yeni şafak gökhan özcan / Gökhan Özcan | Tüm Köşe Yazıları seafoodplus.info'da !

Yeni Şafak Gökhan Özcan

yeni şafak gökhan özcan

Umut nefestir

Kendimize duygusal bir güzergah seçiyor muyuz, yoksa her şeyi akışına mı bırakıyoruz? Önümüze çıkan meselelerin harareti bizi ne kadar etkiliyor, aklıselim zemininde kalmakta direnebiliyor muyuz? Kötüyle, kötücüllükle karşılaştığımızda eş bir kötülük davranışına mı geçiyoruz, yoksa iyide kalmanın, iyilikte kalmanın vakur ve aynı zamanda dirayetli bir yolunu arayıp bulabiliyor muyuz? Dünyanın çirkinlikleri bizi kendine benzetmekte muktedir mi, yoksa biz güzel kalmakta, güzellikte kalmakta sabit kadem olabiliyor muyuz? Alemde her şeyin, Yaratan’ı ve yaratılışı itibariyle sevgi üzerine döndüğü şuurunu içimizde sapasağlam yaşatabiliyor muyuz? Herkes nefret etmeye koşarken, veçhimizi sevgi istikametinde tutabiliyor muyuz? Herkes herkesi harcamak hevesiyle yanıp tutuşurken biz insan ve insanlık biriktirmekte kavi durabiliyor muyuz? Güzergahımızı, dünya yansa bile yine de fıtratımızın doğrultusuna, kalbimizin pusulasına göre seçebiliyor muyuz? Yapamıyorsak, ortamın baskın duyguları bizi peşinde sürükleyecek demektir. Bizi kendi hakikatimizden, hak istikametimizden başka yerlere götürecek demektir. Sevgi, iyilik, güzellik, yani insanlık deyince içini alması gereken her hakikat, dünya kirinin ve karanlığının altında kalacak demektir. Yapabiliyorsak, sevgimiz bizi can toprağımızdan beslemeye devam edecek, elimizi tutup bizi hep ‹insan›da tutacak, insanlığımızı yaşatacak demektir. Sevgi hakikat toprağında filizlenen bir çiçektir çünkü, güzeldir ve güzelleştirir.

“sevgi tek başına durmaz ve duramaz, aksine alev alev bir kuyrukluyıldız gibi yanında başka ışıltıları da getirir; bağışlayıcılık, iyilik, hoşgörü, hakkaniyet, yakınlık ve dostluk” diyor ‘Bir Parmak Bal’ kitabında Ian McEwan.

İyiliği hissetmeye devam edebiliyorsak içimizde, kendimizden umudu kesmemiz için bir sebep yoktur. Çünkü umut da sevgiyle aynı topraktan filizlenir, oradan beslenir, orada gümrahlaşır, boy atar, çiçek açar. Umut, içimizdeki derin nefestir, güzel niyettir, insanca hayaldir. Umut olduğu müddetçe bir ışığımız olur, karanlığa kalmayız bütün bütün. Yaşadığımız kargaşanın, kapıldığımız girdapların içinden bizi çekip çıkaracak ‹şey›e inancımızdır. Umudumuz olduğu sürece köklerimiz topraktadır, savrulup can toprağımızdan ırağa sürüklenmeyiz. Umut hakikatle bağımızdır, irtibatımızdır, ulaşamadığımız kemale ulaşma ihtimalimizdir. Bizi diri tutar, yaşatır, nefesimiz olur. Umuda tutunarak tırmanabiliriz yukarılara, düştüğümüz derin kuyulardan.

Simone Weil, ‘Yerçekimi ve İnayet’te hep yaptığı gibi yine içimize serinlikler vadeden şeyler söylüyor: “Umut, içimizde taşıdığımız kötülüğün sonlu olduğunun, ruhun iyiliğe doğru en küçük yöneliminin, bir an bile sürse, kötülüğü biraz yok ettiğinin ve manevi alanda her iyiliğin kesin olarak iyilik ürettiğinin bilgisidir.”

Karşılaştığımız menfiliklerin bizi değiştirmesine izin veremeyiz, vermemeliyiz. Kötülük yapanla kötü, çirkinle çirkin, ölçüsüzle öçüsüz olamayız. Biri hakikatle bağını yitirdiyse, biz onun peşinden gidemeyiz. Onun peşinden gidip onun düştüğü hale düşmeyi göze alamayız. Onun davranma biçimiyle ona davranamayız. Çünkü bizi ondan ayıran, ondan farklı kılan şey bizim hakikatli olmamız, hakikate sadık kalmamız, ölçümüzü hakikatten almamızdır. Bizi yanlış olmaktan, haksız olmaktan, zalim olmaktan, çirkin ve kötü olmaktan koruyan da bundan başka bir şey değildir.

“Çoğu zaman” diye mırıldandı beyaz saçlı adam, “biz yerimizi kaybettiğimiz için kötülük bize bu kadar yaklaşabiliyor!”

Yazar: Gökhan Özcan

Gökhan Özcan: Başkalarının imtihanına girmeye heves ettiği için kendi imtihanını kaçıran şaşkın bir öğrenci gibiyiz

İslami Analiz/Haber Merkezi

Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Gökhan Özcan'ın, 21 Kasım tarihli yazısını İslami Analiz okurlarıyla paylaşıyoruz.

Zevk çiçeği nerede açar?

Köşeli insanlar olduk, dokunduğumuzda birbirimizin canını acıtıyoruz. En ufak bir şeyi fırsat biliyor, nefret etmek için bir bahane haline getiriyoruz. Nefret edecek şeylere, nefret edebileceğimiz şeyleri yapabilecek insanlara ihtiyacımız var artık. Her gün, her saat, etrafı bu gözle tarıyor, bize bu fırsatı verecek birilerini arıyoruz. Bulamazsak üretiyoruz. Üretemezsek, bize en çok benzeyen kimselerin nefret ettiklerini ödünç alıp onlardan nefret ediyoruz.

“Her şeyden ve herkesten bu kadar çok nefret etmekten aslında hepimiz çok yorulduk” dedi beyaz saçlı adam, “ama galiba nasıl sevebildiğimizi artık hatırlayamıyoruz!” 

Dünyada her zaman nefret edilmeyi hakeden insanlar oldu. Ama bugün artık nefret etmeyi ihtirasla isteyen insanların sayısı nefret edilmeyi gerçekten hakeden insanların sayısını katbekat aşmış durumda. Çünkü insanların kahir ekseriyeti nefret etmeyi sevdi, seviyor. Kulağa tuhaf gelmese, insanların içlerindeki sevme ihtiyacını nefret etmeyi çılgınca ve tutkuyla severek doldurduklarını dahi söyleyebiliriz.

İçimizi bunca nefretle doldurduğumuzda sevmeye, anlamaya, dinlemeye, hissetmeye, düşünmeye, insanı içinden olgunlaştıran şeylerin hiçbirine orada yer bırakmamış oluyoruz.

Nefret ettiğin kişi bir başkası olabilir ama nefret yine de senin içinde birikiyor.

Bir pantolon düşünün mesela, kendi ütüsüzlüğünü başka pantolonların ütüsüzlüğüyle ütülüyor.

Sıradanlaşmış nefret, hayata ve insana kendinden bakan, başkalarında anlamaya değecek hiçbir şey olmadığını varsayan kör bir kibrin ürünü

“İnsanlarla uğraşmak gerçekten vakit kaybı” dedi biri. “O vakit kaybına biz yaşamak diyoruz” dedi diğeri.

Herkese her an ayar vermeye çalışan insan tipi dünyayı her geçen gün biraz daha ayarsız hale getiriyor.

Neredeyse hepimiz; sürekli başkalarının imtihanına girmeye heves ettiği için kendi imtihanını kaçıran şaşkın bir öğrenci gibiyiz.

Anlam asla yüksek sesle konuşmaz, duymak istiyorsan bağırıp çağırmayı bırakıp kulak kesileceksin, hayat böyle!

İyi tutuşmuş bir yangın çok zor söner. Anlatması uzun sürer. Senin uzun hava dediğin; yanmaya doymayan, suya hiç kanmayan bir yangının keder makamında söze dökülmüş hikayesidir.

“Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun/ Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya” diyor Can Yücel bir şiirinde Yıllar önce bir gün rastlamıştım o koca şaire Ankara'da, ağır ağır sallana sallana yürüyordu Selanik Caddesi'nde, durdum izledim öyle arkasından aheste, gözden adım adım uzaklaşmasını.

Herkes bir yerden bir yere doğru kendi hikayesini yürüyor sadece.

İnsanlığı bir zevk olarak tecrübe edebilmek için elbette 'zevk çiçeği nerede açar' bilmek lazım!

“Hasret ateşiyle sarardım soldum/ Muhabbet bezminde nişâne oldum/ Peymâneler gibi boşalıp doldum/ Gelir mi zevkimiz canan olmasa” diyor Zileli Aşık Ceyhunî, rahmet olsun.

Kara kışın ortasında bir an boş durmayıp, içinde aleme yetecek baharı biriktiren insanlar da var.

“Başkası yok ki” dedi meczup, “bir elin incitirse, diğer elin incinir!”

#Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Gökhan Özcan&#;ın, 21 Kasım tarihli yazısını İslami Analiz okurlarıyla paylaşıyoruz. Zevk çiçeği nerede açar?

Dünya Bizim Kültür Portalı

Yazar Gökhan Özcan’ın yılları arasında Gerçek Hayat dergisinde ve Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazılarından oluşan Gözağrısıkitabının ikinci baskısı yapıldı. Eski yazılarını daha dokunaklı ve dengeli hale getiren Özcan, kendine has üslubuyla her zamanki gibi okurlarını selamlıyor. Gözağrısı’nda yer alan metinler, kaos halinde yaşadığımız günlük hayatın içinde fark etmediğimiz detaylardan oluşuyor. Çoğu eski günlere özlemle kaleme alınan yazılar, bugünü de anlamaya dönük.

Hayatın koşuşturması içinde değerini bilemediğimiz anların çokluğunu hatırlatan Özcan, insan kalabilmek için ne yapmamız gerektiğinin de ipuçlarını veriyor. Çoğu yerde hayata; bir çocuğun gözünden, yağmurun gözünden eski bir bakkalın gözünden bakmamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu haliyle yazılar, dışa dönük olduğu kadar içe dönük bir yol da alıyor. Özcan’ın bize anlatmak istediğine, modern dünya sıkışmışlığında fazla yabancılaşmış duruyoruz. İnce ve gerçek şeylerden söz eden kelimelere biraz uzağız artık. Yakınlaşmaya çalıştıkça mesafeler biraz daha açılıyor. Gülten Akın’ın dediği gibi biraz olay:  

Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler.

Şimdi biraz da kitabın içeriğine yakından bakalım. Özcan’ın kısa önsözü ile açılan kitap, sayfa ve 90 küsur makaleden oluşuyor. Gizli, Sıradan Günlerin Güzelliği, Gözağrısı, Ayarsız, Eski Oyunlar gibi çekici başlıklarla sıralanıyor yazılar kitapta.

Bağırsak sesimiz kaybolacak kargaşada

Özcan, Zamanın Uzadıkça Kısalan Hikâyesi’nde şu ifadelere yer veriyor: “Hayatın bütün uçlarının keskinleştiği bir zamandayız. Yerimizden kıpırdasak yaralanıyoruz.  Hiç kıpırdamasak, parmak uçlarımızdan başlayarak bütün benliğimize yayılan uyuşma bizi kaskatı donduracak diye korkuyoruz. Bağırsak, sesimiz seslerden bir ses olup kaybolacak sanki bu büyük kargaşada. Peki sussak, hiç konuşmasak, kilitlesek içimize kelimeleri? Yok, zehirler bu ruh yangınları o zaman bizi! Ne bir ortalık yeri var bu yeni hayatın, ne de sessiz gerçekten sessizlikleri… Ne gündüzü aydınlatıyor dünyayı, ne gecesi örtüyor ayıpları… Her gün doğuşunda başlıyor aslında o günün yağmalanması… Her batığında güneş, sanki bir köşede düşüp kalıyor yeryüzü… Bizim bir hayalimiz olmalı ipine sarılacak. Güneşe bir gölge, gölgeye ılık bir meltem…”

Günlerimizin bir hikâyesi yok

Hikâyemiz Yok’da ise, hayatımızı nasıl savurduğumuzdan bahsediyor Özcan ve şöyle diyor: “Bizim günlerimizin bir hikâyesi yok! Bir çalıya takılıp kalmış gibiyiz. Ne kadar yaşarsak yaşayalım, hiçbir yere birikmiyoruz. Ne kadar akarsak akalım, hiçbir şeyi doldurmuyoruz. Bozuk bir plak gibi hep aynı şarkıya dönüyoruz. Hep aynı köşede duruyor, ne o tarafa, ne öteki tarafa gidebiliyoruz. O köşede duruyoruz. Sadece duruyoruz. Çalıya takılmış bir çaput parçası gibi sadece duruyoruz. Her şey rüzgârını bulup şişiriyor yelkenlerini. Biz durmanın en rüzgarsız iklimlerine çakılıp kalıyoruz. Bizim günlerimizin bir hikâyesi yok! Soğuk bir pencere camı gibi nedensiz çatlıyoruz. Umursanacak kırılmalar olmuyor bizim kırılmalarımız. Yeniden doğrulsak, her şekle girecek kadar hamurlaşıyoruz. Kurutulsak, tam olarak kurumuyoruz. Islatılsak, hep öyle ıslak kalıyoruz. Durmadan nedensizce çatlıyoruz boydan boya. Nedensizce kırılıyoruz. Bizim günlerimizin bir hikâyesi yok!”

Zeynep Karaca

Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir