faiz yiyenler allah savaş / Allah ve Resulüne savaş açan Müslümanlar: Faizciler - Kadri HAZAL

Faiz Yiyenler Allah Savaş

faiz yiyenler allah savaş


Hakkında

Bakara sûresi ayettir. Medine’de on senelik bir müddet içinde peyderpey nâzil olmuştur. Mushaf tertîbine göre 2, nüzûl sırasına göre sûredir. İsmini, 67 ile âyetler arasında bahsedilen, İsrâiloğulları’nın sığır kurban etmeleri kıssasından almıştır. Sûreye, içinde Âyetü’l-Kürsî bulunduğundan اَلْكُرْسِيُّ (Kürsî), Kur’ân’ın zirvesi olduğu için سَنَامُ الْقُرْاٰنِ (Senâmu’l-Kur’ân), hidâyet nûrunun parlaklığı sebebiyle de اَلزَّهْرٰي (Zehrâ) ismi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in en uzun sûresidir. Bu hâliyle sûre, Kur’ân’ın geniş bir özeti mâhiyetindedir.

Resûlullah (s.a.s.):

“Bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurmuştur. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 2/


Nuzül

         Mushafta ikinci, nüzûl sıralamasında sûredir, Medine’de nâzil olmuştur. Kur’an’ın en uzun sûresidir. Tamamının bir nüzûl sebebi olmamakla birlikte birçok âyeti için özel iniş sebepleri vardır. O âyetler açıklanırken nüzûl sebepleri hakkında da bilgi verilecektir.


Konusu

Sûrede bahsedilen temel konulardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

  Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen hak bir kitap olduğu,

  Tevhîd, nübüvvet ve âhiret gibi îman esaslarının delillerle beyân edilmesi,

  Mü’min, kâfir ve münafıkların vasıfları,

  Hz. Âdem’in diğer yaratıklar arasındaki konumunun belirlenmesi, şeytanla imtihanı ve cennetten indirilmesi,

  İsrâiloğulları’nın tarih içindeki durumları, Kur’an’a ve Peygamberimize karşı tavırları, hidâyete davet edilmeleri, yanlış itikad ve davranışlarının tashihi,

  Ka’be’nin inşâsı ve kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a çevrilmesi,

  Müslüman şahsiyetin inşası ve İslâm toplumunun teşekkülü için: Namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili hükümlerin; adâlet, ahde vefâ ve infak gibi ictimâî hayata dair esaslar ile âile hukûku, devletler arası ilişkiler, iktisadî ve siyâsî düzenlemelerin getirilmesi,

  Ferd ve cemiyeti bozulup dağılmaktan korumak için sihir, içki, kumar ve faiz gibi yasaklara dikkat çekilmesi,

  Allah’ın birliğini, her şeye kâdir olduğunu ve ölüleri diriltip hesap soracağını çeşitli misallerle ortaya koyarak insanları îman ve itaate çağırması,

  Kulluğun özü olan ve mü’mini Rabbine bağlayan bazı duaların öğretilmesi.

Hâsılı dikkatle incelendiğinde Bakara sûresinin, ihtiva ettiği hükümler, konular ve maksatlar itibariyle muazzam bir insicama, belirli ve düzenli bir plana sahip olduğu görülür. İlk âyetlerde sûrede incelenecek olan konuların ana hatları verilmekte, daha sonraki bölümlerde ise her konu sûre bütünlüğü içinde en uygun yerini almaktadır. Sûre, hidâyeti kabul eden kulun, emredilen hükümleri yerine getirme hususunda Rabbinden kolaylık talebiyle sona ermektedir. Muhtelif konular ele alınmakla birlikte sûrenin esas hedefi, Kur’an’ın hidâyetini gerçekleştirmek ve bundan âzamî istifadeyi sağlamaktır. Sûre boyunca devamlı bu hedef gözetilmiş ve sûrenin başı ile sonu o hedefte birleşmiştir.[1]

[1] Sûrenin bu açıdan büyük bir vukûfiyetle ele alınmasına örnek olarak bk. Drâz, en-Nebeü’l-azîm, s. ; En Mühim Mesaj: Kur’ân, s.


Fazileti

Ele aldığı mevzulara bakıldığında Bakara sûresinin çok önemli, faziletli ve büyük bir sûre olduğu görülür. Peygamber Efendimiz’in “Kur’an âyetlerinin efendisi ve en büyüğü” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, , ) olarak beyân ettiği Âyetü’l-Kürsî de bu sûrede yer almaktadır. Sûrenin faziletini beyân eden pek çok rivayet nakledilir. Bunların birkaçı şöyledir:

  “Kur’an’dan uzak kalarak ev­lerinizi kabirlere çevirmeyin. Şunu bilin ki şeytan, içinde Bakara sûresi okunan evden ürküp kaçar.” (Müslim, Müsâfirîn )

  “Kur’an’ı okuyun; çünkü o, kıyamet gününde kendisiyle hemhâl olanlara şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâvân’ı yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun;[1] çünkü onlar, kıya­met gününde iki büyük bulut veya iki gölgelik ya da iki kuş sürüsü hâlinde gelerek kendile­rini okuyanları savunacak ve koruyacaklardır. Bakara sûresini okuyun; çünkü ona sarılmak bereket, terketmek ise hasret ve pişmanlıktır; ona sihir­bazların gücü yetmez.” (Müslim, Müsâfirîn )

  “Bakara sûresinin sonunda­ki iki âyeti her kim gece vakti okursa bu iki âyet o gece ona yeter.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 10)

  Sahâbeden Üseyd b. Hudayr bir gece Ba­kara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlı bulunuyordu. Derken at ürküp hırçınlaşmaya başladı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Tekrar okumaya başlayınca at yine tedirgin bir şekilde ileri geri gitmeye başladı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Oğlu Yahyâ ata yakın bir yerde bulunuyordu. Atın çocuğa bir zarar vermesinden korktu ve onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca durumu Resûlullah (s.a.s.)’e anlattı… Efendimiz şöyle buyurdu:

  “Onlar seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabah olunca onları herkes görecekti, kendilerini halktan gizlemeyeceklerdi.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 15; Müslim, Müsafirin )

Bu ve benzeri rivayetlerden de anlaşılacağı üzere Bakara sûresi, hem evlerimizi hem de gönüllerimizi mânen îmâr edecek, okuyanı âdeta maddî mânevî şerlerden muhâfaza ederek onu meleklerle beraberliğe yükseltecek bir fazilet ve şerefi hâizdir.

Şimdi, bütün mâna, hikmet ve sırlarından kalbe yansıyan miktarıyla o sûrenin tefsiri başlamaktadır:

[1] Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerine, hidâyet nûrlarının parlaklığı ve okuyanlara verilecek ecrin büyüklüğü sebebiyle, اَلزَّهْرَاوَانِ (Zehrâvân) ismi verilmiştir.

Hazret-i Allah’a Ve Resul’üne Açılan Savaşın Sonu

 

 

Halil İbrahim Emre


İnsanın ilk vazifesi; kendisine hayat bahşeden Allah’ını bilmek, bulmak ve O’na gönülden bağlanmaktır.

Dostluğu kazanılmaya ve sevilmeye en lâyık olan mutlak varlık O’dur. Bütün sevgiler, Allah sevgisiyle bütünleşince kemâle erer.

Âyet-i kerime’de:

“İnsanların O’ndan başka dostu yoktur.” buyuruluyor. (Kehf: 26)

Her şeyi O var etti, her şey O’nun varlığı ile kâimdir. Kendisine itaat edeni etmeyeni, sevdiğini sevmediğini ayırt etmeden bütün mahlûkatına dünyada sayısız nimetler bahşeder, onları esirger. Ahirette ise yalnız müminlere merhamet eder. Koyduğu ilâhi emir ve hükümlere can-ı gönülden riayet ettikleri ve koyduğu hududu, sabır edip aşmadıkları için onlara daha büyük ve ebedi nimetler vererek mükâfatlandırır.

İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi. Onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor. Bütün istek ve ihtiyaçları O verir, ihtiyaçlar yalnız ve yalnız O’ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız o yerine getirir.

Âyet-i kerime’sinde:

“Zengin eden O’dur, sermaye veren O’dur.” buyurmaktadır. (Necm: 48)

Öyle bir Allah’tır ki dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor, hâcetler artıkça in’am ve ikramı da artıyor, iyilik ve güzellikleri bitmez ve tükenmez. Güzelden gelen güzelliklerin devam etmesi, kullarının dünya ve ukbada mutluluklarını temin için hükümler koyan, hudutlar çizen, niyaz ve dileklerini işitip muratlarını veren Zât-ı Ecell-ü Âl’a’dır. Üstün sıfatlarla mükerrem olarak yarattığı insanların dünya saâdetine, ahiret selâmetine kavuşabilmeleri için, hayatlarını tanzim edecek hükümler, emir ve yasaklar koyma hakkı yalnız Hazret-i Allah’a âittir. Bunun içindir ki ilk insanı ilk peygamber kılmış, insanların irade ve terbiyesini peygamberleri vasıtası ile gönderdiği ilâhi hükümlerle bizzat üzerine almıştır.

Âyet-i kerime’sinde:

“Yolun doğrusunu göstermek Allah’a âittir.” buyuruyor. (Nahl: 9)

Hazret-i Allah’ın bütün hükümlerinde, emir ve yasaklarında birer hikmet, insanlar için birer menfaat vardır. Bu hikmet ya bir zararı gidermek veya bir menfaat sağlamak içindir.

Bir diğer Âyet-i kerime’sinde:

“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır, kim Allah’ın hudutlarını aşarsa, kendine yazık etmiş olur.” buyuruyor. (Talâk: 1)

Binaenaleyh neyi emretmişse seve seve yapmak, neleri yasaklamışsa onlardan uzak durmak üzerimize farzdır.

İslâm dini fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarını kesin olarak haram kılmıştır. Haram oluşu hem Âyet-i kerime ile hem de Hadis-i şerif’ler ile sabittir. Cahiliye adetlerinden en yaygın olanlarından birisi de fâizdir. Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Vedâ Hacc’ında cahiliye adeti olan fâizi ayakları altına aldığını ve kaldırdığını beyan etmişti. Kaldırdığı ilk fâiz de amcası Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-ın fâizi idi. İnsanlar arasındaki sevgi, saygı ve yardımlaşma duygusunu yok eden, mal hırsını artırıp Allah’a karşı kulluk ve infak vazifesini unutturan, fâiz ile fâizin girdiği bütün kazanç yollarıdır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:

“Fâizi yemeyiniz.” (Âl-i imran: )

“Allah alışverişi helâl, fâizi haram kılmıştır.” buyurmuştur. (Bakara: )

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)

“Fâizde alan veren eşittir. (Günaha ortaklar)” buyurmaktadır. (Müslim)

Daha da ağırı Allah ve Resul’üne harp ilân etmektir ki Âyet-i kerime’de:

“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” buyuruyor. (Bakara: )

“Ben müslümanım, inandım, iman ettim” diyen bir insan fâizin zerresinden bile kaçar. Fâiz almak Hazret-i Allah’a ve peygamberine açılmış savaş sayılır.

Şu anda içinde bulunduğumuz ekonomik durum ortada. Ne kadar acıklı bir halimiz var bunun cezasını çok ağır bir şekilde ödüyoruz. Dünya yaratıldığından beri bütün yarattıklarını belli bir vakite kadar yaşatıp vadesi gelince takdir ettiği saniyede nice peygamberleri, kralları, padişahları, nice nice makam ve mevki sahibini, zenginini fakirini yerlere sermedi mi?Hani nerede onlar?

Ribâ (fâiz), cahiliye devri Arapları arasında bilinen bir şeydi. Hatta zenginlerinin genellikle yediği, içtiği hep ribâ idi. Biri öbürüne altın, gümüş veya belli bir para borç verirdi. Aralarında kararlaştırdıkları vâdeye göre, geçen süre için belli bir miktar da fazladan ödeme yapılacağını önceden şart koşarlardı. Bu fâiz Âyet-i kerime’si indiği zaman aralarında en yaygın ribâ bu idi. Herhangi bir borçta vade geldiği zaman borçlu borcunu ödeyemiyecekse alacaklısına, “veremeyeceğim, ribâ et.” yani artır derdi. Yine bir miktar ribâ eklenir ve böylece her vade yenilendikçe borcun miktarı da artardı ve arta arta ana paranın birkaç mislini bulurdu. Borcun aslına ana para anlamına gelen “Re’sü’l-mal” ve ona eklenen fazlalıklara da, “Ribâ” adı verilirdi.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Bu Âyet Kur’an’ın en son nazil olan âyetlerindendir. Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-bunu bize bütün yönleriyle açıklamadan göçtü, bundan dolayı ribâyı ve rîbeyi bırakınız.” (İbn-i Mace)

Yani mevcut açıklamalara göre ribâ olduğu iyice bilinen şeyleri bıraktığınız gibi, ribâ şüphesi bulunanları da bırakınız. Bundan dolayıdır ki İslâm’da “Helâl olan şeyler apaçık, haram olan şeyler de apaçıktır ve ikisinin arasında birtakım şüpheli şeyler de vardır, iyice şüpheden kurtuluncaya kadar, sana şüpheli gelenleri de bırak.” (Buhari-Tirmizi-Ebu Davud)

Hadis-i şerif’i gereğince, genel olarak şüpheli şeylerden uzaklaşmak mendup olduğu ve takvâ sayıldığı halde, özellikle ribâ şüphesi bulunan şeylerden kaçınmak vacip cinsinden bir görev olmuştur. Bundan dolayı fıkıh ilminde “Ribâ şüphesi ribâdır. Zira ribâ konusunda şüphe geçerlidir.” diye bir kural vardır.

Ribâ ile ilgili hükümler peygamberlik yıllarının sonuna doğru ve Mekke’nin fethi sıralarında nâzil olmuştur ve hatta halka duyurulması ile ilk uygulaması da Vedâ Hacc’ına rastlamıştır. Nâzil olan Âyet-i kerime’ler fâiz yiyenlerin dünya ve ahiretteki zelil durumlarını Allah’a ve Resul’üne açılan savaşın sonucunu, hüsranını ve acıklı durumunu bize bildiriyor.

Âyet-i kerime’lerde:

“Fâiz yiyenler: “Fâiz ticaret gibidir.” dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi (ihtiyaçlar içinde) kalkacaklardır. Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş (günahları, daha önce aldığı) kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a âittir. Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.

Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.

İman edip sâlih amel işleyenlerin, namaz kılıp zekât verenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.

Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın.

Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.

Eğer borçlu darlık içinde bulunuyorsa, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Eğer bilirseniz sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.

Öyle bir günden korkun ki, o günde hepiniz Allah’a döndürülürsünüz. Sonra herkese kazandıkları noksansız verilir ve hiç kimse haksızlığa uğratılmaz.” buyuruluyor. (Bakara: )

Ve şu halkın, esnafın, fabrikatörlerin durumu. İflas edenlerin, kalp krizi geçirenlerin, intihar edip dünyasını ve ahiretini karartanların durumuna bakılırsa, fâizin koca bir milleti ne hale getirdiğini görmeye yeter de artar bile. Dünyadaki cezası bu olursa ahirettekini siz düşünün. Eskilerin bir sözü vardır: “Fâiz bir kapıdan girer üç duvarı yıkar çıkar.” derler. Herkesi perişan, çaresiz, umutsuz, mutsuz yaptığı gibi fakiri de zengini de harpten çıkmış gibi perişan vaziyette. Hemen kendimize dönüp tevbe ederek artık niçin yaratıldığımızı imtihan da olduğumuzu yine O’na dönüp yaptıklarımızın zerresinden hesap vereceğimizi bilmemiz lâzım. Çünkü “Zerreden soracağım” diyor, imtihan için dünyaya gönderildik. İmtihanı bitenin sorguya çekileceğini Zilzal sûre-i şerif’inde bize bildiriyor.

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür.

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür.” (Zilzâl: )

Fâiz ile ilgili Âyet-i kerime’lerin nâzil oluşu peygamberliğin sonuna doğrudur.

Bu sıralarda da:

“Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a râzı oldum.” (Mâide: 3)

Âyet-i kerime’si gereğince İslâm dininin ikmal dönemleri yaşanıyordu. Önce Âl-i imran sûre-i şerif’indeki “Ey iman edenler kat kat katlanmış olarak fâiz yemeyin.” (Âl-i imran: ) Âyet-i kerime’si sonra da Bakara sûre-i şerif’indeki bu Âyet-i kerime’ler nâzil oldu. Bu bize gösterir ki, ribânın ortadan kaldırılması bir tekamülü ve gelişmişliği hedef tutmaktadır. Fâizin yer aldığı bir toplum henüz tam anlamıyla istenen düzeyde mükemmel hale gelmemiş demektir. Dine ve inanca bağlı, ahlâkları yükselmemiş, sosyal yardımlaşma ve dayanışması sadece sözde kalmış, sosyal yapıları kuvvet ve tahakkümden kurtulup kardeşliğe varamamış olan toplumlar fâiz belasından kurtulamazlar, kurtulmadıkça da gerçekten Allah rızâsı olan ahlâk olgunluğunu ve sosyal düzen sağlamlığını bulamazlar, kamu yararı ile kişisel çıkarların çatışmasını ortadan kaldıramazlar. Herhangi bir toplumda fâizsiz yaşanmayacağı inancı yayılmaya ve fâizin meşru olduğuna çareler aranmaya başladı mı, ortada çöküntü ve çözülme baş göstermiş ve cahiliyet devrine doğru dönüş başlamıştır. “Zaruretler mahzurluyu mübah kılar.” kuralınca zaruretler, mübah görme kapısını açar. Fakirlik azalıp, sosyal yapıdaki düzelme ilerledikçe fâizler kendiliğinden düşecek ve bir gün gelip ortadan kalkacaktır. Fakat fâiz devam ettikçe de servetler tekelleşmeden kurtulamayacak ve fakirlik azalmayacaktır. Günümüz dünyasında fâizin ortadan kaldırılması bir ideal olarak dünüşmeye başlanmış ise de, doğrusu hâl-i hazırdaki eğilimler henüz tamamıyla ortadan kaldırılması değil, aşağı çekilmesi konusunda yoğunlaşmaktadır. Kur’an-ı kerim ve İslâm dini getirdiği hükümlerle hâl-i hazırdaki bütün beşeriyete dahi en yüksek bir tekamülün ilhamını sunacak bir aydınlık kitap, bir ilâhi kanundur. İlâhi rahmet, zenginlerle fakirlerin yaratılış sofrasından samimi bir yardımlaşmayla nimetlenmelerini gerektirirken, bunun aksine hareket eden ve karşılarında fakirlik olmadan nimete eremiyeceğini sanan toplumlar, hiçbir zaman ızdıraptan kurtulamazlar. Böyle mal bölüşümünde fâizi alışkanlık haline getiren toplumun fertleri için fâiz, tiryakilerin afyonu gibi bir ihtiyaç halini alır. Hepsi ister istemez bu çarkın dişleri arasında ezilir gider. O zaman bu zorluğu göğüsleyip de çevresindekilere biraz nefes aldırabilen büyükler “Onlar için Rabbleri katında ecir vardır, onlara korku yoktur ve onlar mahsun da olmazlar.” Âyetinin verdiği müjdeye nail olurlar. Fâizciler ise ebedi bir sara çırpınışları içinde kıvranır dururlar. İşte Hakk Teâlâ bunların bu hallerini açıklamak üzere buyuruyor ki:

(Fâiz yiyenler) yani fâizcilik yapan ve böylece servet elde ediyoruz diye muhtaçların kazançlarını ellerinden alan ve üretimin hedefini kamu yararından kişi çıkarlarına doğru kaydıran, gerçekte ise üretimden ziyade tüketime hizmet eden, velhasıl hayır yoluna infak amacının tamamen zıddına gidenler “Fâiz yiyenler: ‘Fâiz ticaret gibidir.’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi (ihtiyaçlar içinde) kalkacaklardır.” (Bakara: )

Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Miraç yolculuğunu bizzat kendileri naklederken buyururlar ki:

“Daha sonra gökyüzüne bir miraç uzatıldı. Ben Miraç’tan daha güzel bir şey görmüş değilim, ölüleriniz ölümleri sırasında gözlerini ona diker, Cibril ile ona binerek yükseldik.”

Dünya semâsının kapısından izinle girip değişik olayları temaşa ettikten sonra:

“Baktım ki Firavun ve arkadaşlarının yolu üzerinde karınları evler kadar şişmiş insanlar var. Firavun ve arkadaşları sabah akşam bunları çiğneyerek geçiyorlar. Bunlar kimlerdir yâ Cebrâil? dedim. “Fâiz yiyenler.” olduğunu söyledi.”

Fâiz yiyen dünya saâdetinden ahiret selâmetinden mahrum kalmıştır, akla hayale gelmeyecek azap onu hazır beklemektedir.

Fâizle birlikte bütün dengeler bozulur. Artık fâiz hesabı yapılmadan hiçbir alışveriş yapılamaz. Esas olan mallar ile onu elde etmeye araç olan para arasındaki denge, araya giren fâiz ile malların aleyhine ve paranın lehine bozulmaya başlar. Emek ve çalışmanın karşılığı, fâiz kanallarından fâizcilerin ellerinde toplanır, derece derece ve gitgide servet tekelleşir. Lüks ve zararlı tüketim meydanı alır, sermaye sahipleri lehine tüketim önem kazanır. Bizzat üreticiler hesabına üretimin değeri düşer. Aracılar da bu ikisi arasında bocalar durur. Bakarsınız hem mal vardır, hem de sermaye, bununla beraber ihtiraslar ve kıvranmalar artıkça artmıştır. Toklar azalmış, açlar çoğalmış, gülenler eksilmiş, ağlayanlar artmıştır. Dünyalar kadar mal yığılı olsa, parası olmayan yine fakirdir. Derken çalışan ve üretime katkıda bulunan emek sahipleri ile sermaye sahipleri arasında kin ve öfke başlar.

Dışardan bakıldığı zaman mutlu ve muhteşem sanılan bir toplum oysa artık içinden çürümüş ve kurtlanmıştır. Sükun içinde kımıldanmak ihtimali bile yok gibi görünen kimseler, ruhlarındaki acının telaşı ile artık patlamaya hazır hale gelmiştir.

Birbirinin zıddı olan nur ile karanlığı birbirinin aynı saymak nasıl bir cinnet ise, fâiz ile alışverişi benzer şeyler saymak da öyledir.

Ve netice olarak Allah dostu Zât-ı muhteremin senelerdir söylediği “Alan alamayacak, satan satamayacak, iki tabaka birden çökecek.” sözü tecelli etmiş ve sistem çökmüştür. İman edip fâizden hatta tozundan bile kaçınanları ise her zaman olduğu gibi Hazret-i Allah lütfuyla muhafaza ediyor.

Allah’ım bu fâiz belasından bizleri bir an evvel kurtarsın, hidayet nasip etsin, hakikatı göstersin. Allah ve Resul’üne savaştan bizleri kurtarsın.

 

Allah’a Savaş Açmak = “Tefecilik/Faiz”

 

Öyle bir savaş düşünün ki, kendisiyle savaşılan, Allah (cc) ve Resulü olsun…

Elbette ki bu savaşın sonucunu tahmin etmek pek de zor değil.

Ama ne gariptir ki sonucu ebedi hüsran ve zillet olan bu savaşa yeltenen haris insanlar ve devletler görüyoruz etrafımızda.

Kimlerden mi bahsediyorum?

Hırs-ı dünya ile kapitalistleşen, kapitalistleştikçe sömüren, sömürdükçe azgınlaşan, azgınlaştıkça ocakları söndüren Allah (cc)ve peygamber düşmanlarından bahsediyorum…

Yani ,“Tefeciler/Faizciler”den…

Faiz; diğer adlarıyla riba ve tefecilik; borç veren kişinin, alacağını tahsil ederken, verdiği değerden fazlasını tahsil etmesidir.

Allah (cc),  yüce kitabında, tefecileri/faizcileri şöyle vasıflandırıyor;

“Eğer fâizi(Tefeciliği) terk etmezseniz, bunun Allah’a ve peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin…” (Bakara: )

Cahiliyenin tipik bir örneği olan “tefecilik” , günümüzde de varlığını devam ettirmektedir. Üstelik kendine “Müslüman” diyen, yeri gelince namaz kılıp, dinden dem vuran insanlar ve kurumların eliyle işlenmektedir bu melanet.

Hatta cahiliye döneminin meşhur, “kız çocuklarını diri diri toprağa gömme” hadisesinin nedenlerinden biri de, borçlarını ödeyemeyen borçluların, borçları nedeniyle kız çocuklarına, tefecilerce el konulacağını bildiklerinden, kızlarını tefecilere vermemek adına, diri diri toprağa gömüyorlardı.

Bugün de aynı cahili adet, çağdaş bir şekilde devam etmektedir.

Bugün, bu işin resmi ayağını bankalar yürütürken, gayri resmi ayağını ise tefeciler yürütmektedir.

Dün, kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlere karşılık, bugün çocuklarının umutlarını ve geleceğini bankalardan ve tefecilerden aldıkları faizin taksitlerine gömen nice insan var.

Bugün vahşi kapitalizm altın çağını yaşıyor adeta. Akidesi, “Sen çalış ben yiyeyim” felsefesi üzerine kurulan bilumum kapitalist tefecilerin/faizcilerin  birer mabedi konumundadır bankalar.  İlginçtir ki, toplumun içinde bulunduğu borç bataklığını, uygun krediler(faizler) ile katmerleştiren bankaların bu tahribatı halen görmezden gelinmektedir.

Allah’a (cc) ve peygamberine savaş açanlara yine Allah(cc) şöyle soruyor;

“Fema asbere-humalâ en nâri”

“Sizler ateşe ne kadar da sabırlıymışsınız?”(Bakara)

Peki tefeciler/faizciler kötü de onlara bulaşıp faiz alanlar çok mu iyi?

Bakın ne buyuruyor Resulullah (sav);

“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)

Bir gün bir adam İmam Malik’e giderek, içki içmenin bütün günahlardan daha büyük olduğunu talakla yemin ederek, ‘içki içmekten daha büyük bir günah varsa eşim benden boş olsun’ demiştir. İmam Malik de, ‘Git ben yarın sana cevap vereceğim’ der. Daha sonra İmam Malik o şahsa şöyle buyuruyor; ‘Kur’an-ı Kerim’e baştan sona kadar baktım. Faiz günahından başka büyük günah görmedim. Eşin senden boş oldu’ der.

 “Söz konusu para olunca gerisi teferruat.” Deyip tefeciliği/faizi küçümseyen borçlu kardeşim, galerici kardeşim, kuyumcu kardeşim, mütahit kardeşim…

Bir iş ki, Allah (cc) lanetleyip kendisine yapılmış bir savaş kabul etsin ve günahların en büyüğünden saysın, bir Müslüman da kalksın bu iş ile iştigal etsin, bu işe ticaret desin, akıl kârı mı ?

Yetkililer bir an önce, sosyal hayatın kanseri haline gelmiş faize/tefeciliğe  karşı bir önlem almalı bu manada alternatifler üretilmeli.

Tefecilerle mücadele yapıp, resmi tefecilik olan bankalara el atmayanlar şunu bilmeli;

Allah (cc)  ile savaşan ister şahıs olsun, ister  devlet olsun, zelil ve rüsvay olmaya mahkumdurlar.

Son olarak yazımızı Rabbimizin tefecileri/faizcileri ikaz eden şu ayetiyle sonlandırıyoruz;

 

“Faiz yiyenler, (kabirlerinden) ancak kendisini şeytan çarptığından deliye dönmüş bir adamın kalkışı gibi kalkarlar. Bu durum onların 'alışveriş de faiz gibidir' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal faizi ise haram kıldı. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faiz yeme işine) son verirse onun geçmişte aldıkları kendinedir. Onun işi ise Allah'a aittir. Kim de yine (faiz almaya) dönerse işte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada sonsuza kadar kalıcıdırlar.”(Bakara)

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası