hibrit tohum nedir zararları / Hibrit Tohum nedir? Hibrit Tohum ile GDO arasındaki fark nedir? Zararları nedir?

Hibrit Tohum Nedir Zararları

hibrit tohum nedir zararları

Tohumun Dünyası

Tohum dünyasında yaptığımız yolculuktan tohumun yolculuğuna doğru ilerliyoruz. Bakalım neler oluyor bu minicik dünyada…

Bir varmış bir yokmuş… Bu kadar önemli bir konu bu tohum. Tohum varsa varız yoksa yokuz. Hava, su, güneş gibi bir şey. Hiç ilgi alanımıza girmiyor bunca koşuşturma içerisinde değil mi? Benim gibi 80’ler kuşağındansanız ve şehirli bir çocuksanız tohum ile en yakın ilişkiniz fasulye ve pamuktan ibaret olabilir. 😃 Ama artık tohum, tutkum oldu diyebilirim. Bayılıyorum tohumlara ve yolculuklarına.

Marketlerde, pazarlarda renk renk, cıvıl cıvıl süreklilik arz eden yiyecekler. Acaba nerden geliyor, nasıl üretiliyor bu gökkuşağı da bizim makinalarımızın çalışmasını sağlıyor. Bu aralar yeni trend ‘Gökkuşağını Ye’ (Eat the Rainbow). Herşey tohumdan geliyor. O kadar akıllı bir bıdık ki bu tohum, onun bir zihni var. Yaşadığı yerin özelliklerini barındırıyor beyninde. Yok olmamak adına bitkiler bir sürü tohum üretiyor. Bu akıllı bıdıkların artık günümüzde bazı çeşitleri var. Eskiden hepsinin adı tohumdu. Şimdi atalık tohum, hibrit ve GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) diye adları var. Biraz bu konuları anlatmaya çalışacağım.

Önce tohumun yapısına bir göz atalım mı? Bu mucizevi bıdığı önce yakından tanıyalım.

Tohumun içerisindeki embriyo, uygun su (nem), ısı (sıcaklık) ve hava sağlanmayana kadar Pamuk Prenses gibi uykuda bekleyebilir. Fazla su verilirse çürür, sıcaklık verirse de kavrulur. Tohumun çimlenmek için güneş ışığına ve toprağa ihtiyacı yoktur çünkü embriyonun çimlenmesini sağlayacak besin tohum içerisinde besin dokusunda saklıdır. Ancak daha sonra besine ihtiyaç duyar, güneş ve besin desteği gerekir.

Atalık Tohum Nedir?

Atalık tohum; ata tohumu, yerel tohum, yerli tohum isimleriyle de anılıyor. Bu tohumlar, yüzyıllardır Anadolu’da kullanılan genetik dizilimiyle oynanmamış tohumlardır. Sadece Anadolu’ya has değildir tabii. Fransa’ya gitsen oranın da atalık tohumları vardır. Dünyanın her yerinde atalık tohumlar vardır.

Bu tohumun en büyük özelliği, tohumlardan elde edilen sebze ve meyvelerden alınan tohumlar bir sonraki sezonda da ekilerek çoğaltılabilir olmasıdır. Bu şekilde yüzlerce yıl sonra bile kullanılabilirler. Doğurgandırlar ve sürdürülebilirlerdir. Yerel tohumlar; saf ve doğaldır. Atalık tohumlardan elde ettiğiniz sebze ve meyvelerin rengi, boyu farklıdır ve standart değildir. Fotoğraftaki domateslere yakından bakın, hiçbiri birbirine benzemez. Bizim gibidirler.

Bulundukları bölgenin çevre, iklim, toprak koşullarına uyum sağlamayı başarmış bu tohumların, gelecek nesillere ekilerek aktarılması, çoğaltılması çok önemlidir.

Yani kasada tutup 20, 100 yıl sonraya aktarmak da önemlidir ancak her sene ekilerek iklim koşullarına adapte edilerek aktarılması gereklidir. Bu bir devlet politikası olmalıdır.

Atalık tohumlar daha lezzetli ve sağlıklı mıdır?

Atalık tohumlardan üretilen sebze ve meyvelerin daha lezzetli ve sağlıklı olduğu konusunda yoğun bir argüman var. Bireysel olarak bende bu işlerin içerisine girdim gireli böyle olduğunu düşünüyorum. Ben şimdi size bugün bu konuda ahkam kesemeyeceğim çünkü elimde yeterli verim yok. Ancak kendi yetiştirdiğim atalık tohumların marketten aldığım ürünlere kıyasla lezzetinden son derece memnun olduğumu söyleyebilirim. Besin değerleri konusunda bir araştırma yaptırmadığım için bu konuyla ilgili tam net bir şey söyleyemeyeceğim. Dünyanın dört bir yanında bu konu ile ilgili bağımlı, bağımsız araştırmalar yapılıyor. Benim yaptığım okumalarda tam olarak %100 net bir söylem yok. Dikkatimi çeken Dünya’da ve Türkiye’de insanların bünyelerinde çinko, magnezyum, demir, iyot vb. gibi minarellerin ciddi oranda azaldığını gösteren araştırmaların olması. Peki biz bunları nerden alıyorduk? Topraktan, yani besinlerden. Bu durumda yediğimiz konvansiyonel gıdaların besin değerleri düşük diyebilir miyiz? Bence diyebiliriz. Çünkü agroekolojik gıda tüketen ve üreten insan sınırlı sayıda...

Peki atalık tohumu diğer tohumlardan nasıl ayırt ederiz?

Eğer elinize atalık tohum olduğu söylenen bir tohum geldi ise ve nereden, kaç yılında hasat edildiği bilgisi gelmemiş ise bunu öğrenmenin tek yolu, 3 yıl boyunca bu tohumu ekmeniz ve aynı şekilde hasat almayı gözlemlemenizdir. İlk ektiğinizde bitki büyüyor ancak meyve vermiyor ise zaten o atalık tohum değildir.

Bir de hibrit tohumlar renkli olabilir. Mavi veya yeşil bir tabaka ile boyanmış olabilir. Bunun sebebi mantari hastalıkları önlemek için bir ilaç ile muhafaza edilmesidir.

Hibrit Tohum Nedir?

Hibrit tohum, melezleştirilmiş, karma tohumdur. F1 olarak da duyabilir, görebilirsiniz. Aynı türe ait iki farklı bitkinin çaprazlanmasıyla elde edilir. Hibrit tohumlar, dayanıklıdır, farklı hava ve toprak koşullarına uyum sağlayabilirler.

Hibrit tohumların ömrü bir ekim süresi kadardır. Hibrit tohumlarla elde edilen meyveden ve sebzeden yeni tohumlar alıp üretime bu tohumlar ile yıllar boyu devam etmek mümkün değildir. Yıllar boyu, kuşaktan kuşağa aktarmak mümkün değildir.

Hibrit tohum ile üretim yapanlar, her yıl tekrar tekrar yeni tohum satın almak zorundadır.

Hibrit tohumlar ziraii zehir kullanımına, daha çok suya ve gübreye ihtiyaç duyarlar. Aksi halde, kolayca hastalanır ve mahsül veremez olurlar.

Hepsi aynıdır acayip yakışıklıdırlar, güzeldirler, çeri çöpü yoktur, bazılarının çekirdeği yoktur ağzına gelmez yerken rahattır. Genelde insanlar bu tip ürünleri tercih ettikleri için çiftçiler bu ürünlere yönelmiş atalık tohumdan ürün yetiştirmeyi uzun zaman önce bırakmışlardır.

Hibrit tohumların Türk tarımına en büyük zararlarından biri ise bu tohumların yerli tohumlarla tozlanarak biyolojik çeşitliliği ve ata tohumları tehdit etmesidir.

GDO’lu Tohum Nedir?

GDO’lu tohum, laboratuvar ortamında insan eli ile üretilmiş, doğal olmayan tohum çeşididir.

GDO’lu tohumların doğaya, çevreye, toprağa ve suya verdiği zararlar çoğu zaman geri dönüşü olmayan zararlardır. Biyoteknolojik yöntemlerle laboratuvar ortamında üretilen yapay bir tohum olan GDO’lu tohumların insan sağlığına olan zararlı etkileri bulunmaktadır.

Raf ömrü oldukça uzun olan GDO’lu ürünler mevsim koşullarından etkilenmez, böceklere ve çeşitli hayvanlara karşı dayanıklıdırlar. İçindeki kimyasallar nedeniyle bozulmaları oldukça zor olan GDO’lu tohumlar ekildikleri toprağa bile bir süre sonra zarar vererek uzun vadede verimsizleşmesine yol açabiliyor. GDO’lu tohum ile üretim yaptığınız toprağınızı tekrar doğal haline döndürmeniz de zordur. Mesela, tarlanızda bir kereliğine mahsus GDO’lu tohum ektiniz. Toprağınıza GDO’lu tohum bulaştıktan sonra tıpkı bir hastalık gibi havaya, su kaynaklarına yayılıyor. Böylece, GDO’lu tohumun içinde bulunan kimyasallar ile toprağınız, sulama kanallarınız, hatta toprağınızın bulunduğu bölgenin havası bile tehlikeli maddeye evriliyor. Bu süreç içinde doğaya verilen zarar kaçınılmaz hale geliyor.

GDO’lu tohumlar en çok domates, patates, mısır, buğday, soya fasulyesi, pamuk ve tütün üretiminde kullanılıyor. Fakat GDO içeren tohumlar sadece meyve –sebze ile zarar vermiyor.

GDO’lu tohum içeren bu bitkilerden çorba, yağ, un, gofret gibi hazır gıdaların üretimiyle geniş kitlelere ulaşıyor. Ayrıca, mısır ve soyayı yem olarak tüketen hayvanlardan elde edilen çeşitli ürünlerde ve tekstil sektöründe yoğun olarak kullanılan pamuğun GDO içermesi büyük olasılık taşıyor. Tarımda hibrit ve GDO’lu tohumlar kullanıldığında dirençli, besin değeri yüksek ve lezzetli sebze ve meyvelerin yok olmasına neden oluyor.

GDO’lu Tohumlar İnsan Sağlığını ve Doğayı Etkiliyor mu?

GDO’lu tohumlar insan sağlığını etkilediği gibi doğaya da zarar veriyor. GDO’lu tohumlar kullanılarak üretilen ürünler alerjik ve toksik etkilere yol açabiliyor. 90’lı yılların sonunda İngiltere’de GDO’lu soya üretimi nedeniyle soya alerjisi görülme oranı %50 artmıştır. GDO’lu ürünler nedeniyle ABD, İngiltere ve Rusya’da alerjik reaksiyonlar artış göstermiştir. Bilim insanları GDO nedeniyle artış gösteren alerjik reaksiyonlarda glisofatın önemli bir faktör olduğunu düşünüyor. Alerji nedenleri arasında glisofatın bağırsaklarda yer alan yararlı bakterilere zarar vermesi, yiyeceklerdeki besin değerlerini azaltması ve bağışıklık sistemini baskılaması bulunuyor. 2010’lu yıllarda glisofatın bazı ülkelerde kullanımı yasaklanmıştır.

GDO’lu ürünlerin doğaya verdiği zararlara verilecek en basit örnek zararsız bal arılarının toplu ölümüne neden olması. Şöyle ki; GDO’lu tohumlarla üretilen gıdalara sadece belli böcekleri öldürdükleri iddia edilen bakteriler ekleniyor. Bu bakteriler bal arılarını öldürüyor. GDO’lu tohumlar nedeniyle dünyadaki arı nüfusunda azalma meydana geldi.

Bu konuyla ilgili Yeşil Gazete'nin en son haberi lütfen okuyun: "Bal arıları 57 farklı pestisit yüzünden ölüyor"

Türkiye de hayvanlara yem olarak yedirilen GDO’lu 7 adet soya fasulyesi, 25 adet mısır çeşidi satılıyormuş. GDO’lu tohum satışı şükür ki yasak!

Bir de antik tohum diye bir şey var o ise hakikaten süper enteresan ve merak uyandırıcı tohumlar.

Kütahya Seyitömer Höyüğü'nde, Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce yürütülen kazıda bulunan ve 4 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen ve ''doku kültürüyle çoğaltılan'' mercimek tohumları çimlendirildi. Habere buradan ulaşabilirsiniz: "4 Bin Yıllık Tohum Canlandı"

Bir de 800 yıl önce bulunan bir tohum hayata döndü ve bu aşağıdaki harika kabak ortaya çıktı.

Antik tohumla ilgili çeşitli haberlerini incelemek için bu sayfayı ziyaret edebilirsiniz: https://arkeofili.com/tag/tohum/

Tohumun yolculuğunu da az çok öğrendikten sonra bu deniz deryanın içerisinden seçimler yapıp balkonlarımızda, teraslarımızda yetiştiricilik yapmak için bilgileneceğiz.

Önümüzdeki haftalarda görüşmek üzere...

Nevra Akın Oktay

Makaleler

GDO , HİBRİT TOHUM ve HORMONLAR

Teknolojinin gelişimiyle birlikte yiyecek konusu kafamızı artık iyice karştırdı.

İyi tarım(globalgop)veya organiktarım daha iyi seçenekler. İyi tarımda, yönetmeliklerin izin verdiği zirai ilaçlar kullanılıyor. Böylece zirai kalıntılar belirlenmiş limitlerin altında tutulabiliyor.Organik tarımda ise çevre ve insanı tehdit eden suni gübre, zirai ilaç ve hormon kullanılmıyor. Peki bir ürünün organik olup olmadığını nasıl anlayacağız? Bir ürünün üzerinde saf, naturel, doğal, katkısız hatta organik gibi ifadelerin bulunması yeterli değil. Bu ürünleri ayırt etmenin tek yolu Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın logosu, bağımsız kontrol ve sertifikasyon firmasının logosu ve organik tarım esaslarına göre üretilmiştir ibaresinin bulunması .Taze sebze ve meyvelerde ürünün organik ürün olarak satışına onay veren yetkilendirilmiş kuruluşa ait ürün sertifikası olmak zorunda. Bu kuruluşlar üretimi ekimden hasada kadar belirlenmiş protokollere uygun olup olmadığını denetliyorlar . Aksi takdirde doğal ürün tümüyle kişisel güvene dayanıyor .

Pestisit : Pesdisitler ürüne zararlı organizmaları engellemek, kontrol altına almak, zararlarını azaltmak gibi amaçlar için kullanılabiliyor. Ürünü pestisitlerden arındırabilmek için sıcak suda ,sirkeli suda veya başka bir temizleyicide bekletmenin pek bir anlamı yok. Çünkü bu ilaçlar sistemik etkili, yani kabukta daha çok olmakla birlikte meyve-sebzenin tümünde var. Bu durumda meyve-sebzenin kabuğunu soymak zararı bir açıdan biraz azaltsa da bu durum kabukta yoğun olan vitamin ve minerallerden fedakarlık anlamına geliyor.

GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) lar da işte bu noktada devreye giriyor. GDOların büyük kısmı iki özellik taşıyor:

1- Yabancı otları yok etmek için kullanılan ilaçlara karşı dayanıklık sağlayan

2- Ürünlere gelen böcek ve haşeratı öldürücü toksini içeren

Genetiğiyle oynanmış bir organizmayı yemek bizim hücrelerimizin gen yapısında henüz öngörülemeyen bir dejenerasyona yol açar mı?

Metebolizmada değişim, allerjide artış antibiyotik direncinde yükselme gibi zararları oluşturan miktar ve süre nedir ?

İşte bu soruların cevapları henüz bir netlik kazanmış değil...Aslında bu sorunun cevabı dünyadakigelir dağılımı (dolayısıyla temiz su ve yiyecek kaynaklarının )düzelmesiyle,hatta iklim değişikliği maalesef bu yazının konusu değil. Fakat bizi çokendişelendirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.Gelecek nesillerin gıda güvenliğinden bizler de bugün itibarıyla sorumluyuz-olmalıyız-...

GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar),moleküler biyoloji tekniğiyle uygulanıyor.Seçilen genler izole ediliyor,ardından istenilen değişiklikler yapılıp aynı canlıya ya da başka bir canlıya aktarılıyor. Bu aktarım bir bakteri veya virüs yardımıyla, parça bombardımanıyla, mikro enjeksiyonla ve elektroporosyon teknikleriyle yapılıyor.

GDO lar tohum verebiliyorlar. Ancak ortaya çıkardığı toz yani polen doğadakinden farklı bir genetik yapıda oluyor ve bu genleri doğadaki akrabalarına yayabilirler. Böylece bu bitkiler yapay genleri alabilir .Sonuçta çeşitlilik zarar görebilir. .

GDO lar en çok ABD, KANADA,ARJANTİN ve BREZİLYA da üretiliyor. Tarımsal ticarete konu olan GDO lar ise temel olarak mısır, soya, kanola ve pamuk. Bu ürünleri belki mısır dışında tek başına yiyecek olarak pek fazla tüketmesek de mısır ve soyanın türevleri o kadar fazla karşımıza çıkıyor ki, ürkütücü olan da bu! Örnek mi istersiniz : GDO lu mısır ve soya yemiyle beslenen hayvanların et, süt ve yumurtaları, gofret ve birçok çikolatada rastlanan soya lesitini,hemen her tatlı gıdada karşımıza çıkan mısır nişastasından elde edilen glikoz şurubu … Paketlenmiş hazır gıdaların etiketlerini okuyunca durumun vehametini anlamak mümkün! Bu dört ürünün dışında patates,pirinç, kabak, ayçiçeği, yer fıstığı domates,somon balığı, karpuz, kavun ve muzda da bu işlemler uygulanmış veya ülkemize girmiş olabilir. Bu ürünlerin özellikle çocuk ve gençlerin tüketimlerinin uzun yıllar olacağını varsayarsak nasıl etkileyeceği bilinmiyor. Bu durumda yaşlı olmak belki de ilk kez bir avantaja dönüşebilir ; Tabii yaş almanın getirdiği tecrübeleri bir yana bırakırsak.

Hibrit tohumlar ise daha masum gözüküyor. Hibrit bitki tamamen doğal genler ve kromozomlar kullanılarak elde ediliyor .Ayrıca hibrit bitkiler doğal toz yayıyorlar. Yaydıkları toz zararsız. Hibrit bitkilerin ebeveynleri belirli bir program dahilinde melezleniyor. Bu kombinasyonlar sonucunda melez azmanlığı denilen bir durum elde ediliyor.Sadece bu ebeveynler arasında meydana gelen melezlenme sonucu hibrit tohum alınıyor. Bu nedenle hibrit tohum sadece ekildiği yıl diğerlerinden üstün verim verir .Ancak tohumu aynı genetik dizilimi taşımadığından bir sonraki hasatta aynı verimlilikte olmaz .Sonuçta hibrit bitki yetiştiren çiftçiler benzer verimlilik için her yıl yeni tohum almak zorunda kalır. Bu teknoloji bir nevi ari ırk projesine benzetilebilir. Yani genlere dokunulmamakta en çok en üstün genler melezlenmektedir. Bu teknolojinin insana ve çevreye zararı olmadığı düşünülse de dışa bağımlı bir üretim biçimi olduğundan ekonomik ve siyasi boyutları ürkütücü olabilir.

Sentetik büyüme düzenleyici yani hormonun bitkilerde kullanılmaya başlanması 1970li yıllara dayanıyor. Ne var ki başlarda oldukça temkinli kullanılan hormonlar son yıllarda giderek artan bir oranda ve üreticinin insafına kalmış bir şekilde uygulanıyor. Bu hormonların bir kısmı protein, bir kısmı steroid yapıdadır.Protein yapılı hormonlar midede sindirilebilirken steroid yapıda olanlar çok tüketildiklerinde kız çocuklarında erken ergenlik, ileride göğüs kanseri riskini artırma, erkeklerde ise cinsiyete ait bazı fizyolojik özelliklerin değişimiyle ilişkilendiriliyor.

Yerli, hibrit, GDO’lu… Nedir bu tohum meselesi?

Yayınlanma Tarihi: 14 Kasım 2017

Yerli, hibrit, GDO’lu… Nedir bu tohum meselesi?

Paylaş

Tohumlar, toplumumuz ve bireysel olarak bizler için oldukça önem taşıyan bir konu. Ve bu konuda bir kısmı bilinçli olarak yayılan, bir kısmı da farkında olmaksızın oluşan bir bilgi kirliliği var. Bu bilgi kirliliğini biraz da olsa ortadan kaldırmak ve bu konudaki kavramlara açıklık getirmek için Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu ile konuştuk.

Tohum ve gıda politikaları aslında bir bütün, ama birbirinden bağımsız gibi değerlendiriliyor. Bu bütünlüğü bize biraz anlatabilir misiniz?

Batur Şehirlioğlu: Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver, 2014 yılında yapmış olduğu bir açıklamasında dünyadaki açlık sorununun temel nedenlerini hedef almayan gıda politikalarının çökmeye mahkum olduğunu söylemişti. Biliyorsunuz, 70’lerde dünyadaki açlık sorunu bahane edilerek bir Yeşil Devrim başlatıldı. Bu yeşil Devrim adı altında zirai ilaçlar, yani zehirler, fenni gübre, hibrit tohumlar yaygınlaştırılmaya başlandı. Bu konuda bir takım veriler açıklamak istiyorum. 2016 yılında yayımlanan Gıdada Sürdürülebilirlik Endeksi’nde dünya üzerinde yaşayan 1.8 milyar insanın gıdaya erişiminin yetersiz olduğu ifade edilmektedir. Yine aynı endekse göre 2 milyar insan da obezite hastasıdır.

Yeşil Devrim, açlık sorununu önlemek için ortaya çıkmıştı. Evet, gıdada bir artış sağladı, zehirleri ve kimyasalları kullanarak. Ama dünya üzerinde halen 1.8 milyar insanın gıdaya yeterli erişimi yok. Yani açlık sorunu çözülmedi. Asıl sorun erişilebilirlik. Açlık ve yoksulluk birbirleriyle iç içe kavramlardır. Üretimin adil paylaşılmaması ve alım gücü yetersizliği dünyadaki açlığın nedenidir. Aslında bu konuya dair söyleyeceklerimizi Kenya’da geleneksel üretim yapan Norman Karima adlı bir çiftçi tek cümleyle ifade ediyor: “Geleneksel ürünlerimiz yemek için iyiler, modern mahsuller ise ihraç edilebiliyorlar. Ama kahve yiyemeyiz.”

Yeşil Devrim aslında neye hizmet etti, bu konuda Yeşil Gazete’den bir alıntı yapmak istiyorum. Ayşe Bereket’in haberine göre dünyada çok uluslu şirketler zirai ilaç (zehir) piyasasının %75’ine hakim. Yine ilk 10 şirket, tohum piyasasının da %63’üne sahip. Yani dünya üzerinde 10-15 şirket zirai zehirlerin ve tohumların üretimini kontrol ediyor. Bunlardan 6 tanesi bu piyasaların en büyük kısmına hakimler ve birbirleriyle evleniyorlar. Geçtiğimiz yıl Bayer firması Monsanto’yu aldı. Yani burada Yeşil Devrim adı altında oynanan oyun açlık sorununu çözmek için değil, ticari olarak tekelleşmek için oynanıyor.

Yani aslında burada bir rant var. Peki milli tarım politikalarında tohumun yeri ne?

Milli tarım politikalarına tohum özelinde baktığımızda, ben milliyetçilik kavramını bu anlamda destekliyorum. Ancak, yanlış anlaşılıyor. Milliyetçilik kavramı kime hizmet ediyor. Buğdayın anavatanı Bereketli Hilal, yani Güneydoğu Anadolu. Buradan tohumu alıp Meksika’ya götürmüşler, orada hibrit tohum haline getirip Türkiye’ye geri satmışlar. İşte bu noktada, evet, milliyetçi olmalıyız. Ama milliyetçi olacaksak, bu tohumlar halkın, çiftçinin olmalı, yerli şirketlerin değil. Peki tohumların kontrolünü Amerikalı, İsrailli şirketler yerine yerli şirketlere verdik diyelim. Bunların ortaklarının İsrailli ya da Amerikalı olup olmadığını biliyor muyuz? Burada millilik konusunda önemli olan tohumun şirketlere ait değil, halka ait olmasıdır. Bu tohumların kaynağı çiftçidir, yüzlerce yıldır çiftçiler bu tohumları ekip geliştirmiştir, bu yüzden hak sahibi de çiftçidir. Ama biz bunu alıp şirketlere veriyoruz. İşte bu noktada milli tarım politikamızı eleştiriyorum.

Peki bunun çözümü nedir?

Geçtiğimiz yıl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı sertifikasız tohumların artık desteklenmeyeceğini açıkladı. Aslında bu onunla çok bağlantılı bir konu. Siyezden örnek vermek istiyorum. Siyez şu an inanılmaz popüler oldu. Çok kıymetli bir buğday. Hastalıklara karşı çok dayanıklı, besin değeri çok yüksek ve bu konuda akademik anlamda çok kıymetli çalışmalar yürütülüyor. Fakat önemli olan mesele şu. O siyez tohumunu buraya kadar getiren kim? Binlerce yıldır bu tohumu ekip bugüne getiren kim? Kastamonu’daki, İhsangazi’deki çiftçilerdir bu tohumu ekip geliştiren. Halkımızın, çiftçimizin sorgulaması gereken şey şu: “Bu tohumu ben getiriyorum, üniversite ve devlet üzerinde çalışıyor, peki sonra o tohumun sahibi kim olacak?” Meksika örneğinde anlattığım gibi siyez de şirketler tarafından alınıp çiftçiye geri satılacaksa, o zaman bu çiftçinin hakkı nerede? Çiftçilerin hakkını devletin koruması gerekmiyor mu? Biz Buğday Derneği olarak ülkemizde titiz bir şekilde çalışmakta olan tohumlarla ilgili enstitüleri destekliyoruz. Tohumların şirketler yerine enstitüler tarafından geliştirilip çiftçiye verilmesi, makul fiyatlarla satılması, tohum konusunda bağımlılığı ortadan kaldırır. Tohum politikalarının da bu şekilde olması gerektiğine inanıyorum.

Tohumlar konusunda bir bilgi kirliliği var. Yerli tohum, organik tohum, hibrit tohum gibi kavramlarının karşılıkları tam olarak bilinmiyor ve birbirleriyle karıştırılıyor. Bu konuda bize kısa bir bilgilendirme yapabilir misiniz?

Yerli ve atalık tohumu aslında aynı anlamda kullanıyoruz. Şöyle açıklayayım; mısırın, domatesin, patatesin aslında ana vatanı Amerika kıtası. Yani bu çeşitler Anadolu’ya oradan gelmiş. Ama bunlar Anadolu’yu benimsemiş, gen merkezi olmasa da biyolojik anlamda bir merkez olarak Anadolu’yu edinmiş. Mesela Ayaş domatesi; Ayaş için o domatesin tohumu yerli bir tohum olmuş. Sadece o bölgede ekildiği zaman belirli bir kalite, lezzet vs. veriyor. İşte o bölgeye ait olduğu, o bölgeye has özellikler geliştirdiği için o tohuma “yerli veya “atalık” tohum diyoruz.

Halkımız genelde GDO’lu tohum ile hibrit tohumu birbirine karıştırıyor. Hibrit tohum deyince korkuyor. Bizim hibrit tohuma karşı çıkmamız, sosyo-ekonomik nedenlerden dolayıdır, tekelleşemeye yol açtığı içindir. Gıda güvenliği ve bağımsızlığı açısından karşı çıkıyoruz. Hibrit tohumda uygulanan metottan kaynaklı olumsuz bir sağlık etkisi yok ancak besin değerleri öncelikli olmadığı için besin değerleri ve kalite açısından ciddi kayıplar var.

Peki nedir hibrit tohum?

Hibrit tohum aslında yüzyıllardır bizim çiftçimizin yaptığını, akademisyenlerin, mühendislerin daha profesyonelce yapması neticesinde ortaya çıkar. Burada genetik yapısıyla oynanması gibi bir durum söz konusu değil. Bildiğimiz, yapay döllenme aslında. Çiftçinin yaptığının profesyonellerce yapılması. Hibrit tohumun kısır olarak bilinmesinin nedeni de şu. Aslında kısır değil, yine tohum veriyor. Ama melez tohum olduğu, yani saf hat bir anne ile saf hat bir babanın melezi olduğu için, çiftçi bu tohumu tarlaya ekip kendisi tohum almaya kalktığı zaman, bu tohum ya annesine ya da babasına dönüyor. Yani tohum ticari değerini yitirmiş oluyor. Standart kalitede bir ürün elde edip piyasaya süremiyor. Bu yüzden çiftçi o tohum şirketinden her yıl o tohumu satın almak zorunda kalıyor. Karşı çıktığımız nokta bu.

Yani biz her koşulda yerli tohumun ekilip yetiştirilmesini savunuyoruz, ama bazı durumlar da hibrit tohumun da ekilebileceğini, çiftçinin yararına olabileceğini söyleyebilir miyiz?

Bu, o tohumun kimin elinde olduğuna göre değişir. Çiftçinin hakkı, kamu hakkı korunuyorsa, hibrit tohumlar üzerinden bir tekelleşme sağlanıp bu bir rant haline dönüştürülmüyorsa, halkın gıda güvenliği riske edilmiyor ise evet biz teknik olarak hibrit tohuma karşı değiliz.

Standart tohum nedir peki?

Hibriti anlatırken saf hat anne ve babadan melezleniyor demiştim ya. Standart tohum da işte o saf hat anne ya da babanın tohumunun kendisi. Mesela Yalova’daki Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü’nün ürettiği bu şekilde standart organik tohumları da var, konvansiyonel tohumları da var. Standart tohum kullanan çiftçi, ertesi yıl da kendi tohumunu çıkarıp ekebilir. Tohum şirketleri bu yüzden standart tohumu satmıyorlar. Çünkü standart tohum satarlarsa çiftçi onlara bağımlı olmayacak.

Yani hibrite nazaran standart tohum çiftçi için daha elverişli?

Evet çünkü hibrit tohum çiftçiyi şirketlere bağımlı kılıyor. Oysa standart tohumdan kendi tohumunu üretebilir.

Bir de organik tohumdan bahsedelim mi? Organik tohum nedir?

Organik tohum, organik sertifikalı tohum demek. Organik üretim yapan üreticiler, ürünleri için organik tohumdan diyebilmeleri için. Hem tohumunun sertifikalı olması, hem de üretiminin organik sertifikalı olması gerekiyor. Yani tohumluk olarak kullanılan tohumun yetiştirilmesinde herhangibir zirai zehir, kimyasal gübre kullanılmaması gerekiyor. Organik sertifikalı tohum, hibrit ya da standart tohum olabilir. Ama asla GDO’lu tohum olamaz. Çünkü organik tarım mevzuatına göre GDO kesinlikle yasaktır. Yine organik tarım yapan çiftçi, yerli tohumlarını da kullanabilmektedir.

GDO’lu tohum tam olarak nedir? Biz GDO’lu tohuma neden karşıyız?

GDO’lu tohum ve GDO’lu gıda tam anlamıyla Pandora’nın Kutusu’dur. Açıldığında neler olacağını gerçekten bilmiyoruz. Yani sadece insanlık için bir risk taşımıyor, aynı şekilde ekosistem için de riskli bir konu. Örneğin mısır 3 km’den döllenebilmektedir ve GDO’lu mısır da şu an dünyada oldukça yaygındır. Bu GDO’lu türlerin, doğadaki diğer türlerle döllenme riski var. Bu döllenmenin ekosistem için nelere yol açabileceği meçhul. Okyanuslardaki bir yosun türünün Akdeniz’e gelmesi bile oradaki ekosistemi tehdit ederken, GDO’lu türlerin döllenmesinin doğa için nelere yol açabileceğini az buçuk tahmin edebilmek mümkün aslında. Ekosistemin bir dengesi var, ve genetiği ile oynayıp başkalaştırdığınız bir bitkinin ekosistemi olumsuz olarak etkileyebilmesi oldukça yüksek bir ihtimal. Bunu tam olarak bilmeden, dünyayı ve ekosistemi bir deney alanı olarak kullanıp bunu denemeye kalkışmak oldukça tehlikeli.

Aynı şey insan sağlığı açısından da geçerli. GDO’lu gıdaların insan sağlığı açısından nelere yol açabileceğini test etmeden, bu konuda tam bir bilgi sahibi olmadan GDO’lu gıdaların piyasaya sürülmesi oldukça tehlikeli. Bu, insanlığın tamamının kobay olarak kullanılması anlamına geliyor. Üstelik insan sağlığı açısından tehlikeli olabileceğine dair çeşitli araştırmalar da mevcut. İşte bizim GDO’lu tohumlara karşı çıkma nedenlerimiz bunlar.

Peki bir ürünün hangi tohumdan yetiştirildiğini bakarak anlamak mümkün mü?

Ne yazık ki bunu ürüne bakarak anlayabilmek mümkün değil. Bunu uzmanların laboratuvar ortamında incelemeleri gerekiyor.

Röportaj: Leyla Aslan Ünlübay

*Bu röportaj 29 Eylül 2017 tarihinde Açık Radyo’daki Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam programından yazıya aktarılmıştır.

Paylaş

Etiketler:hibrit tohum , standart tohum , yerli tohum

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası