nur yoldaş sultan-ı yegah şarkı sözleri / Sultan-ı Yegah

Nur Yoldaş Sultan-ı Yegah Şarkı Sözleri

nur yoldaş sultan-ı yegah şarkı sözleri

Batıkan Baksı

&#;Sultan-ı Yegâh&#; çağının ötesindeki sound’uyla değişimin eşiğinde olan Türk müziğine bir mihenk taşı olarak yerleşmiştir

Her yılın başlangıcında o senenin bereketiyle gelmesini; bol bol konser izleyip yepyeni albümlerle, müzikal gelişmelerle karşılaşmayı dilerim. ’ye de aynı dileklerle başlasam da hayatımız yaklaşık iki üç ay içerisinde tepetaklak oldu. Evlere kapandık; yeni çıkan şarkıları ekseriyetle dijital ortamlardan dinler, canlı yayın konserleri izler olduk. Plak almak için plakçılara bile gidemedik. Yine de tüm bu karamsar ortam içinde bizi heyecanlandıracak gelişmelerle de karşılaştık, karşılaşmaya devam ediyoruz. Bir nebze de olsa, içinde bulunduğumuz durumun gerginliğinden uzaklaştıran bu haberler bazen bir tekli, bazen dolu dolu bir albüm, bazen de gün yüzüne çıkan saklı kayıtlar oluyor. Bu yazım da tam olarak, duyduğum andan itibaren içimi kıpır kıpır eden bir çalışmaya ait olacak. Nur Yoldaş’ın çıkışlı, müzik tarihimiz için önemi tartışmaya dahi kapalı olan albümü Sultan-ı Yegâh’ın yeniden basım plağını anlatacağım bu yazıda. Biraz 80’lere ışınlanacak, biraz da albüm içerisindeki şarkılara yakından bakacağız.

Aslında bu albümün yeniden basılmasını uzun zamandır bekliyordum. CD baskısı olsa da, plak arşivimde de yerini alması gerektiğini düşündüğüm Sultan-ı Yegâh’ın yeniden basılacağını ise Nur Yoldaş’ın Murat Meriç’in Plak Dolabı programına katıldığı bir bölümde duymuş (yanılmıyorsam ’de yayınlanmış bir bölümdü), çıkacağı günü heyecanla beklemeye koyulmuşken aradan uzun zaman geçti. Müzik sektörünün durakladığı günlerden geçerken, sonunda beklediğim haber geldi ve bu efsanevi albümün yeniden basımının satışa çıkacağını öğrendim. Karantina sürecinin ilk günlerinde Nur Yoldaş’ın bize bir sürpriz yaparak Mayıs ayında çıkardığı ve Türkçe rock şarkılarından bir derleme yaptığı İz Bırakanlar, Vol.1 albümünün heyecanını daha üzerimizden atamamışken böyle bir haber almanın keyfi çok başkaydı.

Bazı albümlerin hak ettiği değeri eninde sonunda kazandığını gördüğümde yaşadığım mutluluğun tarifi yok. Sultan-ı Yegâh da bu eserlerden. Albümü ilk dinlediğim günü hatırlıyorum. Daha doğrusu albüme adını veren, 45’lik olarak da yayınlanmış şarkıyı. Intro’suyla birlikte odayı saran zamansızlık dalgasına sebep şarkının dönemini kestirebilmem çok zor olmuştu. Zira bazı şarkılar vardır, o şarkıları belli bir zamana sığdıramazsınız. “Sultan-ı Yegâh” da çağının ötesindeki sound’uyla değişimin eşiğinde olan Türk müziğine bir mihenk taşı olarak yerleşmiştir. 

Sultan-ı Yegâh albümünün yeni baskısı, Beyoğlu Metropol tarafından yapıldı.

’le beraber değişmekte olan Türkiye’nin müzikal yapısı; protest müzikten uzaklaşan, dönemin karanlığının etkisiyle arabeskin yükseldiği, pop müziğin farklı bir yöne evrildiği bir süreçten geçerken Ergüder Yoldaş ile Nur Yoldaş’ın harika ortaklığı, o güne kadar çok da rastlanmamış bir çalışma ortaya çıkardı. Aslında bu ortaklığı anlatmak için biraz daha geriye, 70’lerin ortasına dönmek gerekiyor. 

Nur Yoldaş, müzik yolculuğuna Nur Belda adıyla Günaydın Gazetesi Altın Mikrofon Yarışması’yla adım atar. yılında “Kardaş” adlı şarkıyla katıldığı bu yarışmada Edip Akbayram, Salim Dündar, İlham Gencer, İskender Doğan gibi isimlerle beraber yarışır. Sonraları gece kulüplerinde sahneye çıkmaya başlayan sanatçı, kolay kolay taklit edilemeyen baş döndürücü sesi ve ayrıksı duruşuyla büyük ilgi toplarken, ’te ilk 45’liği olan “Aşk Bir Fantazi / Bile Bile”yi Polydor etiketiyle çıkarır. ’da sesini iyice eğitmek amacıyla Ergüder Yoldaş’tan ses eğitimi almaya başlar. Türk müziğinin en özel ortaklıklarından birine imza atacaklarını bilmeden eğitime devam eden çift, aynı yıl evlenir. Evliliklerinin ardından müzikal çalışmalarını hızla sürdüren Yoldaş çifti, yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nın elemelerine “İlyada” isimli şarkıyla katılır ancak şarkının Antik Yunan’a göndermeler yapması hoş karşılanmaz. Türkiye de zaten o sene yarışmanın İsrail tarafından Kudüs’te düzenlenecek olmasından dolayı yarışmadan çekilir.

Yukarıda da anlattığım gibi Türkiye, ’le birlikte hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir döneme merhaba der. Müzik de bu dönemden nasibini alır. ’ların sonunda başlayan, Doğu ile Batı’yı sentezleyerek kendi müziğimizin zenginliğini dış dünyaya gösterme heyecanı 70’ler boyunca da sürmüş ancak ’lerle beraber duraksamaya başlamıştır. Sentez arayışı yerini, arabesk ve popun hakimiyetine bırakmış; daha iki üç sene öncesine kadar ortalığı kasıp kavuran müziklere sırt çevrilmiştir. Ancak Yoldaş çifti doğru bildikleri şekilde müzik yapmaya devam ederler. İşte Sultan-ı Yegâh tam da bu dönemde çölde bir vaha gibi müzik tarihimize katılır. 

Ergüder Yoldaş

Bu albümün türüne Osmanlı pop diyen de var, Doğu &#; Batı sentezi diyen de. Ben tek bir türle sınıflandırmıyorum zira albümün her noktasında progresif öğeler, Anadolu pop’tan el almış melodiler, funk groove’ları içeren partisyonlar var. Ergüder Yoldaş’ın ne kadar harika bir kompozitör ve Nur Yoldaş’ın nasıl özel bir ses olduğunu gösteren bu albüm baştan sona TSM makamlarından oluşuyor. Divan Edebiyatı’ndan izlerin hakim olduğu çalışma, her ne kadar anlaşılması kolay sözlere sahip olmasa da döneminde rekor sayılabilecek bir satışa ulaşmış; üstüne bir de yılında Altın Plak ödülüne layık görülmüş. 

Peki sadece Ergüder ve Nur Yoldaş’ın ustalığı mı bu albümü böylesine inanılmaz kılıyor dersiniz? Abümde yer alan müzisyen kadrosunu gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Yazımın sonlarına doğru bu kadrodan da bahsedeceğim, muhtemelen siz de bir “Vay be!” diyeceksiniz. Şimdi zamanın ötesindeki bu özel albümden bahsetmeye geçiyorum. Kemerlerinizi bağlayın ve Sultan-ı Yegâh’ı dinlemeye başlayın, büyülü bir müzikal yolculuğa çıkıyoruz!

Albümün A yüzü, muhayyer kürdî makamında “Mihrimâh” ile başlıyor. Yaylı partisyonuyla açılan şarkı, lezzetli bir bas yürüyüşüyle devam ediyor. Funk gitarların eşlik ettiği şarkı, albümde en sevdiğim parçalardan. Divan edebiyatından uyarlanan eserlerde çok da rastlamadığımız tiz sesler ve yükselişlere sahip. 

Söz ve bestesi Ergüder Yoldaş’ın imzasını taşıyan “Mihrimâh”, yerini bir başka Ergüder Yoldaş çalışmasına bırakıyor. Nur Yoldaş külliyatında en çok bilinen ve büyük bir coşkuyla eşlik edilen “Sâki”, keskin bas yürüyüşleriyle karşılıyor bizi. Garo Mafyan’ın synth melodileriyle devam eden ve insanı büyülü bir dünyaya sürükleyen bu şarkıyı yanılmıyorsam yılında, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda Şebnem Ferah’ın sesinden de dinlemiştim. En az Nur Yoldaş’ın yorumu kadar etkileyiciydi. 

Ben bunları anlatırken arkada bir Rhodes klavye melodisi duymaya başlıyorum. Her dönemin müziğine yakışan bu harika tonlara özellikle değinmek istedim. Sözleri Pir Sultan Abdal tarafından yazılan “Kömür Gözlüm”, Nur Yoldaş’ın kadife sesiyle baş döndürdüğü bir çalışma. Huseynî makamında bestelenen şarkıyı dinlerken zamanın durduğuna şahit olabilirsiniz. En azından ben dinlerken öyle hissediyorum. 

Bu albüme dair en sevdiğim noktalardan birisi, tek bir düzlem üzerinde gitmiyor olması. Az önce zamanı durdurduğundan bahsettiğim “Kömür Gözlüm”ün ardından gelen segâh makamındaki “Disko Segâh”, adından da anlaşıldığı gibi dönemin disko müziğiyle harmanlanmış bir çalışma. Söz ve bestesi Ergüder Yoldaş’a ait olan şarkı, yaylı melodisiyle odayı kaplıyor. 80’lerden ziyade 70’ler havası aldığım çalışmadaki yaylı tanbur geçişleri de ilgimi çeken başka bir detay. Yoldaş çiftine eşlik ettiğimiz müzikal yolculukta A yüzünü yavaş yavaş kapatıyoruz. Kapanış şarkısı da hümayûn makamında bestelenen, sözleri divan şairi Seyyid Nesimî’ye ait “Nâgehan Bûstan Faslı”; hareketli bir ritimle başlıyor. Klavye melodilerine bayıldığım için devamında gelen synth tonları, bu şarkıya dair en sevdiğim noktalardan. Tekerleme edasıyla akıp giden “dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem” sözlerine eşlik ederken, içimi de bir neşe kaplayıveriyor!

Albümün yarattığı müzikal atmosferi bozmadan hemen B yüzüne dönüyorum. Albümün ikinci yüzü, benim de en sevdiğim Divan şairlerinden biri olan Nedim’in ünlü şiirinden, buselik makamında bestelenmiş “Sa’d-âbâd” ile başlıyor. Aynı zamanda albümdeki en uzun şarkılardan biri olan “Sa’d-âbâd”, Lale Devri’nden esintiler yaşatırken, bir anda 70’lere geri dönüyor ve Attila İlhan’ın kaleminden dökülen bir şarkıyı dinlemeye başlıyoruz. Aynı adı gibi mahûr makamında bestelenen “Mahûr”, pek çoklarının sandığı gibi bir aşk şarkısı değil; Attilâ İlhan’ın Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının ardından, onları andığı bir şiir. yılında Ahmet Kaya da bu şiiri Tedirgin albümünde farklı bir düzenlemeyle yorumlamıştı. Sultan-ı Yegâh albümünde şiirin tamamının bestelenmediği “Mahûr”, albümün en özel duraklarından birisi ve Ahmet Kaya versiyonunun aksine majör gamlarda yazılmış, neşeli sayılabilecek bir şarkı. 

Sultan-ı Yegâh, divan edebiyatının hakim olduğu bir albüm olduğu için, her noktasında birbirinden özel şairlere rastlıyoruz. B yüzünün ortasına geldiğimizde, Divan şairlerinin beyitlerinden birleştirilerek oluşturulan “Defter-i Divanımız”ı duyuyoruz. Hicaz makamında bestelenen bu şarkı, bence albümün en “gam yüklü” şarkısı. Bu şarkıyla albümdeki divan şairlerine ait eserler de sona eriyor. Şimdi sırada “Şair-i Azam” olarak da bilinen Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirinden bestelenen bir eser var. Ferahfezâ makamında bestelenen “Nedir Yârabbi Derdim”, keyifli mi keyifli synth intro’suyla bize güzel bir “hoş geldin&#; diyor. Bu şarkıda klavyelerden sonra en sevdiğim bölüm ise Nur Yoldaş’ın “Nedir yarabbi” sözünü söylerken yaklaşık sekiz saniye süren nağmeli vokali. 

Geldik sona… Anlatırken en heyecan duyacağım bölüme. Albüme adını veren “Sultan-ı Yegâh”ın funk gitarları çalmaya başladı bile ben bunları yazarken. İlk duyduğumda kulaklarıma inanamadığım, tam da yukarıda bahsettiğim gibi zamanın ötesindeki klavye notaları çalarken, istemsizce başımı sallıyorum. Son zamanlarda Mor ve Ötesi’nin yorumuyla yeni kuşağın da tanıdığı, Attilâ İlhan’ın aynı adlı şiirinden bestelenen “Sultan-ı Yegâh”, adı gibi sultanîyegâh makamında bestelenmiş ve dillere pelesenk olmuş bir şarkı. Daha önce Özge Fışkın tarafından da yorumlanan şarkı, Nur Yoldaş’ın da “Bayan Sultan-ı Yegah” olarak tanınmasına sebep olmuştu. Şarkı ilk çıktığı dönemde TRT’nin denetim kurulu tarafından veto yemiş, sebep olarak da makamın adının yanlış yazılması gösterilmişti. Daha sonra TRT’nin isteği doğrultusunda, Attilâ İlhan’ın da onayıyla, düzeltilerek yeniden yayınlanan şarkı bu şekilde kendine yer bulmuş, Türkiye’de büyük ses getirmişti. Sözleriyle ayrı, müzikalitesiyle ayrı keyif veren şarkı hâlâ nerede çalınsa hep bir ağızdan eşlik edilen şarkılar arasında da yer alıyor.

Türkiye müzik tarihi için, belirttiğim gibi önemi tartışmaya kapalı olan albümlerden olan Sultan-ı Yegâh’ın kadrosuna da değinmeden geçemeyeceğim, bu rüya kadroyu bir araya getirdiği için bile Ergüder Yoldaş’ın müzikal dehasına hayran olmak mümkün.

Beste, Düzenleme ve Yönetim: Ergüder Yoldaş
Orkestra: İstanbul Gelişim Orkestrası
Klavyeler: Garo Mafyan
Akustik ve Elektrik Gitar: Selçuk Başar
Bas Gitar: Uğur Başar
Vurmalı Çalgılar: Cengiz Teoman
Yaylı Çalgılar: İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası
Trompetler: Sükan Tangüner / Gökmen Ahmet
Solo Flüt: Süheyl Denizci
Solo Klarinet: Turgay Özüfler
Kemençe: Cüneyt Orhon
Yaylı Tanbur: Sadun Aksüt

Stüdyo: İstanbul Gelişim Stüdyosu
Kayıt: Doruk Onatkut
Prodüktör: Ergüder Yoldaş

Yeniden baskı!

Can sıkıcı olaylarla geçen ’nin en güzel gelişmelerinden biri olan Sultan-ı Yegâh’ın yeniden basılmış plağına gelince&#; Plak, gram ağırlığında ve kırmızı renkte basılmış. Tamamı analog kayıtlardan basılan albümü tablaya yerleştirdiğim andan itibaren büyük keyif aldım. Müzik yazarları Murat Beşer ve Naim Dilmener’in albüme dair yazılarının da yer aldığı insert ile desteklenen plak, değiştirilmemiş kapağıyla da tüm orijinalliğini koruyor. Metropol Müzik lisansıyla Laluna tarafından üretilen açılır kapaklı plak, arşivlerin en başta gelen parçalarından biri olacak gibi de gözüküyor. 

Zamanın Ötesindeki Müzik &#;Yoldaş&#;lığı: Sultan-ı Yegâh Üzerine

Sultan-i Yegâh

Önce müziğin matematiğinden bahseden bir giriş yapalım ki, yazının gerisini ancak sabır ve tecessüs sahibi insanların okuyacağından emin olalım!

Sultaniyegah, klasik türk musikîsinde bir şed makamdır. Şed transpozisyon demek. Yani bir makam dizisinin kendi yerinden başka bir perde üzerine göçürülmesi. Sultaniyegâh da buselik makamının yegâh (re) perdesindeki şeddidir. Karar perdesi yegâh (re), güçlüsü dügâh (la), malzemesi ise si'dir (ama bu si normal si değil, si’nin küçük mücennep bemolü). Küçük mücennep bemolü beş komalık bemol demek. Hani Türk müziğinde iki nota arası dokuz komaya ayrılıyor ya, onlardan beşincisi yani. Bu makam, Hammamizade İsmail Dede Efendi tarafından II. Mahmud'a ithaf olunduğu için, bu ismi almış.

Üstteki paragrafı atlatıp hala okumaya devam edebilenleri saygıyla, sevgiyle selamlayıp yazımıza devam edelim.


Bu makamla tanışmam bir popüler müzik parçası sayesinde oldu. Bestelendiği Türk müziği makamıyla aynı ismi taşıyan, Nur Yoldaş’ın gürül gürül sesiyle seslendirdiği bir parçaydı: Sultan-i Yegâh.

Çocuk aklımla şarkının güftesinde söylenenleri anlamam pek mümkün olmasa da, bestesi beni adeta çarpmıştı. Aslında o günlerde sadece hissen bağlandığım o bestedeki derinlikleri, incelikleri kavramak için biraz daha büyümem gerekecekti.

Seksenli yılların başlarında “hit olan” parçada Nur Yoldaş’ın müthiş icrası öne çıksa da arka planda (aynı zamanda o tarihlerde Nur Yoldaş’ın eşi olan) Ergüder Yoldaş’ın müzikal dehası ışıl ışıl parlıyordu.

Albümdeki diğer parçalar da güzeldi. İşin ilginç yanı albümdeki on parçanın, on klasik Türk makamında bestelenmiş olmasıydı. Albümdeki parçalardan Mihrimah “muhayyer kürdi”, Sâki “nihavent”, Kömür Gözlüm “hüseyni”, Nedir Yarabbi Derdim “ferahfeza”, Nagehan Bustan Faslı “hümayun”, Sa'd-abad “buselik”, Mahur “mahur”, Defter-i Divanimiz “hicaz”, Disko Segah “segah” ve nihayet Sultan-ı yegah “sultaniyegâh” makamlarında bestelenmişti. Parçalar klasik Türk müziği makamlarında bestelenmişlerdi ama ney, keman, kemençe, yaylı tambur gibi klasik Türk musikisi çalgıları beraberinde batı müziği enstrümanları, özellikle de elektronik enstrümanlar kullanılmıştı. Garo Mafyan fender rhodes, wurlitzer, pro 52 gibi synthesizer’ların yanı sıra elektro piyano çalarken yaylı tamburu Sadun Aksut çalmıştı. Albüm, yetmişlerin tabiriyle “groove'u” yüksek bir albüm olmuştu.

Peki kimdi bu acayip müziğin arkasındaki parlak zihin ve rakik kalbin sahibi?



Ergüder Yoldaş, Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak, ’da İzmir’de doğmuş. Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olan Ergüder Yoldaş Türkiye’de yetişmiş en sıra dışı müzisyenlerden birisi. Hayat hikâyesi çok ilginç. Onca şöhretten sonra insanlardan kaçıp uzaklaşması. Büyükada’da yalnız başına bir kulübede geçirilen 12 yıl… Ama aklî dengesini yitirmiş, meczup olmuş biri değildi Ergüder Yoldaş. Tercihleri gayet şuurlu tercihlerdi. Seçimlerinin rasyonel bir arkaplanı vardı.

Aynı zamanda iyi bir entelektüel olan Ergüder Yoldaş, çok fırtınalı, inişli çıkışlı bir hayatın ardından yılında, 77 yaşında aramızdan ayrıldı.

Nitelikli müziği anlamanın yolu, bestecisini tanımaktan geçer. Ergüder Yoldaş’ın yılında verdiği röportajda ifade ettiği bazı sosyolojik çözümlemelere dikkat çekmek istiyorum:

Bu süreç ’te falan başladı. O zaman, Türkiye ikiye bölündü. Şehirlerde yaşayanların radyolardan etkilenmesi sonucu, Avrupa’daki müzikal olayları takip etme imkânı çıktı. O dönemde televizyon girdi Türkiye’ye. Onlar da Avrupa repertuarına, İtalyan, İspanyol müziğine yöneldi. Daha sonra Fransızlar ve İngilizler girdi. Amerikalılar giremediler. Bu dönemde iç göç başladı. Bu iç göç, iki tabiatlıydı. Köylerden ve kasabalardan gelenler, büyük şehre yerleşiyorlardı. Kendi kültürlerini taşımaya çalışıyorlardı. Aynı şekilde Almanya işçi çekmeye başladı. O da dış göçtü. Bu göç hareketleri sonucunda yeni yerleşim bölgelerindeki göçmenler, kendi kültürleriyle daha sık karşı karşıya gelme imkânına sahip oldular. ../… bu dönemler ara dönemlerdir. Yani oturmuş yerleşik bir toplum düzeni yoktur. Toplum yerleşmeye başladığı zaman ara dönem biter. Ara dönemin kalıntıları uzar. Ortaya çıkan bu kalıntılar da arabesk diye yorumlanır. Antik dönemlerdir bunlar. Şimdi her alanda arabesk denemeler yapılıyor. Sonuç olarak, önce Arapların taklidiyle başladı. Arabesk öyle bir şey değil aslında. Sonradan kendileri bir şey yapmaya başladılar. Şimdikiler, o arabesklerin bitişiyle ortaya çıkan yeni arabeskler. Bundan sonra sağlıklı dönemler başlayacak.

Aynı röportajda TRT’nin arabeski yasaklamasının sebebini radyo sanatçılarının “eğitimsizliğine” bağlamasına ne demeli:

Bugün bahsettikleri şey arabesk değil. Kentin varoşlarına yerleşmiş insanlar, orada kendi kulak alışkanlıklarını devam ettiriyor. O dönem en çok satanlar, bağlama müzikleriydi. Âşıklar vardı. Daha sonra çevrelerinden etkilenmeye başladılar. Müzik dinleme imkânları genişleyince, müzikle daha sık karşı karşıya geliyorlardı. Arabesk, Avrupa’nın yanlışlığı sonunda ortaya çıktı. Çünkü Avrupalı, arabeskin ne olduğunu bilmiyordu. Ama Avrupa’da arabesk çalışmış sanatçılar vardı. Arabesk, kübik müzik demektir. Klasik müziktir o; çok zor bir müziktir. Yani Arapların taklidi değil. Avrupa’da en tanınmış arabeskçi Pablo Picasso’dur. Guernica tablosu vardır. En meşhur tablosu da odur. O, kübiktir. Dolayısıyla, Avrupa bu konuda bir şey yapamadığı için şehirli tabiatlı müzikçiler, Arap müziğine karşı çıktılar. Radyolar da karşı çıktı. Radyonun karşı çıkış nedeni, radyo sanatçılarının eğitimsizliğinden kaynaklanıyordu.

Ya da müziğin bir gösteri sanatı olmadığını hatırlattığı şu bilgece sözlere:

Müzik, yurdun gerçeklerini, insanını tanımakla ilgili bir şey. Aynı şekilde, bugünkü konservatuarların durumu da böyle. Onlar da yurdun gerçeklerini tanımaz ve buna uygun müfredatlar geliştirmez. Bunun için de opera bütün sene oturarak zaman geçirir. Senelerdir hiçbir şey yapmıyorlar. Devlet senfoni orkestraları her cumartesi sabahı konser verir. Kimse gitmez. Herkes oturuyor. Repertuar seçenler, hiçbir zaman insanları düşünmediler. Kendi eğitimleriyle ilgili olarak geliştirdikleri kavramlarla onlara yaklaşmaya çalıştılar. Ama bu geri tepti. İlgilenen olmadı. Şehirdekiler, varoşlardaki insanların arabeskine eğilim duydular. Bir Teselli Ver mesela… Caddebostan’daki konser salonlarında çalınmaya başladı. Bu kültürdekiler Robert Koleji öğrencileriydi. Operayı, senfoniyi seçmediler. Çünkü kendilerini bir gösteri alanına çıkıyormuş gibi hazırlamışlardı. Müzik gösteri değildir, temaşa sanatı değildir. Müziğin insanla ilgisini koparttığın zaman neden ilgilenilsin?

Ergüder Yoldaş İzmir İnönü Lisesi’nde okumuş. İyi Edebiyat hocaları, Divan edebiyatını ona sevdirmiş. O dönemde müzikle de ilgilendiğinden divan edebiyatının altyapısını çabuk çözdüğünü ve Divan edebiyatı sayesinde, Türk klasik müziğini tanıdığını anlatıyor. Bu sayede geleneksel müzikle ilgili olarak hiç sıkıntı çekmediğini, Itriler, Dede Efendiler, Hamamizade Tellal Dede Efendiler gibi klasik Türk müziğinin sembol isimlerini incelediğini söylüyor. Müziğinin “doğu-batı sentezi” olarak tanımlanmasına itiraz ediyor. Müziğini “Türk klasik müziğinin olması gereken şekli.” diyerek tanımlıyor.

Sultan-ı Yegâh’ın güftesi Atilla İlhan’a ait. Atilla İlhan, “bestelenen şiirlerimden sadece Sultan-ı Yegâh’ı severim, çünkü sultaniyegâh makamında bestelenmiştir” demiş. Şarkıda şiirin ilk kısmı var ama devamı da güzel:

Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın
Nemli yumuşaklığı tende, denizden gelen âhın
Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda
Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda
Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda
Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak
Çünkü yaşadıklarımız, başkasının yargısına tutsak
Su yasak, rüzgâr yasak, açık kapılar yasak
Belki bu karanlıkta, yasakları yasaklasak
Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

Nereden çıktı bu Sultan-ı Yegâh meselesi derseniz, Mor ve Ötesi grubunun “cover” çalışmasını işaret ederim. 23 Mart ’de ünlü grup yeniden yorumladıkları parçayı (ve klibi) yayınladı. Gazetelerden Sultan-ı Yegah’ın “miksinin”, daha önce Depeche Mode, Skunk Anansie, Moby, Royskopp, Manic Street Preachers gibi dünyaca ünlü isimlerin sayısız şarkısını miksleyen Dave Bascombe tarafından İngiltere’de gerçekleştirildiğini okuduk. Sultan-ı Yegâh’ın Mor ve Ötesi yorumunu dinlediğimizde maalesef bu reklam cümlesinden de hissedilen yabancılık hissinden başka bir şey bulamadık.


Parçanın klipinde elektro gitarların ve rock davullarının eşliğinde söylenen “Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının, Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın” mısralarını dinleyip çılgınca dans eden gençler vardı. Ne şarkıcı ne o gençler “Ruhta ölüm karanlığının gizemli kanatlarından” bahsedildiğini pek anlamış gibi görünmüyordu.

Öte yandan, yapılan yeniden düzenleme ile sultaniyegâh makamının parçadan âdeta sökülüp çıkartılmış olduğunu gördük.

Yani ne güftenin anlamı kalmıştı ne bestenin!

Kocaman, anlamsız bir boşluk… Kuru bir gürültü…

Refik Halid Karay, Kadınlar Tekkesi isimli romanında şöyle söyletir bir kahramanına:

İnsan ellisini aştı mı günlük hayatının ancak yarısını yaşar; yarısı eski yılların zihninde tekrarından ibaret kalır. Belki daha sonra bu nispet üçte ikiye, nihayet dörtte bire düşecek, günlerini mazi dolduracaktır. Yaşlı insan hatıralarını geviş getirerek, hali güçlükle hazmetmeye çalışan bir mahluktur.

Elli yaşıma henüz gelmedim ama Karay’ın tarif ettiği adama dönüşmeye başlıyorum galiba…

Facebook'ta Paylaş Twitter'ta Paylaş Whatsapp'ta Paylaş Telegram'da Paylaş

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası