bülent gökçe toka takmış zilli mp3 indir / Bülent Gökçe Şarkıları Listesi - Dinle | İseafoodplus.info

Bülent Gökçe Toka Takmış Zilli Mp3 Indir

bülent gökçe toka takmış zilli mp3 indir

Bülent Gökçe Şarkıları

Bülent Gökçe - Hevesmi Sandin

Bülent Gökçe - Hevesmi Sandin izlenme - 15 yıl önceYiLLarCa bekLeDim, Seni SevDigim. Askima KarSiLik, VerirSin Diye. YoLLara bakip, Hergün ÜmitLe. BeLki Birgün Bana, DönerSin Diye. YoLLara bakip, Hergün ÜmitLe. BeLki Birgün Bana, DönerSin Diye. Bendeki Bu Aski, Heves mi Sandin. Üc, Bes Gün Sonra, Biter mi Sandin. BöyLe Bir Sevdayi, Sen kimde Gördün. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Bendeki Bu Aski, Heves mi Sandin. Üc, Bes Gün Sonra, Biter mi Sandin. BöyLe Bir Sevdayi, Sen kimde Gördün. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Askima KarSiLik, Verseydin Keske. AgLamazdim Ben, Her gece böyLe. Sevmisdim Ben Seni, deLiCeSine. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Sevmisdim Ben Seni, deLiCeSine. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Bendeki Bu Aski, Heves mi Sandin. Üc, Bes Gün Sonra, Biter mi Sandin. BöyLe Bir Sevdayi, Sen kimde Gördün. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Bendeki Bu Aski, Heves mi Sandin. Üc, Bes Gün Sonra, Biter mi Sandin. BöyLe Bir Sevdayi, Sen kimde Gördün. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Ne LeyLa ne Mecnun, BöyLe Sevmedi. Siir: Vay GüLüm Vay Derde mi yanarsin, Sevdaya mi. Neye yanarim, biLirmisin GüzeL Kiz. Hani Benim görüpte, O suratini asisin varya. He iste ona yanarim, Sanki suc bendeymis gibi. Kendine GeL GüzeLim, Sen benim sevdigim. Sen benim Taptigim, Sen benim sevdaLim oLamazsin. Cok degismissin be GüzeLim. Hani bir söz vardir biLirmisin? AgLamayi biLmeyen GözLer, Sevmeyide biLmezLer. Ama ben seni haLen seviyorum be GüzeLim. Buda demektirki ben haLen agLiyorum. Dedim ya güzeL kiz, bende ki bu ask ne heves. Nede üc, bes günLük. Bendeki bu ask, bendeki bu ask, Bu can bu bedenden cikincaya kadar GüzeLim.

1 Deirdre Mardon - Tahitili Kız Penny adamları hatırlayınca korkuyla ürperdi. İstediklerini elde edinceye dek onu rahat bırakmayacaklardı. Hayatının tehlikede olduğunu biliyordu. Belki tehditlerine kulak asmayıp polisi araması daha doğruydu. Ama polise ne söyleyecekti? Koyu renk bir Cadillac, birinin adı Rocco olan diğeri fısıltılı bir sesle konuşan iki adam, bir de şoför. Başka hiçbir şey bilmiyordu ki Bölüm Bir Penny Greenaway gözlerini zorlukla açmaya çalıştı. Rüyasındaki tamtamlar hâlâ beyninin içinde çalıyordu sanki. Son bir gayretle gözlerini araladığında, beynini döven sesin kapının sürekli çalınmasından

2 kaynaklandığım anladı. Greenwich Village m tam merkezindeki MacDougal Sokağı na bakıyordu oturduğu dairenin pencereleri. Stüdyosunun kapısı ısrarla çalınmaya devam ederken, genç kadın gözlerini tavana dikti. Buranın esaslı bir şekilde elden geçirilmeye ihtiyacı vardı. Tavanın boyalan dökülmüş, sıvadaki kocaman çatlaklar ortaya çıkmıştı. Üstündeki keten yatak örtüsünü ayaklarıyla itip doğruldu. Sabahın saat onu olmasına rağmen New York un sıcağı dayanılır gibi değildi. Za-ten ağustos ayında hep böyle olurdu bu kent. Eh, rüyasında kendini Afrika ormanlannda buram buram terlerken görmesinin nedeni buydu demek. Az önce tekmelediği yatak örtüsünü büyük bir dikkatle vücuduna sardıktan sonra çıplak ayaklarla kapıya yürüdü. Alnına dökülen kıvırcık bukleleri elinin tersiyle geri itti ve kapının göz deliğinden dışan baktı. Kim o? diye seslendi. Aym anda kapı tekrar vurulmaya başlamış, ama Penny seslenir seslenmez ses kesilmişti. Greenaway ve Ackerman Sanat Restorasyonu mu? dedi bir erkek sesi. Evet. Kimsiniz? Penny göz deliğinden dikkatlice baktı. Kendisi yirmi yedi yaşında olduğuna göre, kapının önündeki adam ondan en fazla beş yaş büyüktü. Bu durumda otuz bir, en fazla otuz ikisinde olmalıydı. Gri keten bir takım elbise vardı üstünde. Beyaz kolalı gömleği ve çizgili kravatı ile son derece ciddi bir görünümü vardı. Koyu kumral saçları kısacık kesilmişti. Penny bu kadar kısa saçlı erkeklerden hiç hoşlanmazdı. Ama gözlerinin mavisi gerçekten etkileyiciydi. Eğer Penny onun resmini yapsa, hiç kuşkusuz Kopenhag Mavisi tüpüne uzanırdı hemen. Andrew Keller. Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi nden. Adam tanıtma kartını göz deliğine doğru tuttu. Kapıyı açacak mısınız? Böyle giyinip saçlarını kısacık kestiren bir adam sokak serserisi olamayacağına göre, Penny kapıyı açmaya karar verdi ve zinciri çıkardı. Andrew Keller, mavi beyaz çizgili bir yatak örtüsüne sarınmış, çıplak bir kadınla karşılaşınca şaşkınlıktan donakaldı. Yerinden kıpırdayamıyordu. İçeri girsenize Mr. Keller. Penny gülmemek için kendini zor tuttu. Bu kadar ciddi bir adamın çarşaflar içinde kapı açan kadınlara alışık olmaması doğaldı. Ama gene de üstündeki yatak örtüsü, son derece şıktı. Annesi, kızının Greenwich Village daki stüdyosuna yaptığı ilk -ve son- ziyaret sırasında armağan olarak getirmişti. Siz giyininceye kadar bekleyebilirim, diye kekeledi adam. Burada, koridorda beklerim. Penny son derece masum bir tavırla kendini yukarıdan aşağıya süzdü. Aslında bütün vücudu yatak örtüsünün altında gizliydi. Sadece çıplak ayak parmaklarının ucu görünüyordu. Sizce kıyafetim çok mu açık Mr. Keller? Ha hayır.

3 Öyleyse içeri girin. Penny hafifçe yana çekilip girmesi için ona yol verdi. Genç adam ağır adımlarla Penny nin stüdyo olarak kullandığı büyük odaya girdi. Elinde Bond bir çanta, ayaklarında da sivri burunlu deri ayakkabılar vardı. Penny birden babasını hatırladı. O da her sabah Chicago daki hukuk bürosuna gitmek için hazırlanırken böyle giyinirdi işte. Penny New York a geldikten sonra, Keller gibi giyinen insanlarla tanışmamıştı hiç. Gerçi bu da doğaldı. Bütün arkadaşları ve dostları sanatçı çevresindendi. Sanatçıların giyim tarzı da kendilerine özgüydü tabii. Ama Chicago da, büyüdüğü çevrenin insanları hep Keller gibi tipler olduğu için onlara alışkındı genç kadın. Bu sıcakta o ayakkabılarla patlıyorsunuzdur Mr. Keller. Neden çıkarmıyorsunuz ayakkabılarınızı? Ayakkabılarımı mı çıkartayım? Genç adam birden irkildi. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Sanki pantolonunu çıkarmasını söylemişti Penny. Sadece rahat etmeniz için söylemiştim. Mr. Greenaway ya da Mr. Ackerman burada mı? Genç adam ayakkabı konusunu kapatmaya kararlıydı anlaşılan. Benim adım Penelope Greenaway, diye karşılık verdi Penny. Ackerman işi bıraktı. Mr. Greenaway diye de biri yok. Sizin için ne yapabilirim? Andrew Keller tedirgin bir şekilde Penny ye baktıktan sonra gözlerini odada gezdirdi. Bir köşede darmadağınık kocaman bir yatak vardı. Boş kahve fincanları yerde duruyor, masanın üstündeki boya tüpleri ve fırçalar da bu dağınıklığı tamamlıyordu. Odanın bütün duvarlarına boş tuvaller yaslanmıştı. Bazılarında başlanmış ama bitirilmemiş yağlıboya çalışmalar göze çarpıyordu. Pencerenin tam yanındaki raflarda ise üst üste yığılmış kitaplar vardı. Bir şey mi oldu Mr. Keller? Penny adamın kafasından geçenleri okumuştu. Bir restorasyon şirketine geldiğini düşündüğü için çok daha resmi bir yer göreceğini umut ediyordu. Metropolitan Müzesi ndeki müdür odası gibi bir yer mi görmeyi bekliyordunuz? Şey Restorasyon işiyle siz mi ilgileniyorsunuz? Evet. Eski tabloları onarıyorum. Benimle konuşmak mı istemiştiniz? Sizi çok aradım Miss Greenaway ama Penny. Bana sadece Penny diyebilirsiniz. Ben size ne diyeyim? Andrew, diye karşılık verdi genç adam. Ama Mr. Keller denilmesini tercih edeceği ses tonundan anlaşılıyordu. Sizi telefonla çok aradım, ama telefonunuz bozuk sanırım. Faturayı ödemediğim için kestiler tabii, diyemedi Penny. Onun yerine gözlerini şaşkınlıkla açarak Oh, olamaz! diye bağırdı. Hızlı adımlarla telefonun yanma gidip ahizeyi kaldırdı ve kulağına götürdü. Yatak örtüsü hafifçe kaymış ve göğüslerinin üst kısmı ortaya çıkmıştı.

4 Haklısınız. Sinyal vermiyor. Ne oldu acaba? Keller hafifçe öksürüp boğazım temizledi, ama hiçbir şey söylemedi. Büyük bir dikkatle tavandaki çatlakları inceliyordu. Penny gülmemek için kendini zor tuttu. Bir fincan kahve içer miydiniz? Mutfağa gelin. Keller m tam yanındaki kapıdan geçerek mutfağa girdi. Bu arada, yatak örtüsünü hafifçe çekiştirip göğüslerini örtmüştü. Ha hayır. Teşekkür ederim, istemem. Keller bakışlarını ondan kaçırıyordu sürekli. Parmağım gömleğinin kolalı yakasından içeri sokup yüzünü buruşturdu. Tanrım! Ne kadar sıcak burası. Evet, öyle. Üstelik daha sabah, öğleden sonra üçte ne olur, bilmem artık. Penny oturması için mutfaktaki taburelerden birini gösterdi ona. Andrew Keller elindeki çantayı yere bıraktıktan sonra gösterilen tabureye oturdu. Ackerman a ne oldu? Janie yi mi soruyorsun? Oh, evlenip Philadelphia ya taşındı. Penny rahat bir tavırla buzdolabını açıp bir şişe coca cola çıkardı ve şişeyi kafasına dikti. Jane işi bırakacağım söylediği zaman ne kadar kızmıştı ona. Öfkesi korkusundan kaynaklanıyordu. Tek başına bu işi yürütemeyeceğinden ve mali sorunları çözemeyeceğinden korkmuştu. Ama öfkesi geçmişti artık. Janie nin de âşık olmaya, evlenmeye, hatta Philadelphia ya taşınmaya hakkı vardı. Penny gerçekleri kabullenmeye zorluyordu şimdi kendini. Burayı sonbaharda kapatması gerekecekti. Eğer şansı yaver giderse iyi bir alıcı bulabilir ve stüdyoyu içindeki restorasyon araçlarıyla birlikte satabilirdi. Ben de Philadelphia da büyüdüm, dedi Keller. Bunu tahmin etmeliydim, diye düşündü genç kadın. Kuru bir sesle Oradan ayrılmakla ne kadar akıllılık etmişsiniz, diye karşılık verdi. Bir kez Janie yi görmeye gittim oraya. Pek beğendiğimi söyleyemem. Keller heyecanla açıklamalara girişti. Ah, evet. Ama ben kentin içinden değilim. Bryn Mawr da doğup büyüdüm. Sevimli bir yer Janie de orada oturuyor zaten. Buz gibi bir sessizlik oldu mutfakta. Kahvaltıda hep coca cola mı içersiniz? diye sordu Keller sonunda. Yoo. Bazen de gazoz içerim. Penny tepkisini görmek için gözlerini ona çevirdi ama Andrew Keller çantasını almak için yere eğilmiş ve sonra çantayı dizlerinin üstüne yerleştirmişti. Çok yakışıklı bir adamdı. Gerçekten çok yakışıklıydı. Ama Penny ye göre fazla ciddi ve resmiydi. Genç kadın onun tam karşısındaki tabureye oturarak coca colasından içmeye devam etti. Bu arada alnına düşen kıvırcık bukleleri üfleyerek geri itmeye çalışıyordu. Otururken hafifçe kayan yatak örtüsünü çekiştirip düzeltmeyi de ihmal etmemişti.

5 Andrew Keller çantasından bir takım kâğıtlar çıkartırken, Size bir teklifim var Miss Greenaway, dedi. Lütfen, bana Penny diyebilirsin. Pekâla Penny. Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi, büyük bir iş için senin gibi tablo restorasyonu yapan birine ihtiyaç duyuyor. İlgilenir miydin? Penny yerinden fırlayıp onun boynuna sarılmamak için kendini zor tuttu. Sesine kayıtsız bir ton vermeye çalışarak, Ne kadar büyük bir iş? diye sordu. Yüz tablo. Sudan hasar görmüşler. Penny nin kalbi duracak gibi oldu. Yüz tablo! Bu, bir yıllık iş demekti. Hatta belki iki yıllık. Telefon ve elektrik faturalarını ödeyebilir, kendine yeni elbiseler alabilirdi. Kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak Wilmette e dönmesine de gerek kalmazdı o zaman. Annesinin kusursuz bir makyajla gençleştirilmiş yüzündeki o hoşgörülü tebessüme katlanmasına da Üstelik ne zamandır almak istediği kitapları da satın alabilirdi, özellikle Monet ile ilgili olam Eee, ilgilenir misin? Bilmiyorum Andy. Şu anda çok işim var. Stüdyoda bir yığın iş birikti. Eliyle dışarıdaki odayı işaret edince, yatak örtüsü göğüslerinden aşağıya kaydı. Genç adam gözlerini hemen önündeki kâğıtlara eğdi. Yine de işi görmek isterim. Tablolara bakabilir miyiz önce? Elbette, diye cevap verdi genç adam. Hepsi bir depoda duruyor. Buraya pek uzak sayılmaz. Seni hemen şimdi götürebilirim oraya. Tabii hazırlanınca. Gözleri çizgili yatak örtüsüne kaydı. Tamam. Ben giyineyim. Önce kahvaltı etmeyecek misin? Ettim ya. Genç kadın ayağa kalkarak stüdyodaki tek kapılı gardıroba gitti. Oradan bir şeyler aldıktan sonra banyoya geçti. Kapıyı kapatırken Sen rahatına bak, diye seslendi. Penny iki dakika içinde yıkanmış, giyinmiş ve hazırlanmıştı. Ama banyoda biraz daha oyalanmayı tercih etti. Bu işin üstüne atlamaya hazır olduğunu Keller a belli etmemeliydi. Kumral kıvırcık buklelerinin arasından iri dişli bir tarak geçirirken düşünüyordu. Şimdiye kadar böyle harika bir teklif almamıştı hiç. Üstelik Manhattan da tablo restorasyonuyla uğraşan daha bir yığın sanatçı vardı. Penny den çok daha iyileri Yine de şans onun yüzüne gülmüştü işte! Tam yüz tablo! Şimdi akıllıca davranması gerekiyordu artık. Para konusunu açmayacaktı önce. Tabloları inceleyecek, hasar durumuna bakacak ve cevabım birkaç gün sonra vereceğini söyleyecekti. Dudaklarına pembe bir ruj sürdü. Belki de o kadar uzatması doğru olmazdı. Düşünmek için yirmi dört saatlik bir süre istediğini söylemesi yeterliydi.

6 Aynanın yanındaki dolapta büyük bir şişe Laura Ashley parfümü duruyordu. Kızının romantik kokulardan hoşlandığını bilen babası doğum günü armağanı olarak göndermişti. Penny şişeye uzanıp parfümü saçlarının arasına, boynuna, bileklerine sıktı. Küçük banyo bir anda gül ve yasemin kokusuyla doldu. Evet, sadece kısa bir iş görüşmesi yapacaklardı Keller la. Ama bir erkekle birlikte bir yere giderken parfüm kullanmanın asla sakıncası olmazdı. Penny banyodan çıkarken Ben hazırım, diye bağırdı. Stüdyoya girer girmez yüzüne çarpan serin hava, Keller ın klima cihazını çalıştırdığını gösteriyordu. Genç kadın hızlı adımlarla pencerenin yanına gidip düğmeyi kapattı. Elektrik faturası zaten altından kalkamayacağı kadar kabarmıştı. Bu işi aldığı da daha kesinleşmediğine göre, boşu boşuna masraf etmenin âlemi yoktu. İçerisi çok sıcaktı da diye açıklamaya girişti genç adam, ama Penny nin üstündeki kıyafeti görünce gözleri fal-taşı gibi açıldı ve bir an için sözünün gerisini getiremedi. Şeffaf denilebilecek kadar ince bir kumaştan yapılmış şalvar tarzı bir pantolon giymişti genç kadm. Üstündeki gömleğin etek uçlarım da önünde bir düğüm yapmış ve beliyle karnını dört beş santim kadar açıkta bırakmıştı. Ayaklarında topuksuz sandaletler vardı. Andrew Keller kendini toplamakta gecikmedi. Yüzüne doğal bir ifade vermeye çalışarak Klima cihazının da bozuk olduğunu sanmıştım ama çalışıyor, diye cümlesini tamamladı. Penny içerideyken o da ceketini çıkarmıştı. Pantolon askıları kırmızıydı! Penny gülümsememek için kendini zor tuttu. Biraz rahatlamıştı şimdi. Andrew Keller belki de göründüğü kadar ciddi ve sıkıcı bir adam değildi. Ah şey Serin hava tablolar için zararlı da Genç kadın aklına gelen ilk yalanı uydururken, şövale üstündeki tamamlanmamış tuvali işaret etti. Ben de tam tersini sanıyordum, diye karşılık verdi Keller. Tabii haklıydı. Penny uygun bir cevap ararken, genç adam sözlerini sürdürdü. Şu tabloya baktım. Çok güzel, gerçekten. Sen yaptın, değil mi? Evet. Andrew Keller resimden de, sanattan da hiç anlamıyordu. Eğer birazcık anlasaydı, şövale üstündeki çalışmanın kime ait olduğunu hemen çıkarırdı. Penny, sehpaya yaklaşarak yaptığı resme dikkatle baktı. Atların bacaklarını yeniden yapması şarttı. Degas nın çok ünlü tablolarından biri bu, diye açıkladı. Dekoratör bir arkadaşım için onu kopya ediyorum. Karşı duvarda asılı olan reprodüksiyonu işaret etti. Oh, bunu yapabiliyor musun? Genç adam çok şaşırmıştı. Yani tabloları kopya edebiliyor musun demek istedim. Yasal olarak mümkün mü bu? Evet. Reprodüksiyonu orijinal tablonun boyutlarından farklı yapmak şartıyla tabii. Duvardakine bak, Degas kırk beşe otuz altı santim yapmış.

7 Benim yaptığım ise hem kare hem çok daha büyük. Zaten satılırken reprodüksiyon olduğu belirtiliyor. Hiç kimse orijinal tablo diye satmıyor bunları. İşi bitirdiğimde Degas nm imzasını da atacağım ama arkaya kendi imzamı da koyacağım tabii. Keller önce duvardaki fotoğrafa, sonra da tuvaldeki resme baktı. Gerçekten çok güzel olmuş. Çok resim yapar mısın? Resim yapmayı seviyorum. O yüzden bu restorasyon işine başladım zaten. Ama iyi bir ressam olduğum söylenemez. Kopya işindeyse Kopyada gerçekten çok başarılıyım ve işimin bir bölümünü de reprodüksiyon oluşturuyor. Şu anda da zaten sadece işin bu bölümünden para kazanıyorum, dememek için kendini zor tuttu. Ama tek başına reprodüksiyon yapmak pek kârlı değildi. En azından mutfak masrafını ve telefon faturasını ödemeye yetmiyordu. Güzel, öyleyse sana teklif ettiğim işi seveceksin. Reprodüksiyon mu? Penny kendi aptallığına sinirlendi. Teklif edilen iş tabii ki reprodüksiyon olacaktı. Yoksa hangi adam yüz tane değerli tabloyu evinde saklardı? Bunların gerçek tablolar olabilmesi için ancak bir müzenin su baskınına uğraması gerekirdi. Onlar da restorasyon için Penny Greenaway i aramazlar, bu işi kendi adamlarına yaptırırlardı. Evet, reprodüksiyon, diye karşılık verdi genç adam telaşla. Ama bu konuyu daha sonra tartışırız, önce onları görmeni istiyorum. Penny ona dikkatle baktı. Sanki bir şeyler saklamaya çalışıyor gibiydi. Sinirliydi. Konuyu bir an önce değiştirmek ister gibi bir hali vardı. Böyle büyük bir işi kaçırma düşüncesi Penny yi rahatsız etti. Bu işi sadece bana mı teklif ediyorsun yoksa daha önce başkalarıyla da görüştün mü? Şu anda başka hiç kimse yok, dedi Keller sözcükleri dikkatle seçerek. Eğer artlaşabilirsek, iş senin olacak. Eğer bu işin altından kalkabileceğinden eminsen tabii. Bu sözlerde gizli bir tehdit vardı. Çok yüksek bir fiyat istememesini yoksa işi bir başkasına verebileceğini söylemek istiyordu Keller. Ama Penny nin böyle bir şeye zaten niyeti yoktu ki. Hasar çok mu? Su baskınına mı uğramış tabloların bulunduğu yer? Hayır. Tablolar, bizim sigorta ettiğimiz bir gemi tarafından Avrupa dan getirildiği sırada çalındı. Onları geri almak için hırsızlarla pazarlık etmek zorunda kaldık. Yani bir anlamda fidye ödedik. Aslında sigorta şirketleri bu tür meselelerle pek uğraşmazlar ama bazen oluyor işte. Her neyse, hırsızlar tabloları gelişigüzel sağa sola savurdukları için sudan hasar görmüşler. Hepsinin hasar görmediğinden eminiz ama yine de elden geçirmek gerek sanırım. Alıcıya teslim etmeden önce hepsinin sağlam olduğundan emin olmak zorundayız. Peki, anlamıyorum. Gemiden çalarlarken mi ıslanmış tablolar?

8 Hırsızlar tabloların olduğu mukavva kutuları New Jersey yakınındaki bir bataklığa bırakmışlar. İstedikleri parayı ödedikten sonra bize onları oradan alabileceğimizi söylediler. Sanırım orada bir hafta kadar kaldı tablolar. Oh! Penny insanların sanata ilgisizliklerini, hatta düşmanlıklarını bir türlü anlayamıyordu. Hadi hırsızlar neyse, ama resmi çok sevdiğini söyleyerek evlerine değerli tablolar alan bazı insanlar bile sırf güzel görünsün diye bu tabloları şöminenin üstündeki duvara asıyorlardı. Sanatla uzaktan yakından ilgisi olan her insan, isin yağlıboya tabloları mahvedeceğini bilirdi oysa. Burada ne kadar çok alet var böyle Penny. Restorasyon işinin bu kadar karmaşık olabileceği aklıma bile gelmemişti. Andrew Keller masanın üstündeki spatulalardan birini alıp incelemeye başladı. Penny de onun ellerini inceliyordu bu arada. Temiz, güçlü ve uzun parmaklan vardı. Bir sanatçı eline benziyordu elleri. Penny insanlann ellerine bakardı hep. Belki de kendi ellerini hiç sevmemesindendi bu. Mesleği gereği parmakları hep boyalı ve kirli olurdu. Üstelik çocukluğundan beri vazgeçemediği kötü alışkanlıklarından biri de tırnak yemekti. Sen bir de bu işi doğru dürüst yapanların stüdyosunu görsen, dedi Penny içinden. Janie, Philadelphia ya giderken kendi aletlerinin hepsini götürmüştü. Zaten Penny nin maddi açıdan bu kadar zorluk çekmesinin nedenlerinden biri de buydu. Kendisine yeni bir ultraviole ünitesi ve Omega stüdyo kamerası almak zorunda kalmıştı. Üstelik Janie nin götürmediği çok pahalı aletlerin bir kısmının bedelini de yavaş yavaş arkadaşına ödemeye devam ediyordu. Aslında bunların bir kısmı böyle mütevazi bir stüdyo için biraz lüks sayılırdı. Penny o yüzden eski restorasyon hocası Henry Ostrov u aramış ve öğrencileri arasında bunları satın alabilecek birini bulmasını rica etmişti. Bu nedir? Andre ultraviole ünitesini işaret ediyordu, llüminatör. Tabloları hem beyaz ışıkta hem de ultraviole ışığında inceleyebilirsin onunla. Evet haklısın. Oldukça karmaşık bir iştir bu, ama ben çok seviyorum. Ha Andy, çıkmadan önce komşunun kedisinin karnını doyurmam gerek. Üst kattaki komşum bir aylığına Avrupa ya gitti ve giderken kedisine bakmamı rica etti benden. Tabii hayvanı buraya alamıyorum. Etrafta bir yığın kimyasal madde var diye. Sence bir sakıncası var mı? Tabii ki yok, diye karşılık verdi genç adam nazikçe. Penny bütün ışıkları söndürürken o da ceketini giymiş, çantasını almış ve hazırlanmıştı. Birlikte üst kata çıkıp Penny nin arkadaşının dairesine girdiler. Oturma odasının pencereleri apartmanın arkasındaki yemyeşil bahçeye bakıyordu. Penny nin doğru dürüst güneş görmeyen karanlık stüdyosundan sonra burası tam bir cennetti. İçeri girdiklerinde kedi koşarak geldi ve burnunu Penny nin ayaklarına sürmeye başladı.

9 Burası gerçekten çok güzel bir yer. Andrew un sesi dost-çaydı, ama Penny bu sözleri kendi dağınıklığının ince bir eleştirisi olarak yorumladı. Ne yapalım? Çalıştığın yerde yaşamak zorunda kalırsan, bu kadar tertipli olamazsın, dedi aksi bir sesle. Kocaman bir şirketin çarkları arasında ezilip gitmektense kendi başıma çalışmayı tercih ediyorum ben. öyle demek istememiş Oh evet, Andy, öyle demek istemediğini biliyorum, özür dilerim. Bu sıcaklar dayanılmaz bir hal aldı, ondan böyle alıngan oldum sanırım. Şu senin şirkette neydi adı? Uzun süredir mi çalışıyorsun? Kuzey Amerikan Uluslararası Sigortacılık Şirketi. Evet, oldukça uzun bir süre sayılır. Peki, seviyor musun? Penny kedi maması kutusunu açarak tabağa boşalttı. Temiz bir tabağa da hayvanın içmesi için su doldurdu. Andrew bu soruya cevap vermeden önce uzun bir süre tereddüt etti. Sessizlik o kadar uzun sürdü ki, sonunda Penny başını kaldırıp ona baktı. Mavi gözlerindeki ifade sözcükleri dikkatle seçmeye çalıştığını gösteriyordu. Hem galiba bu adamın boyu epey uzun, omuzları da sandığından daha genişti. Aslında şirketi her zaman çok sevdim, dedi Andrew sonunda. Ama son zamanlarda işler biraz karıştı. Çalışma tarzımızı baştan sona değiştirmek isteyen yeni bir patronumuz var artık. Sanırım zamanla ona da alışacağım. İşte ben de bu yüzden kendi başıma çalışmayı seviyorum, dedi Penny. Evet, müşteriye hesap vermek zorundayım ama aslında sadece kendime hesap vermek zorundayım. Sen de böyle serbest bir şekilde çalışmayı düşünmez misin? Ama o zaman hiçbir güvencen olmaz ki. Böyle çalışarak geleceğini güvence altına alamazsın. Penny bu konuyu değiştirmeyi tercih etti. Peki, bu son işi almak da nereden geldi aklına? Sakın yanlış anlama, seni kırmak istemem ama sanattan pek anlamıyorsun gibi geldi bana. Bu restorasyon işini neden kabul ettin? Sadece şansıma bu çıktı, diye karşılık verdi genç adam. Ama bu sözlerin gerçeği tam yansıtmadığım hissediyordu Penny. Sigortacılık işinde müşteriyi düşünmek zorundasın, onun sigorta ettirmek istediklerini değil. Müşterinin yarış atı da olabilir bu, yatı da, tabloları da. Bunlar sana hiç cazip gelmeyebilir ama önemli olan müşterinin isteğidir. Neden sana başka bir iş vermelerini istemedin? Batık bir gemi veya düşen bir uçak gibi. Bu tür kazalara karşı da sigorta yapıyorsunuz, değil mi? Elbette, yapıyoruz. Aslına bakarsan, beni gönderebilecekleri başka işler de var şu sıralar, özellikle uzmanlık alanıma giren işler. Uzmanlık alanım gemiler, özellikle de petrol tankerleri. Öyleyse neden sanat? dedi genç kadın inatla.

10 Şey Çünkü patronum bu işi benim üstlenmemi istedi. Uygun başka biri yokmuş şu sıralar. Neyse önemli değil zaten. Ama önemli olduğunu hissediyordu Penny. Bu işi kabul etmek zorunda kaldığı için duyduğu hayal kırıklığı Andrew Keller ın yüzünden okunuyordu. Genç adamın yüzü kristal bir cam parçası gibiydi. Bütün duygularını yüzünden okumak mümkündü. Ayrıca, şirkette sana bir görev verdikleri zaman bunu geri çeviremezsin. İş iştir, diye devam etti dürüstçe. Üstelik ne tür iş olursa olsun ben kolaylıkla uyum sağlarım. Hem sanat konusunda çok fazla şey bilmeme de gerek yok değil mi? Nasıl olsa senin gibi uzmanlar var çevrede. Nazik davranmaya çalıştığı açıktı. Belki de evinin dağınıklığı konusunda yaptığı imadan sonra Penny nin gönlünü almak için söylüyordu bunları. Çok tatlı bir adamdı. Penny ondan hoşlandığını hissediyordu. Nazik, kibar ve düşünceliydi. Bu devirde rastlanması güç bir erkek cinsi yani. Yine de o kadar utangaç ve ciddiydi ki, Penny ona takılmaktan kendini alamıyordu. Kırmızı pantolon askılarını çok sevdim, dedi. Aynı anda genç adamın yüzü kıpkırmızı kesildi. Kapıyı açtığımda o kadar resmi giyinmiş bir adam vardı ki karşımda, böyle bir adamın kırmızı askı kullanabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. İddiaya girerim, iç çamaşırların da askıların gibi çarpıcı renklerdedir. Eh, bu kadarı fazlaydı artık. Andrew un yanaklarındaki kırmızılık bütün yüzüne yayıldı. Gözleri şaşkınlıkla açıldı. Penny kahkahalarını zor tutuyordu artık. Aslında kaba ve zalim bir insan sayılmazdı ama insanların kendilerini katı kurallarla sınırlamasından ve kasmalarından da nefret ederdi. Hem ayrıca Andrew Keller&#;ı utandırmak o kadar kolaydı ki, pek fazla çaba harcamasına gerek kalmıyordu. Yanılmıyorum değil mi? Yoksa sarı çizgili kırmızı çamaşırlar mı giyiyorsun? Hadi, söylesene. Yeter artık Penny! diye patladı genç adam birden. Hayal gücün fazla çalışıyor senin! Beni doğru dürüst tanımıyorsun bile. Çırılçıplak kapıya gelip bir yabancıyı içeri alıyorsun, sonra da kalkıp onun iç çamaşırları üstüne fikir yürütüyorsun. Böyle davranırsan günün birinde başını fena halde belaya sokacağının farkında mısın acaba? Yüzünde ince bir ter tabakası belirmişti. İçerisinin ne kadar sıcak olduğunu o zaman fark etti Penny. Aslında haklıydı tabii. New York gibi bir kentte, özellikle yalnız yaşayan bir kadın, erkeklerin üstüne böyle giderse, başını belaya sokacağı kesindi. Ama Andrew Kellerim diğerlerinden farklı olduğunu hissediyordu genç kadın. Tam bir centilmendi o. Kadınların geçmesi için kapıyı açan, arabaya önce kadımn binmesi için ısrar eden, bütün kadınların korunmaya muhtaç yaratıklar olduğunu düşünen Tabii, kadın erkek eşitliği üzerine söylenen bütün sözleri büyük bir inançla savunduğunu da iddia ederdi Andrew Keller. Yine de bunları sözde savunduğu kesindi lerin erkek tipiydi o. Üstelik

11 Penny onu çok çekici buluyordu. Son birkaç yıldır çıktığı erkeklerden o kadar farklıydı ki. Şimdiye kadar Penny nin birlikte olduğu erkekler, beş parasız sanatçüar ve hiçbir filmde rol alamayıp garsonluk yapan aktörlerdi. Hepsi de kendilerinin ve mesleklerinin ne kadar önemli olduğunu düşünür, hep başardıkları işlerin büyüklüğünden söz ederlerdi. Tabii, bu arada kimsenin onları anlamadığından yakınmayı da ihmal etmezlerdi. Penny, Andrew ya biraz daha takılmaktan kendini alamadı. Başımı beleya mı sokacağım? Ama senden bir zarar gelmez değil mi? Pantolon askısı kullanan erkeklerin arzularını kontrol altında tutmakta çok başarılı oldukları söylenir hep. Sen de öyle düşünmüyor musun? Genç kadımn yüzünde masum bir gülümseme vardı. Penny! Bu kedinin yemeği bitmedi mi daha? Hemen depoya gitmemiz gerekiyor. Genç adam kapıya yaslanıp kolundaki altın saate sabırsızca göz attı. Penny doğrulup onun yanına gitti. Andrew un gözlerinin içine bakabilmek için başım hafifçe geriye atması gerekiyordu. Gerçekten çok uzun boylu bir erkekti. En azından bir seksen beş vardı. Hele kendi boyunun bir altmış olduğu düşünülürse, onun yanında küçücük kalıyordu. Zaten saçlarını böyle kıvırcık bukleler halinde serbest bırakmasının nedenlerinden biri de buydu. Kabank saçlar boyunu biraz daha uzun gösteriyordu. Ama annesi kızının saçlarım görünce duyduğu hayal kırıklığı ve şaşkınlıkla bembeyaz kesilmişti. Annesini hayal kırıklığına uğratmak da hoşuna gidiyordu Penny nin. Belki saçlarına böyle bir şekil vermesinin nedenlerinden biri de buydu. Gerçekten çok sevimlisin Andy. Kızarman hoşuma gidiyor. Bana kocaman, sevimli bir ayı yavrusunu hatırlatıyorsun. Bölüm İki Ayı yavrusu ha! Bu kadının davranışları gerçekten dayanılır gibi değildi. Andrew Keller, daracık merdivenlerde onun peşinden inerken öfkeden küplere biniyordu. Apartmanın kapısından Mac-Dougal Caddesi ne çıktıklarında bir alev yüzünü yaladı sanki. Sıcaktan asfalt bile erimeye başlamıştı. Ona içinden kadın demişti ama, görünümüne bakılacak olursa kız sözcüğü daha uygundu. Ama yine de onun bir kadın olduğunu düşünüyordu Andrew. Herhalde yirmi beş yaşlarında filan olmalıydı. Ne de olsa belli bir öğrenim yapmış, stüdyosunu kurmuş, bu kadar çok alet alabilecek kadar çalışmıştı. O stüdyoda. Bütün bunlar hesaba katılırsa, yirmi beşine geldiğini düşünmek hatalı olmayacaktı. Ama onunla sokakta rastgele karşılaşsalardı eğer, en fazla on yedi, on sekiz yaşında olduğunu düşünürdü. Daha fazla göstermiyordu çünkü.

12 Dudaklarına pembe bir ruj sürmüştü yalnızca. Yaptığı bütün makyaj bu kadardı. Bu çok hoşuna gitmişti Andy nin. Kadınların yüzlerinin boya küpüne dönmesinden eskiden beri hoşlanmazdı. Manhattan da böyle kadınlara çok sık rastlanıyordu. Şirketin ana binasının, tabii bu arada kendi bürosunun da bulunduğu Wall Street, böyle kadınlarla doluydu. Üstelik kendilerini çok zarif, bakımlı ve şık bulurlardı. Oysa Andy ye göre fazla yapay tiplerdi bunlar. Bu tür kadınlardan hoşlanmamıştı hiç. Pembe ruj Penny Greenaway e gerçekten çok yakışmıştı. Hem ne kadar romantik bir ismi vardı böyle. Penelope gerçek adın mı? diye sordu birden. Genç kadın başını sallayarak yürümeye devam etti. Arada bir nefesini yüzüne doğru üflüyor ve alnına düşen bukleleri geri itiyordu. Kaldırımın iç tarafında yürüyordu Penny. Mağazaların ikinci veya üçüncü katlarındaki pencerelerde çalışan klima cihazlarından arada sırada damlayan su zerrecikleri, saçlarının üstünde elmas taneleri gibi parlıyordu. Andy hayranlıkla bu eksantrik kadını izliyordu. Ama kıyafeti! O bacaklarım saran şeyin adı pantolon olmalıydı. Ama hiçbir kadında böyle bir pantolon görmemişti Andy. Yoo görmüştü. On yıl önce bahriye askeri olarak Lübnan a gittiğinde bir kadının üstünde görmüştü böyle şalvara benzeyen bir pantolon. Ama o kadın da dansözdü zaten. Krem rengi pantolonun paça kısmı Penny nin bacaklarını sıkı sıkıya sarıyordu. Ama yukarı doğru çıktıkça gittikçe bollaşıyor ve belinde büzgüler halinde toplanıyordu. Gerçi her tarafı kapalıydı ama yine de biçimli bacaklarını ve kalçalarının düzgün yuvarlağını görür gibiydi Andy. MacDougal Caddesi ndeki ilk köşeye geldiklerinde bir grup yol inşaatı işçisinin kenarda oturduklarını, meyve sularını içip yemeklerini yediklerini fark etti genç adam. Ama işçiler Penny yi görünce ıslık çalmaya, laf atmaya başlamışlardı. Penny rahat bir tavırla yürürken onlara gülümsedi ve el salladı. Bunları karılarınıza söyleyin çocuklar! öylesine rahattı ki, yapacak başka bir şey olmadığı için Andy başını aksi yöne çevirmek zorunda kaldı. Ama başını çevirince, Koreli bir manavın önünden geçtiklerini fark etti. Kaldırımın kenarındaki tablalardan birine kocaman şeftaliler dizilmişti. Andy, Penny nin kahvaltı niyetine içtiği coca colayı hatırlayınca yüzünü buruşturdu. Güne iyi bir kahvaltıyla başlamanın yararlarına inanmıştı hep. Anlaşılan Penny Greenaway bu gerçeği bilmiyordu. Penny, bir şeftali yer misin? Kalktığından beri hiçbir şey yemedin. Sadece o colayı içtin. Hiç de iyi bir şey değil bu, biliyor musun? Sesinin ne kadar sert çıktığını fark edince, kendisi de şaşırdı. Aslında böyle bir şey istememişti. Kısa bir iş yolculuğu için iki adım ötedeki bir yere giderken, yanındaki kadına şeftali ikram etmeye kalkarsan

13 yanlış anlaşılabilirdi. Üstelik Penny Greenaway in böyle yanlış bir izlenime kapılmasını hiç istemiyordu. Ama bu teklifi nasıl olsa reddedeceğinden emindi. Kahvaltıda sadece böyle saçma sapan şeyler içtiğini kendisi söylememiş miydi? Ama beklenmedik bir şey oldu. Penny gülümseyerek başını salladı. Andy ye de cebinden bir miktar bozuk para çıkartıp Koreli manava bir tane şeftali istediğini söylemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Adamın İngilizcesi çok zayıf olduğu için şeftalinin yıkanmasını istediğini birkaç defa tekrarlamak zorunda kaldı. Penny hiç sesini çıkarmadan bekliyor, bu arada nefesini yüzüne üfleyerek saçlarını yüzünden itmeye çalışıyordu. Andy, bu davranışın onda bir tik halini aldığını fark etti. Bu kadar sıkılıyorsa, neden o saçlarını kestirmiyor veya sıkıca toplamıyordu acaba? Gerçi saçları uzun değildi ama o kadar gür ve kıvırcıktı ki, üstlerinden de biraz kestirse bu sorun kolaylıkla hallolabilirdi. Andy aslında çok uzun bir süredir hiç böyle bir kadınla tanışmamıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bir yıldır düzenli olarak çıktığı bir tek kadın vardı zaten. Caroline Potter. Carolinc in saçları da daima düzgün bir topuz halinde arkasında sıkıca toplanmış olurdu. Topuz yapmadığı zamanlar onlan atkuyruğu şeklinde arkasında bağlar ve mutlaka elbisesinin rengine uygun bir toka veya kurdela île tuttururdu. Andy, Caroline i hatırlayınca suçluluk duygusuyla kızardı birden. Eğer yanında yarı çıplak Penelope Greenaway ile MacDougal Caddesi nde yürürken Caroline ile karşılaşsa ona ne derdi? Gerçi Penny nin yarı çıplak olduğunu söylemek biraz abartmak olacaktı, bunu kabul ediyordu. Genç kadımn yüzü, elleri ve ayakları dışında hemen hemen her yeri kapalıydı. Tam o sırada gözleri Penny nin ayak tırnaklarına takıldı. Daha yakından görebilmek için ayakkabısını bağlamak bahanesiyle yere eğildi. Penny tırnaklarına pembe bir oje sürmüştü. Bunun hiçbir olağanüstü tarafı yoktu, ama her tırnağın ortasında küçük parmaklara doğru gitgide küçülen birer kelebek resmi vardı. Bunu nasıl becermişti acaba? Eğer tırnaklarımı bu kadar beğendiysen, dövmemi görünce bayılacaksın demektir. Andy kıpkırmızı kesilerek hızla doğruldu. Ama o kadar hızla kalkmıştı ki, başının döndüğünü hissetti. Tutunacak bir yer aramak için elini uzatınca, tam önündeki tablada piramit şeklinde dizilmiş domateslere çarptı. Elindeki yıkanmış şeftaliyle dükkânın arka tarafında bir yerden çıkan manav onları görmüş ve kendi dilinde bir şeyler bağırarak onlara koşmuştu. Şeftaliyi Penny nin eline tutuşturduktan sonra plastik bir torba alıp artık salça haline gelen domatesleri yerden toplamaya ve torbaya doldurmaya başladı. Sonra torbayı Andy ye uzattı. Üç buçuk dolar. Ama

14 Bunları artık satmama imkân yok. O yüzden parasını da siz ödeyeceksiniz. Adamın İngilizcesi birden düzelmişti sanki. Andy gözlerini Penny ye çevirdi. Yüzünde masum bir ifadeyle şeftalisini yiyordu. Ama gülmemek için kendini zor tuttuğunu da saklayamıyordu. Genç adam omuzlarını silkerek cebinden cüzdanını çıkardı ve istediği parayı manava ödedi. Sonra Hadi gidiyoruz, deyip Penny yi kolundan tuttu ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Köşeye geldiklerinde trafik ışığının yeşil yanması için beklemek zorunda kaldılar. Andy elindeki torbayı oradaki bir çöp kutusuna attı. Köşede beklerlerken, dudaklarının ucuna gelen soruyu sormamak için kendisiyle mücadele etti. Ama sonunda dayanamadı. Gerçekten dövmen var mı? Belki, diye karşılık verdi Penny. Sonra gözlerini kaldırıp esrarengiz bir tavırla gülümsedi. Andy kesin kararlıydı. Ne olursa olsun sormayacaktı. Penny Greenaway in tahriklerine daha fazla kapılmayacaktı. Nerede olduğunu öğrenmek istemiyor musun? Hayır! diye bağırdı birden genç adam. Hâlâ Penny nin kolunu tutmakta olduğunu fark edince birden elini çekti. Parmağını gömleğinin yakasından içeri sokarak biraz gevşetmeye çalıştı. Çamaşırhanede çok fazla kola kullanıyorlardı. Bir dahaki gidişinde bunu hatırlatması gerekiyordu onlara. Ayı! Penny birden yerinde sıçradı. Ne oldu? Birisi bana çimdik attı. Genç kadın dönüp arkasına baktı. Kimin çimdiklediğini anlamaya çalışıyordu. Ama yaya kaldırımında ışığın yanmasını bekleyenlerin sayısı o kadar artmıştı ki, bunu anlamak çok zordu. Tekrar Andy ye yaklaşıp sanki korumasım istermiş gibi kolunu tuttu. Eğer sokağa çıkarken normal kıyafetler giyersen, böyle şeyler başına gelmez Penelope. Andy nin sesi sertti ama aynı anda kolunu onun omuzlarına dolamış ve kendine doğru çekmişti. Tam o sırada yeşil ışık yandı ve herkes caddede yürümeye başladı. Bir taksiye binelim, dedi Andy. Depoya yürüyerek de gidebilirlerdi. Çok yakındı, ama hava o kadar sıcaktı ki, yürümek bir eziyet halini almaya başlamıştı. Sen ne demek istiyorsun yani? Penny taksiye binme teklifini umursamamış gibiydi. Gözleri öfkeden çakmak çakmak yanıyordu. Çimdiklemelerini ben mi istedim yani? Dişi köpek kuyruğunu sallamasa sözüne incin anlardan mısın yoksa? Ne demek istiyorsun, açıklasana! Hey, bir dakika, sakin ol. öyle bir şey demek istemedim ben. Andy, boş bir taksinin gelip gelmediğini anlamak için caddeye doğru bakarken,

15 Penny nin kolunu sıkıca tutmuştu. Ama az önceki inşaat işçilerinin laf atmalarının hoşuna gittiğini itiraf etmek zorundasın. Hatta onların o çirkin sözlerine cevap bile verdin. Andrew Keller, sen gerçekten çok garip bir insansın! O adamların sözleri çirkin filan değildi. Sadece bu kızgın güneş altında çalışmak zorunda kalan insanların kendi aralarında eğlenmek için buldukları bir oyundu. Bundan hiç de şikâyetçi değilim üstelik. Böyle sözler duymak bir kızın moralini yükseltir, kendine güven duymasını sağlar. Elindeki şeftaliyi arkasına doğru fırlattı. Yanlarından geçen kimse olmadığı için şeftali yere düşmüş ve Andy rahat bir nefes almıştı. Sen ilgi çekmekten hoşlanıyorsun sadece. Bunu biliyor muydun? Andy nin sesi iğneleyiciydi. Birden yine Caroline i hatırladı. Eğer bir grup işçi Caroline e laf atsa, burnunu hafifçe yukarı kaldırır ve yüzünü buruşturarak vakur bir ifadeyle yürümeye devam ederdi. Caroline gerçek bir hanımefendiydi. îyi okullarda okumuş, iyi bir terbiye almıştı. Kısa bir süre sonra da çocuklarının annesi olacaktı. Tam o sırada boş bir taksi göründü. Andy eliyle işaret etti ama adam hiç umursamadan yoluna devam etti. Arkasından gelen ikinci taksiye de işaret etmesine rağmen sonuç aynıydı. Eğer sana kalırsak, bütün gün bu sıcağın altında beklemek zorunda kalacağız, dedi Penny. Sonra iki parmağım ağzına sokup kuvvetli bir ıslık çaldı. Aynı anda sarı bir taksi lastiklerini gıcırdatarak gelip önlerinde durmuştu. Genç kadın kolunu hızla çekip arabaya bindi. Andy, onun kolunu bırakmadığını ancak o zaman fark etti. Taksi yeniden hareket ettiğinde, Penny arka koltuğun en uç köşesine çekilip oturmuş, dirseklerini dizlerine dayayarak yüzünü avuçlarının arasına almıştı. Andy ye bakmıyordu bile. Genç adam işlerin arap saçma döndüğünü hissetti. Üstelik işin en zor kısmım henüz atlatmamışlardı. Penny ye sanat çalışması olarak önerdiği işin ne olduğunu gördüğünde, genç kadın büyük bir olasılıkla teklifi reddedecekti, işte bunu kaldıramazdı Andy. Şirketteki konumu bu kadar sallantıdayken Midesinin yine ağrımaya başladığını hissedince, cebinden bir tablet çıkartıp ağzına attı. Dieter, şirketin başına geldiğinden beri bu tabletlerden günde iki üç tane kullanmaya başlamıştı. Andy, Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi nde yedi yıldır çalışıyordu. Deniz Kuvvetleri ndeki askerlik görevini bitirdikten sonra hemen şirkete girmiş, ağır ama emin adımlarla yavaş yavaş yöneticilik basamaklarını tırmanmaya başlamıştı.her şey yolunda gidiyordu. Ta ki, şu andaki patronu Frank Dieter şirketin Güney Amerika daki faaliyetlerinin yönetimini bir başkasına bırakıp New York taki işin başına geçmeye karar

16 verinceye kadar. Dieter orada uyguladığı ve büyük bir olasılıkla Güney Amerika da geçerli olan çalışma tarzını burada da sürdürmeye kalkınca işler karışmıştı. Adam Güney Amerika ile New York un ne kadar farklı yerler olduklarını bir türlü anlamak istemiyordu. Andy nin çalışma arkadaşları, bu arada sanat eserleriyle ilgili uzman olanı da, daha şimdiden işten atılmışlardı. Gerçi hiç zaman kaybetmeksizin çok daha iyi işler bulmuşlardı ama yine de Andy şu anda işten kovulmayı göze alabilecek durumda değildi. Genç adam beceriksiz bir insan olmadığının, tam tersine işinde oldukça başarılı olduğunun farkındaydı. Ama Dieter ın başarı kriterleri çok daha farklıydı anlaşılan. Caroline in babası, Philadephia daki büyük bir sigortacılık şirketinin yönetim kurulu başkamydı. Caroline ile Andy evlendiklerinde, şirkette ona çok önemli bir sorumluluk vereceğini de ima etmişti defalarca. Ama Andy önüne çıkan bu fırsata gözleri kapalı atlamak istemiyordu. Caroline ile evlendikleri takdirde bunun ömür boyu süreceğini biliyordu. Çünkü Andrew Keller evliliğin kutsal bir müessese olduğuna inanırdı öteden beri. O yüzden Caroline e evlenme teklif etmeden önce, birbirlerini daha da iyi tanımaları gerektiğine inanıyordu. Son bir yıldır her cumartesi akşamı Caroline ile birlikte çıkmışlar, haziran ayında da Caroline in ailesinin Philadelphia mn biraz dışındaki çiftliğinde uzun bir hafta sonu tatili yapmışlardı. Potterlar m yaşamı gerçekten ilgi çekiciydi. Hafta sonlarını kent dışındaki çiftliklerinde geçiriyorlar, rahat bir hayat sürüyorlardı. Caroline ile evlendiklerinde bu lüks ve rahat hayat tarzının içine Andy de girecekti. Ama Dieter onu işten kovarsa, Caroline in babası, Andrew Keller ı yine damadı olarak kabul etmek ister miydi acaba? Üstelik Dieter ın öfkesinin de burnunda olduğunu hissediyordu Andy. Gerçi Andy şirkette önemli bir yöneticilik görcvindeydi, ama Dieter yine de her an onu kovabilirdi. Adam ona doğrudan kapıyı göstermek yerine, istifaya zorlamayı tercih edecekti. Andy de bunun farkındaydı ve onuiı oyununa gelmemeye kesin karar vermişti. Altmış milyon liraya sigortalanmış tabloların restorasyonu görevini Andy ye vermesi de bu taktiğin bir parçasıydı. Ama Andy hiç sesini çıkarmadan görevi kabul etmiş ve bu işin bir uzmana verilmesi gerektiğini söylemek yerine başını sallayarak odadan çıkmıştı. Bence kavga etmemiz için hiçbir neden yok, dedi Penny birden. Taksinin kapısına yaslanmaktan vazgeçip Andy ye doğru eğildi. Pırıl pırıl ela gözlerini çevreleyen gür ve uzun kirpiklerinin gölgesi pembe yanaklarına düşmüştü.

17 Bence de, diye karşılık verdi hemen Andy. İlk adımın ondan gelmesine sevinmişti. Penny nin keyfinin yerinde olması çok önemliydi. Bu işi yaptırmak için ondan önce beş kişiyle konuşmuş ama hepsi sandıklardakileri gördükten sonra burunlarını kıvırarak böyle bir işi kabul etmeyeceklerini söylemişlerdi. Burunlarının bu kadar havada oluşunun nedenini bir türlü anlayamıyordu Andy. Sanki sandıklarda pornografik fotoğraflar varmış gibi bir tavır göstermişlerdi. Ama son iki tanesi biraz daha nazik davranmış ve Greenaway ve Ackerman adındaki kuruluşla temasa geçerse, belki onların bu işi kabul edebileceğini söylemişlerdi. Andy, Penny nin de bu işi kabul edeceğinden kuşkuluydu. Ama parasal açıdan zor durumda olduğu da açıktı. Belki sadece bu nedenle kabul edebilirdi. Telefonun kesik olduğundan haberi yokmuş gibi davranması kandırmamıştı Andy yi, çünkü daha önce santrala sormuş ve borcu ödenmediği için kesik olduğunu öğrenmişti. İşte bu umutla Greenaway ve Ackerman adlı kuruluşa gitmiş ve karşısına çarşafla ra sarınmış küçük bir kız çıkmıştı. Şirketin ödemeyi düşündüğü fiyatın yansından biraz daha fazlasını teklif edecekti ona. Çünkü bu işi ne kadar ucuz yaptırabilirse, Dieter m da onu kovmak için o kadar az bahanesi olacaktı. Kaç yaşındasın Penny? diye sordu birden. Yirmi yedi. Neden sordun? Çok daha genç gösteriyorsun. Biliyorum. Geçen hafta bara gitmiştim, içki vermek için önce kimliğimi görmek istediler. Andy midesinin birden kıskançlıkla kasıldığını hissetti. Bara kimle gitmişti acaba? Ama bu kızın bara gitmek için yanında bir erkek arayacağını düşünmek saçmaydı. Bağımsız bir tip olduğu belliydi. Aptallığına kızarak başını salladı. Onu kıskanması için hiçbir neden yoktu ki. Zaten nişanlı bir erkekti. Evet, belki Caroline ile resmen nişanlanmamışlardı ama birbirlerine nişanlı gözüyle bakıyorlardı. Evli misin Andy? Penny onun aklından geçenleri okumuştu sanki. Hayır. Hayır, evli değilim. Neden? Çok ciddi bir adamsın oysa. Şey Evet, öyleyim tabii. Andy, deponun önüne geldiklerini fark edince, bu konuşmanın burada kesileceğini anlayarak rahatladı. Arabadan inip Penny nin de rahatça inmesi için kapıyı tuttu. Şoföre parayı ödedikten sonra cebinden siyah deri kapü küçük bir defter çıkartıp taksi Ücretinin miktarını dikkatle yazdı. Orada güneşin altında ne yapıyorsun öyle? Penny, binanın gölgesine sığınmış sesleniyordu. Hudson Nehri nden esen hafif rüzgâr, o garip

18 pantolonu hafifçe uçuşturuyordu. Kıyafeti gerçekten çok garipti. Ama kentin bu bölümü o kadar ıssızdı ki, kimsenin onu görmesine imkân yoktu. Andy ona doğru yürürken, Harcamalarımı yazıyorum, diye cevap verdi. Penny nin nefis bir kokusu vardı. Gül, yoo hayır, yasemin kokuyordu. Ne kadar düzenli bir adamsın Andy. İddiaya girerim, çorapların da ayn bir çekmecenin içinde küçük askerler gibi düzenli bir şekilde duruyordur. Yoksa çorapların sarı çizgili kırmızı iç çamaşırlarının çekmecesinde mi duruyor? Yeter artık Penny! diye bağırdı genç adam. Nehirden esen rüzgâra rağmen hava dayanılmayacak kadar sıcaktı. Üstelik gömleğinin yakası da o kadar sertti ki boynunu acıtıyordu. Penny bir kahkaha atmamak için kendini zor tuttu. Andrew Keller gibi biriyle tanışmamıştı daha önce hiç. Onu kızdırmak, yüzünün kızardığını izlemek çok hoşuna gidiyordu. Ama artık davranışlarına biraz dikkat etse iyi olacaktı. Telefon ve elektrik faturalarını ödeyebilme fırsatım bir anda elinden kaçırabilirdi. Onu doğru dürüst tanımıyordu bile. Çok ciddi bir görünümü olmasına rağmen, şaka kaldırabilen bir adam izlenimi bırakmıştı Penny nin üstünde. Yine de emin olamazdı. Bir anda kafası kızabilir ve onunla çalışmak istemediğini söyleyebilirdi. Eee, şu harika tablolar nerede Andy? Artık biraz çalışalım. Andy, deponun bulunduğu binanın ana kapışım açarak geçmesi için ona yol verdi. Dışarının dayanılmaz sıcağından sonra klima cihazlarıyla soğutulan binanın serinliği çok iyi gelmişti. Bina sorumlusu olan memur onları geniş asansöre götürerek üçüncü katın düğmesine bastı. Yukarı doğru çıkarlarken Penny birden başımn döndüğünü, midesinin bulandığını hissetti. Asansör, üç tarafı açık, yük taşımaya mahsus cinstendi. Sadece ağır, metal bir kapısı vardı. Diğer üç kenarı doğrudan binanın duvarlarına sürünerek çıkıyordu yukarı. İyi misin Penny? Andy onun omzuna yavaşça dokundu. Genç kadın gözlerini kapatarak Böyle asansörlerden nefret ederim, diye fısıldadı. Aym anda Andy nin kolunun omuzlarına dolandığını hissetti. Sıcacık, insana güven veren bir temastı bu. Tamam Penny. Geldik sayılır. Aşağı inerken merdivenlerden ineriz, merak etme. Asansörün durduğunu hissedince rahatlayarak gözlerini açtı genç kadın. Kocaman, oda gibi bir yerdeydiler. Yüksek pencerelerin camları o kadar kirliydi ki, dışarıdan gelen gün ışığı içerisini aydınlatmaya yetmiyor, tavandan sarkan küçük bir ampul bu görevi yerine getiriyordu. Odanın içinde dikenli tellerle çevrilmiş küçük bölmeler vardı. Andy onu o bölmelerden birine doğru götürürken cebinden de anahtarını çıkardı.

19 İyi korunan bir depo değil sanırım burası, diye mırıldandı Penny. Yüz tane yağlıboya tabloyu böyle dikenli tellerle korunan bir yerde saklamak pek akıl kârı bir iş değildi. Andy anahtarı kilide sokup bölmenin kapışım açarken, Bizim için yeterli, diye cevap verdi. Oldukça sinirli görünüyordu. Penny de bunun nedenini bir türlü anlayamıyor-du. Eğer bu işi alamazsa, Wilmette e annesiyle babasının yanına dönmek zorunda kalacak olan oydu. Bu nedenle, onun sinirli olması gerekirdi. Andy, küçük bölmenin arka tarafındaki sandıklardan birine doğru yürürken, Penny birden heyecanlandığını hissetti. Yeni bir sanat eseriyle karşılaşacağım bilmek onu hep böyle heyecanlandırırdı. Andy demir bif çubuk alıp sandıklardan birinin kenarına soktu ve çubuğu hafifçe geri çekip sandığın bir kenarını kırdı. özenle sıralanmış on tane çerçeve görünmüştü kınlan yerden. Ama hem sandığın kenarları hem de çerçeveler çamur içindeydi. Bu resimlerde pek önemli bir hasar olduğunu sanmıyorum, dedi Andy. Esas onarılması gerekenler çerçeveler sanının. Çerçeve de onanyorsun, değil mi? Elbette. Penny en üstteki resme bir göz attı. Siyah saçlı, çıplak bir kadın portresiydi bu. Penny kalbinin duracak gibi olduğunu hissetti ve resme tekrar baktı. Ama bu Modigliani! diye bağırdı. Çok ünlü bir tablo bu! Sadece röprodüksiyon, diye hatırlattı Andy. Oh, elbette. Penny kendini toparlamaya çalıştı. Birden tablonun gerçek olduğunu sanmıştı. Kendisi de iyi bir kopyacı olduğu için, gerçek tabloların kopyasının nasıl yapıldığını iyi bilirdi, insan çizgileri ve renkleri büyük bir başarıyla taklit eder, ama iş sanatçının yakaladığı ışığı bulmaya gelince mutlaka başarısızlığa uğrardı. Zaten gerçek sanatçılarla aralarındaki fark da buydu herhalde. Ama tam karşısında duran tablodaki ışık da Modigliani nin ışığıydı sanki. O yüzden böyle şaşırmıştı. Bu tabloyu kopya eden kimse, işinin gerçek bir uzmanıydı kuşkusuz. Sanattan iyi anlıyorsun, dedi Andy hayranlıkla. Bunu herkes tanır. Bu tablo çok ünlüdür. Andy tam önünde duruyor ve Penny nin resmi daha iyi görmesini engelliyordu. Genç kadın çantasını açıp her zaman yanında taşıdığı büyüteci çıkardı. Resme doğru eğilip çıplak kadının tam çenesindeki küçük bir noktayı inceledi. Birden kalbinin sızladığını hissetti. Bunu düşünmem gerekirdi. Eğer bunlar yağlıboya reprödüksiyonlar olsaydı, Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık şirketi, restorasyon için Penny Greenaway e gelmezdi herhalde.

20 Bunlar fotoğraf reprodüksiyonlar, dedi, sesindeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışmadan. Sadece fotoğraf bunlar. Işığın bu kadar kusursuz olmasının nedeni de buydu tabii. Yağlıboya bir reprodüksiyonun bu kadar başarılı olması imkânsızdı zaten. Ben foto-röprodüksiyonlarla çalışmıyorum. Zaten hiç Bu işten hiç anlamadığını ağzından kaçırmak üzereydi ki, son dakikada sustu. Bu konudaki bilgisi çok sınırlı da olsa, bir şeyler yapabilirdi nasıl olsa. Hem zaten önce çerçeveleri onarması gerekecekti. Bu iş birkaç ay sürerdi. O zamana kadar belki daha iyi bir teklif alırdı başka yerden. Gözlerini Andy ye çevirdi. Genç adam sinirli bir şekilde alt dudağını ısırıyordu. Bu seferlik böyle bir çalışmayı kabul edemez misin Penny? Yaptığın işe değecek bir ücret alacağından emin olabilirsin. Alt dudağım ısırma sırası Penny ye gelmişti. İşi tabii ki kabul edecekti, ama hemen üstüne atlamak istemiyordu. Böyle bir şey yaparsa, umduğundan çok daha az bir ücret almak zorunda kalabilirdi. Bana böyle bir teklifle gelmeni hakaret olarak kabul etmem gerekir aslında Andy, dedi yumuşak bir sesle. Bu işin sanatla filan ilgisi yok. Temizlik yapmak gibi bir iş bu aslında. Tabii temizlik yapanlara da büyük saygı duyuyorum ama ne yazık ki benim mesleğim değil bu. Andy dudağını ısırmaya devam ediyordu. Genç kadın onun da en az kendisi kadar sinirli olduğunu hissetti. Herhalde bu iş şirket için çok önemliydi. Eğer sigorta ettikleri bir malın hırsızlar tarafından çalınıp bataklığa atıldığı ortaya çıkarsa, ticari itibarları zedelenebilirdi. O yüzden bu işi gizli tutmak, reprodüksiyonları eski haline getirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi alıcısına teslim etmek istiyorlardı. Andy derin bir nefes aldı. Ama yine de bu işi reddedebilecek durumda değilsin, öyle değil mi? Penny şaşırarak baktı. Genç adamın yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Andrew Keller aynı zamanda işini iyi bilen, elindeki kozları değerlendiren bir adamdı demek. Penny nin sandığı gibi idare edilmesi kolay, parmak ucunda oynatılabilecek bir tip değildi. Şey Gerçekten çok iyi reprodüksiyonlar olduğunu kabul etmem gerek. Tabii hepsi Modigliani kadar iyiyse Hatta daha önce hiç bu kadar iyisini görmediğimi de söyleyebilirim. Anlıyorum. Sonuç? Genç adamın sesi yumuşaktı. Penny içini çekti. Evet, işi kabul ediyorum. Böyle davranmakla fiyatım çok düşürdüğünün farkındaydı. Telaşla sözlerini sürdürdü. Ama iyi bir fiyat verirsen Andy. Manhat-tan da foto-reprodüksiyonlan üzerinde çalışmayı kabul edecek başka birim bulamazsın çünkü. Bunu sen de biliyorsun değil mi?

21 Biliyorum, dedi genç adam. Ama Greenaway ve Ackerman ile çalışmak beni çok mutlu edecek. Özellikle Greenaway ile. Yüzünde bir zafer gülümseyişi vardı. Teşekkür ederim, diye mırıldandı Penny. Belki de durum sandığı kadar umutsuz değildi. Belki de makul bir fiyata anlaşabilirlerdi. Hiç olmazsa böylece ikinci defa hakarete uğramamış olurdu. Fotoğraf reprodüksiyonları! Tanrım, umarım bu işi kabul ettiğimi hiç kimse duymaz! diye geçirdi içinden. Bölüm Üç Penny sandıktaki diğer resimlere bakarken, Andy tel örgüyle çevrili bölmeden çıkıp dışarıda bekledi. Midesinin guruldamaya başladığını fark edince saatine baktı, öğle yemeği zamanım epey geçirmişlerdi. Penny yi de yemeğe davet etse miydi acaba? Neden olmasın? diye düşündü birden. Heyecanlanmıştı. Onu yemeğe davet etmesi için son derece geçerli bir nedeni de vardı üstelik. Daha ücret üzerinde konuşmamışlardı. Hem buradaki resimlerin stüdyoya nasıl götürüleceğini de konuşmaları gerekiyordu. Genç kadının bu işi kabul etmesi pek büyük bir sürpriz olmamıştı. Parasal açıdan zor günler geçirdiği belliydi. O yüzden önüne gelebilecek her teklifi fazla düşünmeden kabul etmek zorundaydı. Bütün parasızlığına ve hippi yaşam tarzına rağmen, Penny Greenaway in iyi bir aileden geldiği ve iyi bir öğrenim gördüğü belliydi. Neden böyle bir yaşam tarzı seçmişti acaba? Penny ile birlikte yemek yeme düşüncesi gitgide daha da heyecan verici olmaya başlamıştı. Onun gibi birini daha önce hiç tanımamıştı. Birbirlerine taban tabana zıt kişiliklerde olduklarının çok belli olmasına rağmen, yine de onu daha yakından tanımak istiyordu. Bunu neden istediğini de bilmiyordu üstelik. Genç kadın ellerinin tozunu üstüne silerek küçük bölmeden çıktı. Kapıyı kapatırken Hepsi gerçekten çok iyi röprodüksi-yonlar, dedi. Eğer yanımda büyüteç olmasaydı, bunu bilemezdim tabii. Yumuşak ışıklı bir odada duvara asılırlarsa, herkes gerçek Modigliani olduğunu sanabilir. Hepsi Modigliani mi? Yani yüz tanesi de demek istiyorum. Hayır. Yanımda bir liste olacaktı. Andy ceket cebinden ikiye katlanmış bir kâğıt çıkardı. On tane CĞzannes, on Modigliani, on Seurat, on Tamam Andy. Sonra bakarım listeye. Şu anda açlıktan ölüyorum. Hadi gidip bir şeyler yiyelim. Nasıl bir şeyler? örneğin pizza. Andy kaşlarını çattı. Herhalde ayakta dikilip bir parça pizza yemek istemiyorsun değil mi? Seni yemeğe götüreyim.

22 Oh, harika bir fikir bu! diyen Penny nin sesi o kadar heyecanlıydı ki, Andy onun en son ne zaman doğru dürüst bir yemek yediğini merak etti. Evet, parasız olduğu belliydi ama kuru ekmekle karnını doyuran bir insana da benzemiyordu. Vücudunun belli bölümleri yeterli dolgunluktaydı. Ona dokunmak çok hoş olurdu herhalde. Hele Caroline in modaya uygun kemikli vücudu göz önüne alınırsa. Tamam, öyleyse ben nerede yiyeceğimizi biliyorum, dedi Penny gülümseyerek. Andy birden tedirgin olduğunu hissetti. Kentin öteki yakasındaki lokantaları iyi tanıyordu. Ama bu civarda bildiği bir yer yoktu hiç. Hiç bilmediği bir yere gitmekten de hoşlanmıyordu. Oysa Caroline ile birlikteyken, gidecekleri yeri seçme kararım hep ona bırakırdı Caroline. Yine iki kadım kıyasladığını fark edince, garip bir suçluluk duygusuna kapıldı. Merdivenlerden inip sokağa çıktılar ve yürümeye başladılar. Etraf o kadar ıssızdı ki, buralardan boş bir taksi geçeceğini hayal etmek bile anlamsızdı. Ne zaman karşıdan karşıya geçmek zorunda kalsalar, Penny yavaşça onun kolunu tutuyordu. Bu hafif temas Andy nin çok hoşuna gidiyordu. Onun gibi bağımsız bir kadından beklenmeyen bir davranıştı bu. Tıpkı asansörde korkması gibi. Andy ona öyle sarılmak istememişti asansörde. Ama Penny de öyle bir şey vardı ki, insan ister istemez koruma duygusuna kapılıyordu. Genç kadın buralarda iyi bir lokanta olduğunu, üstelik kredi kartı kabul ettiklerini söyleyince, Andy nin tedirginliği geçti. İnce, düşünceli bir davranıştı bu. Harcamalarını deftere yazdığı için yanında fazla para olmadığını düşünmüş ve o yüzden kredi kartı kabul eden bir yer seçmişti demek. On beş dakika soma, mavi beyaz ekose örtülü bir masada karşılıklı oturuyorlardı. Şarap içer misin Penny? Andy gözlerini mönüden kaldırarak ona baktı. Hayır teşekkürler. Sadece bir salata yiyip buzlu çay içeceğim. Hepsi o kadar mı? Andy hayal kırıklığına uğramıştı. Uzmanı olduğu konulardan biri de şaraplardı. Bu konudaki bilgisini ona göstermek istiyordu. Evet. Gerçekten istemiyorum. Hava çok sıcak. Az sonra garson buzlu çaylarını getirdi. Penny bardağı bir dikişte yarısına kadar içmiş, sonra dalgın bir tavırla önune bakmaya başlamıştı. Onun tırnaklarını yediğini ilk kez o zaman fark etti Andy. Belki de Penny Greenaway göründüğü kadar rahat ve tasasız bir insan değildi. Aynı anda genç kadının afatının hafifçe kırıştığını fark etti. Bir şey mi oldu Penny?

23 Biraz kafam kanşık Andy. Bütün o Modiglianiier in arkası sarı ambalaj kâğıdı ile kaplıydı. Bu çok garip. Herhalde o kâğıtları değiştirmemi de istiyorsun, değil mi? Eğer onlar da ıslanıp çamurianmışiarsa, elbette. Neden? Bu çok mu önemli? Yoo, hayır. Ama tuvallerin arkasında bu tür kâğıtlar olmaz hiç. Sadece taşbaskısı resimlerde kullanılır, tozdan korumak için. Ama belki fotoreprodüksiyonlarda da kütlanıyorlardır bu kâğıtları, bilmiyorum. Her neyse, öğrenirim, öylesine gerçek tablolar gibi duruyorlardı ki, hâlâ inanamıyorum! Penny şaşkınlığını atamamıştı üstünden. Başım salladı. Kim için getirildi bunlar? Pek ilgini çekecek biri olduğunu sanmıyorum. Sanırım, batı kıyısındaki bir oteller zincirinin dekorasyonunda kullanılacaklarmış. Altmış milyon liraya sigortalandılar. Altmış milyon mu! Ama bu çok yüksek bir rakam değil mi? Yani tanesi altı milyona sigortalanmış oluyor bu durumda. Hiçbir tablonun fotoğrafı, çerçeveli de olsa, bu kadar etmez. Tabii çerçevenin içinde elmas veya uyuşturucu kaçırmıyorlarsa. Andy gülmeye başladı. Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi nin uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgisi Olabileceğini düşünemiyorum bile Penny. Herhalde alıcı için özel bir değeri var bu resimlerin. Aslında altmış milyon Andy için gülünç bir paraydı. Aden Körfezi nden yüklenen bir petrol tankerinin değeri düşünülürse O reprodüksiyonlardan biri gerçekmiş gibi satılamaz mı? diye sordu. Yoo, işte bu imkânsız Andy. Bu işlerden anlayan biri büyüteçle baktığında bunun gerçek tablo olmadığını hemen anlar. Esaslı bir sahtekârlık yapmak istiyorsan, tabloyu aynı boyutlarda, otantik bir yağlıboya ile yapmak zorundasın. Üstelik kopyayı yapan kişinin de gerçekten bu işin ustası olması şart. Böyle bir iş de çok pahalıya çıkar. En azından bir, bir buçuk milyona. Yine de son zamanlarda sahte tabloları anlamak için o kadar çok yöntem geliştirdiler ki, sonunda her şey anlaşılır. Bütün o X ışınlarına, kimyasal maddelere, özel ışıklara rağmen Eğer sahte bir tablo da en az orijinali kadar pahalıya çıkıyorsa ve sonunda sahte olduğu anlaşılıyorsa, neden bu işi yapıyorlar? Gerçek tablo fiyatlarından haberin yok senin galiba. Bundan bir süre önce Piet Mondrian ın bir tablosu Londra da tanı iki yüz milyona satıldı. Tabii bu arada Mondrian ın eserleri de kopya etmeye değer yapıtlar arasına girdi. Mondri-an ı tanır mısın? Penny onun sanattan hiç anlamadığını bir an için unutmuştu. Andy başmı iki yana salladı. Sanat söz konusu olduğu zaman Penny nin gözlerinin ışıl ışıl yandığını fark etmemek imkânsızdı.

24 Mondrian modem bir sanatçı. Abstre resimler yapar. Yani eserlerini kopya etmek pek zor değildir. Tabii, Mondrian ı Mondrian yapan ve bir tablosunun iki milyon dolara satılmasını sağlayan büyüyü hiç kimsenin yakalaması mümkün değil. Yine de onun tablolarından birini kopya etmek isteyen birinin epey uğraşması gerekir, önce Mondrian ın lerde veya 30 larda çalıştığı türden tuval ve boya bulmak zorundasın. Garson salatalarını getirmişti. Andy yavaşça yemeye başlarken Devam et, dedi. Penny salatasına dokunmuyor, parmaklarını heyecanla çıtlatarak konuşmasını sürdürüyordu. Genç adam onun hiç yüzük takmadığını fark edince şaşırdı. Oysa böyle bir kadının parmaklarında, Kenya veya Afganistan daki kabile toplurrüannda görülen cinsten ekzotik mücevherler görmeyi bekliyordu insan. Caroline ise sadece altın ve elmas kullanırdı mücevher olarak, On sekiz yaşma geldiğinde Philadephia nm en büyük mücevhercilerinden birinde onun adına hesap açılmış ve o günden beri oradan alışveriş eder olmuştu. Doğrusunu söylemek gerekirse, evlendikten sonra Caroline in bu pahalı alışkanlıklarını nasıl karşılayabileceğini bilemiyordu Andy. Bu tür eski tuvalleri, boyaları bulmak çok güçtür ama imkânsız da değildir, diye konuşmasını sürdürdü Penny. İşte böyle. Eğer Mondrian m bir tablosunu kopya edeceksen, çok fazla tanınmayan bir tanesini seçer, yaparsın. Sonra onu koltuğunun altına sıkıştırıp bir bankaya gidersin. Tabloyu rehin olarak bırakacağını, karşılığında 50 milyon istediğini söylersin örneğin. Kısa bir süre önce Londra da bir Mondrian satıldığını bilen bankacılar hemen ellerini ovuştururlar. Ama önce biraz düşünmek istediklerini söylerler sana. Tabii, gideceğin bankayı seçerken, sanat merkezi olmayan bir şehirde bulunmasına dikkat edersin. Sen tabloyu bankaya bırakıp çıktıktan sonra onlar hemen bir uzman çağırıp tablonun gerçek olup olmadığını söylemesini isterler. Gerekli araç gerece sahip olmayan bir uzman rahatlıkla tablonun gerçek olduğunu söyleyebilir onlara. Sen ertesi gün elli milyonu cebine koyup çıkarsın bankadan. Sahte tabloyu yapmak için harcadığın para en fazla bir buçuk milyondur. Geri kalan para da cebine kalmış olur. Anladın mı şimdi? Tabii, bu arada bu paranın hesabının hiçbir zaman sorulmadığı bir Güney Amerika ülkesine, Rio ya filan gidersin, dedi Andy ağzını peçetesiyle silerken. Tamam! Anladın işte. Penny salatasından bir çatal aldı. Müthiş bir hayal gücün var Penny. Andy gülerek cebinden küçük siyah defterim çıkardı ve bir şeyler yazdı. Hiç de değil. Bu tür olaylar sık sık yaşanıyor ama tabii gazetelerde yazmıyor. Çünkü o şiş göbekli bankacılar ne kadar aptal olduklarının etrafa yayılmasını istemiyorlar. Böyle bir şey yapmak senin de aklından geçmedi

25 mi hiç? Geçmez olur mu hiç Andrew Keller? Ama bu iş büyüklerin işi. Benim gibi Illinois, Wilmette ten gelen küçük bir kıza uygun işler değil. Ayrıca, ben iyi resim de yapamam. Stüdyodaki Deas bence çok güzeldi Penny, dedi genç adam ciddi bir sesle. Şimdi bizim işten alacağın parayı konuşalım. Böylece tablo sahtekârlığı yapmak zorunda da kalmamış olursun hem. Penny neşeyle güldü. O deftere ne yazdın öyle? Senin anlattıklarım kısaca not ettim. Bir sigortacı karşılaşabileceği bütün olasılıkları aklında tutmak zorundadır. Neden? Mesleğinde başardı olabilmek için tabii. Oh, ne kadar ciddisin Andy! Penny yine gülmeye başladı. Hiç kendini rahat bırakıp içinden geldiği gibi yaşayamaz mısın sen? Elbette yaşarım, diye karşılık verdi Andy. Cumartesi sabahlan okul mezuıdanyla Central Park ta yaptıkları beyz-bol maçlannı hatırlamıştı. Ama onun asd tutkusu denizdi. Arabası ve teknesi olmadığı için hafta sonlarında New York dışına kaçıp bu tutkusunu gerçekleştiremiyordu. O yüzden okul arkadaşlarıyla beyzbol oynamakla yetiniyordu. Zaten Caroline de denizden ve teknelerden nefret ederdi. Evlendiklerinde bundan asla söz etmemesini, çünkü hem Andy nin başına bir şey gelmesinden korktuğunu hem de kendisini deniz tuttuğunu açıkça söylemişti. Yemeklerini bitirmeden önce Penny de Andy ücret konusunda anlaşmışlardı. Peııny nin umduğunun biraz üstündeydi bu fiyat. Andy nin yüzündeki gülümseme ise, Ödemeyi düşündüğünün daha altında bir rakamla bu işi kapattığını gösteriyordu. Ama benim stüdyoma on tane sandığın hepsini birden getirirseniz, bana çalışacak yer kalmaz, dedi Penny. öyleyse sandıkları teker teker getiririz. İlk on tabloyla işini bitirdiğinde onları alıp yeni bir sandık yollarım sana. Andrew Keller m fotoğraflara tablo demesi Penny yi çileden çıkartıyordu, ama hiçbir şey söylememeyi tercih etti. Bu yaştan sonra onu sanat konusunda eğitecek değildi ya? İyi fikir, diye mırıldandı. Böylece onu sık sık görmüş olurdu hem. Aslında Andrew Keller, Penny nin tipi değildi. Hem de hiç değildi. Ama yine de tatlı, hoş bir adamdı. Son zamanlarda beraber olduğu erkeklerden çok farklıydı. Çok ciddi, çok utangaç ve çok düzenliydi. Ama Penny nin hayatı o kadar düzensizdi ki, böyle bir adamla bir süre beraber gezse, olumlu bir değişiklik olurdu belki. Birden annesini hatırladı. Andrew Keller ı kolundan tutup onunla tanıştırmaya götürse, annesi sevinç çığlıkları atardı herhalde. Kızma koca olarak düşündüğü adayın bütün özellikleri vardı Andy de. Annesi hemen evlenmelerini ve kendisine torunlar vermelerini isterdi onlardan.

26 Penny aklından geçenleri fark edince kıvırcık buklelerini şaşkınlıkla salladı. Bu kadar sessiz, sakin bir adamı nasıl oluyor da bu kadar çekici bulabiliyordu? Son altı yıldır annesinin koyduğu kurallara karşı mücadele ederek yaşamıştı. Şimdi durup dururken onlar gibi mi düşünmeye başlamıştı? Belki günün birinde Wilmette e geri dönmek zorunda kalabilirdi. Ama oraya giderken koluna bir sigortacı takıp götürmeyecekti asla. Andy, cumartesi akşamı bir partiye davetliyim. Benimle gelmek ister miydin? Penny, ağzından çıkan sözleri duyduğu anda pişman olmuştu ama artık geç kalmıştı? Tanrım! Benim deli olduğumu sanacak, diye düşündü. Ama Andrew Keller ın bu teklifi reddedeceğinden emindi. O yüzden sorun çıkmayacaktı. Yine de bundan sonra düşünmeden konuşmamaya kesin karar verdi. Genç adam cevap vermeden önce uzun bir süre düşündü. Nasıl tereddüt ettiğini yüzünden okumak mümkündü. Penny daha önce sorduğu bir soruyu tekrarlamak zorunda hissetti kendisini. Evli değilsin, değil mi? Eğer evliysen, teklifimi hemen geri alırım. Evli erkeklerle çıkmaktan hoşlanmam çünkü. Ne olursa olsun Andy nin onunla partiye gelmesini istiyordu. Sonradan çok pişman olacak olsa bile. Oh yoo. Evli değilim. Cumartesi akşamı mı? Bir bakayım. Cebinden yine siyah defteri çıkartıp incelemeye başladı. O küçük defteri çok aptalca buluyordu Penny. Ama kendisinin de böyle bir defteri olsa, randevularını unutmaz, alışverişe çıktığında alacaklarının yansını almadan dönmezdi eve. Cumartesi günü boşum, dedi Andy sonunda. Ama yine de bundan pek emin değildi sanki. Saat kaçta? Akşam yemeğine gideceğiz. Saat yedide gelip beni evden alsana. Giderken bir şişe de şarap götürmemiz gerekiyor. Şarabı ben getiririm, dedi genç adam hemen Cabernet Sauvignon um var bir tane. Özel bir gün için saklıyordum. İyi bir şarap mıdır o? Evet. Gerçekten çok iyidir. Tam üç yıldır saklıyordum. Ama açma zamanı geldi sanırım. Şaraptan iyi anlıyorsun galiba, dedi Penny gözleri parlayarak. Oysa kendisi beyaz şarapla kırmızıyı bile ancak renklerini görünce ayırdcdebilirdi. Andy başım salladı. Öyleyse Cabernet Sauvignon unu biraz daha sakla Andy. Ne benim ne de arkadaşlarımın elinde ziyan olmasını istemem bu şarabın. Genç adamın kaşlarının hafifçe çatıldığmı görünce kıkırdadı. Seni arkadaşlarımla tanıştırmak için sabırsızlanıyorum Andy.

27 Penny eve döner dönmez, masanın üstünü temizleyip kendine çalışacak yer açtı. Bütün ödenmemiş elektrik ve telefon faturalarım masanın üstüne yaydı ve nereye ne kadar borcu olduğunu hesapladı. Ertesi sabah erkenden kapı çalındı. Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi nden avans çeki gelmişti. Eh artık borçlarını rahatça ödeyebilirdi. Pencerenin önüne gidip klima cihazını çalıştırdı ve serin rüzgârın saçlarını dağıtmasını keyifle hissetti. öğleden sonra saat dörtte kapı tekrar çalındı. Penny göz deliğinden baktı. Yirmi yaşlarında, esmer bir genç vardı kapının önünde. Üstünde açık mavi gömleğin göğsünde Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi nin kırmızı arması vardı. Adımn Mercurio Gutierrez olduğunu, depodaki sandıkları buraya getirmek ve biten işleri buradan götürmekle görevlendirildiğini söyledi. İlk sandığı getirdiğini ve aşağıda kamyonda olduğunu eklemeyi de unutmadı. Penny stüdyonun köşesinde sandığa bir yer açtı. Mercurio kamyondaki sandığı alıp getirdiğinde nazik bir sesle, Seni ikide bekliyordum, dedi. İki saattir boşu boşuna onu beklemişti. Oysa çıkıp biraz alışveriş etmek ve yeni çekin keyfini çıkarmak istiyordu. Biliyorum. Tam buraya gelirken kırmızı ışıkta durmak zorunda kaldım. Dünyanın en güzel kızı kamyonun yanma gelip Port Authority otobüs terminaline gitmek istediğini söyledi ve benim götürmemi rica etti. Böyle bir teklifi nasıl reddedebilirdim? Zavallıcık öyle yorulmuş, öyle terlemişti ki Pekâlâ Mercurio, dedi Penny gülerek. Ama bir daha sefere geç kalacak olursan, bana önceden haber ver. Kızın adını da öğrendin mi bari? Evet. Ama ne yazık ki onun evi Jersey de, benimki Bronx ta. Arabam olmadığı için o kadar yolu gidip gelmeyi göze alamam. işte bu çok kötü. Bir daha sefere belki daha yakınlarda oturan biriyle karşılaşırsın. Mercurio nun gözleri her zaman faltaşı gibi açıktır Miss Penny, dedi delikanlı. Sonra göz kırpıp evden çıktı. Penny sandığın yanına gidip resimlerden birini çıkardı. Masanın üstüne dört tane destek koyup röprodüksiyonu ters olarak yatırdı. Çerçeveyi incelerken, resmin masaya değmesini ve hırpalanmasını istemiyordu. Sonra küçük bir spatulayla çerçevenin arkasındaki san ambalaj kâğıdını dikkatle çıkardı. Kâğıt çerçeveye tutkalla yapıştırılmıştı. Modiglianiler o bataklıkta hiçbir zarar görmemişlerdi. Onarılması gereken sadece çerçeveleriydi. Penny, bu ilk çerçeveyi iyice incelemek ve çalışırken nelere ihtiyacı olabileceğini anlamak istiyordu. Ona göre satın alacaklarının listesini çıkartacaktı. Masanın yamndan aynlıp telefona gitti. Ahizeyi kaldırır kaldırmaz duyduğu sinyal sesiyle keyfi iyice yerine gelmişti. Henry Ostrov un

28 numaralannı ezbere çevirdi. Janie ile birlikte Virginia da iki yıl sanat öğrenimi gördükten&#;sonra birlikte New York a gelmişler ve tablo onanmı konusunda Henry Ostrov daıı ders almışlardı. Ostrov un Cadde deki eski bir binanın çatı katında kocaman bir stüdyosu vardı. Tam iki yıl onunla çalıştıktan sonra Greenaway ve Ackerman ı açmaya karar vermişlerdi. Geleceğe umutla bakıyorlardı. Tabii her ikisinin ailesi de bu atılımı bir macera olarak gördüklerini açıklamaktan çekinmemişlerdi. Hattın öbür ucundan Henry nin sesi duyulunca Penny kendini tanıttı. Gerçi buna hiç gerek yoktu. Onunla o kadar uzun bir süre birlikte çalışmışlar ve o günden beri de o kadar sık görüşmüşlerdi ki, Henry, Penny nin sesini ezbere tanıyordu. Penny işiyle ilgili teknik sorunlarda ne zaman sıkışsa, ona danışırdı. Havadan sudan kısaca konuştuktan sonra konuya girdi. Foto-röprodüksiyonlannda arkaya kâğıt yapıştırmaya gerek var mı sence? Olabilir. Fotoğraflar neyin üstüne monte edilmiş? İnce sunta veya kontraplak olabilir. Emin değilim, çünkü çerçeveden çıkarmadım henüz. Aslında hiç gerek yok Penny. Sanırım aşın titizlik örneği bir çalışma. Fotoğraflar suntaya veya kontraplağa sıcak presle yapıştırılırlar. O yüzden ayrıca tozdan koruyucu bir kâğıda gerek yok. Belki de resmi satın alan kimse suntaya yapıştırıldığını anlamasın diye yapıştırmışlardır o kâğıdı. Hangi resim alıcısı çerçeve söküp içinde ne var diye bakar? Hiç bu kadar ciddi bir alıcı görmedim şimdiye kadar. Karşılıklı güldüler. Penny konuyu birden değiştirdi. Benim şu sıcak pres makinesi için bir alıcı bulabildin mi Henry? Çok pahalı bir alet. Henüz bulamadım. Eğer biraz daha gecikirse, yakında bütün stüdyoyu devretmek için birini bulmam isteyeceğim senden Henry. İşler o kadar kötü mü Panny? Evet, ne yazık ki. Yoksa foto-röprodüksiyonlar üzerinde çalışmayı kabul eder miydim Henry? Yani stüdyoyu satmayı ciddi ciddi düşünüyorsun! Eh, şimdiden etrafta böyle biri var mı diye araştırabilir-sin. Belki öğrencilerinden bazıları, Janie ile benim kurduğumuz gibi bir iş kurmayı düşünüyorlardır. Restorasyon için gerekli bütün aletler var bende. Üstelik stüdyonun kira kontratı da burayı bir başkasına devretmeme izin veriyor. Evet. Böyle birileri bulunabilir belki. Bir süre önce bundan söz eden birileri vardı sanırım. Sorarım, dedi Henry üzüntülü bir sesle. Ama seni çok özleyeceğim Penny. Daha buradayım canım, dedi genç kadın gülerek. Sonra telefonu kapadı. Fotoröprodüksiyonlar üstünde çalıştığını söyledikten sonra hocasının herhangi bir şey söylememesi rahatlatmıştı içini. Henry, işler yolunda gitmediği zaman teklif edilen her türlü işi kabul etmek gerektiğini bilecek kadar profesyoneldi tabii.

29 Masaya oturup satın alması gereken şeylerin listesini yapmaya başladı, önce geniş bir rulo kâğıt alması gerekiyordu. Ambalaj kâğıtlarından lekelenenleri değiştirmesi gerekecekti. Ayrıca vernik, tutkal Liste uzarken, radyodan gelen müziğin ritmine uygun olarak ayağıyla tempo tutmaya başladı. Klima cihazı çalışıyordu. Stüdyosu serindi. Geçici de olsa bir iş bulmuştu. Kısacası mutluydu. Perşembe günü Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi ni arayarak Andy yle görüşmek istediğini söyledi. Telefonu hemen bağlamışlardı. Merhaba, ben Penny. Modiglianiler yarın sabah bitmiş olacak. Yeni sandığı gönderebilir misin? Bu kadar çabuk mu? İşini gerçekten iyi biliyorsun Penny. Genç adamın sesinde hayranlık ifadesi belirdi. İltifatların için teşekkürler ama ilk gönderdiğin sandıkta yapılacak önemli bir iş olmadığını sen de biliyorsun zaten. Sadece bazı çerçeveler ve arkalarındaki kâğıtlar lekelenmişti. Onları değiştirince yapılacak fazla bir şey kalmadı. Depoda kapının yanında duran sandık sanırım en fazla hasar görendi. Onun arkasındaki de öyle. Mercurio ya onlardan birini getirmesini söyleyebilirsin. Böylece hafta sonunda ciddi bir şekilde çalışmaya başlamış olurum. Onu hemen şimdi arayıp söylerim. Yarın öğleden sonra getirse, senin için uygun mu? İkiden sonra olursa daha da iyi olur. Cumartesi akşamı benimle yemeğe gelme konusundaki fikrini değiştirmedin değil mi? Değiştirmeyeceğimi biliyorsun. Sesi coşkuluydu. Oysa Penny bu teklifi yaptığında epey tereddüt etmişti. Saat yedide geleceğim. Penny Evet? Geçen gün birlikte yediğimiz yemek çok güzeldi. Sesinde utangaç bir ifade belirmişti. Penny onu görememesine rağmen, yüzünün kızardığından emindi. Ben de aynı fikirdeyim Andy, diye fısıldadı. Telefonu kapattığında vücudunun heyecanla titrediğini hissetti. Bu duyguyu iyi tanıyordu. Böyle titrediğinde neler olabileceğini de Kendine gel kızım, diye söylendi yüksek sesle. Senin tipin değil o adam. Hayatı çok fazla ciddiye alan bir sigortacı sadece. Ama cumartesi akşamı partiye birlikte gideceklerini düşündükçe yine de heyecanlanmaktan alamıyordu kendini. Cuma günü öğleden sonra Mercurio ortalarda gözükmedi. Yine bir kızın peşine takılmış olabileceğini düşünen Penny önce umursamadı. Ama saat dört buçuk olduğunda daha fazla dayanamayıp Andy yi aradı. Santraldaki kız şirkette hiç kimse olmadığım, cuma günleri saat üçten sonra

30 çalışmadıklarım söyledi. Eğer Mr. Keller ile görüşmek istiyorsa pazartesi sabahı araması gerekiyordu. Demek hafta sonunda çalışamayacaktı Penny. Büyük bir olasılıkla yine bir kızın peşine düşmüş ve sandığı getirmeyi unutmuştu Mercurio. Bundan Andy ye söz etmeyecekti. Çocuğun azar işitmesini istemiyordu. Nasıl olsa cumartesi günü yapacak başka bir şey bulurdu kendine. Acaba Andy hafta sonlarını nasıl geçiriyordu? Bölüm Dört Kış mevsimi dışında her cumartesi sabahı Pennsylvania Üniversitesi mezunlarıyla beyzbol oynardı Andrew Keller. Kendisinden önce mezun olmuş bütün Whartonlular gibi. Şortunu ve tişörtünü giyip kapıdan çıkmak üzereyken telefon çaldı. Kahretsin! diye bağırdı. Açmayacaktı. Ama ya arayan Caroline ise? Daha önce ona hiç yalan söylememişti. Bunu gerektirecek bir şey olmamıştı çünkü. Telefon yeniden çaldı. Suçluluk duygusunu bastırmak için aslında Caroline e yalan söylemesi için geçerli bir neden olmadığını tekrarlıyordu kendi kendine. Tabii cumartesi akşamım Penny Greenaway ile geçirmek istemesinin dışında Şirketin bir işi nedeniyle hafta sonunda kent dışına gideceğini söylediğinde Caroline anlayışlı bir şekilde gülümsemiş ve hiçbir soru sormamıştı. Sadece Almanya dan gelen tabloları almak için Tampa ya gitmesinin biraz garip olduğunu ima etmişti. Telefon bir kere daha çaldı. Andy, sonuçları ne olursa olsun, bir telefonun aralıksız çalmasına dayanabilecek bir adam değildi. İyi döşenmiş ve tertipli oturma odasından geçip mutfağa gitti ve ahizeyi kaldırdı. Caroline in ona güveneceğine ve hafta sonunda burayı aramayacağına inanıyordu. Ben Dieter, diye bağırdı kaba bir ses. Evet efendim? Andy şaşkınlıktan donakalmıştı ama duygularını sesine yansıtmamayı başardı. Dieter şimdiye kadar onu evden hiç aramamıştı. Zaten şirketten hiç kimse onu evden aramazdı. Kendisini kötü bir habere hazırladı. Depoya hırsızlar girmiş. Derhal buraya gel! Dieter bir kere daha havladıktan sonra telefonu kapadı. Andy şaşkınlıkla elindeki ahizeye baktıktan sonra yerine bıraktı ve koşarak yatak odasına gitti. Üç dakika sonra spor bir pantolon ile bir tişört giymiş, cüzdanını cebine koyduktan sonra evden fırlamıştı bile. Deponun olduğu bölge cumartesi sabahı iyice ıssızdı. Sadece binanın önünde iki araba duruyordu. Andy taksiden indikten sonra koşarak binadan içeri girdi. Asansör yerine merdivenlere yöneldi. Üçüncü kata çıktığında nefes nefeşeydi. Aynı anda Dieter ı gördü. Yanında ufak, tefek, kır saçlı bir adam daha vardı.

31 Andy, Dieter m kıyafetini gördüğünde yine kızardığını hissetti. Adam her zamanki gibi çok şıktı. Keşke kendisi de evden çıkmadan önce bir ceket giyip bir de kravat bağlayabil-seydi. Neden bu kadar geç kaldın Keller? diye bağırdı Dieter. Andy bu soruya cevap vermemeyi tercih etti. Adamın telefonunun üzerinden en fazla yirmi dakika geçmişti. Yavaşça iki adama doğru yaklaştı. Ama Andy yaklaştıkça Dieter ın yanındaki adam birkaç adım geri çekilerek odanın loşluğuna sığınmayı tercih etmişti. Zaten Dieter da o orada yokmuş gibi davranıyordu. Ne oldu Mr. Dieter? Sence ne olmuş? Bir budala bile buraya girildiğini anlayabilir? Görmüyor musun? Nasıl olmuş? Nasıl girmişler buraya? Herhangi bir hasar ver mı? Polise haber verildi mi? Bütün bunları hallettim ben, dedi Dieter kaba bir sesle. Sen bunlarla kafam yorma. Ama sandıklan saydım. İki tanesi eksik. İçeridekiler de altüst edilmiş. Dieter ın yanma yaklaşırken, Sanırım pek fazla bir zarar vermemişler, dedi. Diğer adam sabırsız bir tavırla ayağım yere vuruyordu. Aşağıdaki kapı görevlisinde bir defter olması gerek. Binaya giren ve çıkan bütün malları kaydediyorlar. O deftere baktınız mı? Derhal git ve bak! Andy merdivenlerden koşarak indi ve kapı görevlisinin yanma gitti. Kayıt defterini görmek istediğini söyledi. Az sonra dudaklarında hafif bir zafer tebessümüyle nefes nefes yukarı çıkıp Dieter m yanma gitti. Kaybolan bir şey yok efendim. Diğer iki sandık tabloları restore eden kişide, ikinci sandık cuma günü yollanmış. Kim onarıyor tabloları? Greenaway ve Ackerman adında bir kuruluş. Greenwich Village da. Çok güzel Keller. Şimdi buradaki pisliği temizle bakalım. Dieter başka tek kelime etmeden merdivenlere yürüdü. Andy şaşkınlıkla onun arkasından baktı. Cumartesisi rezil olmuştu. Tatil gününde burayı temizleyecek adam nereden bulaçaktı şimdi? Dikenli teller kesilmiş, kapmın kilidi kırılmıştı. Kim tamir ederdi bugün bunları? Pazartesi günü ilk iş olarak yeni bir depo bulması gerekiyordu. Penny haklıydı. Burası hiç de güvenli bir yer değildi. Anrew Keller cumartesi akşamı saat tam yedide Penny nin kapısını çalarken kolunun altına bir şarap şişesi sıkıştırmayı da ihmal etmemişti. Bütün gün depoyu temizleyip onaran işçilerin başında durmuş ve sonunda işini tam vaktinde bitirip randevusuna yetişmeyi başarmıştı. Hayatında ilk kez bir yere giderken ne giyeceği konusunda tereddüde düşmüştü. Caroline ile çıkacak olsa işler kolaydı. Takım bir elbise giyip kolalı bir gömlek ve kravat yeterli olurdu. Ama Penny nin arkadaşlarının

32 yanında böyle bir kıyafetin garip kaçacağından emindi. Uzun uzun düşündükten sonra spor bir ceket pantolon giymiş kravat da bağlamamıştı. Yine de bu kıyafetin Penny yi memnun edeceğinden kuşkuluydu. Ama emin olduğu bir tek şey vardı. Kıyafetini beğenmezse, Penny bunu yüzüne söylerdi nasıl olsa. Kapı açıldı ve Penny üstünde beyaz bir gecelikle göründü. Pamuklu kumaştan dikilen geceliğin yakası dantellerle süslüydü. Andy saatine tekrar baktı. Erken mi gelmişti acaba? Ama hayır, saat tam yediydi. Andrew Keller insanların randevularında dakik olmaları gerektiğine yürekten inanırdı. Ama giyinmesi için Penny yi saatlerce beklemekten sıkılmayacağını da biliyordu. Girsene içeri Andy, dedi genç kadın yüzünde hoş bir tebessümle. Ben hazırım. Ama istersen çıkmadan önce bir kadeh bir şey içebiliriz. Şarabım var. Hazır mısın? Andy onun üstündeki geceliğe tekrar baktı. Bunun gecelik olduğundan emindi. Yakasındaki dantellerin arasından türkuvaz rengi bir kurdele geçiyor ve tam önünde fiyonk oluyordu. Geceliğin boyu dizin hemen altındaydı. Penny beyaz ipek çoraplar giymiş ve kıyafetini kurdelesiyle aynı renk o pembe ayakkabı ile tamamlamıştı. Dudaklarında yine o pembe ruj vardı. Ama bu kez göz kapaklarına da hafif mavi bir far sürmüştü. Şu şu üstündeki gecelik değil mi? diye kekeledi şaşkınlıkla. Evet. Ama boyunu kısalttım. Beğendin mi? Penny gülümseyerek kendi çevresinde döndü ve geceliğini gösterdi. Bugün öğleden sonra aldım. Aslında elbise almak için çıkmıştım kendime. Ama Laura Ashley de her şey o kadar pahalı ki, ben de gecelik almaya karar verdim. Sakın bunun ucuz bir şey olduğunu sanma ama. Andy&#;yi elinden tutup stüdyoya soktu. Bana yolladığın çekteki rakamı azımsamıyorum tabii. Ama ödemem gereken bir yığın fatura vardı. Hem paramın tamamını almadan çok fazla müsriflik de yapmak istemiyorum. Elbisen çok güzel Penny. Sen de çok güzelsin. Gerçekten çok güzeldi. Romantik parfümlerin reklamlarında kullanılan modelleri anımsatıyordu. Kabank saçlarının arasından geçirdiği beyaz kurdele Victoria döneminin okullu kızlarını hatırlatıyordu. Peki bu elbiseyle sokağa çıkarsam benden utanmayacak mısın? Hani geçen gün giydiğim şalvardan da utanmıştın ya. O gün giydiğin şalvar da çok güzeldi Penny. Sadece sadece benim pek alışmadığım bir kıyafetti. Biliyorum. Çok tatlısın Andy. Sokakta bana bir şey yaparlarsa diye endişelenmen de çok tatlı.

33 Sen pek dikkatli bir insan değilsin, diye karşılık verdi genç adam ciddi bir sesle. Senin kadar güzel ama savunmasız bir kadını koruyacak birileri çıkar hep. Eğer Penny nin başına bir şey gelecek olursa deliye döneceğini hissetti birden. Bu duygu Andy yi şaşırtmıştı. Ama ben savunmasız değilim ki. Karete biliyorum. Gerçekten mi? Doğrusunu istersen, iyice öğrenip öğrenmediğimi anlayacak fırsatım olmadı şimdiye kadar. Janie ile birlikte New York a ilk geldiğimizde karete kurslarına gitmiştik. Ama öğrendiklerimi gösterme fırsatı çıkmadı şimdiye kadar karşıma. Eh, şansın varmış, dedi Andy. O fırsatı hiçbir zaman bulamaman için dua et. Haklısın. Şimdi gidelim mi? Yoksa önce bir şey içmek ister miydin? önce birer şarap içelim. Andy bir grup yabancının içine girmeden önce onunla biraz daha yalnız kalmak istiyordu. Getirdiği şarabı göstererek Bu şişeyi açayım mı? diye sordu. Yoo, onu götürürüz. Ben bugün bir şişe şarap aldım. Umarım beğenirsin. Andy yatağın üstüne oturup çevresine bakındı. İçerisi temizlenip toplanmıştı. O kadar değişmişti ki, geçen gün geldiği yerin aynı yer olduğunu anlamakta güçlük çekti. Tabii stüdyo aynı stüdyoydu. Ama yatak toplanmış, masanın üstü düzenlenmiş, yerdeki kirli fincanlar kaldırılmıştı. Şövalenin üstündeki Degas tuvali bile özenle bir köşeye yerleştirilmişti. İşte geldim, dedi Penny mutfaktan çıkarak. Elinde iki bardak ile şarap şişesi vardı. Bunu iç ve bana fikrini söyle. Satıcı, en zor beğenen insanların bile bu şarabı seveceklerini söyledi. Markası Oh, unuttum. Dur bakayım Markasını bırak şimdi Penny. Andy uzanıp onu bileğinden tuttu. Cildi ipek gibi yumuşak ve pürüzsüzdü. Hafifçe kendine doğru çekti. Otur Penny. Şarabın keyfini çıkaralım şimdi. Penny onun yanma oturdu. O kadar zarif, o kadar güzeldi ki, Andy onu kendine doğru çekmek ve o büyüleyici kokusunu ciğerlerine doldurmak istiyordu. Ama kendini tuttu. Penny nin uzattığı şarap bardağım alırken, Çocukluğumdan beri böyle bir bardak görmemiştim, dedi gülümseyerek. Genç kadının bardak olarak getirdiği şeyin aslında küçük bir reçel kavanozu olduğunu anlamamak imkânsızdı. Hmmm. Ben de çok seviyorum bunlan. Penny şarabından bir yudum içti. İçerisi birden dayanılmayacak kadar sıcak gelmeye başlamıştı Andy ye. Otomatik bir hareketle gömleğinin yakasını gevşetmek için elini boynuna götürdü. Ama kolalı yakalı bir gömlek giymemişti bu akşam. Üstelik

34 üstündeki tişörtün yaka düğmesi de açıktı. Pencereye doğru baktığında klimanın da çalıştığını gördü. Ama nedense çok sıcaktı içerisi. Dün seni şirketten aradım, dedi Penny. Ama hiç kimse yoktu. Cuma günleri erken çıktyormuşsunuz. Evet. Yazın erken çıkıyoruz. Zaten yaz gelince cuma günleri erkenden boşalıyordu şirket. Herkes ya denize ya da hafta sonu tatili için bir yerlere kaçıyordu. Sonunda bu işi resmileştirmeye karar verdiler ve cuma günleri saat üçte paydos edileceğini söylediler. Ama Dieter çok yakında bunu da değiştirecekti kuşkusuz. Dieter ı hatırlayınca, patronundan sabah gelen telefonu da hatırladı Andy. Eğer evden beş dakika erken çıkabilseydi arkadaşlarıyla beyzbol oynamaya gidecek ve güzel bir cumartesi geçirecekti. Her neyse, Dieter ile arasının iyi kalması arkadaşlarıyla oynayacağı iki maçtan çok daha önemliydi. Penny nin neden telefon ettiğini açıklamasına fırsat bırakmadan Dün gece hırsızlar depoya girmişler, dedi. Bütün tabloları altüst etmişler. Yani sandıkları mı? Ama neden? Penny şarabından bir yudum daha aldıktan sonra bardağı yatağın yanındaki küçük masanın üstüne bıraktı. Hiçbir şey çalmamışlar. Neden çalsınlar? Çalınacak kadar değerli şeyler olmadığını söylemiştim sana onların. Ama bütün sandıklan kırmışlar. Tablolann arkalarındaki kâğıtları da yırtmışlar. Andy, eğer resimleri yırttılarsa onlan onaramam. Penny nin sesindeki hayal kırıklığı çok belirgindi. O tablolar neredeyse, onlarla temas kurmanız ve yeniden fotoğraf çekilmesini istemeniz gerek. Çerçevedeki bir çatlağı veya fotoğrafın hafifçe hırpalanan bir yerini onarabilirim ama paramparça olmuş kâğıt parçalarını birbirine yapıştırıp tablo haline getiremem. Namussuzlar! Talihimin bu kadar yaver gitmeyeceğini düşünmem gerekirdi. Peki, avans bende kalabilir mi? Zaten şimdiden çoğunu harcadım. Genç kadın yerinden kalkarak kitapların arasında duran radyoyu gidip açtı. Bir rock müziği parçası odayı doldurmuştu. Boşuna üzülme. İşini sürdüreceksin. Dieter, yani patronum da oradaydı. Resimlerin sadece arkalarındaki kâğıtları yırtmışlar. Resimlere hiçbir şey olmamış. Yaşasın! Penny mutlulukla gülümseyerek onun yanma oturdu yine. Ama birden yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. Hayatımda hiç bu kadar garip bir şey duymamıştım. O değersiz röprodüksiyonlan kim ne yapsın? önce kaçınldılar, sonra da arkalarındaki kâğıtlar tek tek yırtıldı. Neler oluyor böyle? Bilemiyorum, dedi Andy. Ama onları daha emin bir yere taşımaya

35 önce kaçınldılar, sonra Hepsinin yerinde olduğundan emin misin? Yani bir tanesi bile çalınmamış mı? Hayır. Sendekileri ve depodakileri sayarsak, hepsi tamam. Penny mutfağa girerken, Andy nin gözü duvann dibindeki Modigliani sandığına takıldı. Genç kadın hemen dönmüş ve bardaklarını yeniden şarapla doldurmuştu. Kaşların neden çatık öyle Andy? Yok bir şey, diye karşılık verdi genç adam. İşten söz ederek onun da canını sıkmak istemiyordu. Eğer Dieter ile başı belaya girecekse, bunu kendi başına halletmeliydi. Endişelenecek bir şey yok Andy. Sadece bir rastlantı bu. Hırsızlar depodaki diğer bölmeleri de altüst etmişlerdir herhalde. Hayır. Sadece bizim bölmeye girmişler. Hem unutma, daha önce de limandan çalınmıştı tablolar. Herhalde limandan çalınan tek şey sizin tablolar değildir. Orada her gün bir şeyler çalmıyor. Bunun bir rastlantı olduğundan eminim. O hırsızların bir gün bulunacağım ve sadece bir yanlışlık eseri bunları çaldıklarını söyleyeceklerini sanıyorum. Bana inan Andy. O röprodüksiyonlann hiçbir değeri yok. Umarım öyledir, dedi genç adam. Ama sesi hâlâ kuşkuluydu. Şarabından bir yudum aldı. Gerçekten çok güzel bir şarap bu. Satıcı haklıymış. Penny mutlulukla gülümsedi. Böyle düşündüğüne çok sevindim. Penny nin bodrum katındaki stüdyosundan çıkıp bir taksiye bindiler ve genç kadın şoföre adresi verdi. Greenwich Vil-lage dan uzaklaşıp kentin doğu yakasına doğru yol alırlarken, Andy şaşkınlıkla pencereden dışarı bakıyordu. Burası bombalanmış bir savaş alanına benziyordu. Camlan kırılmış harabe halinde evler, yanmış ve ters dönmüş arabalar Penny nin böyle yerlere sık sık geldiğini düşününce endişelenmekten kendini alamadı. Nitekim bunu ona da söyledi. Ne bekliyordun Andy? diye karşılık verdi genç kadın. Apartman kiraları çok yüksek. Burada yaşayan insanlar da geçim sıkıntısı çeken sanatçılar. Kentten uzak yaşamak istemiyorlar. Ama daha iyi bir yerde oturmaya da mali durumları izin vermiyor. Çok eski bir apartmanın önünde durup arabadan indiler. Üst kata çıkan merdivenlerin mermer basamakları o kadar aşınmıştı ki, insan yürürken dengesini kaybetmemek için çok dikkatli olmak zorundaydı. En üst kata çıktıklarında Andy nefes nefese kalmıştı. Penny, kırık dökük bir kapıya ayağıyla bir tekme atarak açtı ve içeri girdi. Dar bir koridordan geçip genişçe bir odaya girdiler, içeride sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Hava henüz tam kararmamış olmasına rağmen, odanın bütün pencereleri siyah kâğıtlarla kaplandığı için içerisi

36 loştu. Sadece çılgınca çalan bir disco müziğin ritmine uygun olarak turuncu ve yeşil ışıklar yanıp sönüyordu bir yerlerde. Penny, siyah kaftan giymiş pembe saçlı bir kadına doğru yürürken Gel de seni ev sahibiyle tanıştırayım Andy, diye seslendi. Kadının saçları gerçekten pembeydi. Ya da bu garip ışıklar altında öyle görünüyordu. Teypten yükselen müziğin sesi çok yüksek olduğu için ev sahibinin sesini duyamadı genç adam. Penny onu odada dolaştırıp sekiz on kişiyle daha tanıştırdı. Herkes yerlerdeki minderlerin üstüne oturmuş veya uzanmıştı. Sonunda Penny onlardan biriyle konuşmaya dalınca, Andy elindeki şarap şişesini bırakmak bahanesiyle yavaşça odadan çıkıp mutfak olduğunu tahmin ettiği kapıya yürüdü. Burası biraz daha sessizdi. Yine de içeride bangır bangır çalan müziğin sesi duyuluyordu. Bütün geceyi bu garip insanların arasında, birbirlerinin ne dediğini bile duymadan mı geçireceklerdi? Üstelik yemeğe davetliydiler. Bu kadar acayip bir yerde nasıl bir yemek yenirdi acaba? Keşke Penny yi dışarıda bir. yerde yemeğe davet etseydi. Şarabı mı açıyorsun Andy? Penny mutfağın kapısına gelmişti. Hmm şey evet. Andy hemen ona arkasını dönüp şişenin kapağını açmaya çalıştı. Bir şey mi oldu? Penny içeri girmiş ve onun yüzünü görmek için yanma gelmişti. Yoo, hayır. Bir şey yok Penny. Canın sıkıldı Buradan nefret ediyorsun sen. Yoo, hayır. Çok çok ilginç bir yer. Hadi gidelim. Buradan hemen gidelim, hadi. Ama arkadaşların, ne düşünürler sonra? Andy ne kadar sevindiğini belli etmemeye çalıştı. Hemen gidemeyiz. Yemek hazırlamışlardır, ayıp olur. Nasıl olsa dışarıdan bir yerden pizza getirteceklerdir. Gittiğimizi fark etmezler bile. Hadi yürü. Penny onu kolundan tutup çekiştirdi. Seni buraya getirmemem gerekirdi, özür dilerim. Vapurla adaya gidelim mi? diye sordu Penny. Daha önce hiç gitmiş miydin? Hayır, hiç gitmedim. Andy hesabı getirmesi için garsona işaret etti. Yaz geceleri harika bir gezinti oluyor. Manhattan ı gece uzaktan seyretmek nefis bir şey. Sen çok romantik bir insansın Penny, dedi Andy usulca. Mavi gözleri genç kadının gözlerine dikilmişti. öyle mi düşünüyorsun? Penny onun gözlerinin içine baktı. Andrew Keller artık eskisi kadar utangaç değildi, çünkü bakışlarım ilk kaçıran Penny oldu. İki göğsünün arasında hafif bir karıncalanma olmuştu.

37 Sen oradaki diğer insanlara benzemiyorsun Penny. Andy ne demek istediğini daha fazla açıklamaya gerek görmedi çünkü Penny nin onu anladığından emindi. Ama onlar da çok tatlı insanlardır, diye savunmaya geçti genç kadın. Yine de söylediklerine yürekten inanıyormuş gibi değildi. Sadece sadece altmışların ruhunu yaşatmaya çalışıyorlar biraz. Ne demek oluyor bu? Neyse, boş ver. Önemli değil zaten. Bütün gece boyunca suçluluk duymuştu Penny. Andy yi o partiye davet etmemesi gerekirdi. Çok tatlı, çok çekici ve çok ciddi bir adamdı. O evi ve o insanları görünce şok geçirmiş olmalıydı. Buna rağmen yine de nazik davranmıştı. Penny yi gecelikle gördüğünde de aynı şoku yaşamıştı her halde. Gerçi geceliğin her tarafı kapalıydı, içini de göstermiyordu ama ne de olsa gecelikti işte. Penny onun boyunu biraz kısaltırsa, midi elbise olarak kullanabileceğini düşünmüştü. Aslında geldikleri bu lüks lokantada beyaz dantelli elbiseler giymiş kadınların kıyafeti de kendisininkinden pek farklı değildi ama yine de Penny nin gecelikle partiye gideceğini duyan Andy nin gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Buna rağmen itiraz etmemiş, tam tersine çok güzel olduğunu söylemişti. Genç kadın suçluluk duygusundan kurtulamıyordu bir türlü. Andy yemek için Barbetta ya getirmişti onu. Lokantalardan, yemekten ve şaraptan iyi anladığı açıktı. Ne yiyeceklerini o seçmiş ve garsona ısmarlamıştı. Birlikte çıktığı erkeklerin onun yerine her şeyi düşünmesine ve idareyi ele almalarına alışık olmayan Penny için hoş bir değişiklikti bu. O kadar çok yemişlerdi ki, tatlı olarak sadece iki tane çikolatalı parfe ısmarlamışlar ve onu paylaşmaya karar vermişlerdi. Ama garson yedek bir tabak ve kaşık getirmeyi unutunca, aynı tabaktan aynı kaşıkla yemişlerdi tatlılarını. Bir ara Penny nin çenesine bulaşan bir krema parçasını Andy kaşıkla almış ve kendi ağzına atmıştı. Tatlının en güzel kısmının da burası olduğunu söylemişti. Hiç vapurla ada yolculuğu yapmadım, dedi sonunda Andy. Ama bü kadar çok yedikten sonra biraz yürümeyi tercilı ederim. Seninle birlikte eve kadar yürüyebilir miyim? Senin için çok mu yorucu olur? Çeki imzalayıp garsona uzatırken, Penny kâğıttaki rakama bakmamaya çalıştı. Ama hesabın epey yüklü olduğundan emindi. Hayır Andy. Yürümeyi ben de çok severim. Genç kadın ayağa kalkarak beyaz elbisenin önündeki kırışıkları eliyle düzeltti. Bana bozuk para verir misin? Bir dilekte bulunmak istiyorum. Andy onun bakışlarını takip edince, lokantanın arka bahçesindeki fıskiyeli havuzu gördü. Dört tane küçük mermer melek havuzun köşelerini süslüyordu. Hemen elini cebine sokup bozuk para çıkardı ve uzattı.

38 Penny arkasını havuza dönüp parayı başının üstünden geriye attı. Dileğini söyleyemezsin, değil mi? Yoksa gerçekleşmez. Buraya tekrar gelmeyi diledim, dedi Penny onun gözlerinin içine bakarak. Tabii seninle birlikte, diyemedi ama. Eğer Roma daki Dilek Çeşmesi nde bir işe yarıyorsa, burada neden olmasın? Sen de bir şey dilesene. Andy nin yüzü hafifçe kızarmıştı. Cebinden bir tane daha bozukluk çıkarıp başının üstünden geriye attı. Lokantadaki seçkin müşterilerin onlar hakkında neler düşündüklerini aklına bile getirmek istemiyordu. Ama attığı para havuza düşeceğine yere düşüp masalardan birinin altına doğru kayınca yüzü kıpkırmızı oldu. Masada oturan orta yaşlı çift onlara bakıp gülümsüyordu. Penny onun koluna girip kapıya doğru yürüdü. Paranın havuza düşmemesi hiç önemli değil Andy. Önemli olan dilediğin şey. Bundan emin misin? Elbette. Genç kadın onun kolunu hafifçe sıktı. Yaz gecesinin serin havasım içlerine çekerek tenha caddelerde yürümeye başladılar. Zaman zaman vitrinlerin önünde duruyor ve beğendikleri şeyleri birbirlerine gösteriyorlardı. MacDoııgal Caddesi nin başına geldiklerinde ayaklan şişmiş ve epey yorulmuşlardı. Ayakkabıların berbat oldu, dedi Andy. Farkındayım. Penny neşeyle kıkırdadı. Eğilip ayakkabılarını çıkardı ve eline alıp köşeye kadar yürüdü. Sonra da oradaki çöp kutusuna attı. Eh, artık ayakkabılanm için üzülmemize gerek kalmadı. Ama çorapların.. Onları da çıkarırım istersen Yoo, hayır. Onlar kalsın, dedi genç adam telaşla. Ne kadar ciddisin Andy! Penny kahkahalarla gülerek onun koluna girdi ve yürümeye devam etti. Çoraplarını çıkarmaya niyeti yoktu zaten. Çıplak ayaklarla MacDougal Caddesi nde yürüyecek kadar çıldırmamıştı daha. Sadece Andy nin tepkisini görmek için böyle söylemiş ve hayal kırıklığına da uğramamıştı. Evin önüne geldiklerinde, apartman kapısının her zamanki gibi açık olduğunu gördüler. Bütün diğer kiracılar kapının kilitlenmemesinden şikâyetçiydiler ama Penny bunu umursamıyordu. Hiç olmazsa bir de o kapının anahtarını taşımak zorunda kalmıyordu. Bodrum katındaki stüdyoya inen merdivenlerden el ele indiler. Kapının önüne geldiklerinde Penny anahtarı Andy ye uzattı. Andy nin ona sarılıp öpmesini istiyordu şimdi. Ama bunu yapacağından da kuşkuluydu. O kadar çekingen ve tutucu bir adamdı ki. Ama her şeye rağmen onun da kendisinden hoşlandığından emindi. Mavi gözlerindeki pırıltı bunu belli ediyordu.

39 Andy anahtarı alınca kapıyı açmak yerine sırtını kapıya döndü ve Penny nin gözlerinin içine baktı. Koridorun loş ışığında gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Genç kadın birden dayanamayıp elini uzattı ve onun yanağım hafifçe okşadı. Sert çene çizgilerini parmaklarının altında hissedince bütün vücudu birden ürperdi. Ona daha önce de dokunmuştu. Koluna girmiş, hatta bir kere yanağından öpmüştü. Ama bu duygu bambaşkaydı. Andy ağır ağır eğildi ve dudakları Penny nin dudaklarına dokundu. Penny birden kollarını onun boynuna doladı ve kendine doğru çekti. Uzun uzun tutkuyla öpüşmeye başladılar. Andy nin dili ağzının içinde dolaştıkça Penny nin kalp atışları hızlanıyor, bütün vücudu istekle titriyordu. Sonunda birbirlerinden ayrılıp derin bir nefes aldılar. Penny nin başı dönüyordu. Dengesini bulabilmek için Andy ye yaslandı. Aynı anda Andy yok olmuştu! Kahretsin! diye bağıran sesi duyuldu genç adamın. Ses yerden geliyordu. Ne var? Ne oldu? Penny nin başı hâlâ dönüyordu. Kapı açıkmış! diye bağırdı genç adam. Penny gözlerini aşağı doğru çevirdiğinde, stüdyonun kapısının ardına kadar açık olduğunu ve Andy nin kapının hemen iç tarafmda yerde boylu boyunca uzandığını gördü. İyi misin? Bir yerine bir şey olmadı değil mi? Penny onun yanına diz çöktü. Evet, evet. İyiyim. Penny, anlamıyor musun? Kapı açıktı diyorum sana. Buraya birileri girmiş. Olamaz Andy. Herhalde ben kilitlemeyi unuttum. Bazen unuturum böyle. Kapıyı ben kilitlemiştim, dedi Andy. Kilitlediğimdende eminim. Bölüm Beş Andy, Penny yi iterek doğruldu ve ayağa kalktı. Sen burada kal. Sesleninceye kadar da içeri gelme. Ama Kırk yılda bir söz dinle! Pekâlâ, dedi genç kadın zayıf bir sesle. Andy biraz farfaracı bir tipti anlaşılan. Her an bir hırsızla veya bir caniyle karşılaşabileceğini düşünen tedirgin New York lulardandı. Penny, endişelenecek bir şey olmadığından emindi. Evet, apartman kapısı her zaman açık kalırdi ama bugüne kadar bu evde tek bir hırsızlık veya benzeri bir olay olmamıştı. Yine de Andy nin davranışları hoşuna gidiyordu. Penny yi böyle düşünmesi, onu korumak istemesi çok güzeldi. Üstelik öpüşmesini de çok iyi biliyordu! Bu kadar ciddi görünüşlü bir sigortacıdan beklenmeyecek kadar iyi öpüşüyordu! Şimdi gelebilirsin, diye bağırdı Andy içeriden. Ama sakın hiçbir şeye dokunma!

40 Ne ol Penny iki adım atıp içeri girince, sözlerini tamamlayamadı. Gözleri kocaman açıldı. Savaş filan mı çıkım* burada! diye bağırdı. Bütün elbiseleri ve tuvalleri yere saçılmıştı. Daha bu sabah o kadar uğraşıp düzene soktuğu kitaplar, raflardaki fincanlar, kavanozlar, hepsi yerlerdeydi. Depodan gelen sandık da açılmıştı. Modigliaııi nin üç reprodüksiyonu yatağın üstüne fırlatılmış, diğerleri yere atılmıştı. Hepsinin arkalarındaki kâğıtlar yırtılmıştı. Penny resimlerden birinin üstünden atlayıp köşedeki dolaba yürürken, Andy Polis çağıracağım, dedi. Mücevherlerim, hepsi burada Andy. Gerçi mücevher olarak sayılabilecek pek bir şeyim yok ama saatimi bile almamışlar. Penny dolabın en üstündeki çekmeceyi çıkartıp yatağın üstüne oturdu. Elini çekmecenin arkasında bir yere soktu. Param bile burada. Acil durumlarda kullanılmak üzere bir miktar para saklarım hep buraya. Ama paraya bile dokunmamışlar. Belki de geldiğimizi duyunca korkup kaçmışlardır. Andy polisi ararken, Penny şaşkın şaşkın yatağın üstünde oturuyordu. Eğer eve on dakika erken gelseler, olabilecekleri düşündükçe dizleri titriyordu. Ya da eve tek başına dönse Andy telefonu kapatırken, Bizi duyunca kaçmaları imkânsız, dedi. Evin bir tek kapısı var, değil mi? Bütün pencerelerde de demir parmaklıklar var. Penny başım salladı. Demek ki kapıdan girdiler ve kapıdan çıktılar. Biz gelmeden çok önce evden ayrılmış olmalılar. Genç adam tekrar kapıya gitti. Az sonra döndüğünde kaşlart çatılmıştı. Penny nin yanma oturup kolunu onun omuzlarına doladı. Genç kadın başını onun omzuna yasladı. Ondan kuvvet almak istiyor, korkusunun ancak böyle geçeceğini biliyordu. Sen titriyorsun Penny. Andy ona biraz daha sıkıca sarıldı. Endişelenecek bir şey yok. Polis şimdi gelir, ama sen bu gece burada kalamazsın. Kapının kilidini kırmışlar. Ama benden kim ne istesin? Penny nin gözleri kocaman açılmıştı. Sadece buradaki bazı pahalı aletleri çalmak istemiş olabilirler ama onların da hepsi yerinde duruyor. Kamerayı bile almamışlar. Neden buraya girsinler, anlamıyorum. Genç kadının sesi titriyordu. Eğer eve tek başma dönse ve adamlarla karşılaşsa neler olabileceğini düşünmek bile tüylerinin diken diken olmasına yetiyordu. Andy onun çenesini avuçlarının arasına alıp yüzünü kendisine çevirdi. Mavi gözlerindeki sakin ve ciddi ifade Penny yi rahatlatıyordu. Bu gece benim evimde kalacaksın Penny. Yarın sabah buraya yeni bir kilit taktırırım. Ama

41 Zarar konusunda kafam yormanı da istemiyorum. Ben her şeyi hailederim. Bizim şirket bütün zarar ve ziyam ödeyecektir. Depoya ve bu eve aym gün girmeleri basit bir rastlantı değil gibi geliyor bana. Ama Penny üst kattaki komşusunun anahtarlarının onda olduğunu, geceyi orada geçirebileceğini söylemek istedi. Ama Andy onun konuşmasına izin vermedi. İtiraz istemiyorum Penny. Burada kalamazsın bu gece. Eğer sana bir şey olursa, kendimi asla affetmem. Ama Eğer seni düşündüren buysa, gerçek bir centilmen gibi davranacağıma söz veririm. Yüzündeki ciddi ifadeyle o kadar tatlıydı ki, Penny kalbinin eridiğini sandı. Haklısın, diye düşündü. Beni düşündüren de bu zaten. Gerçek bir centilmen gibi davranmanı isteyen kim? Sonunda Belki de haklısın, diyerek teslim oldu. Yirmi dakika kadar sonra iki polis memuru gelmiş ve ifadelerini almıştı. New York a geldiğinden beri polisin ilgisizliği ve kabalığı üstüne bir yığın hikâye dinlemiş olan Penny yi, polislerin bu yakın ilgisi çok şaşırtmıştı. Yapabileceğimiz bir şey yok, dedi uzun boylu olanı. Sadece raporumuzu yazacağız. Ama bir şey çalınmadığım söylediğiniz için harekete geçmemiz imkânsız korkarım. Kiracılar olarak apartman sahibinden sokak kapısının sağlamlaştırılmasını ve iyi bir kilit takılmasını istemeniz gerekiyor. Biliyorum, diye karşılık verdi Penny. Kendi kapınıza da iyi bir kilit takın. Yeni çıkan şifreli kilitler en iyisi bence. Düğmelere bastığınız zaman kapı otomatik olarak açılıyor. Anahtar derdi yok. Bazen sürate ihtiyacı olabilir insanın. Penny yine korkuyla titredi. Andy hemen yanma gelmiş ve kolunu omuzlarına dolamıştı. Polisler gittikten sonra içerideki bütün ışıkları söndürdüler ve kapıyı da çekip çıktılar. Kilitlemeleri imkânsızdı ama bir yere aynı gece içinde iki defa girileceğini sanmıyordu Penny. Bir taksiye binip Andy nin Doğu Nehri ne bakan apartmanındaki dairesine gittiler. Asansörün gelmesini beklerlerken, Penny çevresine göz attı. Yerler renkli mermer döşeliydi. Son derece lüks ve temiz bir yerdi bu apartman. Üstelik çeşitli köşelerdeki kapalı devre televizyon kanalıyla içeri giren ve çıkan herkes kontrol edilebiliyordu. Andy nin dairesinin de en az apartmanın girişi kadar temiz ve tertipli olduğundan emindi genç kadın. Yukarı çıkıp eve girdiklerinde yanılmadığını anladı. Oturma odasındaki mobilyalar modern ve zarif görünümlüydü. Köşedeki masanın üstünde düzgün bir şekilde sıralanmış dergiler vardı. Te-levizon, stereo müzik seti, video Andy nin evinde

42 modern yaşamın bütün aletleri vardı anlaşılan. Ama hepsi de zevkli bir seçimin ürünleriydi. Ben kanepede uyurum, dedi genç adam. Sen de benim yatağımda yatarsın. Hayır olmaz. Ben senden daha kısa boyluyum, unuttun mu? Penny evden çıkarken yeni bir ayakkabı giymiş ama elbisesini değiştirmekle zaman kaybetmek istememişti. O evde bir saniye daha fazla kalmaktan korkmuştu. Senin bir tişörtünü veya ona benzer bir şeyi ödünç alabilir miyim? Kanepeye oturup parmaklarını sinirli bir şekilde ovuşturdu. Bir şey içebilir miyim? Şey Sanırım sakinleştirici bir şeye ihtiyacım var. Ama sakinleşmek için bir şeyler içmek -tense onun kolları arasında olmayı tercih edeceğini söyleyemedi. Oh, elbette. Ne kadar düşüncesizim. Sana hiçbir şey ikram etmedim. Ses tonu, Andy nin de en az Penny kadar sinirli olduğunu gösteriyordu. Apartman kapısındaki öpüşmeleri onu da çok etkilemişti. Ama çok utangaç bir adam olduğu için içinden geldiği gibi hareket edemiyordu bir türlü. Penny de ona nasıl yaklaşması gerektiğini bilemiyordu. Kanepeden kalkıp onun peşinden mutfağa gitti. Geniş tertipli bir mutfaktı burası. Bulaşık yıkama makinesi, mikro-dalgalı bir fırın bile vardı. Andy, New York taki bütün iyi lokantaları ezbere bildiği gibi kendi evinde yemek pişirmeyi de o kadar seviyordu anlaşılan. Andy ona bir bardak brendi uzattıktan sonra kendisine de bir bardak doldurdu. Sonra tekrar oturma odasma dönüp kanepeye oturdular, ama aralarında en az yirmi santim mesafe vardı. Penny öpüşmelerini hatırladıkça sırtının ürperdiğini hissediyor, başı dönüyordu. Andy Hmmm Beni tekrar öpecek misin? diye fısıldadı genç kadın. Andy elindeki bardağı yavaşça kanepenin yanındaki masanın üstüne bıraktı. Sonra Penny nin elindeki bardağı da alıp aynı yere koydu. Yüzünde aynı ciddi ifadeyle ağır ağır eğildi ve dudakları genç kadmınkileri örttü. Yumuşak, tüy gibi bir dokunuştu bu. Penny acele etmemesi gerektiğini biliyordu. Bu hafif temasın keyfini doyasıya çıkarmak istiyordu önce. Andy nin nefesi gitgide düzensizleşmeye başladı. Dili Penny nin ağzının derinliklerini keşfe çıkmıştı artık. Kollarını genç kadının beline dolayıp kendisine doğru çekti. Penny ellerini onun ceketinin içine sokup gömleğinin üstünden sırtım okşamaya başladı. Aynı anda Andy nin elini bacağının üstünde hissetti. Beyaz ipek çoraplarını tutan mavi jartiyeri bulmuş ve klipsi yavaşça açmıştı. Önce sağ bacağındaki çorabı, sonra sol bacağındakini ağır çekim bir filmdeki gibi yavaş yavaş çekip çıkardı. Bu süre zarfında dudakları birbirlerinden ayrılmamıştı. Penny heyecanla ürperdi.

43 Az sonra genç adam geri çekilip ceketini çıkardı. Gömleğinin düğmelerini açmaya çalışan parmakları heyecanla titriyordu. Bırak ben açayım, diye fısıldadı Penny. Sesi o kadar boğuk çıkmıştı ki, neredeyse kendi sesini bile tanımayacaktı. Andy yüzünü onun kıvırcık buklelerinin arasına sokarak O kanepede yatmayı sen de istemiyorsun, değil mi? diye fısıldadı. Eğer sen de aynı yerde yatacaksan, benim için bir sakıncası yok, diye karşılık verdi Penny yumuşak bir sesle. Onun gömleğinin düğmelerini açtıktan sonra üstündeki elbiseyi çıkarıp yere fırlattı. Aynı anda Andy nin derin bir nefes aldığını duyup ona döndü. Genç adam gömleğini ve pantolonunu çıkarmıştı bile. Gözleri istekle parlıyordu. Penny onun iç çamaşırları konusunda yanıldığım anladı. Jnce bordo çizgili beyaz çamaşırlar giyiyordu. Ama bunu daha fazla düşünmeye fırsat bulamadı. Aııdy yere diz çöküp dudaklarını çıplak bacaklarında gezdirmeye başlamıştı. Bir yandan da ipek jartiyerin belindeki klipsi çözüp yere fırlattı. Dövmen? diye mırıldandı. Dövmen nerede? Penny gülerek onun saçlarını okşadı. Sadece şaka yapıyordum Andy. Sadece şaka Genç adamın dudakları bacaklarının üst kısmına doğru ilerledikçe kendini tutamayıp zevkle inledi. Beni hayal kırıklığına uğrattın, diye mırıldandı Andy. Ama gözlerindeki ifadeden bunun sadece bir şaka olduğunu anlamak güç değildi. Penny onu ilk kez bu kadar rahat, bu kadar mutlu görüyordu. Genç adam birden Penny yi kucağına alıp içerideki karanlık odaya götürdü ve yavaşça yatağın üstüne bıraktı. Sonra üstündeki çamaşırları da çıkartıp yanma uzandı. Böyle olacağım biliyordum, diye fısıldadı Penny. Sen de biliyordun, değil mi? Hayır, bilmiyordum. Ama çok mutluyum. Birbirlerine sarılıp ağır ağır sevişmeye başladılar. Nelerden zevk aldıklarını öğrendikçe, birbirlerinin vücutlarım daha iyi tanıdıkça zevkle inliyorlardı. Penny, seni ne kadar çok istiyorum, bir bilsen, diye mırıldandı genç adam boğuk bir sesle. Hiç kimseyi bu kadar çok istememiştim. Penny yumuşak vücudunu onun sert bedenine bastırırken, Ben de, diye fısıldadı. Gerçekten şimdiye kadar hiçbir erkekle sevişmesinden bu kadar zevk almamıştı genç kadın. Sevişmenin bu kadar güzel bir şey olabileceğini tahmin bile etmemişti. Cennete birlikte uçtular Bir süre birbirlerinin kollarının arasında yattıktan sonra Penny onun yatak örtüsünü çektiğini ve ikisinin üstünü dikkatle örttüğünü hissetti. Daha önce

44 hiç tatmadığı bir mutluluk duygusuyla başını Andrew Keller ın omzuna dayadı ve gözlerini kapadı. Bölüm Altı Andrew Keller pazar sabahları erkenden sokağa çıkar ve taze çöreklerle gazetesini alıp eve dönerdi. O sabah da her zamanki gibi yedide uyandı. Ama daha gözlerini açmadan önce gül ve yasemin kokan yumuşak buklelerin kokusunu duymuş, Penny ile geçirdikleri geceyi hatırlayarak vücudunun yeni bir istekle gerildiğini hissetmişti. Penny ona doğru eğilmiş, başım omzuna dayamış uyuyordu. Andy ciddi bir ifadeyle onu seyretmeye başladı. Pembe dudakları hafifçe aralanmıştı. Uzun, gür kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşmüştü. Mutlu çocuksu bir gülümseme vardı sanki yüzünde. Andy kolunu yavaşça çekip doğruldu ve yatağın içinde oturdu. Olayların bu kadar hızlı gelişmesine hâlâ inanamı-yordu. Ama dün gece yaşadıklarının her anını hatırlıyordu. Penny nin ipek gibi cildinin yumuşaklığını, istekle gerilen vücudunu, sert ve dik göğüslerini, yuvarlak kalçalarını Sadece bunları hatırlamak bile yeniden heyecanlanmasına yetiyordu. Ayağa kalkıp pencerenin yanına gitti ve dışarıdaki muhteşem manzaraya baktı. Ama hiçbir şey görmüyordu aslında. Alnı düşünceli bir şekilde kırışmıştı. Andrew Keller her zaman dürüst bir insan olmuştu. Aynı zamanda sadık. Evet, şimdiye kadar hiç evlenmemişti, ama bir kadınla birlikteyken bir diğeriyle ilişki kurmamıştı hiç. Arkadaşları sık sık böyle ilişkiler içine girerlerdi. Ama o asla böyle bir şey yapmamıştı. Caroline e de her zaman sadık kalmıştı. Gerçi aralarında henüz resmi bir ilişki yoktu ama Caroline in de ona sadık kaldığından emindi. Caroline in onu aldatabileceğim düşünemiyordu bile. Kendilerinin her şeyi yapmaya hakkı olduğunu sanan, ama iş karılarına ve kız arkadaşlarına geldi mi bunu asla düşüneme-yen bazı erkekler gibi değildi Andrew Keller. Caroline in onu. aldatmadığına inanmasının tek nedeni vardı. Caroline genel olarak seksle ilgilenmezdi. Evet, soğuk, frijid bir kadın değildi ama kendisini sevdiği erkeğe tamamen teslim eden ve kendinden geçen bir kadın da değildi. Sevdiği erkeğe Birisini sevmek ve onunla sevişmek. Evet, sorun buydu aslında. Aşk Andy başını arkaya çevirip tekrar Penny ye baktı. Çıplak kolu yatağın kenarından aşağıya sarkmıştı. Penny sevgi dolu bir kadındı. Bir erkekle birlikte olduğu zaman kendini ta-mamiyle serbest bırakan ve içinden geldiği gibi davranan gerçek bir kadın.

45 Peki, ona âşık olması mümkün müydü? Daha yeni tanışmışlardı. Sadece bir hafta olmuştu tanışalı. Penny onun tipi değildi üstelik. Çok rahat, kaygısız, aklına eseni yapan bir tipti. Evi, arkadaşları, alışkanlıkları Andy yi çileden çıkaracak bir yaşam tarzının örnekleriydi. Eğer Penny nin, hayatına girmesine izin verirse, en fazla kırk sekiz saat içinde öfkeden delirebileceğim&#; biliyordu. Ama Caroline Gelecek ile ilgili planlarım, yaşam tarzını ancak Caroline gibi bir kadınla gerçekleştirebilirdi. Aynı zevkleri paylaşıyorlardı. Aynı insanlardan hoşlanıyorlar, aynı lokantaları seviyorlar, ikisi de tenis oynamaya bayılıyorlardı. Caroline ile evlendiğinde iyi bir şirkette iyi bir işi olacak, akşamları iyi döşenmiş bir eve gidecekti. En az Uç çocukları olacaktı. Hepsi de erkek tabii. Andy onlarla gurur duyacaktı. Okullarının en başarılı öğrencileri olacaklardı. Hem üstelik onlar babaları gibi okul çıkışı hayatlarını kazanmak için çalışmak zorunda da kalmayacaklardı. Babaları onların ihtiyacı olan her şeyi karşılayacaktı. Evet, ancak Caroline le evlenirse yaşayabilirdi böyle bir hayatı. Andy pencerenin önünden ayrılıp köşedeki dolaba gitti. Temiz bir takım çamaşır, çorap çıkardıktan sonra giyinmeye başladı. Az sonra sessizce evden çıkmıştı. Köşedeki fırına doğru yürürken düşünmeye devam ediyordu. Ama eğer çocuklarından biri kız olursa, onun şu anda yatağında uyuyan gül ve yasemin kokulu kıza benzemesini isterdi Kahvaltı hazır, diye bağırdı Andy yatak odasının kapısına gelerek. Ama o daha seslenmeden önce Penny uyanmış, sessizce yatıyordu. Mutfaktan gelen nefis kokuları içine çekerken, bir yandan da dün geceki olayları düşünüyordu. Genç kadın yatağın içinde doğrulup oturdu. Kollarım iki yana açıp gerinirken, üstündeki yatak örtüsü aşağıya kaymış, çıplak göğüsleri ortaya çıkmıştı. Andy hâlâ kapıda durmuş, onu seyrediyordu. Penny ne düşündüğünü anlamak için yavaşça gözlerim ona çevirdi. Kopenhag mavisi gözlerin ifadesi dün geceki sevişmelerini düşündüğünü gösteriyordu. Genç kadın gülümsedi. Giyinecek kadar zamanım var mı? Hayır. Her şey hazır, seni bekliyor. Andy gülümsedi. Yani masaya çıplak mı oturacağım? Eee.. Tam o sırada mutfaktan bir zil sesi duyuldu ve Andy koşarak mutfağa döndü. Kapının yamndaki koltuğun üstünde genç adamın dün gece giydiği pantolon ve gömlek duruyordu. Penny onun gömleğini giydikten sonro banyoya gidip yüzünü yıkadı ve sonra çıplak ayaklarla oturma odasına gitti.

46 L şeklindeki odamn bir köşesindeki masaya kahvaltı hazırlanmıştı. Masanın üstünde san bir örtü vardı. Bir sepetin içinde taze çörekler, iki bardağın içinde de yeni sıkılmış portakal suyu duruyordu. Andy bir iskemle çekip onu oturttuktan sonra tabağına Hollanda sosuyla hazırlanmış iki yumurta koydu. Beni şımartacaksın, dedi Penny. Kahvaltıda cola içmeyi seven bir kız böyle şeylerle şıma-nr mı? Hem de nasıl. Penny yumurtalarını yemeye başladı. Hmmm Nefis bir sos bu. Sen mi yaptın? Andy ağzı dolu olduğu için bu soruya sadece başını sallayarak cevap verdi. Tekne gezintileri ve yatçılık ile ilgili dergileri gördüm şurada. Denizi seviyor musun? Andy yine başını salladı. Peki hiç tekneyle geziyor musun? Nerede? Aslında pek imkânım olmuyor. Bir zamanlar kurslara gitmiştim. Birkaç yıl önce de arkadaşlarla bir tekne kiraladık ve Karayip Adaları na kadar gittik. Sen hiç gezdin mi tekneyle? Hayır, ama epey eğlenceli olmalı. Biraz tehlikeli ama heyecan verici bir şey herhalde. Günün birinde belki ben de tekneyle gezme fırsatı bulurum. Biliyor musun Andy? Hiç de göründüğün gibi bir adam değilsin sen. Zaten kırmızı pantolon askılarını görünce tahmin etmeliydim. Ne açıdan? Çok ciddi bir adam gibi görünüyorsun ama tehlikeden hoşlanıyorsun. Üstelik çok da seksisin, dedi Penny. Andy nin yine kızarıp kızarmayacağını merak ediyordu. Andy kıpkırmızı kesildi. Penny masamn altından ayaklarını uzatarak onun ayaklarına dokundu. Genç adam başım kaldırıp Penny nin gözlerinin içine baktı. Dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm belirmişti. Genç kadın kalbinin eridiğini zannetti. Sessizce kahvaltılarım etmeyi sürdürdüler. İkisi de dün geceki sevişmelerini düşünüyordu. Penny birden Fantezilerin ne Andy? diye sordu. Genç adamın gözlerinin kocaman açıldığım ve portakal suyunu yutmakta zorluk çektiğini görünce telaşla ekledi. O tür fantezilerini sormuyorum, örneğin, piyangodan büyük ikramiyeyi kazansan ne yaparsın? Veya biri sana bir milyon dolar verse? Ya da ne bileyim, çalışmak zorunda olmasan? Bir tekne satın alır, Karayipler civarında dolaşırım, dedi genç adam hiç düşünmeden. Belki de bütün dünyayı dolaşırım.

47 Gerçekten mi? Oh, harika bir fikir bu! Senin böyle bir şey isteyebileceğin asla aklıma gelmezdi. Neden olmasın? Andy biraz kırılmış gibiydi. En büyük sırrını açıkladıktan sonra pişman olan bir adam havasındaydı. Hatta bir zamanlar bir tekne satın almak için para biriktirmeye bile başlamıştım. Peki, sonra? Ne oldu?. O para yok mu artık? Var, hâlâ duruyor ama hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal benimki. Gerçek hayatın içine girince, hayallerini unutmak zorunda kalıyorsun. Belki bir gün Ne zaman? Yetmiş yaşına gelince mi? Andy, insanlar ne yapmak istiyorlarsa onu yapmalılar. Sorumlulukların canı cehenneme! Penny, sen iflah olmaz bir romantiksin. Zaten bu yüzden seviyoru Birden öksürüp boğazım temizledi. Zaten seni çekici yapan özelliklerinden biri de bu. Böyle düşündüğüne sevindim, dedi Penny. Yüzü hafifçe kızarmıştı. Neden o tekneyi almaktan vazgeçtin? Ne kadar çalışırsam çalışayım, bir tekne alabilecek kadar para biriktirmem imkânsız. Çok büyük bir tane alman gerekmez ki önce. Bir miktar para biriktirdikten sonra biraz da bankadan borç alırsın. Sonra da bütün hayatını o teknede geçirirsin. Evet ama bankadan borç alabilmek için iyi bir işin olması gerekir. Eğer iyi bir işin olacaksa, o zaman da teknenle Karayipler de dolaşamazsın. Anladın mı şimdi? Andy ekmeğine tereyağ sürerken, ayakları Penny nin ayaklarıyla oynuyordu masamn altında. Yanılıyorsun. Kış mevsiminde tekneni kiraya verir, oradan gelecek parayla borcunu ödersin. Yılın geri kalan kısmında da kendin gezersin. Ah, seni şimdi gözlerimin önünde canlandırabiliyorum Kaptan Keller, güvertede Neden yapmıyorsun bu işi gerçekten? Neden gidip kendine bir tekne almıyorsun? Andy gülmeye başladı. Böyle bir riski göze alabilecek bir adam değilim samrım. Ancak sonucundan emin olduğum konularda adım atarım. Ama sigortacılık da risklere dayanan bir meslek değil mi? diye inatla tartışmayı sürdürdü Penny. İşin söz konusu olduğu zaman riskleri göze almıyor musun? Ama o risklerin hepsi önceden hesaplanmıştır zaten. Karşına çıkabilecek ihtimalleri bilirsin. Peki ya bir teknede tek başına okyanusta dolaşmak? Şey O biraz daha tehlikeli sanırım. Ama bu işi iyi biliyorsan, onun da hiçbir tehlikesi yoktur aslında. Bu sigortacılık işinde çabuk para kazanmanın yollan vardır mutlaka, diye mırıldandı Penny.

48 Elbette var. Ama hepsi yasal olmayan yollar. Peki, hiç böyle bir şey yapmak aklına gelmedi mi? Hadi Andy, bana anlatabilirsin. Bana fantezilerini anlatacaktın. Sadece bir tanesini söyledin. Ama mutlaka başka fantezilerin de vardır. Genç adam Penny nin çıplak ayaklannı kucağına almış hafifçe masaj yapıyordu şimdi. Beni doğru dürüst tanımıyorsun Penny. Tanısaydm, öyle bir insan olmadığımı bilirdin. Alacağın parayı hak ederek kazanmanın gerekliliğine inanmışımdır hep. Çalıştığın şirkete sadakatle bağlı olmanın gereğine filan. O yüzden ne Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi ni, ne de bir başkasını dolandırmaya niyetim yok. Alışveriş ettiğin mağazada paranın üstünü fazla verseler, onu da geri verirsin değil mi? Genç adam başını salladı. Peki ya, birisi çok pahalı bir Cartier saati sana yarı fiyatına vereceğini söylese onu da almaz mısın? O farklı. Neden? Mağazada paranın üstünü geri vermezsen, oradaki zavallı kasiyeri dolandırmış olursun. Ama Cartier yi yarı fiyatına getirirlerse Sen hiç yan fiyatına satılan Cartier gördün mü hiç? Her neyse, bakış açım anlıyorum, diye karşılık verdi Penny. Ama Kuzey Amerika Uluslararası Sigortacılık Şirketi çok büyük bir şirket, değil mi? Sermayelerinin küçük bir bölümü eksilse, dünya başlarına yıkılmaz. Penny! Ben şirketimi dolandıramam. Asla böyle Biliyorum Andy. Sadece şu senin tekneyi satın almanın yollarını düşünüyordum. Beni yanlış anlamanı istemem ama nedense bana babamı hatırlatıyorsun hep. Nasıl yani? Babam avukattır ama hukuktan nefret eder. Şehir kulübünün yönetim kurulu üyesidir ama golf oynamaktan hiç hoşlanmaz. Annem onun durumundaki bir adamın Mercedes kullanmasında ısrar ettiği için arabası Mercedes dir ama gözü hep spor arabalardadır. Ne demek istediğimi anlatabildim mi? Neden hep istemediği şeyleri yapıyor öyleyse? Anladığım kadarıyla, canının istediğini alabilecek ve yapabilecek mali gücü var. Neden kendini bu kadar mutsuz ediyor? Üzücü olan da bu ya zaten. Artık canının istediğini yapabilmek için yaşının geçtiğini düşünüyor. Sanırım haklı da. Zaten annemin American Express kartı veya kürkleri olmadan yaşayabileceğini sanmıyorum. Peki ya sen? Sen annen gibi yaşamıyorsun. Senin fantezilerin neler? Yani gelecekle ilgili hayallerin demek istiyorum.

49 Ben ne istediğimden çok, ne istemediğimi biliyorum, diye karşılık verdi Penny kararlı bir sesle. Wilmette sosyetesinin bir parçası olmak istemiyorum. Kadınlar Kulübü nün bir üyesi olmak da. Büyük oğlumla birlikte Mercedes ime kurulup dişçimle olan randevuma gitmek, oradan çıkıp çay saatini tenis kulübünde geçirmek, sonra lüks bir lokantaya akşam yemeğine gitmek Bütün bunları istemiyorum. Anlatabildim mi? Wilmette e yerleşip otuz yıllık evliliğim boyunca kocamı bir an önce mezara gönderebilmek için elimden geleni yapmak istemiyorum. Evlenmek istemiyor musun? Onların kafasındaki gibi evlilik istemiyorum. Kimin kafasındaki gibi? Annemle babamın. Sana anlattım ya Her cuma günü saat üçte berberime gitmek, parmağımda Peacock ın elmas ve safir taşlı yüzüğünü taşımak istemiyorum. Peacock da neresi? Chicago da çok ünlü bir mücevherci. Oh, Philadephia daki Bailey gibi yani? Caroline in hesabı Bailey deydi. Onları bilmiyorum. Hiç duymadım. Reklam vermezler. İhtiyaçtan yoktur çünkü. Evet, işte Peacock da öyle bir yer. Demek o yüzden New York a geldin ve stüdyo adını verdiğin o mahzende yaşamaya başladın. Hiç de mahzen filan değil orası, dedi Penny. Biraz alınmıştı. Kentin tam göbeğinde öyle bir yer bulabildiğim için çok şanslıyım. Ama yine de bir mahzen. Üstelik pek güvenli bir yer de değil. Belki de haklısın. Sonbaharda Chicago ya Wilmette e geri döneceğim Andy. Janie olmadan tek başıma yürütemiyorum bu işi. Aslında onunla birlikteyken bile iki yakamız bir araya gelmiyordu. Eğer senin iş teklifin olmasaydı, belki de şu anda eşyalarımı topluyor olacaktım. Biliyorum Penny. Evet. Ne kadar zor durumda olduğumu ilk geldiğinde anlamıştın, bunun farkındayım. Penny içini çekti. Ama çok nazik bir insansın. Aynı zamanda çok da iyi pazarlık yapıyorsun. Gitmeni istemiyorum Penny, dedi Andy. Wilmette e dönmeni istemiyorum. Daha yeni tanıştık. Ben de gitmek istemiyorum. Penny nin sesi de onunki gibi fısıltı halinde çıktı. Telefon ettim. Bugün kilidini değiştirecekler. Ama saat iki buçukta gelecek adam oraya. O yüzden epey vaktimiz var. Ne dersin? İçeri gidelim mi? Andy yatak odasının açık kapısına doğru baktı.

50 Andrew Keller! Burada kirli tabaklar dururken böyle bir şeyi nasıl düşünür senin gibi bir adam? Penny gülerek ayağa kalktı. Andy nin belki de hayatında ilk kez sofrayı toplamadan yatak odasına geçtiğinden emindi. Bırak şimdi tabakları. Andy yatakta yüzükoyun yatıyordu. Penny eğilmiş, onun sırtım hafifçe ovuyor, arada bir sıcak dudaklarını belkemiği boyunca gezdiriyordu. Her defasında genç adamın dudaklarının arasından bir zevk iniltisi yükseliyordu. Birden sırtüstü dönüp Penny yi kendine doğru çekti ve gözlerinin içine baktı. Çok güzelsin Penny, diye fısıldadı ciddi bir sesle. Harika bir kadın Yatağın yanındaki telefon çalmaya başladı. Açma, diye fısıldadı Penny. Telefonun üçüncü çalışında Andy nin kaşlarının arasında derin bir çizgi belirdi. Açmak zorundayım, diye homurdandı. Büyük bir olasılıkla Dieter arıyordur. Kim o? Patronum. Genç adam doğrularak bacaklarını aşağı sarkıttı ve ahizeyi kaldırdı. Penny de başını onun omzuna dayayıp göğsünü okşamaya başladı. Telefondakinin bir kadın sesi olduğunu anlamıştı, ama neler söylediğini duyamıyordu. Birden irkildi. Andy nin vücudunun da hafifçe gerildiğini hissetti. Bu sabah erken, dedi genç adam. İlk uçakla. Kadın bir şeyler daha söyledi. Çok erken diye aramadım seni. Andy nin sesinde kendini savunmaya çalışan bir ifade vardı. Penny daha fazlasını duymak istemiyordu artık. Hızla yataktan kalkıp banyoya yürüdü. Kapıyı tam kapatırken Andy nin yine konuştuğunu duydu. Dün gece için özür dilerim Hayır, mümkün değil. Bugün öğleden sonra bir müşterimi görmem gerek. Penny dinlemek istemiyordu ama kapı o kadar inceydi ki, onun İki buçukta, dediğini duydu. Genç kadın küvetin içine girip duşu sonuna kadar açtı. Tazyikli su saçlarından ve omuzlarından aşağı akarken, Bana hesap vermek zorunda değil ki, diye tekrarlıyordu kendi kendine. Avcunun içine bir parça şampuan döküp hızla saçlarını ovuşturmaya başladı. Andrew Keller gibi bir adamın hayatında bir kadın olmasından daha doğal ne olabilirdi? Bu zamanda böyle iyi parça yakalamak gerçekten çok güçtü. Herhalde o küçük siyah defteri de randevularını karıştırmamak için tutuyordu. Penny mantıklı ve modern bir şekilde düşünmeye çalışıyor ama

51 bunu bir türlü başaramıyordu. Şimdiye kadar hiç bilmediği bir acı kalbini sıkıştırıyordu. Duşu kapattıktan sonra büyük bir havluyla vücudunu, daha küçük bir tanesiyle de saçlarını sarıp yatak odasına döndü. Andy yatakta sülüstü yatmış, ellerini başının altına koymuştu. Çıplak bedeni yatak örtüsünün altındaydı. Kaşlarının arasında da o derin çizgi vardı yine. Onun içeri girdiğini görünce Penny, üzgünüm, diye mırıldandı. Neden? Genç kadın sesine neşeli bir ton vermeye çalıştı. Üzülecek ne var? Senin bir rahip olduğunu düşünmemiştim zaten. Hem bu kadar iyi sevişebilen bir erkek herhalde münzevi bir hayat yaşamıyordur. Açıklamama izin ver İnan bana, seni çok iyi anlıyorum Andy. Penny onu üzmek, incitmek istiyordu. Eğer çevresinde bir yığın kadın varsa, Penny nin çevresinin de erkeklerle dolu olduğunu sanması iyi olurdu. Gerçekten, anlıyorum seni. Sırtını dönüp çantasında bir şey arıyormuş gibi yaptı. Hiç olmazsa bu sayede gözlerine dolan yaşları görmezdi Andrew&#; Keller. Kendisine çok kızıyordu. Durup dururken bu ciddi suratlı sigortacıya âşık olacak, hem vücudunu hem de kalbini ona verecek ne vardı sanki? Onu yanlış anlamıştı. Seviştikleri sırada kulağına fısıldadığı aşk sözlerini fazla ciddiye almış ve onun da en az kendisi kadar bu ilişkiyi önemsediğini sanmıştı. Hayatında başka bir kadın olabileceği aklına bile gelmemişti. Üstelik bu kadına hesap vermek, açıklamalarda bulunmak, cumartesi gecesi kiminle olduğu konusunda yalan söylemek zorundaydı Andrew Keller. Bir tarağın var mı? Benimkini bulamıyorum. Oradaki masanın üstünde. Penny tarağı alıp saçlarmı taramaya başladı. İslak saçlarını çekiştirdikçe canı yanıyor, ama bunu umursamıyordu bile. Tam o sırada vücudunu saran havlu da kayıp yere düştü. Ama bunu da umursamadı. Gözlerini aynaya dikmiş, saçını taramaya devam ediyordu. Andy yavaşça yataktan kalkıp ona yaklaştı. Tam arkasında durup kollarım beline doladı. İkisi de çırılçıplaktılar. Andy nin elleri hafifçe yukarı çıkıp göğüslerine dokunduğunda, Penny ürperdiğini hissetti. Gözleri aynada birleşti. Sana inanmıyorum, dedi genç adam yavaşça. O sözleri sadece benden intikam almak için söylüyorsun. Çünkü öfkelisin. Sevişmemizin senin gözünde bir gecelik macera olduğuna inanmıyorum. Ne kadar da çok şey biliyorsun! dedi Penny alaya bir sesle. Kendini çok fazla önemsiyorsun Andrew Keller! Üstelik elli yıl geride yaşıyorsun! Tekrar saçını taramaya başladı. Andy nin yüzündeki ifade birden değişti. Gözlerindeki kuşku, kederli bir kabullenişe bırakmıştı yerini. Penny buna daha fazla dayanamayacağım

52 hissetti. Bütün söylediklerinin yalan olduğunu, sadece onu incitmek için böyle konuştuğunu haykırmak üzereydi ki, Andy nin soğuk bakışlarıyla karşılaştı. Genç adam ellerini çekip arkasına döndü ve banyoya girip kapıyı yavaşça kapadı. Az sonra duştan akan suyun sesi duyulmaya başlamıştı. Penny gecelik elbisesini alıp başından aşağı geçirdikten sonra oturma odasına gitti. Beyaz ipek çorapları ve mavi ipek jartiyeri oradaydı. Dün gece MacDougal Caddesi nde ayak-kabısız yürüdüğü için çorapları kirlenmiş, bazı yerleri de yırtılmıştı. Çorapları mutfaktaki çöp kutusuna attıktan sonra, jartiyeri de salonun en uzak köşesine fırlattı. Sonra kanepeye oturup görmeyen gözlerle dergi sayfalarını çevirmeye başladı. On dakika kadar sonra Andy giyinip yatak odasından çıktığında, Penny gitmeye hazırdı. Penny, pazartesi sabalu saat tam on birde kapıyı açınca Mercurio iîe burun buruna geldi. Cuma günü neredeydin? diye bağırdı öfkeli bir sesle. Andy ile birlikte stüdyoya gelip kilidi tamir edecek olan adamı beklerken de aynı şekilde öfkeliydi zaten. Andy nin kalıp evi toplamasına yardım teklifini de kaba bir şekilde reddetmiş ve onu yollamıştı. Üst kattaki kedi bile genç kadının ayaklarına sürünmekten çekinir gibiydi iki gündür. Mercurio masum bir ifadeyle baktı. Ben mi? Cuma günü bir yere mi gitmem gerekiyordu? Benimle oyun oynama Mercurio. Cuma günü ikide buraya gelecektin. Bütün gün seni bekledim. Zamanımı daha iyi bir şekilde de değerlendirebilirdim, değil mi? Bu işte bir yanlışlık olmalı Miss Penny. Cuma günü size teslimat yapılacağından haberim yok benim. Mr. KeÜer a telefon edip, cuma günü yeni bir sandık göndermesini rica etmiştim. Sana söylemedi mi? Hayır. Ama Mr. KeUer ın işi her zaman başından aşkındır. Mercurio gülümsedi. Herhalde unuttu. Eviniz ne kadar güzel Miss Penny. Bir tek gülümseyişle Penny nin aklını başından alacağım ve konuyu değiştirebileceğini sanıyordu herhalde. Mr. Keller hiçbir şeyi unutmaz. Unutan şendin Mercurio! öyle değil mi? Herhalde Jerscy deki o kızı görmeye gittin cuma günü. Bundan hiç kuşkum yok. Mercurio, Penny nin bütün bunları Keller a anlatabileceğini düşününce endişelenmişti. Yemin ederim! Jersey e gitmedim. Yemin ederim! öyleyse bir başka kızın peşine takıldın! Bundan sonra da Mercurio nun çapkınlıkları yüzünden bütün günü evde geçirmeye niyeti yoktu Penny nin. Patronun kim olduğunu ona göstermeye kesin kararlıydı. Sanırım size her şeyi açıklamam gerek. Mercurio hafifçe gülümsedi. Ama şirin sandığınız gibi bir kadınla birlikte değildim. Evet, belki bir kadınla

53 ilişkisi var ama Kadınlar yüzünden başın çok belaya girecek Mercurio! Evet, biliyorum. Şimdiden girdi zaten. Lütfen beni bağışlayın. Size yemin ediyorum, bir daha böyle bir şey olmayacak. Yemin ederim Tamam, tamam. Penny gülmeye başladı, öfkesi bir anda geçmişti. Şimdi o sandığı getir buraya. Yoo, bir dakika Üst kata çıkar. Burada yer yok. önce Modiglianiler üzerine tekrar çalışmam gerekecek. Hafta sonunda evime hırsızlar girdi. Resimleri de mahvetmişler. Penny, Modiglia-nikr in arkasına yeni kâğıtlar yapıştırmaya başlamıştı bile. Ama sabahtan beri sadece iki tanesini bitirebiimişti. Komşusunun dairesinin anahtarım alarak Mercurio ya yolu gösterdi. Sandığı antredeki duvarın yanına bıraktıktan sonra aşağı inmeye başladılar. Eee, cuma günü ne oldu, anlat sana. Yoksa Marilyn Monroe ile mi karşılaştın sokakta? Aslında size evet diye cevap vermem gerekir. Mercurio neşeyle güldü. Ama gerçek ne yazık ki pek o kadar romantik değil. Cuma günü sandığı size getirmek için depodan aldım. Ama yolda gelirken biraz elimi yüzümü yıkayıp serinlemek istedim. Bütün gün kamyon kullanmak pek kolay bir iş değil. Anlıyorum. Houston Caddesi nde küçük bir kafe var. Erkek kardeşim orada çalışıyor Aynı zamanda orada çalışan çok güzel bir de garson kız vardır sanırım? Haklısınız. Mercurio gülümserken yüzü hafifçe kızarmıştı. Adı Petra. Her neyse, yolum o tarafa düşdüğünde hep oraya uğrarım. Kamyonu da kapının önüne bırakırım. Kardeşim göz kulak olur. Ama cuma günü dışarı çıktığımda kamyon yoktu. Çalınmış mı? Penny nin gözleri kocaman açıldı. Eğer Mercurio nun kamyonunu da çaldılarsa, bu kadar rastlantı biraz fazlaydı. Çok önemli şeyler oluyor Mercurio, dedi heyecanla. Birileri bu resimleri ele geçirmek istiyor nedense. Yoo, yanılıyorsunuz. Tabii, kamyonu göremeyince ilk olarak ben de çalındığını sandım. Ama yanlış yere park ettiğim için trafik polisleri götürmüşler kamyonu. Sabahtan beri geri almak için uğraşıyorum zaten. Mr. Keller bunu biliyor mu? Resimlerin başına bir şey gelecek diye endişeleniyordu. Depoda da bazı sorunlar çıkmış. Hayır, kimse bilmiyor. Lütfen siz de söylemeyin ona. Resimlere bir şey olmadı. Sandık da sağlam duruyor nasıl olsa. Daha önce şirketten iki kez ihtar aldım. Bir kere daha problem çıkarsa atacaklarını söylediler. Trafik polisleri kamyonu götürdü diye Mr. Keller m seni işten atacağını hiç sanmam Mercurio. Aynı olay üçüncü kez tekrarlansa bile, öyle bir adam değil o. Ama bundan emin olabilir miydi gerçekten? Andrew Keller ı doğru dürüst tanımıyordu ki. Birlikte harika bir gece geçirmiş olmalarına rağmen.

54 Mr. Keller atmaz, ama Dieter, büyük patron. Her şeyi yapabilir o. Söz verin bana hiç kimseye bir şey söylemeyeceğinize. Yemin ederim, bundan sonra sandıklarınızı tam vaktinde getireceğim. İşsiz kalmanın ne demek olduğunu iyi bilirim Mercurio. Söz veriyorum, hiç kimseye bir şey söylemeyeceğim. Oh, çok teşekkür ederim Miss Penny. Hadi, hoşçakalın. Mercurio kapıdan çıkıp kamyona doğru yürürken Penny birden seslendi. Hey Mercurio! Kamyonu trafik polislerinin götürdüğünden emin misin? Başka biri olmaz mı? Hayır. Eminim. O İcafede ne kadar kalmıştın? On beş, yirmi dakika kadar. Ama trafik polisleri çok hızlı çalışıyor. Tabii, ihtiyacın okluğu zaman ortalarda gözükmezler. Neden sordunuz? Hiç, sadece merak ettim. Biraz garip geliyor. Bir yığın fotoğrafa gösterilen bu ilgi! Bölüm Yedi Mercurio sözünü tutmaya kararlıydı anlaşılan, tki gün sonra Modiglianiler i almaya geldiğinde yeni bir sandık daha getirmişti. Ama pazartesi günü getirdiğin sandık daha yukarıda duruyor, dedi Penny. Mr. Keller a sadece buradakilerin alınmasını istediğimi söylemiştim. Andy, onun istediğini yanlış anlamıştı demek. Bir gün önce şirkete telefon etmiş ve onu aramıştı. Modiglianiler in bittiğini kısaca anlatmış ve gelip almalarım istemişti. Andy nin konuşmayı uzatmaya niyetlendiğini anlayınca da telefonu hemen kapamıştı. Ne onun sesini duymaya ne de mazeretlerini dinlemeye tahammülü vardı. Aslında Andy yi aramaya da pek niyeti yoktu. Santral memuruna bir not bırakıp telefonu kapatacaktı. Ama daha derdini anlatmaya fırsat bulamadan Andy yi bağlamıştı kadın. Bu resmi iş konuşması bile Penny nin üzüntüsünü artırmaya ve pazar günü hissettiği aldatılmışlık duygusunu yeniden canlandırmaya yetmişti. Peki, ne yapayım şimdi? diye sordu Mercurio. Bunları yeniden depoya mı götüreyim? Ama saat beşi geçti. Depo kapanmıştır. Neyse, şu karşıdaki duvarın önüne bırak. Penny içini çekti, önce bunları bitiririm. Sen bunları götürünce de yukarıdakileri indirip onları bitiririm. Winnie yolculuktan birkaç hafta sonra dönecekti. Sandığın bir süre daha yukarıda durmasının bir sakıncası yoktu onun için. Mercurio sandığı duvarın kenarına bıraktıktan sonra bir köşesini açtı. Penny, dalgın bir tavırla içindeki resimlerden birini çıkarıp baktı. C&tanne, diye mırıldandı. Bence bir maymun bile bundan daha iyi resim yapar, dedi Mercurio. Sen ne anlarsın? Güzel kızlar dışında bir şey ilgini çekmez ki senin. İşte bunda haklısınız. Hadi, hoşça kalın. Mercurio gittikten sonra, Penny resimleri inceledi. Cfczanlar Modiglianiler den biraz daha kötü durumdaydı. Çerçevelerden iki tanesi

55 rutubetten hafifçe eğilmişti. Penny fotoğraflarım çıkartıp çerçeveleri cendereye sıkıştırdı. Onlar orada kururlarken, üç gün boyunca lekelenen fotoğraflar üstünde çalıştı. Bütün çerçevelerin arkasındaki kâğıtları da değiştirmek zorunda kalmıştı. Görünmez eller kâğıtları paramparça etmişti. Düşündükçe kafası daha çok karışıyordu. Hem depoya hem de stüdyoya girilmesi bir rastlantı olamazdı. Üstelik daha önce de kaçırılmıştı bu resimler. Mutlaka bir şey olmalıydı. Fotoğrafların hiçbir değeri olmadığından emindi. Aradıkları şey çerçevelerde olmalıydı. Ama hiçbir şey bulamıyordu. Modiglianiler stüdyodayken bütün çerçeveleri dikkatle incelemişti. Eline küçük bir çekiç alıp çeşitli yerlerine hafifçe vurmuş ve bir yerden farklı bir ses gelip gelmediğini kontrol etmişti. Hatta on tane çerçeveyi tek tek banyodaki tartı aletinde tartmış, ağırlıkları arasında bir fark olup olmadığına bakmıştı. Hiçbir şey bulamamasına rağmen, bu işte bir esrar gizli olduğundan emindi. Bu kadar rastlantı olması mümkün müydü? Düşünceleri çerçevelerle Andy arasında bölünüyordu. Ama Andy yi düşündüğü zaman rastlantılara inanıyordu. New York tan tam ayrılmaya karar verdiği şuada onunla tanışması bir rastlantıydı. New York ta bir süre daha kalmasına izin verecek bir iş teklifiyle gelmesi ve bu sayede birbirlerini daha iyi tanıma imkânı bulmaları da bir rastlantıydı. Birbirlerinden ilk görüşte hoşlanmaları da bir rastlantıydı. Tabii, Penny tam onun kollan arasmda yatarken o kadının telefon etmesi rastlantıların en kötüsüydü. Genç kadın ona kızmak istiyor ama bir türlü başaramıyor-du bunu. Cumartesi gecesinden önceki olayları dürüst bir şekilde değerlendirmek gerekirse, Andy yi baştan çıkartan ken-disiydi. Tabii, o da Penny nin bu ilgisini karşılıksız bırakmamıştı. Belki de ona biraz fazla katı davranmıştı. Pazar günleri onu evden arayan ve hesap soran kadınla ilgili olarak bir açıklama yapmasına fırsat vermeliydi belki. Yoo, hayır! Penny, onu bir gecelik macera olarak gördüğünü söylediğinde Andy bunu kolaylıkla kabullenmişti. Demek kadınlara bakış açısı böyleydi. öyleyse Penny ona göre bir kadın değildi. Evet, tecrübesiz bir kız değildi. Ama yirmi yedi yaşına gelmişti. Elbette daha önce bir takım ilişkileri olaçaktı. Yine de bir erkeğin yatağından çıkıp diğerininkine koşan bir kadın değildi Penny Greenaway. Ne yazık ki, Andrew Keller bunu değerlendirebilecek bir adam değildi. Andy nin onu bir daha aramayacağını biliyordu. Belki işle ilgili olarak birkaç kez daha konuşmaları gerekebilirdi, ama hepsi o kadar. Sonra Penny, Chicago ya dönecek, Andy de öteki kadımn kollarına koşacaktı.

56 Penny sıcak pres makinesinin düğmesini kapadıktan sonra ellerini üstüne sildi. Karnı çok acıkmıştı. Üstelik buzdolabında ağza atacak doğru dürüst bir şey yoktu. îki gündür tek bir insanla tek bir kelime konuşmamıştı. Köşedeki kafeteryaya gidip bir şeyler yese ve bir fincan kahve içse iyi olacaktı. Dükkânın Yunanlı sahibiyle biraz laflar ve açılırdı belki. Hiç olmazsa, iki insan yüzü görürdü bu arada. Blucinini ve iş gömleğini çıkardıktan sonra çabucak duş yaptı. Sonra dolaptan beyaz üstüne mavi çiçekli ince elbisesini çıkardı. Kolsuz, eteği büzgülü bir elbiseydi bu. Onu giydiği zaman on beş yaşından fazla göstermediğini biliyordu ama en rahat ve en serin tutan elbisesi buydu. Kafeteryanın ne kadar sıcak ve sigara dumanıyla dolu olduğunu biliyordu. Sandaletlerini giydikten sonra çantasını omzuna asıp sokağa çıktı. Gökyüzü kara bulutlarla örtülmeye başlamıştı. Uzaklardan gökgürültüsü duyuluyordu. Ama yağmur kokusu yoktu henüz. Sağanak yaz yağmuru başlayıncaya kadar yemeğini yiyip stüdyoya dönebilirdi. Penny tezgâhın yanındaki taburelerden birine oturduktan sonra, Bir buzlu çay ile peynirli omlet istiyorum, dedi. Tezgâhın arkasında her zamanki Yunanlı adam yoktu. Esmer, siyah saçlı, siyah gözlü güzel bir kız duruyordu. Büyük bir olasılıkla, dükkân sahibinin yeğenlerinden biri olmalıydı. İngilizcesini ilerletir ilerletmez, o da daha öncekiler gibi buradan ayrılır ve kendine yeni bir iş kurardı herhalde. Adın ne? diye sordu Penny. Maria. Kızın aksam çok belirgindi. Ama çok da güzeldi. Mercurio seni görse bayılır herhalde Maria, diye düşündü Penny. Maria buzlu çayı getirip bıraktıktan sonra, Penny nin hemen arkasındaki dükkâna giren ve tezgâhın en ucundaki tabureye oturan adama servis yapmak için uzaklaştı. Birkaç dakika sonra Penny nin omletini de getirmişti. Genç kadm çantasındaki gazeteyi çıkarıp okurken yavaş yavaş yemeğini yemeye başladı. Parthenon da yemek yerken, insanın yediğini görmemesi daha iyi oluyordu genellikle. Penny kâğıt peçeteyle ağzını silip Maria nın bahşişini tezgâhın üstüne bırakırken, yağmur başlamıştı bile. Dükkânın kapısına gidip başım dışarı çıkardı. Eve koşarak gitse bile esaslı bir şekilde ıslanacağı açıktı. Kara bulutlar yüzünden akşamın bu saatinde gece gibi kararmıştı dışarısı. Tezgâhın en ucundaki taburede oturan iri yarı adam geldi ve nazik bir tavırla kapıyı tutup Penny ye gülümsedi. Adamın burnu boksör burnu gibiydi. Dudaklarının arasında da sönmüş bir sigara vardı. Ama onu daha fazla inceleyecek vakti yoktu Penny nin. Koşarak eve gitmesi gerekiyordu. Kaldırıma çıkıp son hızla iki adım atmıştı ki, koyu renk bir Cadillac ın kenara yanaşıp yolunu kestiğini gördü. Arabanın arka kapısı açık olduğu için dar kaldırımdan geçmesi imkânsızdı.

57 Genç kadın can sıkıntısıyla geri döndü. Arabanın öbür tarafından dolaşması gerekecekti. Bu durumda da iyice ıslanacaktı. Yoo, dur bakalım, diyen boğuk bir ses duydu kulağının dibinde. Aynı anda güçlü bir kol boynuna, diğeri de beline sarılmıştı. Penny korkunun verdiği güçle bir an bile tereddüt etmedi. Karete kurslarında öğrendilderini uygulamalım zamanı gelmişti. Adamın kolunu yakalayıp hızla başının üstünden atmak istedi. Ama belindeki kolun kıskacını biraz daha artırmaktan başka bir işe yaramamıştı bu hareket. Demek teoriler hayata uymuyor, diye düşündü. Oysa adamın havada uçması ve karşı kaldırıma düşmesi gerekirdi. Son bir gayretle adamın bileğini yakalayıp kıvırdı. Adam can acısıyla onu serbest bırakmak zorunda kalmıştı. Ama bu arada Penny de dengesini kaybetmiş, yere düşmüştü. Dört ayağının üstünde yürüyerek oradan kaçmak istedi. Aynı anda adamın kocaman ayağının eteğine bastığını hissetti. İnce elbisenin eteği boydan boya yırtılmış, bir parçası kaldırımın üstünde kalmıştı. Hızla dönüp baktı. Kafeteryanın kapısını tutan adamdı bu. Penny hızla doğrulup kaçmak istedi. Sandaletleri ayağından fırlamış, çantası kaybolmuş, elbisesi yırtılmıştı, üstelik Cadillac hâlâ yolunu kapatıyordu. Çevresine baktı. Bu yağmurda sokakta tek bir insan bile yoktu. Koşmaya başlayınca arabanın kapısına çarptı hızla. Bin! dedi bir ses. Penny&#;nin korkudan ve şaşkınlıktan gözleri kocaman açılmıştı. Evinin tam köşesinde kaçıracaklardı demek onu. Üstelik Tannnın bir tek kulu görmeden. Bağırmak için ağzını açtı. Ama boğazından boğuk bir hırıltıdan başka bir şey çıkmadı. Arabanın içinden uzanan güçlü bir kol genç kadını hızla içeri çekti. Kaldırımdaki boksör suratlı da arkadan gelip itmiş ve Penny arka döşemeye boylu boyunca uzanmıştı. Adamın ayağının ensesine bastığım hissetti. Cadillac yola koyulmuştu bile. Beni böyle kaçıramazsınız! diye bağırdı birden. Sizi görmüşlerdir. Arabanın plakasım almışlardır. Beni bırakmak zorundasınız. Kapa çeneni! diye homurdandı boksör suratlı. Senin yüzünden bileğim kırıldı zaten kaltak! Size bir zararımız dokunmayacak Miss Greenaway, dedi ikinci bir ses. Fısıldar gibi konuşuyordu. Garip bir ses tonu vardı. Sizinle sadece konuşmak istiyoruz. öyleyse beni telefonla arayın. Numaram rehberde var. Penny korkusunun anlaşılmaması için sahte bir cesaretle sesini yükseltti. Nasıl olsa adımı biliyorsunuz.

58 Her şeye rağmen biraz rahatlamıştı. Demek ona tecavüz etmeyeceklerdi, tik önce bundan korkmuştu. Ama onu izledikleri de anlaşılıyordu. Boksör suratlı adam kafeteryadaydı. Belki de Fısıltı nm söylediği doğruydu. Ona zarar vermeyeceklerdi. Küçük bir çocukken ezberlediği bütün duaları sıralamaya başladı içinden. Araba durdu. Penny başım kaldırmak istedi ama boksör suratlının ayakkabısı hemen ensesine dayanmıştı. Kıpırdama orada! Araba yeniden hareket etti. Herhalde kırmızı ışıkta durmak zorunda kalmışlardı. Araba hareket ettiği sürece ona bir zarar vermeyeceklerini biliyordu Penny. Hiç kimse bu kadar lüks bir arabanın içinin kanla kirlenmesini istemezdi herhalde. Onu öldürürlerse cesedini nereye atarlardı acaba? Günün birinde bulunabilir miydi cesedi? Kızlarının kaybolduğu annesiyle babasına haber verildiğinde onların neler diyeceklerini duyar gibi oluyordu. Zaten New York a gitmemesi gerektiğini söylemiştik ona! Birden Andy yi hatırladı Bizi görmeni istemiyoruz, dedi fısıltı şeklinde konuşan adam. Arabanın motor gürültüsü içinde onun sesini zorlukla duyabiliyordu Penny. Bu senin için çok önemli. Anladın mı? Evet. Penny boksör suratlının yüzünü kaldırımdayken görmüştü. Eğer bunların elinden sağ salim kurtulabilirse, çok uzun bir süre rüyalarında göreceğini de biliyordu. Tabii yaşamasına ve rüya görmesine izin verirlerse. Ben ben kimsenin yüzünü görmedim, diye fısıldadı. Size bakmayacağım. Söz veriyorum. Oh Tanrım! Beni bırakırsanız istediğiniz her şeyi yaparım. Ne isterseniz yaparım. Wilmette e geri dönerim. Üniversiteye girip doktor olurum. Afrika ormanlarına çalışmaya giderim. Ne isterseniz, yaparım. Yüzünü ön koltuğa doğru çevirip başını yere dayayınca, ensesindeki baskı biraz hafiflemişti. Ama yine de kocaman bir ayakkabının tam ensesinde durduğunu hissedebiliyordu. İşte böyle daha iyi, diye fısıldadı adam yine. Bu adam mutlaka bir gırtlak ameliyatı geçirmiş olmalıydı. Ancak böyle bir ameliyat geçirenlerin sesi böyle çıkardı. Ne ne istiyorsunuz benden? Penny sesinin titremesini engelleyemedi. Bütün vücudunun titremesini de engelle-yemiyordu. Aslında bunların elinden kurtulmak istiyorsa, mümkün olduğu kadar sakin davranmalı ve kafasını çalıştırmalıydı. Adamlar ondan çok daha güçlüydü. Onlarla başka türlü başa çıkması imkânsızdı. Sadece işinizle ilgili olarak biraz konuşacağız. Sonra da sizi serbest bırakacağız, dedi aynı fısıltı. Rocco, ayağım küçük hanımın ensesinden çek. Sizin küçük hanım benim bileğimi kırdı ama, diye homurdandı Rocco. Ama yine de kendisine söyleneni hemen yapmıştı.

59 Bileğin kırık filan değil Rocco, sadece incindi. Adam şımarık bir hastasına kızan doktor havasıyla konuştu. Rocco, o Tanrının cezası sigaranı da at. Peki patron. Ne istiyorsunuz benden? diye kekeledi Penny yine. Seuratlar ı, diye fısıldadı adam. Seuratfar ı istiyorum. Neden söz ettiğinizi anlamıyorum bile. Bence çok iyi anladınız Miss Greenaway. Adamın sesi birden sertleşti. Elinizde on tane Seurat röprodüksiyonu var. Onları istiyorum. Yanılıyorsunuz. Bende on tane Cezanne var sadece. Seuratlar dan haberim bile yok. Hiç görmedim. Diğer röpro düksiyonlarm hepsi depoda. Hangi depoda? Bil bilmiyorum. Önce Christopher Caddesi nde bir yerdeydi, ama sanırım oradan taşıdılar depoyu. Şimdi nerede bilmiyorum. Genç kadın birden ağlamaya başladı. Eğer istedikleri bilgiyi onlara veremezse, belki de öldürürlerdi. Yemin ederim! diye bağırdı gözyaşları arasında. Bu şeytanları kendisine inandırmak zorundaydı. Yemin ederim, hiç Seurat görmedim! Uzun bir sessizlik oldu. Trafik ışıklarının olmadığı bir caddede gidiyorlardı galiba. Hiç yavaşlamadan, hep aynı tempoda yol alıyordu araba. Penny nefesini tutarak bekledi. Onları inandırabilmiş miydi acaba? Evet, hiç Seurat görmediği doğruydu ama zaten depodaki bütün sandıklan açıp bakmamıştı ki. İçlerinde ne olduğunu nereden bilecekti? Andy bazılarını saymıştı. Ama onların içinde Seurat adının geçip geçmediğini de hatırlayamıyordu şimdi. Ama Seuratlar ı göreceksin, diye fısıldadı adam. Nasıl olsa göreceksin. İşte o zaman bilmek istiyorum. Anladın mı? Seuratlar sana geldiği zaman bilmek istiyorum. Elbette, tabii, diye karşılık verdi Penny hemen. Tuttuğu nefesi birden bıraktı. Ama size nasıl haber vereceğim? Yani Seuratlar bana geldiği zaman size nasıl bildireceğim? Demek onu serbest bırakacaklardı, öldürmeyeceklerdi. Hiç olmazsa şimdilik. Biz seni buluruz, dedi adam. Gözümüz üstünde olacak. Polise haber vermeye kalkacak olursan, ondan da anında haberimiz olur. Tabii böyle bir şey yapmayacak kadar akıl-lısınızdır umanm. öyle değil mi Miss Greenaway? Ha hayır. Tabii ki haber vermem polise. Güzel. Eğer söylediklerimi yaparsanız, başınız derde girmez. Fısılü mn arkasına doğru yaslandığım hissetti Penny. Tamam, onunla işim bitti. Bırak artık. Peki patron. Boksör suratlı, ayağını hafifçe oynatıp öne doğru eğildi ve şoföre kenarda durmasını söyledi. Araba yavaşlayarak az sonra durdu. Bu arada trafiği de altüst etmişti anlaşılan. Penny öfkeyle bağıran sürücülerin sesini, arka arkaya çalan kornoları duydu.

60 Kafanı kaldırmadan in arabadan. Biz uzaklaşıncaya kadar da hareket etme. Penny bütün söylenenleri yapmaya hazırdı, önemli olan kurtulmasıydı. Ellerinin üstünde yürüyerek kendini arabadan aşağı attı. Çıplak ayaklarının ıslak asfalta değdiğini hissettiği anda rahat bir nefes aldı. Yavaşça doğrulup elleriyle gözlerini kapattı ve hiç hareket etmeden arabanın yanında durdu. Aynı anda sertçe kapanan bir kapı sesi ve motor gürültüsü duydu. Gözlerini yavaşça açtı. Karanlığın içinde hızla uzaklaşan Cadillac m kırmızı stop lambalarının ışığında New Jersey plakası okunuyordu. Ama onun dışında bir şey görebilmek mümkün değildi. Genç kadın nerede olduğunu anlamak için çevresine bakandı. Trafiğin vızır vızır işlediği bir otobanda bırakmışlardı onu. Az ileride Triboro Köprüsü nün ışıklan parıldıyordu. Tam arkasından da Doğu Nehri nin sesi duyuluyordu. Penny paramparça olan elbisesini hafifçe yukarı çekip dizlerine baktı. MacDonald Caddesi nde düştüğü sırada dizleri de yaralanmış ve kanamıştı. Ama o ana kadar dizlerinin nasıl acıdığını fark etmemişti bile genç kadın. Ancak şimdi hissedebiliyordu acıyı. Nehir arkasında olduğuna göre, önce otobanda karşıdan karşıya geçmesi gerekiyordu. Buradan kurtulması şarttı. Kurtulmak! O adamların elinden kurtulabileceğini asla tahmin etmemişti. Ama hiç olmazsa şimdilik kurtulmuştu işte. Yine de bu işin burada bitmediğinden emindi. Onu tanıyorlar, adım adresini biliyorlardı. Kısa bir süre sonra yine ortaya çıkacaklardı. Korkudan bacaklarının titrediğini hissetti. Trafiğin biraz yavaşladığını fark edince birden koşup yolun yansındaki refüjün yanına geldi. Çıplak ayaklannı kesmemeye dikkat ederek engelin üstünden atladı. Bir hamle daha yaparsa yolun karşı tarafına geçecek ve biraz yukarı doğru yürüdükten sonra otobana bağlanan yollardan birinin köşesine gelebilecekti. İkinci bir hamleyle yeniden koşmaya başladı. Şoförler klakson çalıyor, başlarını pencereden çıkartıp üstü başı yırtık, çıplak ayaklı küçük kıza öfkeyle bağınyorlardı. Ama bunların hiçbiri umurunda bile değildi Penny nin. Koşmaya devam etti. Yan caddelerden birine sapan köşe başına gelince biraz yavaşladı. Şimdi hemen bir polis bulup yardim istemesi gerekiyordu. Az ileride görünen garaja girip polise oradan da telefon edebilirdi belki. Ama adamların sözlerini hatırlayınca durakladı. Polise haber verdiğini öğrenirlerse korkunç şeyler yapabilirlerdi. Polisi aramak bir yana, herhangi bir polisle karşılaşıp onun sorularına cevap vermek zorunda kalmamak için özellikle dikkat etmesi gerekiyordu.

61 Yan caddede ağır adımlarla yürürken, gözleri ışıklı bir sokak tabelasına takıldı. Kent merkezine pek de uzak değildi demek. Ama sağanak yağmur altında çıplak ayaklarla yürümek hiç de hoş değildi. Ayak parmaklarının uyuştuğunu hissediyordu. öfkesi gitgide artıyordu. York Caddesi&#;nin köşesine geldiğinde sırılsıklam olmuş, üşümüştü. Bütün bunlar neden geldi başıma? diye düşündü öfkeyle. Yaşayabilmek için para kazanmak, yani çalışmak zorundaydı. Bunun bedeli bu kadar ağır mı olmalıydı? İçinden şansına ve mesleğine lanetler yağdırıyordu. Penny nin tam önünde bir taksi durdu. Genç kadın, şoförün oradaki su birikintisine girmemek için durduğundan emindi. Ama çamurlu suların üstüne başına sıçramasına aldırmadan hemen taksinin kapısını açtı ve bindi. Bütün bunlar Andrew Keller yüzünden gelmişti başına. Şimdi çözümü de onun bulması gerekiyordu. Boş musunuz? diye sordu şoföre. Nereye gideceksin? Cadde. Bir dakika ufaklık, paran var mı bakalım? Para mı? Parası yoktu tabii. Rocco denen çam yarmasıyla boğuşurken, Mac Dougal Caddesi nde kaybetmişti çantasını. Hayır yok, diye karşılık verdi sesinin titrememesine çalışarak. Ama gittiğim adresteki kişi size parayı öder. Andy nin evi buradan on blok kadar uzaktı. Taksiyle gidilirse çok kısa bir mesafeydi. Ama çıplak ayaklarla yağmurda yürünürse, dayanılmayacak kadar uzaktı. Şoförün bu teklifi kabul etmesi, Andy nin de evde olması için sessizce dua etti. Eğer Andy evde değilse, kendi evinin adresini verecek ve orada şoföre yüklü bir çek yazacaktı. Anlaşıldı. Bu hikâyeyi daha önce de çok dinledim ben. Hadi bakalım, aşağı! Lütfen Aşağı dedim! Adamın bakışları birden sertleşmişti. Penny yalvarmanın yaran olmayacağını anladı. Titrek adımlarla arabadan inip kapıyı hızla kapadı. Kaldınmm kenarındaki apartmanların gölgesine sığınarak yavaşça yürümeye başladı. Bu haliyle bir polis memuruna yakalanırsa, epey soruyla karşılaşacağından emindi. Kendi evi çok uzak olduğu için Andy nin evine yürümeye karar verdi. Bir ara bir dükkâmn vitrininden yansıyan görüntüsüne takıldı gözleri. Tanrım! Tahmininden de berbat durumdaydı. Eğer Andy nin evine böyle giderse, kapıcının onu asla içeri almayacağından emindi. Haber vermek için bile olsa Andy yi aramak istemeyecekti. Peki nasıl girecekti içeri?

62 Apartmana yaklaştığında kaldırımın karşı tarafında durup sarı bir ışıkla aydınlatılmış lobiye baktı. Kapıcı görünürlerde yoktu. Ama mutlaka içeride kapalı devre televizyon monitörünün başında oturuyor ve içeri girip çıkanı kontrol ediyordu. Genç kadın caddenin kenarında park etmiş bir kamyonun arkasına gizlenerek on dakika kadar yağmur altında bekledi. İyice ıslanan giysileri üstüne yapışmıştı. Penny titremeye başladı. Birden kapıcının bir ıslık çalarak kapıdan çıktığım fark etti. Elindeki şemsiyeyi arkadan gelen bir çiftin ıslanmaması için tutarak köşeye yürüdü. Herhalde kiracılardan birine taksi bulması gerekiyordu. Onlar köşeye doğru yürüyünce, Penny son hızla yerinden fırladı. Koşarak apartmana girip asansöre bindi. Andy nin hangi katta oturduğunu biliyordu ama daire numarasını hatırlayamıyordu. Ama şansı yaver gidiyordu. Bütün daire kapılarının üstünde sahiplerinin adı yazılıydı. Pirinç bir levha üstünde Andrew Keller yazısını okuyunca rahatladığını hissetti. Kulağım Andy nin kapısına yapıştırıp içeriyi dinledi. İçeriden hafif bir müzik sesi geldiğini duyunca derin bir nefes aldı. Sonra zili ısrarla çalmaya başladı. Biraz sonra Andy nin güven veren kollarında olacaktı. Caroline, kapıya bakar mısın? Andy nin sesi duyuldu. Sokak kapısının hemen yanında mutfak olduğuna göre, demek yine mutfaktaydı. Caroline! Demek pazar günü arayan kadın Caroline di. Ama içerde on tane bile Caroline olsa Penny nin umurunda değildi. Bütün bunlar Andrew Keller ın başının altından çıkmıştı. öyleyse Penny yi bu beladan kurtarması gerekiyordu. Zili tekrar çalmaya başladı. Kapı açıldı. Penny nin karşısında uzun boylu, son derece şık bir kadın vardı. Penny yi görünce hafifçe burnunu kırıştırıp, tepeden bakan bir ifadeyle, Ne demek oluyor bu? Kimsiniz? diye sordu. Keller ı görmek istiyorum, dedi genç kadın kararlı bir sesle. Gözlerinin dolmaması, sesinin titrememesi için olağanüstü bir güç harcamıştı. Müşterisinin geldiğini söyleyin ona. Bölüm Sekiz Kim o Caroline? Andy fırının kapağım kapadıktan sonra koridora yürüdü. Caroline ile birlikte geçirdikleri ender pazarlardandı bugün. Ama geçen hafta ona yalan söylediği için suçluluk duyuyordu. O yüzden bugün evinde yemeğe davet etmiş ve mönüde onun sevdiği şeyler olmasına dikkat etmişti. Ne bileyim ben, diye söylenerek geri döndü Caroline. Genç bir kız. Buraya gelirken nehirde yüzmüş sanki. Müşterin olduğunu söylüyor. Sesi kuşkuluydu. Andy, Caroline in yanından geçip sokak kapısına doğru yürümek üzereyken, Penny ile burun buruna geldi.

63 Genç kadın Caroline in peşinden içeri girmişti. Benim, diye mırıldandı. Ama Andy yi görünce kendini daha fazla tutamamış, hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı. Tanrım! Penny, ne oldu? İyi misin? Ne oldu sana böyle? Andy, Caroline in orada olduğunu unutarak onu kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Tamam canım, geçti artık, diyerek onun saçlarım okşuyordu. Kim yaptı bunu sana Penny? O namussuzu yakalayıp öldüreceğim! Nasıl biriydi Penny? Tarif et bana. Sesindeki ifade bunu yapanı yakalarsa öldürmekten de beter edeceğini gösteriyordu. Andrew, kim bu kız? Neler oluyor? Andy, Penny nin birden irkildiğini ve ondan uzaklaştığını fark etti. Kollan iki yana düştü. Onları tanıştırmak istiyor ama ne diyeceğini bilemiyordu. Penny nin kapıda Caroline e onun müşterisi olduğunu söylediğini duymuştu. Müşteri sözcüğü birden beyninde yankılandı. Geçen hafta pazar günü Caroline e telefonda bir müşteri si ile randevusu olduğunu söylemişti. Daha sonra Caroline in sorularını cevaplaması gerekecekti anlaşılan. Ama şu anda bunu düşünecek durumda değildi. Çok özür dilerim, diye kekeledi Penny. Ama mendilini verebilir misin bana? Buraya gelmek zorunda kaldım. Yanımda hiç param yoktu. Çantamı da kaybettim Tamam Penny, Andy, Caroline in soğuk bakışlarım görmemezlikten gelerek cebinden bir mendil çıkartıp Penny ye uzattı. Hadi gel, otur. Sana bir içki vereyim. Ben ben iyiyim, diye Penny. Yeniden ağlamaya başladı. Andrew! Andy, Caroline in bu ses tonunu iyi tanırdı. Birazdan kıyamet kopabilirdi. Gerçi Penny gelmek için hiç de uygun bir zaman seçmemişti ama ona gitmesini söyleyemezdi şimdi. Yüzü bembeyazdı. Sürekli titriyordu. Elbisesi yırtılmış, kollan çürümüş, dizleri kanlanmıştı. Elbisesinin ön kısmındaki yırtıktan göğsü görünüyordu. Genç adam uzanıp kumaşı biraz yukarı çekti ve onun göğsünü örttü. Penny gözlerini minnetle ona çevirdi. Apartmana nasıl girdin? diye sordu Caroline. Bir dakika Caroline. Kızcağızın halini görmüyor musun? Andy, Penny yi elinden tutup oturma odasına götürdü. Kanepeye oturtup kolunu omuzlarına doladı. Dizlerinin nasıl yaralandığını şimdi daha iyi görmüştü. Caroline, içeriden bir brendi getir, dedi genç adam. Caroline tek bir kelime bile etmeden mutfağa giderken Andy, Penny nin kulağına eğildi. Neler olduğunu anlat bana. Hastaneye götüreyim mi seni? Muayene olmak ister misin? Böyle bir olayda polisin tıbbi muayene isteyeceğinden emindi. Ama Penny hastaneye ve polis karakoluna giderse, aşağılayıcı işlemlerle karşı

64 karşıya kalabilirdi. Bundan korkuyordu Andy. O kadar genç, o kadar savunmasız görünüyordu ki. En az on beş yaş genç gösteriyordu. Hangi namussuz böyle bir kıza Yoo,hayır, yanılıyorsun, dedi Penny telaşla. Akimdan geçenler doğru değil. Üç adam beni yakalayıp bir arabayla kaçırdılar. Beni öldüreceklerini sandım. Ama bütün istedikleri Penny tereddüt etti. Burnunu Andy nin mendiline silerken başını salladı. Evet? Bütün istedikleri neymiş? Caroline içki bardağını kanepenin yanındaki küçük masanın üstüne bıraktıktan sonra tam karşıdaki koltuğa oturup Penny nin açıklamalarını dinlemeye hazırlandı. Andy bardağı alıp Penny nin dudaklarına götürdü. Kolu hâlâ genç kadının omuzlarmdaydı ve nasıl titrediğini hissedebiliyordu. Penny içkisinden bir yudum aidi. Ne istediklerini bilmiyorum, dedi. Sonra birden canlanıp sözlerini sürdürdü. Ne kadar aptalca bir şey değil mi? Benimle kısa bir yolculuk yaptılar, sonra da hiç bilmediğim bir caddenin ortasında arabadan indirdiler. Peki sana ne yaptılar? Ne söylediler? Neler oldu, anlat-sana! Andy nin sesi sabırsızlıkla yükseldi. Nasıl adamlardı? Polise haber ver Andrew, dedi Caroline sabırsız bir sesle. Bu işi polis halletsin. Yoo hayır, diye atıldı Penny. Ben iyiyim, gerçekten iyiyim. Bana bir şey yapmadılar İd. Zaten ne yüzlerini ne de arabayı gördüm. Polise ne anlatacağım? Brendisinden bir yudum daha aldıktan sonra Andy nin elini itti. Bak, buraya böyle geldiğim için özür dilerim Andy. Bana on dolar borç verebilir misin? Eve gidecek param yok hiç. Demek çantasını çalmışlar, dedi Caroline, Polisi çağırmak için yeterli bir neden bu. Hayır. MacDougal Caddesi nde beni yakaladıklarında çantamı orada düşürdüm. Polis çağırmanızı istemiyorum, dedi Penny. Tekrar stüdyoya gelirler. Evimi biliyorlar. Yine gelirler Yüzü korkuyla gerildi ama bu ifade hemen geçti. Her neyse, bütün bunları istemiyorum. Elini bilinçsiz bir tavırla saçlarına götürdü. Ne kadar ıslak olduklarım anlayınca şaşırmış gibiydi. Tanrım! Görünüşüm korkunç olmalı. öyle korktum ki. Lütfen, şimdi sadece evime gitmek istiyorum. Ben seni götürürüm, dedi Andy hiç düşünmeden. Peki, sen onu götürünce ben burada ne yapacağım söyler misin? Yemekleri tek başıma mı yiyeceğim? Andy, Caroline in bu kadar duygusuz olduğunu daha önce hiç fark etmemişti. Kendisinden başka hiçbir şeyin ve hiç kimsenin önemi yoktu. Benimle bir dakika mutfağa gelir misin Caroline? Caroline ayağa kalkarak Andy yi izledi. Dudakları ince bir çizgi halini almış, gözleri soğuk bir

65

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir