ölüm ile ilgili ayet ve hadisler / Ölümü hatırlatan 10 ayet

Ölüm Ile Ilgili Ayet Ve Hadisler

ölüm ile ilgili ayet ve hadisler

Ölüm ile İlgili Ayet ve Hadisler

Ölüm ile ilgili ayet ve hadisler hangileridir? Ölümü anmayı ve nefsin aşırı isteklerini dizginlemeyi teşvik eden ayet ve hadisler.

Ölümü anmak ve nefsin aşırı isteklerini dizginlemek ile ilgili ayet ve hadisler.

ÖLÜM İLE İLGİLİ AYETLER

“Her Can Ölümü Tadacaktır” Ayeti

“Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükâfatlarınız tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete gönderilirse, o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı aldatıcı bir metâdır.” (Âl-i İmrân sûresi, )

Melek, insan ve cin başta olmak üzere, şu kâinatta can taşıyan her varlık ölecektir. Sevinçler ve üzüntüler son bulacaktır. Ölümden sonra başlayacak yeni hayatta, herkes dünyada yaptığının karşılığını görecektir. Cennete kavuşanlar, hiç bitmeyecek ve azalmayacak bir bahtiyarlığı yaşayacaktır. Orada sevinçleri elem ve keder bölmeyecek, huzur ve emniyeti korkular gidermeyecek, zevkleri acılar kesmeyecektir.

Dünya denilen fâni hayat, bir serap gibi parıldayıp kaybolur; bir bulut gibi kayıp gider. Allah Teâlâ dünyayı, müşteriyi aldatmak için allanıp pullanan, câzip şekillerde sunulan, alındıktan sonra da hiçbir değeri olmadığı görülen bir mala benzetiyor.

Dünya böylesine değersiz, ölüm de kaçınılmaz bir gerçek olduğuna göre, aklı başında olan kimse hayatını boşa harcamaz

“Hiç Kimse Nerede Öleceğini Bilemez” Ayeti

“Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.(Lokman sûresi, 34)

Bu âyet-i kerîmede sadece Allah Teâlâ’nın bileceği beş hususa işaret edilmekte ve

  1. Kıyametin ne zaman kopacağını,
  2. Yağmurun nereye, ne zaman, ne kadar ve nasıl yağacağını,
  3. Rahimlerdeki yavruların cinsiyetiyle birlikte, siyah mı beyaz mı, tamam mı noksan mı, iyi mi kötü mü olacağını,
  4. İnsanların başına ne geleceğini, eline ne geçeceğini, iyilik mi kötülük mü yapacağını ve
  5. Nerede öleceğini sadece Allah Teâlâ’nın bildiği belirtilmektedir.

Şu halde yarınından haberi olmayan, kendisini nelerin beklediğini bilmeyen, nerede ve ne zaman öleceğini kestiremeyen bir insan nasıl rahat olabilir? Bütün bunları bilen, herkesin ve her şeyin yegâne sahibi olan Allah’ın buyruklarına baş eğmeden nasıl yaşayabilir? Ömür kısa ve varış O’na olduğuna göre, aklı başında olan kimse nefsin bitip tükenmeyen isteklerini tatmin edeceğim diye sayılı günlerini nasıl boşa geçirebilir?

“Ecelleri Gelince Ne Bir Saat Geri Kalabilirler, Ne Bir Saat İleri Gidebilirler” Ayeti

“Ecelleri gelince ne bir saat geri kalabilirler, ne bir saat ileri gidebilirler.” (Nahl sûresi, 61)

Herkesin dünyadaki günleri, alıp vereceği nefesleri sayılıdır. İnsan gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren hayatına son verecek olan görülmeyen ve tik takları duyulmayan bir saatli bomba kurulur ve geriye doğru saymaya başlar. Cenâb-ı Hakk’ın belirlediği an gelince bomba patlar ve o şahsın küçük kıyameti kopmuş olur.

Aklını kullanmasını bilen kimse, nice örneklerini gördüğü bu olayı bizzat yaşamadan önce hayatına bir çeki düzen verir. Nefsine esir olmaktan kurtulmaya bakar. İstek ve arzularını frenlemeye çalışır.

“Allah Eceli Gelen Bir Kimseyi Geri Bırakmaz” Ayeti

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır.

Herhangi birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, ne olur, ölümümü biraz geciktirsen de sadaka verip iyilik edenlerden olsam!’ demeden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.

Allah eceli gelen bir kimseyi geri bırakmaz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Münâfikûn sûresi, )

Dünyada insanı en fazla malı ve çocukları meşgul eder. Doyma bilmeyen nefis aza kanaat etmez, daha fazla kazanmak ister. Dünya hayatının meyvası olan çocuklarını daha rahat yaşatmak ve onları kimseye muhtaç etmemek için didinip durur. Aslında mal kazanmak, çocuk sahibi olmak ve onları kimseye muhtaç etmemek kötü bir şey değildir. Zira zengin olmayı, çoluğa çocuğa karışmayı dinimiz tavsiye eder. Kötü olan, ölçüyü kaçırmak, çok kazanma hırsıyla, çocuklarını rahat yaşatma arzusuyla ibadetlerini ihmâl etmek, malım mülküm azalır düşüncesiyle Allah’ın emrettiği harcamaları yapmamaktır. Bu duruma düşenler, dünya hayatını boşa geçirmiş, neticede zarar etmiş olurlar.

Çeşitli zaafları sebebiyle görevlerini ihmâl eden insanoğlu, ölüm gelip çatınca aklı başına gelir. Yapamadığı görevleri hatırlar. İhmâli yüzünden kaybedeceği sonsuz bir hayatı ve hesapsız nimetleri düşünerek pişmanlık duyar. Yeniden hayata dönmeyi, biraz daha yaşayıp yapamadığı ibadetleri yapmayı, açıklarını kapamayı arzu eder. Fakat ilâhî kanun gereği bu şans hiç kimseye verilmez.

Gerçek bu olduğuna göre, hiçbir zevk ve menfaat insana Allah’ı ve O’nun rızâsını kazandıracak olan dinî ve insânî görevlerini unutturmamalıdır.

“Nihayet O Müşriklerden Birine Ölüm Gelip Çatınca” Ayeti

“Nihayet o müşriklerden birine ölüm gelip çatınca:

Rabbim, der. Ne olur beni dünyaya geri gönder. Ömrümü boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım.

Hayır, hayır. Onun bu söyledikleri boş lâftan ibarettir. Tekrar dirilecekleri güne kadar onların önlerinde bir engel vardır, geri dönemezler.

Sûra üflendiği zaman artık aralarında soy sop ilişkisi kalmaz. Birbirlerinin hâlini de sormazlar.

Kimin yaptığı iyilikler ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Kimin yaptıkları da hafif gelirse, işte onlar zarara uğrayanlardır. Onlar cehennemde devamlı kalacaklardır.

Bunların yüzlerini ateş yalar da dişleri sırıtır kalır. Allah Teâlâ onlara:

- “Benim âyetlerim size okunurdu da siz onları yalanlardınız, değil mi?” der. Derler ki:

- Rabbimiz! Azgınlığımız bizleri altetti. Biz sapıklık içinde kalmış bir kavim olduk.

Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar! Eğer tekrar önceki hâlimize dönersek, kendimize zulmetmiş oluruz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

- “Alçaldıkça alçalın orada. Bana artık bir şey söylemeyin! Çünkü kullarımdan bir grup insan: Rabbimiz, biz iman ettik, bizi bağışla. Bağışlayanların en iyisi sensin, demişlerdi. Fakat siz onlarla eğlenir, beni anmayı unutarak onlara gülerdiniz. Sabrettikleri için bugün ben onları mükâfatlandırdım. Onlar muradlarına erenlerdir.”

Allah Teâlâ inkârcılara:

- “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye sorar.

- Bir gün veya daha az bir zaman kaldık; sayanlara sor, derler. Allah Teâlâ da onlara şöyle buyurur:

- “Pek az kaldınız. Keşke bunu bilseydiniz (dünyaya tapmazdınız). Sizi boşuna yarattığımızı, bize dönmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn sûresi, )

Boşu boşuna harcanan bir ömürden sonra insanın duyacağı, fakat bir faydasını görmeyeceği pişmanlığı ve ölümden sonra insanın başına gelecek korkunç mâcerayı son derecede sâde ve berrak bir üslûp ile anlatan bu âyet-i kerîmeleri ayrıca açıklamaya gerek görmüyoruz.

“Mü’minler Daha Önce Kendilerine Kitap Verilenler Gibi Olmasınlar” Ayeti

“Mü’minlerin Allah’ı anmaktan ve Allah tarafından gönderilen gerçeği hatırlamaktan dolayı kalplerinin yumuşama zamanı gelmedi mi? Mü’minler daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Bunların birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd sûresi, 16)

Allah Teâlâ mü’minleri, kendilerine ilâhî kitaplar gönderilen kimselere benzemekten sakındırıyor.

Deniyor ki: Kendilerine peygamber ve kitap gönderildiği devirden bu yana çok zaman geçtiği için Yahudi ve Hıristiyanlar dinlerinin esasını ve rûhunu kaybettiler. Doğru yolu yitirdiler. Kalbleri iyice katılaştı. Menfaatlerini düşünerek ellerindeki ilâhî kitabı keyiflerine göre değiştirdiler. Allah’ın buyruğuna değil, ilâhî kitabı değiştiren ve sapıklığa düşen din adamlarının emirlerine uydular ve onları âdetâ ilahlaştırdılar. Hal böyle olunca, mü’minlerin onlardan uzak durması ve hiçbir konuda onlara benzemeye çalışmaması gerekir. Onlar katı kalbli kimselerdir. Mü’minlere yakışan hassas, duygulu ve yufka yürekli olmaktır.

Demekki dünyaya aşırı derecede bağlananlar gönül hassasiyetini yitirirler. Öyleyse mü’minler dünyaya hâkim olmalı, fakat dünyanın kendilerine hâkim olmasına ve gönüllerini öldürmesine izin vermemelidir.

ÖLÜM İLE İLGİLİ HADİSLER

“Dünyada Tıpkı Bir Garip Hatta Bir Yolcu Gibi Davran” Hadisi

İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem omuzumu tutarak şöyle buyurdu:

“Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran!”

İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi:

Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme!

Sabaha çıktığında, akşamı bekleme!

Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al! (Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Peygamber Efendimiz’in, dünyada kendini bir garip, hatta bir yolcu gibi saymasını tavsiye ettiği sahâbî Abdullah İbni Ömer’dir. Efendimiz çok sevdiği bu kayın biraderine, dünyaya nasıl bakması gerektiğini öğreterek diyor ki:

Vatanından, aile ocağından ayrı düşmüş bir garibin aklı fikri hep öz yurdunda ve sevdiklerinde olur. Sen de bu dünyada kendini bir garip say ve asıl yurdun olan âhireti düşün! Bitip tükenmeyen nimetlerle dolu, o çiçekleri solmayan diyârı düşün!

Hatta kendini garip saymak da yeterli değil. Zira yurdundan yuvasından ayrı düşen adam, bir süre kalacağı gurbet diyarına gönül bağlayabilir. Dünyaya gönül bağlamak doğru değil. En iyisi sen kendini yolcu say! Uzun bir sefere çıkan, aklı fikri varacağı menzilde olan bir yolcu gibi davran. Zira böyle bir yolcu, uğradığı yerlerdeki güzelliklere gönül bağlayıp kalmaz. Aşacağı sarp dağları, geçeceği engin vâdileri ve oralarda kendisini bekleyen tehlikeleri hatırlayıp ürperir. Hiçbir yerde durmadan yoluna devam eder. İşte sen böyle bir yolcu olduğunu düşün!

Bir de şunu unutma: Vatana döndüğün zaman, seni sevenler eline bakacaklar. Bakalım bize ne getirmiş diyecekler. Bu gerçeği düşünerek, vatana eli boş dönmemeye bak!

Abdullah İbni Ömer bu nasihatleri aynen tutmuş, dünyanın geçici zevklerini unutmuş, çok zengin biri olduğu halde dünyasını âhiretine satmıştır. Efendimiz’in en büyük âşıklarından biri olan ve hayatını onun sünnetine göre düzenleyen Abdullah İbni Ömer, Resûlullah Efendimiz’in kendisine verdiği öğüdü bize şöyle açıklıyor:

Dere tepe demeden yoluna devam ederken, “Akşam oldu. Hele bir dinleneyim de, sabah yoluma devam edeyim” diye duraklama! Sen, önünde uzun bir yol bulunan yolcusun. Senin boşa geçirecek zamanın yok. Gevşeyip kalma!

Sabaha çıkınca da “Önümde uzun bir zaman, serde de gençlik var; nasıl olsa giderim” diye işi tembelliğe vurma! Seni ölümün daha önce yakalayacağını düşün ve ona göre hareket et!

Hadîs-i şerîfin Sahîh-i Buhârî dışındaki kaynaklarda geçen “Hatta kendini ölmüş bil!” ifadesi, bize dünyayı, dünya yolculuğunu ve yolun sonunu pek güzel anlatmaktadır. Zira kendini ölmüş bilen insan, âhiret hayatında başına geleceklere kesin surette inandığı için dünyaya takılıp kalmaz. “Ölmeden önce ölmek” dedikleri bu olmalıdır.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. İnsan dünyanın geçici bir faydalanma yeri olduğunu düşünerek onu avucuna almalı, ama asla dünyanın pençesine yakalanmamalıdır.
  2. Yapılması gereken ibadet ve hayırlar, günü gününe yapılmalıdır.
  3. Hayat ve sağlık bir daha ele geçmeyecek nimet sayılmalı, bu iki fırsat iyi değerlendirilmelidir.

“Vasiyet Etmeye Değer Bir Şeyi Bulunan Müslümanın, Vasiyeti Yanında Yazılı Olmadan İki Gece Geçirmesi Doğru Değildir” Hadisi

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Vasiyet etmeye değer bir şeyi bulunan Müslümanın, vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir.” (Buhârî, Vesâyâ 1; Müslim, Vasiyyet 1, 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 1; Tirmizî, Vesâyâ 3; Nesâî, Vesâyâ 1; İbni Mâce, Vesâyâ 2)

Müslim’in bir rivayetinde: “üç gece geçirmesi” şeklindedir.

İbni Ömer radıyallahu anhümâ dedi ki:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözünü duyduğumdan beri, yanımda vasiyetim olmadan bir gece bile geçirmedim. (Müslim, Vasiyyet 4)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Müslümanın en büyük gayesi, Allah Teâlâ’nın huzuruna ak alınla çıkmaktır. Bunu gerçekleştirmenin yolu, her an ölüme hazır olmaktır. Ölüme hazırlanan kimse, her şeyden önce “üzerimde Allah ve kul hakkı var mı?” diye düşünür ve bunun için tedbirler alır. Bu tedbirlerin başında vasiyet gelir.

Vasiyetnâmeye ne yazılacaktır?

Herkesin maddî durumu ve problemi farklı olduğu için, yazacağı vasiyetnâmenin muhtevâsı da farklı olur. Ama en önemlisi şunlardır:

  • İnsanın henüz ödemeye fırsat bulamadığı oruç, zekât, hac ve adak gibi Allah’a karşı borçları.
  • Bir kimsenin şahsî borcu, alacağı, satacağı, birine verdiği söz, birinin kendisine bıraktığı emanet gibi kullara karşı borçları.

İşte bunların mutlaka yazılması lâzımdır.

Bir de sevap kazanmak maksadıyla, her şahsın geride bırakacağı malının üçte biri üzerinde  vasiyet etme yetkisi vardır. İstediği hayırları yapamayanlar, geride bıraktıkları mallarının üçte birinin nereye sarfedilmesi gerektiğini vasiyetnâmeye yazabilirler. Vasiyet konusunda mezheplerin farklı görüşlerine burada yer vermeyi uygun görmüyoruz. (Bu konuda bilgi için bk. İbni Hacer, Fethü’l-bârî, V, ; Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, III, ; Münâvî, Feyzü’l-kadîr, V, ; Tecrid Tercemesi, VIII, )

Yaygın zaaflarımızdan biri, görevlerimizi sonraya bırakmaktır. Vasiyetnâme yazmayı da “acelesi yok canım; daha müsâit bir zamanda yazarım” diye ihmâl etmemelidir. Ölümün bize ne zaman geleceğini bilmesek bile, onun insanları âniden yakaladığını görüp duruyoruz. Müslümana yakışan, bu değişmeyecek sona hazırlıklı olmaktır.

Zaten vasiyetnâme yazmak, ölüme fikren hazırlanmaktır. Onun önünde sonunda karşımıza çıkacağına inandığımızı, vasiyetnâmemizi yazarak amelî olarak göstermek, aynı zamanda nefsi eğitmektir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. İnsan ne zaman öleceğini bilmediği için, ödemesi gereken borçları ve üzerindeki emânetleri vakit geçirmeden yazmalıdır.
  2. Mü’min ölüme her zaman hazır olmalıdır. Vasiyetnâmenin bir faydası da, insana bu kaçınılmaz sonucu hatırlatmasıdır.
  3. Abdullah İbni Ömer, Hz. Peygamber’in vasiyet konusundaki buyruğunu duyar duymaz vasiyetnâmesini yazdığını söylüyor. Peygamber buyruğuna bağlılık hususunda İbni Ömer ne güzel örnektir.

“Şu İnsan, Şu da Onu Kuşatan Ecelidir” Hadisi

Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere birtakım çizgiler çizdi. Sonra da çizgileri göstererek şöyle buyurdu:

“Bunlar insanın istek ve arzuları, şu da onun ecelidir. İnsan hayal içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki en yakın ölüm çizgisi karşısına gelivermiş.” (Buhârî, Rikak 4)

İbni Mesut radıyallahu anh şöyle dedi:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu:

“Şu insan, şu da onu kuşatan (veya “kuşatmış olan”) ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye yönelik küçük çizgiler, dert ve ıstıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa, beriki gelip yakalar.” (Buhârî, Rikak 4. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 22; İbni Mâce, Zühd 27)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Riyâzü’s-sâlihîn ve Sahîh-i Buhârî’nin metin ve şerhlerinde, Peygamber Efendimiz’in yere çizdiği bu çizgiler aşağıdaki gibi veya ona yakın şekillerde resmedilmiştir:

Görüldüğü üzere ecel, tıpkı bir ahtapot gibi insanı dört bir yandan sarıp kuşatmış, avucunun içine almıştır. Ondan kaçıp kurtulmak mümkün değildir. Bir yandan “Herkes ölümün acısını tadacaktır” âyet-i kerîmesi, öte yandan nice insanın her gün omuzlar üzerinde kabristana götürülerek orada kara toprağın bağrına tek başına terk edilmesi bunu ispat etmektedir.

Gerçek işte budur. Ama ne var ki, insanın hayali geniş, arzuları sonsuzdur. İçinde bulunduğu durumu çabucak unutur; hiçbir zaman elde edemeyeceği kuruntular peşine düşer; ham hayale kapılır. Ölmeden önce gerçekleştirmek üzere planlar yapar. Fakat dertler, ıstıraplar, felâketler, açlık, susuzluk, perişanlık yakasını bir türlü bırakmaz. Efendimiz ne güzel anlatmıştır:

“İnsanoğlunun etrafını doksan dokuz çeşit belâ çevirmiştir. Bunların hepsinden kurtulsa bile, yakasını ihtiyarlığa kaptırır.” (Tirmizî, Kıyamet 22)

İhtiyarlık günlerinde zavallı insanın peşini dertler yine bırakmaz. Nihayet kaçınılmaz son çıkagelir. Eğer iyi bir müslüman ise, ölüm onun için bir kurtuluş olur.

İnsan için çizilen değişmez kader bu olduğuna göre, Allah’ın takdirine rızâ gösterip başa gelenlere sabretmekten ve bir gün mutlaka Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkacağını düşünerek âhirete hazırlanmaktan başka ne yapılabilir?

Hz. Ali içinde bulunduğumuz hali, bizi kuşatan gerçeği ne güzel dile getirir:

“Dünya bir sona doğru başını alıp gitmekte, âhiret ise koşarak bize doğru gelmektedir. İnsanlar arasında dünyanın da âhiretin de isteklileri vardır. Siz âhireti istemeye bakın. Günü gün etmeyin. Bugün hesap günü değil, iş günüdür. Ama yarın artık iş yok, yalnız hesap vardır.” (Buhârî, Rikâk 5)

Birbiri peşinden gelip giden mevsimler, etrafımızda olup bitenler, her yıl değiştiğini gördüğümüz aynadaki yüzümüz, dökülen ve ağaran saçlarımız bir yere doğru gittiğimizi bize hatırlatır. Fakat gerçekler bizi korkuttuğu için, bu hatırlatmayı görmezden geliriz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, bu duyarsız halimiz gerçekleri hiç değiştirmez.

Büyük âlim İbnü’l-Cevzî, geleceğe dönük hayal kuranları iki kısma ayırarak der ki:

“Sonu gelmeyen ümit ve arzuların peşine düşmek, halk için kötü bir şeydir. Ama âlimler için durum böyle değildir. Zira onların ümit ve arzuları olmasaydı, kitaplar yazıp eserler veremezlerdi.”

Demek oluyor ki, her emel ve arzu kötü değildir. Öyle olsaydı, Cenâb-ı Hak bu duyguyu insanlara vermezdi. Eğer geleceğe ait hayal kurma kabiliyeti bulunmasaydı, insan hayattan zevk almaz, yaşama sevinciyle dolu olmaz, yeni atılımlara başlama gücünü kendinde bulamazdı. Bu işin kötü yanı, kendisini büsbütün boş ve mânasız isteklere kaptırmak ve âhiret için hazırlık yapmamaktır.

Anlaşılması zor bazı konuları şekiller çizerek anlattığını gördüğümüz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir başka gün bu konuyu çubuklar yardımıyla anlatmıştı. Ebû Saîd el-Hudrî’nin söylediğine göre Efendimiz yere bir çubuk dikti. Sonra bunun yanına ikinci bir çubuk, biraz ilerisine üçüncü bir çubuk dikti. Daha sonra ashâbına dönerek:

- “Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu.

Onlar her zaman yaptıkları gibi:

- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisini merakla dinleyen ashâbına meseleyi şöyle açıkladı:

- “Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür.” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 18)

İşte bizim değişmeyen kader çizgimiz budur. Bizim imanlı insanımız, “Dünya kime kalmış ki bana kalsın!”, “Dünya malı dünyada kalır” diyerek bu değişmeyen kadere olan inancını gösterir.

Dünya bir rüya gibi gelip geçecektir. Bir gün insan her şeyi arkada bırakıp gidecektir. Gerçek bu olduğuna göre, herkes kaybedeceği değerleri bir bir gözden geçirmeli; parasını, ilmini, fikrini, gençliğini ve zamanını âhiret yurdunu imâr edecek faydalı yatırımlara harcamalıdır.

Hadislerden Öğrendiklerimiz

  1. İnsan bir gün öleceğini ve geleceğe dönük planlarının yarım kalacağını unutmamalıdır.
  2. Fırsat elde iken günahlara tövbe etmeli, boş hayalleri bırakmalı ve âhiret yurduna hazırlanmalıdır.
  3. Bütün istekler kötü değildir. Kötü olan insana Allah’ı ve âhireti unutturan, onu faydasız işlerle oyalayan arzulardır.
  4. Peygamber Efendimiz ashâbına dini öğretirken çeşitli araç ve metotları kullanmıştır.

“Yedi Şey Gelip Çatmadan İyi İşler Yapmaya Bakın” Hadisi

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yedi şey gelip çatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz insana görevlerini unutturan fakirlikten, azdıran zenginlikten, halsiz bırakan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın yakalayan ölümden, gelmesi beklenen şeylerin en fenası deccâlden, belâsı daha büyük ve daha acı olan kıyametten başka bir şey mi gözlüyorsunuz?” (Tirmizî, Zühd 3)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Peygamber Efendimiz bu hadisinde, insanların muhtelif sıkıntılarla imtihan edileceğini belirtmekte ve bu imtihan sorularından yedisine işaret etmektedir. Dünyanın bir deneme yeri olduğunda şüphe yoktur. Çeşitli denemelerden geçmeden Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna varmak mümkün değildir.

Muhtelif âyet-i kerîmelerde belirtildiğine göre, insan “iman ettim” demekle rahat bırakılmayacak, mutlaka bir denemeden geçecektir. (Ankebût sûresi, 2) Biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma yapılmak suretiyle yâni fakirlik ile imtihan edilecektir. (Bakara sûresi, ) Zenginlik ve çoluk çocuk da birer imtihan vesilesidir. (Enfâl sûresi, 28)

Hadisimizde işte bu imtihan şekillerinden yedisine işaret edilmektedir:

Bunlardan birincisi fakirliktir. Kendisinin ve çocuklarının karnını doyurmak, gerekli ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalan kimse kendisini işe öylesine verebilir ki, hâtırına ne ibadet görevi ne de âhiret hazırlığı gelebilir. İnsan böyle bir gaflete düşebileceğini hatırından çıkarmamalı ve fırsat elde iken zamanını iyi değerlendirmelidir.

İkinci bir imtihan şekli insanı azdıran ve baştan çıkaranzenginliktir. Mânevî yönü zayıf olan kimseleri, para ve servet baştan çıkarabilir. Onları keyfince yaşamaya, gününü gün etmeye, dinin yasaklarına aldırmamaya teşvik edebilir. Nefse hoş gelen bu işleri yapmak ne kadar günahsa, elindeki serveti  yerli yerince kullanmamak, zekât ve benzeri sorumlulukları yerine getirmemek de aynı şekilde günahtır.

Üçüncüsü insanı halsiz bırakan hastalıktır. Hastalık bedenî olabilir, aklî olabilir. Bir yeri ağrıyıp sızlayan kimse, Allah’a ve insanlara karşı görevini yapacak mecâli kendinde bulamayabilir. Şâyet hastalık aklî ise, Allah korusun, o zaman da insan, yapması gereken görevleri olduğunu bile düşünemez.

Dördüncü imtihan şekli, insanı bunaklaştıran ihtiyarlıktır. Böyle bir imtihana yakalanan ihtiyarlar, sağlıklı düşünme melekesini yitirirler. Nerede ne söylenmesi ve nasıl davranılması gerektiğini bilemezler. Âdetâ yeniden çocukluk çağına inerler. İşte bu sebeple insan yarın ne hallere düşebileceğini hesap etmeli ve sağlığını iyi değerlendirmelidir.

Beşincisi ansızın yakalayan ölümdür. Günahlarımı ileride affettirmeye çalışırım; yaş kemâlini bulunca namaza, niyâza başlarım diye kendini avutan kimse, tövbe etmeye bile fırsat bulamayabilir. Hatta borcunu, harcını söylemeye, vasiyetini yapmaya bile zamanı kalmayabilir. Bu imtihan şekli ne saydıklarımıza, ne sayacaklarımıza benzer. Dünyaya gelen hiç kimse bu sonuçtan kurtulmamıştır. Ölüm düşüncesi, bizi daha uyanık ve tedbirli olmaya sevk eder.

Altıncısı deccâlin tuzağına düşmektir. Deccâl ile karşılaşmak, imtihan şekillerinin en çetinidir. Ondan sadece Allah Teâlâ’nın koruduğu bahtiyarlar kurtulacaktır. Çünkü deccâl, insanları baştan çıkarmak ve kendisinin ilâh olduğuna inandırmak için pek hârika şeyler gösterecektir. “Ben ancak gördüğüme inanırım” diyerek dine ve dinî düşünceye iltifat etmeyen kimseler, acaba görecekleri o akıllara durgunluk verecek gözbağcılıklar karşısında ne yapacaklar? Cenâb-ı Hak bizleri onun şerrinden muhâfaza buyursun.

Yedinci imtihan şekli, yukarıda sayılanlara göre belâsı daha büyük ve daha acı olan kıyamettir. Kıyamet, hiçbir acı, hiçbir elem ve kederle ölçülemeyecek kadar korkunç bir olaydır. Kur’ân-ı Kerîm’deki kıyamet tasvirleri bunu bütün açıklığıyla göstermektedir. Bu sebeple kıyametin koptuğu zaman hayatta olanlar, en çetin imtihana uğrayacaklardır. Mevlâm bizleri bu fenâ âkıbetten de korusun (Âmin).

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. Sağlığı ve boş zamanı en büyük fırsat bilmeli, bunları âhirete yatırım yaparak değerlendirmelidir.
  2. Aşırı derecede fakirlik, zenginlik, hastalık ve yaşlılık iyi işler yapmaya imkân bırakmaz. Henüz bunlarla imtihan edilmeyenler, zamanlarını iyi kullanmalıdır.
  3. Ölümden kurtuluş olmaması, ibret almak için yeterli bir sebeptir.
  4. Deccâli ve kıyameti görmek imtihanların en çetinidir. Bunların her an gelmesi de mümkün olduğuna göre, oyalanmaktan vazgeçmelidir.

“Zevkleri Bıçak Gibi Keseni (Ölümü) Çok Hatırlayın!” Hadisi

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Zevkleri bıçak gibi keseni -ölümü- çok hatırlayın!” (Tirmizî, Zühd 4. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 3; İbni Mâce, Zühd 31)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Çocuklar deniz kenarında oynarken kumdan evler yapar, onunla bir müddet oynar, canları sıkılınca da kendilerini saatlerce oyalayan bu evi bir tekmeyle yerle bir ederler. Yahut şiddetli bir dalga, o evcikleri yalayıp yutar.

Ölüm de böyledir. Gelecek günlere dair hayalinde nice planlar, projeler yapan insan, birden bire ölümü hatırlayınca hayal ufkunu acı bir hüzün kaplar. Zihnindeki planları gerçekleştirmek üzere olan kimseler, ha bugün ha yarın diye çırpınıp dururken, ölüm her şeyi bir anda yıkıp dağıtır. Onca emek ve zahmet, çocukların kumdan evi gibi yok olup gider.

Kaçınılmaz gerçek işte budur. Bu gerçeği kimse inkâr edemez. Hal böyle olunca, hayal dizginlerini büsbütün koyuverip ölüm gerçeğini unutmamalıdır. Efendimiz’in buyurduğu gibi ölümü sık sık anarak kendine bir çeki düzen vermeli, nefsin ve şeytanın oyununa gelmemelidir.

Hazreti Ömer’in oğlu ve Efendimiz’in duygulu sahâbîsi Abdullah İbni Ömer diyor ki:

Bir gün Resûl-i Ekrem’in yanında bulunuyordum. Ensardan bir adam gelip selâm verdikten sonra:

- Yâ Resûlallah! Hangi mü’min daha faziletlidir? diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:

- “Ahlâkı en iyi olan mü’min”, diye cevap verdi. O zât yine:

- Yâ Resûlallah! Hangi mü’min daha zekidir? diye sorunca:

- “Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar zeki adamlardır” buyurdu. (İbni Mâce, Zühd 31)

Bu açıklamayı okuyanlar “Acaba dünya için çalışmak, servet sahibi olmak kötü bir şey midir?” diye sorabilirler.

Güzel dinimiz, dünya ile âhiret arasında mükemmel bir denge kurmuştur. Allah’ı ve âhireti unutmamak şartıyla para kazanıp zengin olmak iyi bir davranış olarak görülmüştür. Zengin sahâbîlerin İslâmiyet’e ve müslümanlara yaptığı hizmetler mâlumdur.

Öyleyse hadislerde ölümü hatırlamaya ve dünyaya sırt çevirmeye niçin teşvik edilmiştir?

 Ölüm düşüncesi, insanın dünyaya büsbütün bağlanmasına ve âhireti unutmasına engel olur. Ölümü hatırlayan insan, servetini Allah’ın rızâsına uygun yerlere harcar. Hatta bu düşünce, parasını hiçbir yere harcamayan cimrileri uyarır, onları kendilerine getirir.

Dünyaya sırt çevirmek demek, dünyanın câzibesine kapılıp ona kul, köle olmamak demektir. Dünyaya sırt çeviren kimse, onun insanı baştan çıkaran oyunlarına gelmemiş olur.

Demekki kötü olan dünya değildir. Kötü olan, insanın Allah’a boyun eğmesine engel teşkil eden dünyevî arzu ve isteklerdir. Bu arzu ve istekleri frenleyen, onları törpüleyip faydalı hale getiren duygu ise, Efendimiz’in tavsiye buyurduğu gibi ölümü sık sık hatırlamaktır.

Hadîs-i şerîf bize şu gerçeği öğretiyor: Dünya sevgisi, çok yaşama arzusu, zengin olma hırsı o kadar kuvvetli duygulardır ki o duyguları zararsız hale getirebilecek yegâne ilaç, kuvvetli dozdaki ölüm fikridir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. Ölüm düşüncesi insana Allah’ı ve âhireti hatırlatır.
  2. Âhirete yönelik hazırlığı bulunmayanlar ile günah bataklığına saplanıp kalanları, ölüm fikri sarsıp kendine getirir.

“Ölüm Bütün Şiddetiyle Gelip Çatacak” Hadisi

Übey İbni Kâ’b radıyallahu şöyle dedi:

Gecenin üçte biri geçince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem uyanıp kalktı ve şöyle buyurdu:

“İnsanlar! Allah’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci sûr üflenecek. Arkasından ikincisi gelecek. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak.”

Übey diyor ki Hz. Peygamber’e:

- Yâ Resûlallah! Ben sana çok salavât-i şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir? diye sordum.

- “Dilediğin kadar”, buyurdu.

- Dualarımın dörtte birini salavât-i şerîfeye ayırsam uygun olur mu? diye sordum.

- “Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur” buyurdu.

- Öyleyse duamın yarısını salavât-i şerîfeye ayırayım, dedim.

- “Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için hayırlı olur” buyurdu. Ben yine:

- Şu halde üçte ikisi yeter mi? diye sordum.

- “İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için hayırlı olur”, buyurdu.

- Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerîfe getirsem nasıl olur? deyince:

- “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar” buyurdu. (Tirmizî, Kıyamet 23)

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

En değerli dua şeklini öğrenmek için Peygamber Efendimiz’le âdetâ pazarlık eden bu büyük insan, sahâbî efendilerimizin öğretmeni Übey İbni Kâ’b’dır. O hem vahiy kâtibi hem de Kur’ân-ı Kerîm’i en güzel okuyan ve en iyi bilen sahâbî idi. Resûlullah Efendimiz’in sağlığında fetvâ veren sayılı âlimlerden biri olan Übey İbni Kâ’b’a Hz. Ömer, müslümanların efendisi anlamına gelmek üzere “seyyidü’l-müslimîn” derdi.

Önce şu manzaraya doya doya bir bakalım: Efendimiz’in bu seçkin sahâbîsi, sarsılmaz bir azim ve yorulmaz bir iradeyle ona sorular soruyor. Öğretmenlerin en yücesi olan Efendimiz ise o kadar soruyu tükenmez bir sabırla karşılıyor. Karşısındakini aslâ yokuşa ve zora sürmüyor. Nâfile ibadetlerin arzu edildiği kadar yapılması gerektiğini ısrarla belirtiyor.

Zikrin önemine işaret eden Sevgili Efendimiz demek istiyor ki:

Daha ne duruyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz? Böyle de gaflet olur mu? Bir gün müthiş bir zelzele ile yer yerinden oynayacak! Her şey alt üst olacak! Siz de bir gün ölüp kara toprağın altına gireceksiniz! Öyleyse vaktinizi ne diye boşa geçiriyorsunuz? Allah’ı çokça zikrederek bu korkunç günlere hazırlansanız ya!

Bu uyarı üzerine Übey İbni Ka’b çok duygulanıyor ve Efendimiz’e:

- Yâ Resûlallah! Ben sana çok salavât-i şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmalıyım? diye soruyor.

Peygamberler Sultanı Efendimiz de ona, dilediği ve yapabildiği kadar salavât-i şerîfe getirmesini tavsiye ediyor. Ama bu sayı ne kadar çok olursa, Allah katındaki derecesinin o kadar yükseleceğini, dünyevî ve uhrevî sıkıntılarından kurtulacağını söylüyor.

Resûlullah Efendimiz’in bizim dualarımıza ihtiyacı olmamakla beraber, ona salât ü selâm getirmemizi Allah Teâlâ emretmektedir. Çünkü getireceğimiz salât ü selâmlar bizi Resûlullah’a yaklaştıracak, onun yanında değer ve itibar kazanmamızı ve kıyamet günü ona yakın olmamızı sağlayacaktır.

Salavât-i şerîfe getirmenin belli bir vakti ve yeri yoktur. İşe giderken, işten dönerken, gezinip dolaşırken, kısacası zikretmeye elverişli her yerde Efendimiz’e salât ü selâm getirerek hem zamanımızı değerlendirmiş hem reddedilmeyecek bir dua yapmış hem de büyük sevap kazanmış oluruz.

Hadisten Öğrendiklerimiz

  1. Allah’ı çokça zikrederek O’nun rızâsını kazanmaya çalışmalıdır.
  2. Hz. Peygamber’e salât ü selâm getirmek, değerli bir ibadettir.
  3. Nâfile ibadetler yorulup usanmayacak kadar yapılmalıdır.
  4. Riya için olmadıktan sonra, yaptığı ibadetleri, görüşünü almak istediği bir âlime veya gerektiğinde bir başkasına anlatmak sakıncalı değildir.

Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Ölüm ile İlgili Hadisler

Cenaze ve Ölüm İle İlgili Hurafeler

PAYLAŞ:                

Ölü İle İlgili Ayetler Nelerdir?

Kur'an fihristi, Kur'an-ı Kerim'de bulunan ayetlerin konularına göre düzenlenmiş bir indekstir. Bu indeks, Kur'an'da bahsedilen konuların alfabetik bir şekilde sıralandığı ve her konunun hangi ayetlerde geçtiğini belirten bir referans kaynağıdır. Kur'an fihristi, Kur'an okuyucuları için oldukça faydalı bir araçtır ve Kur'an'ın içeriğini daha iyi anlamalarına yardımcı olur.

ÖLÜ Ayetleri Nelerdir?

Ölü ile ilgili ayetler de bu noktada sık sık araştırılan konulardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Kuran-ı Kerim’de Ölü ile ilgili ayetler yer almaktadır

ÖLÜ İle İlgili Ayetler Nedir?

Bakara Suresi, ayet:

Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.

Bakara Suresi, ayet:

Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti; sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz.

Bakara Suresi, ayet:

Sonra şükredesiniz diye, sizi ölümünüzden sonra dirilttik.

Bakara Suresi, ayet:

Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

Bakara Suresi, ayet:

De ki: "Eğer Allah Katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise, (ve) doğru sözlüyseniz, öyleyse hemen ölümü dileyin."

Bakara Suresi, ayet:

Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin İlahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın İlahı olan tek bir İlaha ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi.

Bakara Suresi, ayet:

Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.

Bakara Suresi, ayet:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.

Bakara Suresi, ayet:

O, size ölüyü (leşi)-kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Bakara Suresi, ayet:

Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı).

Bakara Suresi, ayet:

Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah Katında, Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkar etmek, Mescid-i Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.

Bakara Suresi, ayet:

İçinizde ölüp de (geride) eşler bırakanlar, (evlerinden) çıkarılmaksızın, bir yıla kadar yararlanmaları için eşlerine vasiyet (bıraksınlar). Ama onlar, (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların maruf (meşru) olarak kendileri için yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlü ve üstün olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir.

Bakara Suresi, ayet:

Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara: "Ölün" dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fazl sahibidir. Ancak, insanların çoğunluğu şükretmez.

Bakara Suresi, ayet:

Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir."

Bakara Suresi, ayet:

Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

Al-i İmran Suresi, ayet:

"Geceyi gündüze bağlayıp-katarsın, gündüzü de geceye bağlayıp-katarsın; diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın. Sen, dilediğine hesapsız rızık verirsin."

Al-i İmran Suresi, ayet:

İsrailoğulları'na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları'na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."

Al-i İmran Suresi, ayet:

Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

Al-i İmran Suresi, ayet:

Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.

Al-i İmran Suresi, ayet:

Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi O ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.

Al-i İmran Suresi, ayet:

Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Allah'tan olan bir bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.

Al-i İmran Suresi, ayet:

Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse."

Al-i İmran Suresi, ayet:

Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.

Al-i İmran Suresi, ayet:

Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.

Nisa Suresi, ayet:

Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahid tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun.

Nisa Suresi, ayet:

Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.

Nisa Suresi, ayet:

Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar?

Nisa Suresi, ayet:

Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.

Maide Suresi, 3. ayet:

Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Maide Suresi, ayet:

Ey iman edenler, sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, vasiyet hazırlanışında, aranızda içinizden adaletli iki kişiyi (şahid tutun.) Veya yolculukta olup size ölüm musibeti gelip çatarsa, sizden olmayan başka iki kişiyi (şahid tutun. İkisini) Şayet kuşkulanacak olursanız namazdan sonra alıkoyarsınız, onlar da (size): "Akraba dahi olsa onu (yeminimizi) hiçbir değere değiştirmeyeceğiz ve Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz elbette günahkarlardan oluruz" diye Allah adına yemin etsinler.

Maide Suresi, ayet:

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları'na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları'nı senden geri püskürtmüştüm."

En'am Suresi, ayet:

Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri (ise,) onları da Allah diriltir. Sonra O'na döndürülürler.

En'am Suresi, ayet:

O, kulları üzerinde kahredici (kahhar) olandır. Size koruyucular gönderiyor. Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun 'hayatına son verirler.' Onlar (bu işte, ne eksik ne fazla) kusur etmezler.

En'am Suresi, ayet:

Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen

En'am Suresi, ayet:

Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?

En'am Suresi, ayet:

Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar.

En'am Suresi, ayet:

Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.

En'am Suresi, ayet:

Bir de dediler ki: "Bu hayvanların karınlarında olan, yalnızca bizim erkeklerimize aittir, eşlerimize ise haramdır. Eğer o, ölü doğarsa onlar da bunda ortaktırlar." Allah, (bu) düzmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz O, hüküm sahibi olandır, bilendir.

En'am Suresi, ayet:

De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla-(bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir.

En'am Suresi, ayet:

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır."

Araf Suresi, ayet:

Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.

Enfal Suresi, 6. ayet:

(Herşey) Açıkça ortaya çıktıktan sonra bile, sanki kendileri, göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, seninle hak konusunda tartışıp duruyorlardı.

Yunus Suresi, ayet:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?

Yunus Suresi, ayet:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?

Hud Suresi, 7. ayet:

O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkar edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.

Ra'd Suresi, ayet:

Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur'an olsaydı (yine bu Kur'an olurdu). Hayır, emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hala anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. İnkar edenler, Allah'ın va'di gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Veya miadını şaşırmaz.)

İbrahim Suresi, ayet:

Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azap olacak.

Nahl Suresi, ayet:

Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar.

Nahl Suresi, ayet:

Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.

Nahl Suresi, ayet:

O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

İsra Suresi, ayet:

Bu durumda, Biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra Bize karşı bir yardımcı bulamazdın.

Enbiya Suresi, 8. ayet:

Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz değillerdi.

Enbiya Suresi, ayet:

Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?

Enbiya Suresi, ayet:

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.

Hac Suresi, 5. ayet:

Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.

Hac Suresi, 6. ayet:

İşte böyle; şüphesiz Allah, hakkın Kendisi'dir ve şüphesiz ölüleri diriltir ve gerçekten herşeye güç yetirendir.

Mü'minun Suresi, ayet:

"O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz."

Mü'minun Suresi, ayet:

Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin."

Furkan Suresi, ayet:

Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.

Şuara Suresi, ayet:

"Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?"

Neml Suresi, ayet:

Çünkü gerçekten sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin.

Ankebut Suresi, ayet:

Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra Bize döndürüleceksiniz.

Ankebut Suresi, ayet:

Andolsun onlara: "Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu akletmiyorlar.

Rum Suresi, ayet:

O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.

Rum Suresi, ayet:

Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

Rum Suresi, ayet:

Şimdi Allah'ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, herşeye güç yetirendir.

Rum Suresi, ayet:

Şimdi sen, ölülere (söz) duyuramazsın ve arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın.

Secde Suresi, ayet:

De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız."

Ahzab Suresi, ayet:

De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız."

Ahzab Suresi, ayet:

(Geldiklerinde de) Size karşı 'cimri ve bencildirler.' Şayet korku gelecek olsa, ölümden dolayı üstüne baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek sana bakmakta olduklarını görürsün. Korku gidince, hayra karşı oldukça düşkünlük göstererek sizi keskin dilleriyle (eleştirip inciterek) karşılarlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu Allah'a göre pek kolaydır.

Sebe Suresi, ayet:

Böylece onun (Süleymanın) ölümüne karar verdiğimiz zaman, ölümünü, onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp-düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azap içinde kalıp-yaşamazlardı.

Fatır Suresi, 9. ayet:

Allah, rüzgarları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece Biz onu ölü bir beldeye sürükleriz, onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra) dirilip- yayılma da böyledir.

Fatır Suresi, ayet:

Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.

Fatır Suresi, ayet:

İnkar edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız.

Yasin Suresi, ayet:

Şüphesiz Biz, ölüleri Biz diriltiriz; onların önden takdim ettiklerini ve eserlerini Biz yazarız. Biz herşeyi, apaçık bir kitapta tespit edip korumuşuz.

Yasin Suresi, ayet:

Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.

Saffat Suresi, ayet:

"Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi)? Ve biz azaba uğratılacak olanlar değil miymişiz?"

Zümer Suresi, ayet:

Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.

Fussilet Suresi, ayet:

O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir.

Şura Suresi, 9. ayet:

Yoksa O'nun dışında birtakım veliler mi edindiler? İşte Allah; veli O'dur, ölüleri dirilten O'dur. O, herşeye güç yetirendir.

Zuhruf Suresi, ayet:

Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi ‘dirilttik (ve her yanına yeniden hayat) yaydık'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.

Duhan Suresi, ayet:

"(Bütün herşey) Bizim yalnızca ilk ölümümüzdür; biz yeniden diriltilip-kaldırılacak değiliz."

Duhan Suresi, ayet:

Orda, ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar. Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur.

Casiye Suresi, 5. ayet:

Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.

Casiye Suresi, ayet:

Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.

Casiye Suresi, ayet:

Dediler ki: "(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi "kesintisi olmayan zaman' (dehrin akışın)dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor." Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.

Ahkaf Suresi, ayet:

Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, herşeye güç yetirendir.

Muhammed Suresi, ayet:

İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün. Oysa onlara evla (olan):

Hucurat Suresi, ayet:

Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.

Kaf Suresi, ayet:

Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir.

Kaf Suresi, ayet:

O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da).

Vakıa Suresi, ayet:

Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;

Vakıa Suresi, ayet:

Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir;

Hadid Suresi, ayet:

(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu."

Hadid Suresi, ayet:

Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.

Cum'a Suresi, 6. ayet:

De ki: "Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah'ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu çekinmeden yapın)."

Cum'a Suresi, 8. ayet:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir."

Münafikun Suresi, ayet:

Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.

Mülk Suresi, 2. ayet:

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Müddesir Suresi, ayet:

"Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."

Kıyamet Suresi, ayet:

(Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?

Mürselat Suresi, ayet:

Dirilere ve ölülere.

A'la Suresi, ayet:

Sonra onun içinde o, ne ölür, ne yaşar.

Tekasür Suresi, 2. ayet:

"Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü."

 

GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

Son dakika haberler, köşe yazılar, ekonomi, magazin, siyaset, spor gündeminin tek adresi seafoodplus.info; seafoodplus.info haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, haberler izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka yerde yayınlanamaz.

Ölüm ile ilgili ayetler

Siz ölüler iken sizi dirilten (yoktan var eden), sonra öldürüp tekrar diriltecek olan, sonra tekrar ona döndürüleceğiniz bir Allah’a karşı nasıl kâfir olursunuz? (2/Bakara 28)

(Hatırlayın!) Hani Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ki sizler, buzağıyı ilah edinmekle kendi kendinize zulmettiniz. Sizi yaratana tevbe edin ve nefislerinizi öldürün. Bu, yaratanınız yanında sizin için daha hayırlıdır. Sonra (Allah) sizi tevbeye muvaffak kıldı/tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz ki O, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.” (2/Bakara 54)

(Hatırlayın!) Hani: “Ey Musa! (Sadece kudret helvası ve bıldırcın eti yiyerek) bir tek yiyeceğe katlanamayacağız. Rabbine dua et de bize yeryüzünün bitirdiklerinden; baklasından, salatalığından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.” dediniz. Musa dedi ki: “En hayırlı olanı bu değersiz olanlarla mı değiştiriyorsunuz? Şehre inin orada istedikleriniz vardır.” (Bu nankörlüklerinden sonra) onlara alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu (ceza), Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olmaları ve peygamberlerini haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. Bu (ceza), isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. (2/Bakara 61)

(Hatırlayın!) Hani siz bir insan öldürmüş ve birbirinizi suçlamıştınız. Allah sizin gizleyip sakladıklarınızı açığa çıkarandır. (2/Bakara 72)

Sonra sizler (söz vermenize rağmen) birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarınızdan çıkarıyor, günah ve haddi aşmada onların aleyhine yardımlaşıyorsunuz. (Dindaşlarınız) size esir olarak geldiğinde, onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmasına rağmen (serbest bırakma karşılığında) fidye alıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası dünya hayatında rezil rüsva olmaktan başka bir şey değildir. Ahiret Günü'nde de azabın en çetinine uğrayacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir. (2/Bakara 85)

Yahudilere birbirleriyle savaşmaları ve birbirlerini sürgün etmeleri yasaklanmıştı. Onlar Tevrat’ın bu kesin emrini çiğneyip savaşıyorlardı. Savaş esiri olan dindaşlarına Tevrat’ın hükmünü uyguluyor, serbest bırakma karşılığında fidye alıyorlardı. Böylece Kitap’tan işlerine gelene iman ediyor, işlerine gelmeyeni inkâr etmiş oluyorlardı. Bunun gibi işine gelen yerlerde Kitab’a uyan, nefsine zor gelen yerlerde ise işi kitabına uyduranlar, Allah’ın (cc) ayetlerinden bir kısmını inkâr etmiş olurlar. Çünkü din bir bütündür ve tamamı Allah’a (cc) aittir. Tam bir teslimiyetle teslim olunmadan Müslim/mümin olunmaz.

Andolsun ki Musa’ya Kitab’ı verdik ve onun ardından peş peşe resûller gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık deliller verdik ve onu Ruhu’l Kudüs’le (Cibril’le) destekledik. Resûl, hevanıza uygun olmayan bir şey getirdiğinde, her seferinde büyüklenecek (o resûllerin) bir kısmını yalanlayıp, bir kısmını öldürecek misiniz? (2/Bakara 87)

Onlara: “Allah’ın indirdiğine iman edin.” denildiği zaman derler ki: “Biz, bize indirilene iman ederiz.” Yanlarında olanı doğrulayıp hak olmasına rağmen, onun arkasından geleni (Kur’ân’ı) inkâr ederler. De ki: “Mademki inanıyordunuz, öyleyse bundan önce ne diye Allah’ın nebilerini öldürdünüz?” (2/Bakara 91)

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, (Rableri katında) dirilerdir. Fakat siz farkında değilsiniz. (2/Bakara )

Ey iman edenler! Öldürme vakaları için size kısas hükmü farz kılındı. Hür olana karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın (olmak üzere kısası yapın). Fakat kime de kardeşi tarafından (kısastan vazgeçilerek) bir şey bağışlanırsa artık (maktul yakınları diyeti) örfe uygun istesin. (Katil de) iyilikle ödesin. Bu, Rabbiniz tarafından (sizin için) bir hafifletme ve rahmettir. Kim de bundan sonra haddi aşacak olursa, onun için can yakıcı bir azap vardır. (2/Bakara )

Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi (yurtlarınızdan) çıkardıkları gibi onları yurtlarından çıkarın. Fitne/şirk öldürmekten daha beterdir. Sizinle orada savaşmadıkları sürece Mescid-i Haram’ın yanında onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir. (2/Bakara )

Allah’ın izniyle (Calut ve ordusunu) bozguna uğrattılar. Davud, Calut’u öldürdü. Allah ona yöneticilik ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Şayet Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile (tarih sahnesinden silip) savmasaydı, yeryüzünde düzensizlik/kaos/bozgun olurdu. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf ve ihsan sahibidir. (2/Bakara )

(Allah tarafından gönderilen) bu resûllerin bazısını diğer bazısına üstün kıldık. Onlardan kimisiyle Allah konuşmuş, bazısını da derece bakımından yükseltmiştir. Biz, Meryem oğlu İsa’ya apaçık deliller verdik ve onu Ruhu’l Kudüs’le (Cibril’le) destekledik. Şayet Allah dileseydi (o resûllerden) sonra gelenler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra savaşmazlardı. Fakat anlaşmazlığa düştüler. Onlardan kimi mümin kimi de kâfir oldu. Şayet Allah dileseydi savaşmazlardı. Fakat Allah, dilediğini yapar. (2/Bakara )

Allah’ın kendisine mülk vermesi sebebiyle Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim demişti ki: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür.” Demişti ki: “Ben de diriltip öldürürüm.” (Bu cevap üzerine) İbrahim demişti ki: “Allah Güneş’i doğudan getirir; sen de batıdan getir (bakalım).” (Bu hüccet karşısında) kâfir afalladı. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (2/Bakara )

Şüphesiz ki Allah’ın ayetlerini inkâr eden, haksız yere nebileri öldüren ve insanlar arasından adaleti emredenleri öldüren kimseler var ya! Onları can yakıcı bir azapla müjdele! (3/Âl-i İmran 21)

Allah’ın izniyle belirlenmiş ecel dolmadan, bir nefsin ölmesi söz konusu olamaz. Kim dünya sevabını isterse, ona ondan veririz. Kim de ahiret sevabını isterse, ona da (istediğinden) veririz. Şükredenleri mükâfatlandıracağız. (3/Âl-i İmran )

Bu sıkıntılı hâlden sonra, (içinde bulunduğunuz) topluluktan (bir kısmını) bürüyen güvenli bir uyuklama indirdi. Bir topluluk da kendi canlarını dert ediniyor, Allah’a dair hak olmayan cahiliye zannına kapılıyorlardı. Diyorlardı ki: “(Bu savaşla ilgili) bizim bir karar yetkimiz var mı?” De ki: “(Savaş konusunda) yetki tamamen Allah’a aittir.” (Böyle söylüyorlar ama) nefislerinde sana açık etmedikleri şeyler gizliyorlar. Diyorlar ki: “Şayet (kararlar alınırken) bizim de yetkimiz olsaydı (savaşmak için Medine dışına çıkmayacak ve) burada öldürülmeyecektik.” De ki: “Siz evlerinizde olsaydınız dahi, haklarında ölüm yazılanlar evlerinden çıkacak ve ölecekleri yere geleceklerdi.” (Tüm bunlar) Allah’ın sinelerinizde olanı sınaması ve kalplerinizde olanı temizlemesi içindir. Allah, sinelerde olanı bilmektedir. (3/Âl-i İmran )

Ey iman edenler! Kardeşleri yeryüzünde sefere çıktıkları ya da savaştıkları zaman: “Şayet (Medine’den çıkmayıp) yanımızda kalsalardı ölmez ve öldürülmezlerdi.” diyen kâfirler gibi olmayın. Allah (“Yanımızda olsalardı öldürülmezlerdi.” gibi zanlarını) kalplerinde üzüntü/pişmanlık kılsın. Allah, diriltir ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görendir. (3/Âl-i İmran )

Andolsun, Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz Allah’tan bir mağfiret ve rahmet, elbette onların topladıklarından daha hayırlıdır. (3/Âl-i İmran )

Andolsun, şayet ölür ya da öldürülürseniz hiç şüphesiz (diriltilip) Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. (3/Âl-i İmran )

O (münafıklar) ki; oturdukları yerden kardeşlerine şöyle dediler: “Şayet bize itaat edip (Medine’de kalsalar, Uhud’a çıkmasalardı) öldürülmezlerdi.” De ki: “Şayet doğru sözlülerden iseniz (ecel geldiğinde) ölümü kendinizden savın (da görelim).” (3/Âl-i İmran )

Allah yolunda öldürülen (şehitleri) ölüler sanma. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktalardır. (3/Âl-i İmran )

Andolsun ki Allah, “Allah fakir, biz ise zenginiz.” diyen kimselerin sözünü işitti. Onların söylediklerini ve haksız yere nebileri öldürmelerini yazacağız ve: “Yakıcı ateşin azabını tadın.” diyeceğiz. (3/Âl-i İmran )

“ ‘Allah’a güzel bir borç verip de, Allah’ın ona kat kat fazlasını vereceği o (bahtiyar) kimdir? Allah, (rızkı) daraltır ve genişletir. O’na döndürüleceksiniz.’ (2/Bakara, ) ayeti indiğinde Yahudiler şöyle dediler: “İhtiyaç sahibi, daha zengin olandan borç ister. Demek ki Allah fakir, biz ise zenginiz.” Bu sözler üzerine Âl-i İmran Suresi ayet indi.” (İbni Ebi Hatim, , )

Allah’la (cc) ilgili bir ayeti beşerî kıstaslarla yorumlayıp, ayetin anlamını inkâr ve alay konusu edinmek, bir Yahudi ahlakıdır. “Allah’ın eli”, “Allah’ın gözü”, “Rahmân arşa istiva etti.” gibi ayetlerde: “Bizim de elimiz, gözümüz var. Bu ayetleri kabul edersek Allah’a (cc) cisim izafe eder, onu yarattıklarına benzetiriz.” diyenler de aynı hataya düşmektedir. Çünkü Allah’a (cc) iman, gaybın konusudur. Gayb akıl, yorum ve kıyasla anlaşılmaz. Gayb mutlak teslimiyet ve tasdik ister.

Allah (cc) kendini böyle tanıtmayı uygun görmüş, resûlleri bunu yorumlamadan aktarmayı tercih etmiş ve seçkin sahabiler ayetlere iman edip, lafızları yorumlamadan bizlere nakletmişlerdir. Bizlere düşen Yahudi ahlakıyla değil, Resûl (sav) ve sahabe ahlakıyla isim ve sıfat ayetlerine yaklaşmaktır. Ayrıca bk. 5/Mâide, 64; 7/A’râf, ; 42/Şûrâ, 11; 57/Hadîd, 4.

“Rabbimiz! Şüphesiz ki biz: ‘Rabbinize iman edin!’ diye imana davet eden bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve Ebrar olanlarla (çokça iyilik yapanlarla) beraber canımızı al.” (3/Âl-i İmran )

Rableri onların (duasına) icabet etti (ve dedi ki): “Sizden erkek olsun, kadın olsun amel yapanların amelini zayi etmeyeceğim. Siz birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, benim yolumda eziyet gören, savaşan ve öldürülen kimselerin günahlarını örteceğim ve onları altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu mükâfat, yaptıklarına karşılık) Allah katından bir sevaptır. Allah, yanında sevabın en güzeli olandır.” (3/Âl-i İmran )

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayalı bir ticaret olması dışında, aranızda mallarınızı batıl yolla yemeyin. Kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah, size karşı merhametlidir. (4/Nisâ 29)

Şayet biz: “Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın.” diye onlara farz kılmış olsak, onlardan azı hariç (bu emri) yerine getirmezlerdi. Onlar, kendilerine verilen bu öğüdü yerine getirselerdi kendileri için daha hayırlı olur, (ayaklarını) daha kuvvetli bir şekilde sabit kılardık. (4/Nisâ 66)

(Öyleyse) dünya hayatını (feda edip) karşılığında ahireti satın alanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim de Allah yolunda savaşır, öldürülür ya da galibiyet elde ederse ona büyük bir mükâfat vereceğiz. (4/Nisâ 74)

(O münafıklar) küfre girdikleri gibi sizin de küfre girmenizi ve onlarla eşit olmanızı isterler. Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin. (Hicret etmeye yanaşmaz) yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost ne de yardımcı edinin. (4/Nisâ 89)

Başkalarının ise hem sizinle hem de kavimleriyle güven içinde olmayı istediklerini göreceksiniz. Her imtihan olduklarında baş aşağı olurlar. Sizden uzak durmaz, eman talebinde bulunmaz ve (savaşmaktan) ellerini çekmezlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Bunların aleyhine (olmak üzere) size apaçık delil/yetki kılmışızdır. (4/Nisâ 91)

Bir müminin başka bir mümini hatayla olması hariç (kasten) öldürmesi olacak şey değildir. Kim de bir mümini hatayla öldürürse (bunun kefareti) mümin bir köle azat etmek, bağışlamadıkları müddetçe ailesine diyet vermektir. Şayet (hatayla öldürülen) size düşman olan bir kavimden ve müminse (sadece) mümin bir köle azat etmektir. Şayet (hatayla öldürülen) sizinle antlaşmalı bir kavimdense ailesine diyet teslim etmek ve mümin bir köle azat etmektir. Kim de bulamazsa peş peşe (ara vermeden) iki ay oruç tutsun. Bu, Allah’tan bir tevbedir. Allah (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (4/Nisâ 92)

Kim de bir mümini kasten öldürürse onun cezası, içinde uzun süre kalacağı cehennemdir. Allah ona kızmış, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. (4/Nisâ 93)

Sözlerini bozmaları, Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olmaları, haksız yere nebileri öldürmeleri ve: “Kalplerimiz (hak ve hakikate karşı) kapalıdır.” sözleri (nedeniyle onları cezalandırdık). (Hayır, öyle değil!) Bilakis, Allah küfürleri sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir. (Bu nedenle) pek az iman ederler. (4/Nisâ )

“Allah’ın Resûlü Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük.” demeleri nedeniyle (de onları cezalandırdık). (Oysa) onu öldürmediler, onu asmadılar, (astıkları kişi İsa’ya) benzetildi. Şüphesiz ki (İsa hakkında) tartışanlar, ondan dolayı şüphe içerisindelerdir. Zanna uymak dışında onun hakkında hiçbir bilgiye sahip değillerdir. Kesinlikle onu öldürmediler. (4/Nisâ )

(Bir de) onlara, Âdem’in iki oğlunun hak olan haberini oku. Hani onlar bir kurban sunmuştu da birinin (kurbanı) kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul olunmayan) demişti ki: “Kesinlikle seni öldüreceğim.” (Kardeşi:) “Allah ancak muttaki olanlardan kabul eder.” demişti. (5/Mâide 27)

“Beni öldürmek (niyetiyle) elini bana uzatsan dahi, seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkuyorum.” (5/Mâide 28)

Nefsi, kardeşini öldürmeyi ona (süslü göstererek) kolaylaştırdı. O da (kardeşini) öldürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldu. (5/Mâide 30)

Bundan dolayı, İsrailoğullarına (şöyle) yazdık: Kim bir nefsi başka bir nefse ya da yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Kim de (meşru bir sebep olmadığı için öldürmeyi terk ederek) onu ihya ederse, bütün insanlığı ihya etmiş gibi olur. Andolsun ki, resûllerimiz apaçık delillerle onlara geldi. Bundan sonra onların birçoğu, bunun ardından yeryüzünde taşkınlık etmektelerdir. (5/Mâide 32)

Allah’a ve Resûl’üne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası, öldürülmeleri veya asılmaları ya da ellerinin ayaklarının çaprazlama kesilmesi veya yerlerinden sürülmeleridir. Bu (ceza), dünyadaki rezillikleridir. Ahiretteyse onlar için büyük bir azap vardır. (5/Mâide 33)

Andolsun ki İsrailoğullarından söz aldık ve onlara resûller yolladık. Her ne zaman bir resûl hevalarına/arzularına uymayan bir şey ile onlara gelse bir grubu yalanladılar, bir grubu da öldürdüler. (5/Mâide 70)

Ey iman edenler! İhramda olduğunuz zaman avı öldürmeyin. Sizden her kim onu kasten öldürürse cezası, sizden iki adil hakemin kararıyla öldürdüğüne denk bir hayvanın Kâbe’ye ulaştırılarak kurban edilmesidir. Ya da yoksulları doyurmak veya onun dengi olacak şekilde oruç tutmaktır. (Bu cezalar) yaptığı hatanın vebalini tatması içindir. Allah, geçmişte kalanı bağışladı. Her kim de (yasaklanana) dönerse Allah ondan intikam alacaktır. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz ve intikam sahibidir. (5/Mâide 95)

Gece sizi vefat ettirip gündüz yaptıklarınızı bilendir. Sonra sizi (gündüzün) içinde diriltir ki belirlenmiş olan ecel tamamlansın. Sonra dönüşünüz O’nadır. Sonra yaptıklarınızı size haber verecektir. (6/En'âm 60)

Bunun gibi müşriklerden birçoğuna çocuklarını öldürmelerini de ortakları süslü gösterdi. Hem onları helak etmek hem de dinlerini onların aleyhine şüphe dolu/karmakarışık hâle getirmek için. Şayet Allah dileseydi onu yapmazlardı. Onları uydurdukları iftiralarıyla baş başa bırak. (6/En'âm )

Kız çocuklarını rızık endişesi (6/En’âm, ), esir düşmesi durumunda utanç getireceği (16/Nahl, ), savaş ve tartışmada ailesine yardımı olmayacağı (43/Zuhruf, 18) gerekçesiyle öldürürlerdi. Bu cahiliye âdeti kız çocuklardan utanma/istememe ve kürtaj olarak varlığını sürdürmektedir. Erkek çocuklarını da putlara kurban ederlerdi. Bu cahiliye âdeti erkek çocukların putlaştırılmış değerler (29/Ankebût, 25) uğruna ölüme yollamak olarak varlığını sürdürmektedir.

Çocuklarını hiçbir bilgiye dayanmadan sefihçe katledenler ve Allah’a iftira ederek, kendilerine rızık olarak verdiklerini haram sayanlar; kesin bir hüsrana uğramış, kesin olarak sapıtmış ve doğru yolu bulamamışlardır. (6/En'âm )

De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını size okuyayım. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın, anne babaya iyilikte bulunun, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, sizi de onları da biz rızıklandırmaktayız. Fuhşiyatın açığına da kapalısına da yaklaşmayın. Hak olmadıkça Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin.” (Allah) akledesiniz diye size bunları emretti. (6/En'âm )

Dişi deveyi kestiler. Rablerinin emrine karşı çıktılar ve: “Ey Salih! Şayet resûllerden isen vadettiğin (azabı) getir bize.” dediler. (7/A'râf 77)

“Bizden intikam almanın tek nedeni, Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde ona inanmamızdır. Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar olarak canımızı al.” (7/A'râf )

Firavun’un kavminden önde gelenler demişlerdi ki: “Sen, Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?” (Firavun onları yatıştırmak için) demişti ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz.” (7/A'râf )

(Hatırlayın!) Hani sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Size işkencenin en kötüsünü reva görüyor, erkek çocuklarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (7/A'râf )

Musa kavmine öfkeli ve üzgün bir hâlde döndüğü zaman: “Arkamdan ne kötü işler ettiniz. Rabbinizin emrinin bir an önce olmasını istediniz (öyle mi)?” demişti. Levhaları fırlatmış ve kardeşinin başını (saçından) tutup kendisine çekmişti. (Harun:) “Ey anamın oğlu! (Sandığın gibi değil!) Bu topluluk beni zayıf buldular ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Bana, düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni zalimler topluluğuyla bir tutma.” demişti. (7/A'râf )

De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, Allah’ın tümünüze (yolladığı) Resûl’üyüm. O (Allah ki) göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Diriltir ve öldürür. Allah’a ve Resûl'ü olan ümmi Nebi’ye iman edin. O (Nebi), Allah’a ve O’nun kelimelerine iman eder. Ona uyun ki, hidayet bulasınız.” (7/A'râf )

Onları öldüren siz değildiniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman sen atmıyordun fakat Allah’tı (asıl) atan. Müminlere (zafer nimetini tattırmak ve onları) onunla güzel bir imtihana tabi tutmak için (böyle yaptı). Şüphesiz ki Allah, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. (8/Enfâl 17)

(Hatırlayın!) Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek ya da (yurdundan) çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar, Allah da (tuzaklarını boşa çıkaracak ve onlara zarar verecek şekilde karşı) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (8/Enfâl 30)

Haram aylar çıktığında, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın ve her gözetleme yerine onlar için oturup (onları gözetleyin). Şayet (şirkten) tevbe eder, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirlerse yollarını açın/onları serbest bırakın. Şüphesiz Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (9/Tevbe 5)

Şüphesiz ki Allah, cennet karşılığında müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler. (Bu) Tevrat, İncil ve Kur’ân’da Allah’ın hak olan vaadidir. Kim Allah kadar sözüne bağlı olabilir ki? (O hâlde) yaptığınız bu alışverişten dolayı müjdelenin. En büyük kurtuluş budur işte! (9/Tevbe )

Hiç kuşkusuz, göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği Allah’a aittir. Diriltir ve öldürür. Sizin Allah’ın dışında ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır. (9/Tevbe )

O diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz. (10/Yûnus 56)

(Tüm uyarılara rağmen) onu kesmişlerdi. Demişti ki: “Yurdunuzda üç gün daha keyif sürün. Bu, (Allah tarafından) yalanlanmayacak (mutlaka vuku bulacak) bir tehdittir.” (11/Hûd 65)

“Yusuf’u öldürün ya da (uzak) bir yere atıverin. (Böylece babanız onu görmez ve) yönünü size döner. (Sizinle ilgilenip alakadar olur.) Ondan sonra da (tevbe edip durumunu düzelten) salih bir topluluk olursunuz.” (12/Yûsuf 9)

İçlerinden bir konuşmacı demişti ki: “Yusuf’u öldürmeyin. İllaki bir şey yapacaksanız onu bir kuyunun dibine bırakın. (Oradan geçen) bir yolcu kafilesi onu alır.” (12/Yûsuf 10)

Şüphesiz ki biz, (evet, gerçekten) biz diriltir ve öldürürüz. Ve (öldükten sonra geride bırakacaklarınıza) vâris olan da biziz. (15/Hicr 23)

Allah sizi yarattı, sonra vefat ettirir. İçinizden kimisi, bildikten sonra hiçbir şey bilmez olsun diye, ömrün en kötü çağı (olan ihtiyarlığa) döndürülür. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeye güç yetiren, mutlak kudret sahibi olan) Kadîr’dir. (16/Nahl 70)

Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onların da sizin de rızkınızı biz veriyoruz. Şüphesiz onları öldürmek, pek büyük bir günahtır. (17/İsrâ 31)

bk. 6/En’âm,

Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı canı, (şeriatın meşru kabul ettiği bir) hak olmadıkça öldürmeyin. Kim de mazlum olarak öldürülürse, muhakkak ki onun velisine (kısas) yetkisi vermişizdir. Öyleyse o da öldürmede/kısasta ölçüsüz davranmasın/aşırı gitmesin. Çünkü ona yardım edilmiştir. (17/İsrâ 33)

Yola koyuldular. Nihayet bir çocukla karşılaştılar. Onu (çocuğu) öldürdü. (Musa:) “Tertemiz bir canı, (kısas gibi) bir can karşılığı olmadan mı öldürdün? Andolsun ki sen, çok çirkin bir hata işledin.” demişti. (18/Kehf 74)

“Hani kız kardeşin yürüyor ve: ‘Ona iyi bakacak/bakımını üstlenecek birilerini göstereyim mi size?’ diyordu. Gözleri aydın/içi ferah olsun ve üzülmesin diye seni, annene geri çevirdik. Bir insanı öldürmüştün de seni (o cinayetin) derdinden/tasasından kurtarmış ve seni çeşitli imtihanlara tabi tutmuştuk. Medyen halkı arasında senelerce kalmış, sonra da (belirlenmiş) bir kaderle buraya (Mısır’a) gelmiştin ey Musa!” (20/Tâhâ 40)

Allah yolunda hicret eden, sonra öldürülen veya ölen kimseye elbette Allah, güzel bir rızık verecektir. Muhakkak ki Allah, (evet) O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (22/Hac 58)

Sizi (yoktan var ederek) dirilten, sonra öldürecek olan (sonra Kıyamet Günü'nde) tekrar diriltecek olan O’dur. Şüphesiz ki insan, pek nankördür. (22/Hac 66)

Dirilten ve öldüren O’dur. Geceyle gündüzün peşi sıra gelmeleri O’nun (işidir). Akletmez misiniz? (23/Mü'minûn 80)

(Buna rağmen) O’nu bırakıp hiçbir şey yaratamayan, kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile fayda ve zarar veremeyen, ölüm, yaşam ve yeniden diriltmeye malik olmayan ilahlar edindiler. (25/Furkân 3)

Onlar, Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmez, (İslam’ın izin verdiği kısas gibi meşru bir) hak olmaksızın, Allah’ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina da etmezler. Kim de bunları yaparsa bir cezayla karşılaşacaktır. (25/Furkân 68)

“Onların (bana karşı kullanacakları) bir suçum da var. Beni öldürmelerinden korkuyorum.” (26/Şuarâ 14)

“Beni öldürecek sonra da diriltecek olandır.” (26/Şuarâ 81)

Firavun’un karısı dedi ki: “Bana ve sana göz aydınlığı olacak (bir çocuk). Onu öldürmeyin. Belki bize bir faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz.” Onlar (yaşanacakların) farkında değillerdi. (28/Kasas 9)

O ikisinden düşman olanı yakalamak isteyince, Musa’ya dedi ki: “Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen, sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyor, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.” (28/Kasas 19)

Derken şehrin diğer ucundan bir adam koşarak geldi. “Ey Musa! İleri gelenler, seni öldürmek için toplantı yapmaktalardır. Buradan çık. (Ben, senin iyiliğini istediğim için) sana nasihat edenlerdenim.” (28/Kasas 20)

Dedi ki: “Rabbim, ben onlardan birini öldürdüm. (Dolayısıyla) beni öldürmelerinden korkuyorum.” (28/Kasas 33)

(İbrahim’in tevhid davetine) kavminin cevabı: “Onu öldürün ya da yakın!” sözünden başkası olmadı. Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz ki bunda, iman eden bir topluluk için (Allah’ın dostlarına yardım edip onlara destek olduğuna dair) ayetler vardır. (29/Ankebût 24)

Allah sizi yarattı, sonra rızık verdi; sonra sizi öldürür, sonra da diriltir. Ortaklarınız arasında bunlardan herhangi birini yapabilecek olan var mıdır? O (Allah), onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (30/Rûm 40)

De ki: “Ölümden ya da öldürülmekten kaçmanız size fayda sağlamaz. (Kaçarsanız, ömrünüzün kaldığı) kısa müddet dışında faydalandırılmazsınız.” (33/Ahzâb 16)

(Müşriklere) yardım eden Ehl-i Kitab’ı, korunaklı kalelerinden indirdi ve kalplerine korku saldı. Bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz. (33/Ahzâb 26)

Mel’unlar olarak Nerede bulunurlarsa yakalanır ve (kökleri kuruyana dek) öldürülürler. (33/Ahzâb 61)

Derler ki: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. (Buradan) çıkmanın herhangi bir yolu var mı?” (40/Mü’min (Ğafir) 11)

Onlara bizim katımızdan hakkı getirdiği zaman dediler ki: “Onunla beraber iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın.” Kâfirlerin hilesi mutlaka boşa çıkacaktır. (40/Mü’min (Ğafir) 25)

Firavun, “erkek çocukların öldürülmesi, kız çocukların sağ bırakılması” emrini iki defa vermiştir. İlki, Musa (as) doğmadan önce; ikincisi ise Musa’nın (as) risaletle görevlendirilip, Firavun’u Allah’a davet etmesinden hemen sonradır.

İki emir arasında dikkat çekici bir fark vardır. İlk emir, İsrailoğullarının sayısını azaltmak ve siyasi bir güç hâline gelmelerini engellemek içindir.

İkinci emir ise, ayette belirtildiği gibi bir hile ve tuzaktan ibarettir. Musa’ya (as) inanacak olanları korkutmak ve toplumun başına gelen eziyet, işkence ve musibetlerin Musa (as) sebebiyle olduğunu düşündürtmek içindir.

Böylece, insanlar Musa’nın (as) tehlikeli olduğunu düşünecek, ondan ve siyasi otorite için tehlike arz eden davetinden uzak duracaklardır.

Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. O da Rabbini çağırsın (yardıma). Ben, (Musa’nın) dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.” (40/Mü’min (Ğafir) 26)

bk. 7/A’râf, ,

Firavun ailesinden olup imanını gizleyen bir adam dedi ki: “ ‘Rabbim Allah’tır.’ dediği için bir adamı mı öldürüyorsunuz? Muhakkak ki Rabbinizden size apaçık delillerle gelmiştir. Şayet yalancı biriyse, yalanı kendi aleyhinedir. Yok eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği (azabın) bir kısmı başınıza gelir. Kuşku yok ki Allah, haddi aşıp çokça yalan söyleyen kimseyi hidayet etmez.” (40/Mü’min (Ğafir) 28)

Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işe (olması için) hükmettiğinde, yalnızca ona: “Ol!” der, o da oluverir. (40/Mü’min (Ğafir) 68)

O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Diriltir ve öldürür. Sizin ve evvelki babalarınızın Rabbidir. (44/Duhan 8)

De ki: “Allah sizi diriltir, sonra öldürür. Sonra kendisinde hiçbir şüphe olmayan Kıyamet Günü, sizi bir araya toplar. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (45/Câsiye 26)

Kâfirlerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunlarını vurun. Onları iyice bozguna uğrattığınızda, (esirlerin) bağını sıkıca bağlayın. Bundan sonra, ister iyilik olarak onları salıverin ister fidye karşılığında bırakın. Savaş ağırlıklarını bırakıp (sona erinceye kadar) böyle davranın. İşte böyle Şayet Allah dileseydi (onları helak ederek) intikam alabilirdi. Fakat sizi birbirinizle imtihan etmek için (cihadı emretti). Allah, kendi yolunda öldürülenlerin amellerini boşa çıkarmayacaktır. (47/Muhammed 4)

Şüphesiz ki biz, diriltir ve öldürürüz. Ve dönüş bizedir. (50/Kâf 43)

Ve hiç şüphesiz, öldüren de hayat veren de O’dur. (53/Necm 44)

Göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. Diriltir ve öldürür. O, her şeye kadîrdir. (57/Hadîd 2)

Ey Nebi! Şayet mümin kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek (kocalarına ait olmayan gayrimeşru bir çocuğu kocaya nispet etmemek), marufta sana isyan etmemek üzere sana gelirlerse; onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (60/Mümtehine 12)

Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. (80/Abese 21)

Hangi günahtan ötürü öldürüldüğü (sorulduğunda), (81/Tekvîr 9)

Onu yalanladılar ve (deveyi) kestiler. Rableri, günahları sebebiyle, köklerini kurutan bir azapla onları helak etti ve orayı dümdüz/yerle bir etti. (91/Şems 14)

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir