu imkansızlığı perçinleyen ana etmenlerden biridir. Doğu anlatılarında ufuk üstü düşünen kahramanlar, Batı anlatılarında sınırlı bir dünya çeperine hapsolan kahramanlara bırakır yerini. İşte bu sınırlı fakat cezbediciliğini de sınırlılığından alan fenomene bel bağlamıştır Türk melodramları: İmkansızın çarpıcılığı.
(Leman Sam’ın Cehennem Meleği şarkısından)
Halil ve Sabiha; ikisi de taşralıdır. Kendi yağında sakince kavrulup giden bir manav algısı oluşturan Halil, esasında evdeki tekdüze yaşamdan sıkılan ve bu durağan/donuk yaşantıya meşk katmak için arkadaşlarıyla gazino eğlencelerine çıkan, sözüm ona metazori bir hayatın içinde yoğrulan sıkılgan bir adamdır. Sabiha ise, sarrafını bulamamış bir elmas gibidir. Manav gibi sakin bir karakterle konsomatris gibi uç bir karakteri, işbu taşra huzursuzluğunun getirdiği maceraperest arayışla birbirine hamile ve amade kılar Akad. Türk melodramlarında kullanılan fabrikatör oğlu/fabrika kızı, ağa kızı/ağa yanaşması gibi klişe ve imkansızın çarpıcılığından beslenen rastlantısal bir aşk değildir Halil ve Sabiha’nınki. İçlerinde biriken ne kadar özlem varsa, ne kadar yaşanmamışlık varsa, hepsini birlikte cana getiren bir basübadelmevt (yeniden diriliş) heyecanıdır onların başına gelen. Bu görünen yüzüyle, Halil ve Sabiha arasında imkansızın çarpıcılığı dediğimiz sentetiklik yoktur ve izleyici bir an önce vuslatın gerçekleşeceği anı bekleyedurur şevkle. Fakat bu bekleyiş tekinsizdir. Sabiha ve Halil’in mütereddit tavırları, birazdan başlayacak tayfunun ayak sesleridir adeta. İmkan ve imkansızlık arasında geliş gidişler başlar peşisıra. Fakat hiçbir zaman ikisi de kesinlik arz etmez. İşte bu gelgitlerdir Vesikalı Yarim’i klişelerden uzak tutup bu kadar güçlü yapan. Leyla ile Mecnun’u Romeo ve Juliet ile sentezler sanki Akad. İmkan dahilinde öyle kuvvetli bir rastlaşma meydana getirir ki; imkansızın getirdiği olumsuzluk dahi geçmiş zaman arzusuna tevdi edilir:
- Her birimiz yolumuza gitsek?
- Yolumuz?
- Öyle.
- Birleşti diye biliyorum.
- Birleşecek gibi değil. Benim yolum başka. Seni tanıdıktan sonra anladım. Seninle beraber olduktan sonra. Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık.
Bu diyalog, filmin özeti gibidir. Bir Turgut Uyar dizesini çarpar hatrımıza:
‘Zamansız gelme, elim kolum dağınıksa sarılamam’
Yeşilçam melodramlarının plastik sululuğuna alışan bizler için, Vesikalı Yarim baştan ayağa samimiyet abidesidir. Filmi, Türk Sineması’nın sultanlık tahtına oturtan da budur. Karakterler bizler gibidir. Konuşmaları, tepkileri, yaşayışları, çevreleri, sokakları, evleri, kıyafetleri. Bu samimiyet, oyunculara da kariyerlerinin en iyi performansını sergileme imkanı vermişfunduszeue.infoli-yarimjpg Ki Safa Önal, senaryoyu Türkan Şoray’a götürdüğünde, daha ortalara dahi gelmemişken, hikayenin samimiyetine olan inancını gözyaşlarıyla sergilemiştir Sinema’nın Sultanı. Lütfi Akad, İzzet Günay’a Türkan Şoray hakkında bilgi verirken ‘Türkan Hanım’ın gözlerinde ışıltı görürsen, durma oyna. Anla ki, o zaman rolü içselleştirmiştir’ der. Bir diğer inceliği de yıllar sonra İzzet Günay’dan duyarız. Manav tezgahında çalışan Halil, meyveleri kese kağıdına koymadan önce önlüğüne siler. İzzet Günay rolüyle o denli bütünleşmiştir ki; Sabiha’nın evine götürdüğü konserveleri Sabiha’ya takdim ederken, gayriihtiyari olarak manav tezgahındaki meyve silme hareketini yapar ve Lütfi Akad bu samimi sahneyi kesmez. Çünkü bir oyuncunun insiyaki(içgüdüsel) hareketler sergilemesi, kendini rolden çıkarıp ‘o’ olmasının işaretidir. Sinema tarihinde benzer durumlara nadiren de olsa rastlarız. Hikaye ve oyuncular kadar, mekanlar da samimidir Vesikalı Yarim’de. Antonioni filmlerinde gördüğümüz kasvet ve bir başınalık, Vesikalı Yarim’in her metrekaresine bulaşmıştır. Tarlabaşı’nın tekinsiz sokakları, cumbalı ahşap evler. Hepsi filmde rol alıyorcasına canlı ve dinamikler.
- Merhaba Halil
- Merhaba Sabiha
- İyi misin?
- Sultan gibiyim, daha iyi olamam. Ya sen?
- Gördüğün gibi. Hep böyle olmak istemiştim. Kısmet seninleymiş, bugüneymiş.
Manav Halil, arkadaşları gittikten sonra gazinoda iki tek daha atmak ister ve tam o esnada güzeller güzeli Sabiha’yı görür. Türkan Şoray sarışındır konsomatris Sabiha rolünde. Esmerlik taşralılığın sembolüdür çünkü o devirdeki algıfunduszeue.infoli-yarimjpg Ve sahneye çıkanlar mutlaka sarışın olmalıdır. Ne hayrettir ki; esmerliğiyle dillere destan olan Türkan Şoray, bu bilinirlikten mülhem sarışınlığın kendisine garip kaçacağı algısına rağmen, en güzel haline bürünmüştür Vesikalı Yarim’de. Ahu gözler, işveli tavırlar ve femme fatale/vamp karışımı bir sigara içme edası.
Halil, Sabiha’nın tüm bu eğreti duran kabuğuna rağmen, onun içinde herkesten sakladığı güzel/erdemli cilveyi görür ve daha o ilk anda karar verir, onunla geri dönüşü olmayan bir yola çıkacağına. Aşık olmuştur Halil ve başı dumanlıdır. Bu ilk tanışma sahnesinde çok sağlam bir inceliğe imza atar yine Akad: Sabiha, Halil’in masasına oturur. Tam o esnada, arkadan enstrümental olarak Kul Nesimi’nin ‘Haydar Haydar’ nidasını duyarız. Halil’in tüm dünyayı karşısına alacağını ve bir hafif meşrep ile gönül macerasına girmesini ayıplayacak kişilere ‘o yar benim, kime ne’ diye haykıracağını o anda anlarız. Evine gidemez vesait şartlarından ötürü Halil ve Sabiha’da kalır. Sabiha da, Halil’in güvenilir ve güçlü yapısına vurgundur. Çünkü ömrü boyunca çapkınlarla, hodbinlerle, aşka bigâne kalmış avare tayfasıyla vakit geçirmiştir Sabiha. Halil gibi alicenap bir taştan, en iyi heykeli o yontardı elbet.
‘Çok kıymetli bir şey bulursun da; sonra bulduğuna bile bin pişman olursun. Nereye koyacağını bilemezsin. Bir matahmış gibi.’
Sabiha’nın konsomatris arkadaşı Müjgan (Ayfer Feray) , böyle söyler Sabiha’ya Halil için. Böyle insanlar vardır hayatta. Yolda elmas bulsa, nereye koyacağını/ne yapacağını şaşırır. Onun hayretinden ve haşmetinden öyle büyülenir ki; o büyünün kaybolma ihtimalinden ötürü dehşet bir korkuya kapılır. Çünkü basit insanlardır bunlar ve hayatı basit algılarlar her zaman. O basitliğin içine zerre miskal bir görkem girmeye dursun; bütün hayatları altüst olur ve funduszeue.infoli-yarimjpg Oysa onlar ister ki; her gün hayatın gerektirdiği basit işleri yapayım, kimseye çarpmayayım ve suya sabuna dokunmadan hafifçe kayıp gideyim şu büyük ırmaktan. İşte, Sabiha’nın bu korkusunu dile getirir Müjgan. Ve Halil’in evli olma ihtimalinden dem vurup araştırmasını söyler. Her basit insan gibi Sabiha da; herkesin yapacağını yapmaz ve ‘ya evli olduğunu söylerse?’ diye korkuya kapılır. Elmasa yabancıdır çünkü O; basittir, gariptir, kömürden başka maden, paradan başka karşılık bilmemiştir. Korkar ama korktuğu şey; eline geçen değil, eline geçenin kayıp gitmesidir.
Nihayetinde manava gider ve Halil’in babasıyla (Selahattin İçsel) karşılaşır. Mevcut durumu bilen baba, o güzel devirlere has bir erdemde bulunur. Sabiha’yı ayıplamaz ve sadece ‘Halil nasıl?’ diye sorar. Haberdarlığın kalenderâne beyanıdır bu. Bu güçlü sahne; kimsenin kimseyi yargılamadığı, nezaketin hiçbir zaman kaybedilmediği, hakikatin hakikat adayını incitmeden arz-ı endam ettirildiği güzel zamanları hatırlatır bizlere. Sabiha yargılanmaz. Ama o da yargılamaz. Halil ile girdiği diyalogda, Halil’e kuşkularını söylemez ama mustarip olduğunu hissettirir. Nihayetinde Halil’i hane-i saadetinde eşi ve çocuklarıyla birlikte görüp Halil’den uzaklara gider, içinden hiç uğurlamadan.
Turgut Uyar
Zahirde yaşayamadığı aşka, bâtınında sadık kalır Sabiha. Tek bir söz söylemeden; manav tezgahına, evine, eşinin ve çocuklarının yanına uğurlar Halil’i, fonda Şükran Ay’ın muhteşem yorumuyla Kalbimi Kıra Kıra çalarken.
Türk Sineması’nın en iyi yönetmeni tarafından çekilen, Türk Sineması’nın en iyi filmidir Vesikalı Yarim. Aşkın, sadakatin, samimiyetin, taşranın anlatısıdır. Şimdilerde sigortalı bir işe, kallavi bir kariyere, dayalı döşeli bir eve endekslenen aşk ve evlilik algısına, Manav Halil’in ağzından çaktığı tokat bile rahmet okutur merhum Lütfi Akad’a.
Belli başlı oyuncuların yer aldığı belli başlı hikayelerde, aynı karakterler aynı cümleleri aynı seslerden yüzlerce kez dile getirmiştir Yeşilçam melodramlarında. İnsanlarımız bu seslere kulaklarını hiçbir zaman kapamamış, salonlara koşup aynı aşklara, aynı acılara ortak olmuş, üzülmüş, ağlamış ve tüm bu cefanın bir mükafatıymışçasına, her seferinde, hikayenin sonunda birbirine kavuşan çiftlerin mutluluğuyla ayrılmıştır salondan. Televizyonun gündelik hayata girmesiyle salonlardan evlere taşınan filmler, lerin dizi döngüsü kurulana, gündüz kuşağı diye tabir ettiğimiz program salgını başlayana kadar da hususi yayın saatlerinde insanlara ulaşmaya devam etmiştir. Öyle ki dikkatinize ihtiyacı olmayan olay örgüsüyle en zahmetsiz izlencedir onlar. Daha önce defalarca izlenmiş olmaları bir tarafa, başvurulduğunda, kaçırdığınız sahnelerdeki tüm boşlukları otomatik olarak dolduracak melodram formülü nakşedilmiştir içimize. Yeri gelir, Ekrem ve Nalanın bir görüşte başlayan aşkları ilk darbesini aldığında sonunu bile görmeye gerek duymayız filmin. Yarın öbür gün başka bir kanalda rastlanacak Ferit ve Alev, nasıl olsa kaldığı yerden devam ettirecektir bu hikayeyi. Senaryolar, müzikler, isimler, cisimler Her şey o kadar aynıdır ki birbirinden ayırıp hakkında konuşmayı bile beceremeyiz bu filmlerin bazen. Parça parça, sahne sahne, şarkı şarkı yer edinirler belleklerde.
Ama bir film vardır ki, hem Yeşilçamın o alışılagelmiş melodram kurallarına büyük oranda bağlı kalmış hem de tüm benzerlerinden sıyrılıp başlı başına bir film olmayı, dahası Türk sinemasının o yıllardan kalma sayılı övünç kaynaklarından biri olmayı başarmıştır. Auteur kavramı Türk sinemasında ismiyle anılan Ömer Lütfi Akadın yalın sinema dili, özgün bir aşk hikayesini mehilsiz bir büyüyle yansıtırken, ses, yönetmenlik, oyunculuk ve senaryo belki de o güne kadar ilk defa bir melodramda bu kadar itinalı bir bütünlüğe ulaşmıştır.
Toplum kurallarıyla çelişen bir ilişki
Vesikalı Yarimin benzerlerinden ayrıştığı ilk nokta evli bir adamla bir konsomatrisin aşkını işliyor oluşudur. Ezilen, hor görülen, başına olmadık belalar gelen masum bir kadın değildir Sabiha. Daha çok Yeşilçamın kötü kadınına atfedilen bir mesleği, toplumun onaylamayacağı bir hayat biçimi vardır. Bu koşullara istemediği durumlar sonrasında düştüğüne dair bir aklama çabasına da girilmez filmde. Sabiha onu tanıdığımız sahneyle sunulur bize. Geçmişiyle ilgili hiçbir bilgi verilmez. Olduğu gibi kabul etmemiz beklenir. Aynı şeyler Halil için de geçerlidir. Ne meçhul bir bestekar, ne fakir mahallelerde ilham arayan bir yazar, ne de zengin bir babanın özünde iyi niyetli çapkın oğludur o. Sıradandır. Yarattıkları tesirde, bugün hala konuşulan, tartışılan bu iki karakterin derinliğinde yatan şey de bu sıradanlık, bu gerçekliktir keza.
Vuslatlarının önüne koyulan engel de başkadır. Ne sahibine ulaşması engellenen bir mektup vardır ortada, ne bir yanlış anlama, ne araya giren kötü bir adam, ne Sabihanın işi bırakmasını engellemeye çalışan eli silahlı adamlar, ne de oğlunun bir konsomatrisle evlenmesini istemeyen zengin bir fabrikatör Gerçeğin kendisidir engel. Sabiha ve Halilin aşkını ötekileştiren o gerçek, toplumun bir çözüm, bir zaruriyet olarak gördüğü evlilik bağıdır. Ve Halil ile Sabihanın birbirlerini çok öncesinden tanıyor olmaları gibi, onlara suç ortaklığı yapmamızı biraz olsun meşrulaştıracak bir sebep bile yoktur elimizde.
Filmin şarkılara değil, şarkıların filme hizmet ettiği bir melodram
Türün adına da yansıdığı üzere şarkılar melodram filmlerin olmazsa olmaz unsurlarından biridir. Vesikalı Yarim de müziğin neredeyse hiç susmadığı, süresi boyunca ardı ardına birçok şarkının çalındığı melodramlardan biridir bu yönüyle. Ancak şarkıların film içindeki kullanımı, senaryoya, çekim yapılan mekanlara ve karakter özelliklerine uygunluğu sıradan bir filmdekinden çok daha güçlü bir etki bırakır bizde. Üzerine kitaplar, şiirler, şarkılar yazılan Vesikalı Yarimin akademisyenlere tartışma konusu olan tılsımında herkesin hemfikir olduğu etkenlerden biri de filmdeki müzik kullanımı olmuştur nitekim. Şarkıların filmdeki yeriyle ilgili bir diğer nokta ise sinemamızdaki neredeyse tüm diğer melodramların aksine Vesikali Yarimdeki şarkıların esas karakterler tarafından değil, meyhanede sahneye çıkan birbirinden farklı kadın figüranlar tarafından söyleniyor olmasıdır.
Yeşilçamın dışında bir oyunculuk anlayışı
Tanıklık ettiğimiz yalın fakat kuvvetli oyunculuklar, filme değer katan unsurlardan bir diğeridir. Konusu açılır açılmaz yönetmen Ö. Lütfü Akadın oyuncu yönetimindeki üstün kabiliyetlerinden söz eden başrollerdeki Türkan Şoray ve İzzet Günay, filmografilerinin en değerli eseri olarak andıkları Vesikalı Yarimden oyunculuğu öğrendikleri film olarak bahsederler. Gerçekten bir başka oynarlar bu filmde her iki oyuncu da. O güne dek daha çok komedi filmlerinde rol alan İzzet Günay, tüm külhanbeyliğine rağmen çekingenliğinden yerden kaldıramadığı bakışlarıyla, bir manavın gayriihtiyari jestleriyle hayat verir Halile. Şoray ise Sabihanın yeri geldiğinde dişiliğini yeri geldiğinde çaresiz kederini abartıdan uzak bakışlarla yansıtmasını bilir perdeye. Bir başka güzeldir Şoray bu filmde.
Yardımcı rollere gösterilen ehemmiyet de yine ayrıştırır Vesikalı Yarimi diğer birçok yapımdan. Sabihanın arkadaşı Müjgan rolündeki Ayfer Feray ve Halilin babasını oynayan Selahattin İçsel eşine az rastlanır inandırıcılıktaki performanslarıyla filme çok şey katarlar. Filmin yan rollerinde Yeşilçamın kadrolu yardımcı oyuncuları yerine yüzleri eskimemiş isimlerin yer alıyor olması da bir avantajdır bu anlamda kuşkusuz. Ve isimler Belki ilk bakışta önemsiz bir detay olarak görülebilir, ancak karakterlere verilen isimlerin gerçek hayatı yansıtmaktaki başarısı da filmin o çok tuhaf, çok tanıdık tadında pay sahibidir. Takma isim olsa Sabiha mı olur?
Başka Türden Bir İstanbul, Başka Türden Bir Aşk Hikayesi: ‘’Çok eskiden rastlaşacaktık.‘’
‘’Dillendirilmemiş duyguların öyküsüdür bu. İltifata teşekkür etmek, hatalara özür dilemek gerekmez kimsenin hayatında. Cevabı iki tarafı da üzecek sorular günahtır.’’
İç içe geçmiş apartmanlar yerinde bostanların, barların yerinde meyhanelerin olduğu, votka yerine rakının, Marlboro yerine Birinci sigarasının içildiği, köprülerin açılıp kapanma saatlerinin beklendiği ların İstanbuludur yer. Babasının mahalle arasındaki manavında çalışan Halil, evden işe işten eve sıradan bir hayat sürmekte, zaman zaman arkadaşlarıyla Ayı Fıratın Meyhanesi diye andıkları mütevazı bir yerde eğlenmeye gitmektedir. Kendi gibi manavlık yapan arkadaşlarından Fethinin bonkörlüğü tutar bir gün. Oradaki barlar en birincidir, diyerek yücelttiği Taksimdeki Şen Saz isimli, masalarının arasında konsomatrislerin dolaştığı, Şükran Ayın içli şarkılarının söylendiği bir müzikhole götürür arkadaşlarını. Lakin çok geçmeden üstü kapalı bahsettikleri başka bir mekana geçmeye karar verir Halilin arkadaşları. Yalnız kalan Halil bir süre sonra kalkmaya yeltenirken, sigara dumanlarının arasından saçlarını tek omzunda toplamış iri gözlü, sarışın bir dilber belirir gözlerinin önünde. Şarkı susar, meyhanedeki kaba gürültü kesilir, zaman durur o an. Gilda filminin sinema okullarında temsil olarak gösterilen kadraja giriş sahnesini gölgede bırakan bir edayla bütün bakışları kaplar Sabiha. Bir sigara içebilir miyim? Yakar mısın?..
İkisi de yanmıştır artık. Konsomatris Sabiha ve evli bir adam olan Manav Halil Zaman seyrine döndüğünde kulaklarımıza çalınan şarkı başkadır. Ben melanet hırkasını / Kendim giydim kime ne? / Arı, namus şişesini / Taşa çaldım kime ne?
O gece gün ağarana kadar Beyoğlu meyhanelerini arşınlayan ikili, sabahı Sabihanın evinde eder. Birkaç soru sorarlar birbirlerine, ama daha çok susarlar. Sabiha, Halile içkiye, eğlenceye alışmamasını tembihledikten sonra uyumak için çekilir odasına. Dedik ya köprünün açılmasını kapanmasını beklemek gerekirmiş o yıllarda. Gitme vakti gelene kadar salondaki kanepeye uzanıp uyur Halil de. Hiçbir şey geçmez aralarında. Başka erkek olsa, o kadar masraftan sonra
Ne var ki Sabihanın nasihatine kulak asmayıp kolunda vesikalısına getirdiği meyve sepetiyle Şen Sazda alır soluğu Halil ertesi akşam. Sabiha küçümser önce, hor görür garip bir şaşkınlıkla. Belki de bulunduğu ortamla tezat düşen kendi duygularıdır alaya aldığı. Ama sonra pişman olur tavrından, gelir manavın masasına. Hani gelmeyecektir, niye gelmiştir? Neden gözlerinin içine bakmakta zorlanmaktadır. Aşikâre hoşlandım. Hoşlanmaktan da beter mi ne
Yol yordam bilmeyen Halil birlikte gitmeleri için para verebileceğini söyleyince atışırlar ama! Sabiha bir müşterisinin masasına, Halil sokaklara atar kendini sonra. Meyhanenin kapanma vakti gelince, çıkış kapısı önünde babası yaşında bir adamla kaç saat kalacağının pazarlığını yapan Sabiha, saatlerdir sessizce dışarıda bekleyen Halili görür bir sokak arkada. Sokağın ardındayım / Saatin dördündeyim / Eller tatlı uykuda / Ben senin derdindeyim
Beklediği son işaret budur belli ki. Koşup tutar elini artık düşünmeye gerek duymadan. Yıllarca bunun için beklememiş midir hem? Sabiha içki masalarından, Halil evinden, babasının manavından çeker kendini. Birlikte Sabihanın evinde yaşamaya başlarlar. Halil, Beyoğluna açtığı küçük bir tezgahta portakal, limon satıp yeni evi için alışveriş yapmaktadır. Hafta sonları Ayı Rıfatın meyhanesi yerine sevdiceğiyle İstanbul tepelerini, deniz lokantalarını uğrak yeri yapmıştır. Nerelere gidip neler yapıyorsak bende hepsi ilk. Sabiha ise yalnızca Onun için giyinip kuşanmakta, mükellef sofralar kurmaktadır. Bu evi şimdi seviyorum. Ondan evvel, ne bileyim, bir barınaktı sadece. Şimdi ev oldu.
Bu böyle nereye kadar devam eder derken Halilin arkadaşları çıkagelir Şen Saza. Sabihanın iş arkadaşı Müjgana söylerlerken öğreniriz biz de Halilin evli olduğunu. Belki sonradan daha çok üzülür diye korktuğundan, belki iş arkadaşı gittikten sonra iyice yalnızladığından, belki de bir sebep bile aramadan Müjgan ertesi gün Sabihaya anlatmaya gider ilk iş. Evliymiş. İki de çocuğu varmış!
İnanır mı Sabiha? Patronuyla arkadaşı birlik olup meyhaneye geri dönmesi için böyle bir yalan uydurmuşlardır sonunda işte. Peki Halilin zaman zaman dalıp gitmeleri nedendir öyleyse? Ailesinden, evinden konuşmaktan ısrarla kaçısı? Sabihanın bahsederken kendimi katmıyorum dediği evlilikten laf açıldığında Halilin haletiruhiyesi? Çok kıymetli bir şey bulursun da sonra bulduğuna bile bin pişman olursun. Nereye koyacağını bilemezsin öyle mi? Bir matah gibi!
Ne inanabilir duyduklarına Sabiha, ne hiç duymamış gibi davranabilmeyi becerebilir. Ne gözleriyle görmeye gidebilir, ne açık açık sormaya cesaret edebilir. Öyle ya, dillendirilmemiş duyguların öyküsüdür bu. Polisler kavgaya karışan Halili sormak için eve geldiklerinde ikisi de birbirlerinin durumdan haberdar olduklarını bile bile susar. Halil hapishaneye düştüğünde babası ziyarete gitmeyişinin sebebinin inat ya da kızgınlık değil, ziyaretinin oğlunu utandıracağı düşüncesi olduğunu söyler. İltifata teşekkür etmek, hatalara özür dilemek gerekmez kimsenin hayatında. Cevabı iki tarafı da üzecek sorular günahtır. Hep dilimin ucunda. Evli misin? Sonra duymuş gibi başını kaldırışı, yüzüme bakışı, bir şey mi dedin diye sorması, o anda korkudan donup kalmam Ya sorsaydım, ya evliyim deseydi Ya da niye sordun, bana inancın yok mu dese Darılıp kızsa Bilmiyorum Bilmiyorum.
Dalıp dalıp giden Sabihadır bu sefer. Ayrılmayı denese de başaramaz başta. O zaman gidip görecektir gözleriyle. Kocamustafapaşadaki manavdır gideceği yer. Aile, toplumsal roller, yargılar, gelenekler, pişmanlıklar Hepsi bu küçük dükkanda kesişmiştir. Aşması bütün engellerden daha zor, yüzleşmesi bütün gerçeklerden daha sancılıdır bu yüzden. Göreceğini görmüş, anlayacağını anlamıştır Sabiha. Herkes haklı bu işte.
Yine de yüzüne vuramaz Halilin. İki tarafın da üzülmesi reva değil ya, kendini düşürmeye çalışır Halilin gözünde. Yeniden konsomatrisliğe başlar, bıktım der, sıkıldım der. Denedim, yapamadım, bana göre değilmiş der. Bazen dayanamayıp döner, af diler. Hatırlayınca yeniden saldırır, acıtır, kırar, kahreder. Ama Halil hiç vazgeçmez. Ve hiç bilmez Sabihanın evli olduğunu bildiğini, bundan yaptığını her şeyi. Halil hapishaneye düşünce, benim gibi unutmuştur o da, der Sabiha Müjgana. Senin gibi unuttuysa Unutmak buysa!
Kimselere görünmeden evine kapanır bekler Sabiha bir yıl boyunca. Ama o manav dükkanı aklına her gelişinde vazgeçer her şeyden bir daha. İşin içinde başka bir kadın olsaydı Uğraşır baş ederdim ama Aileyle, çocuklarla baş edilmez. Tam Halil serbest kalacağı gün yeniden döner içki masalarındaki yıllanmış konumuna. Unutmuştur der ama, olur ya geleceği tutarsa o halde görsün, büsbütün vazgeçsin ister Ondan. Bu sefer başaracaktır da. Kimseye etmem şikayet / Ağlarım ben halime / Titrerim mücrim gibi / Baktıkça istikbalime
Sessiz bir kabullenişle evine dönen Halili sessiz bir kabullenişle karşılar ailesi. Çiçekle kumaşlarla kaplanmış sedire oturup koyar karşısına Sabihanın armağanı sigara tabakasını ve tesbihi. Bir evinin kanatlı ahşap penceresinden dışarı bakar, bir önünde duran hatıralara, bir de evin köşesine istiflenmiş, evliliğinin bir nevi simgesi olan gelin sandığına. Yaşanan her şeyi, üzerine döşeklerin yığıldığı sandığın içine hapsetmektir en iyisi belki de.
Filmin o unutulmaz finalinde ağlayan Sabihadır belki. Ancak filmin önceki sahnelerinde de olduğu gibi yine Halili anlatır çalan şarkılar. Gözler Sabihanındır, şarkılar Halilin Gözyaşların boşuna / Düşmem artık peşine / Yansın yüreğin yansın / Şimdi de bende sıra / Kalbimi kıra kıra / Bıraktın bir hatıra / Günahını yalancı dudaklarında ara
Vesikalı Yarimin finaliyle ilgili son sözü filmin senaristi Safa Önala bırakalım:
Onların bir araya gelmesine imkan ve ihtimal yoktu. Başlangıçtan itibaren imkansız bir aşkı deniyorlardı. Yürüyemezdi o aşk. Yani Sabiha oradan çıkamazdı. Kenar semtin delikanlısı, evli, çocuk babası Halil de saz kadını Sabiha ile yaşamları boyu yapamazdı. Yani ayrılık tanıştıklarından itibaren vardı. Ama onlar imkansızı denediler. Aşk buydu zaten!..
Etiketler:ayfer ferayçok tuhaf çok tanıdıkhalilistanbulizzet günayömer lütfi akadsabihasafa önalsoner yıldırımşükran aytürkan şorayvesikalı yarimyeşilçam
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası