mustang film analizi / Gözetleme kulesin'nden Mustang'e : 'kadınlar araf'ta!' : Türkiye sinemasında oluşan dişil dil

Mustang Film Analizi

mustang film analizi

Mustang bir Özgürleşme Filmi mi?

Erkeklik hâllerinden geçilmeyen ülkemiz sinemasında, beş kadın karakteri odağına alan Mustang heyecan yarattıysa da, tam içe sinmeyen bir şeyler vardı bu filmle ilgili. Peki neydi? Mustang hakkında yapılan eleştirilerde, sıklıkla filmin gerçekçilik ekseninde sınandığını gördük. “İthal edilmiş” bir hikâye anlattığı, yönetmenin “kendi kültürüne yabancı” olduğu yakıştırmaları sık sık karşımıza çıktı. Hatta bazı söyleşilerde yönetmenine “kendinizi nereli görüyorsunuz?” gibi cüretkâr sorular bile dile getirildi. Erkek eleştirmenlerin açüklamaları da tabii eksik olmadı. Ancak herhangi bir filmi gerçekçilik tartışmasına kilitleyerek “gerçekliğe” yakınlığını ya da sadakatini sınamanın, pek de verimli bir düşünce zemini açmadığı ortada. Dolayısıyla, filmi hakkıyla tartışabilmek için Mustang’in ne kadarı “gerçekçi” bunu bir kenara bırakmak gerekiyor. Zira bu zemin, tartışmaları da yanlış bir yere kilitleme riskine sahip. Yani filmle ilgili bambaşka şeyler konuşabilecekken, “Karadeniz’de bulunmuştum ben, orda böyle bişey olmaz” gibi geçersiz argümanlara boğuluveriyorsunuz.

 

Oysa eleştiriyi filmin kendi anlam dünyası içinden kurmak, yani filmin gerek kendi mekânı, gerek kendi karakterleri, gerekse kendi çatışmasına olan bakışını, aldığı tutumu ve bu şekilde söylediği sözü görmeye çalışmak her zaman daha verimli bir zemin sunar. Filmle birlikte düşünmeyi mümkün kılar. Bir çeşit eleştirel haşır neşirlik de denebilir buna. Kendini filmin dünyasına ve onun değerlerine teslim et, bakalım nereye gidiyorsun; ama eleştirelliğini de kaybetme.

 

Öyleyse filmin dünyasına dair en genel tespitle başlayalım: Mustang, en genel anlamda kendini bir özgürleşme filmi olarak kuruyor. Daha ilk sahnede, okulun yaz tatiline girmesiyle, karnelerin dağıtılmasıyla, yaz güneşinin pırıldamasıyla gelen bir hafiflik, ferahlık hissi var. Okulun yükü ve ödev zorunlulukları bittiğine göre artık sahilde yürümek, meyve bahçesinden meyve çalmak, aylaklık etmek ve tabi ki denize girip serinlemek, şakalaşmak bu hafiflikte yapılacak muzırlıklar. Kuşkusuz bu hafiflikte, cinsiyet kodları veya toplumsal kurallar da ağırlığını kaybediyor: “kızlı-erkekli” eğlenmek, şakalaşmak, fingirdeşmek de işte böyle başlıyor. Filmin bundan sonrası, Fatih Özgüven’in deyimiyle, bu zincirlerinden boşalan “delimsirek” enerjinin baskı altına alınmasını, toplumsal kuralların ve cinsiyet kodlarının bu genç kadınların bedenleri üzerine yeniden (ve hatta çok daha vahşice) tesis edilmesini anlatıyor. Evde aile büyükleri tarafından, mahallede komşular tarafından, köy meydanında camlardan izleyen gözler tarafından, daha geniş ölçekte, ülkede de yönetici kesim tarafından dayatılan bu muhafazakâr kodlara karşı direnen kızkardeşlerin hikâyesini kuruyor film. Tüm bu kuralların sembolik düzlemdeki karşılıkları da genç kadınların bedenlerini zapturapt altına almak üzere biçilen kıyafetler ve gitgide bir hapishaneye dönen ev oluyor. Kızkardeşler, dayanışma ve oyunlarla, bu baskıları ve dayatmaları kırmanın yollarını arıyor sürekli. Elbiseleri yırtmak, modelini değiştirmek, evden kaçabilmek için gizli yollar keşfetmek, parmaklıkların ardında güneşlenmek, arabada kapalı bırakıldığında seks yapabilmek tüm bu dayatmaları “tersine döndüren” taktikler olarak karşımıza çıkıyor.

 

Yönetmen Deniz Gamze Ergüven, bu direniş taktiklerinde ve zapt edilemeyen enerjide Gezi’ye veya Fransız Devrimi’ne benzer unsurlar tespit ediyor. Kızkardeşlerin dolaplara tıkılan yasaklı eşyaları arasında bir #DirenGezi posteri, bir de Eugene Delacroix kartpostalı görmemiz bu yüzden. Zaten, anımsarsanız, Gezi’de de bu çağrışım birkaç kez ifade edilmişti, hatta çekilen fotoğraflardan biriyle Delacroix’nın resmi arasında benzerlik kurulmuştu. Bu çağrışımdan hareketle, Gezi direnişinde kadınların kuvvetli varlığını ve Delacroix’nın “özgürlük” kavramını kadın bedeniyle sembolleştirmesini, filmin anlam dünyasıyla ilişkilendirmiş Ergüven. Evde, devletin değerlerinin taşıyıcısı bir ailenin baskısına karşı direnen genç kadınların isyanıyla, Gezi’deki isyan arasında bir paralellik, şablon bir benzerlik var ona göre. Hatta yönetmen sanki “özgürlük kadınlarla gelecek” ya da “kadınlar özgürlüğün teminatı” ya da “özgürleşme ancak kadınlarla mümkün olacak” diyor. Filmin sonunda taşradan kaçmayı başaran iki kız kardeşin İstanbul’a gelerek nihayet Gezi Parkı’nın önünde görülmeleri, gerçekte ait oldukları yere dönmeleri gibi. Çukurcuma’da yaşayan genç kadın öğretmen (Gezi eylemlerine katılmış olabilecek bir profil çizildiğine özen gösterilmiş olduğu epey aşikâr) yardımıyla özgürleşmeleri yahut özgürleşme yönündeki ilk adımı atmaları da filmin bu anlam dünyasını tamamlayan unsurlar. Tüm bunlar ışığında Mustang’in, kadınların özgürleşmesini savunan ve kadınların toplum içinde gördüğü baskıları gün yüzüne çıkarmaya çalışan feminist bir film olarak kurulduğu iddia edilebilir.

 

Fakat, filmin politik anlamı pek de böyle değil. Yüzeysel bir okumayla, bu kadar yorumla yetinmek mümkün olabilir ancak bu anlam düzeyi bir o kadar da aldatıcı. Zira film muhafazakârlık karşıtlığını, son derece yüzeysel bir taşra-kent, cahil-eğitimli, bağnaz-modern ikiliği üzerine kuruyor.

 

Taşra-kent ikiliği ile başlayalım. Filmde taşra, eğitimsiz ve bağnaz insanların yaşadığı, hayatı dar eden, gülünç ve “mantıksız” toplumsal kodların yaşamı cehenneme çevirdiği bir mekân olarak kuruluyor. Bu bakımdan buradaki taşranın, son dönem Türkiye sinemasında erkek karakterlerin çıkmazlarını, yabancılaşmalarını, buhranlarını yaşadıkları o çıkışsız, durağan, hiçbir şeyin olmadığı, klostrofobik mekânlardan pek bir farkı yok. Mustang’in taşrası da sonuçta özgürleşmek için, yaşamaya başlamak için, bir şeylerin parçası olmak için bir noktada terk edilmesi gereken bir yer. Dik yamaçların yanı başındaki deniz, bir ferahlama hissi vermek yerine, o ferahlığın ne kadar ulaşılamaz, dokunulamaz, temas edilemez, neredeyse yasaklı bir his olduğunu ifade ediyor. Derin bir fay ayırıyor adeta denizi, karadan. Bunun karşısındaysa, kent (yani İstanbul) kurtuluşun ve özgürleşmenin mekânı olarak yerleştiriliyor. Filmde, sanki uzun bir gecenin ardından, adeta “ortaçağ karanlığı”nı andıran bir ev hapisliğinin ardından, evden kaçmayı başaran Lale ve Nur’un İstanbul’a geldiği ilk sahnede yavaş yavaş gün ağarması, filmin duygusunun, tıpkı ilk sahnedeki gibi bir hafifliğe doğru meylettiğinin ilk işareti.

 

Filmin başında öğrenciler, güneşin yakıcılığından serin sulara atladıkları gibi, bu sefer Lale öğretmenin kucağına atlayacak ve özledikleri hafifliği onun dairesinde, onun kollarında, onun yaşamında bulacaklar. İstanbul’da nice muhafazakâr mahallelerden yahut nice zor yaşam koşullarıyla cebelleşilen mahallelerden birinde değil, orta sınıf bir mahallede, Çukurcuma’da, aydınlık bir apartman dairesinde&#; Filmin ürettiği politik anlam, bu bakımdan, 5Harfliler&#;deyayımlanan bir diğer eleştiridebahsedildiği gibi Ertem Eğilmez filmlerinden oldukça uzağa düşüyor. Gülen Gözler’de yahut Eğilmez’in diğer kalabalık aile filmlerinde, burjuva yaşamları değil alt sınıfları izleriz. Maddi sıkıntı hep vardır ve bu sıkıntılardan ailecek, yahut mahallecek kalabalık bir dayanışmayla çıkılır. Mustang ise kurtuluşu bohem bir mahallede buluyor. İstanbul’un birçok bakımdan taşradan daha boğucu, daha muhafazakâr, daha yalnızlaştırıcı olabildiğini görmüyor.

 

Bu kadar net sınırlarla kurduğu taşra ve kent, muhafazakârlık ve modernlik ikilemleri, filmin oryantalizme sürüklenmesinin de yolunu açıyor. “Batı”da filmin bu kadar beğenilmesinin bir sebebi, bu ikilemlerin günümüz popüler kültüründe ve ana akım imgelemde çok yerleşik olması denebilir. Zira bu ikilikler, onyıllardır anlatılan Doğu-Batı çatışması veya bir dönemki moda tabiriyle “medeniyetler çatışması” hikâyelerinin altında yatan şablonun temelini oluşturuyor. Muhafazakâr bir taşranın karşısına modern bir kent; eğitimsiz ve taşralı bir ailenin karşısına eğitimli ve kentli bir öğretmen koyuverdiğinizde, hikâyenin geriliminin nereden besleneceği, tarafların nasıl kurulacağı yüzyıllardır süren oryantalist geleneğin şekillendirdiği hikâye şablonunda başından belirlenmiş oluyor. Filmin Fransa’da bu kadar övülerek sahiplenilmesini buradan anlamlandırmak mümkün.

 

Hatta, Fransa’nın bugünkü konjonktürünü düşünelim: Charlie Hebdo saldırısı sonrası İslamofobinin yükseldiği, 13 Kasım saldırılarıyla tavan yaptığı Fransa, ulusal tarihinin en büyük travmalarından birini yaşıyor. Cezayir Savaşı’ndan sonra “karizmasını” toplamaya çalışırken, bir kez daha Fransa’nın aslında göçmenler için ne kadar zorlayıcı bir yer olduğu ortalığa saçıldı. Süreklileşen olağanüstü hâl içinde bir yandan yeni terörle mücadele yasasında “vatandaşlıktan çıkarma” cezasını tartışmaya açan Fransa, kendi kimliğiyle büyük hesaplaşmalar içinde. Bu şartlarda, bir yandan bu tip uygulamalarla göçmenlere hayatı zindan etmeyi sürdürüp bir yandan da vitrindeki “çok kültürlü” kimliğini pekiştirmek peşinde. Fransa’nın Oscar adayı olarak gösterdiği Mustang, ülkenin tam ihtiyaç duyduğu türden bir “PR” malzemesi. Filmin politik anlamını en kaba çizgileriyle çizecek olursak, Mustang, İslami muhafazakârlık karşısında (filmde Bülent Arınç ve Erdoğan’ın kadınlarla ilgili söylediklerinde somutlaşan), Fransa’dan esinlenilmiş değerlerle (Delacroix’yı anımsayın) sürdürülen bir laiklik savaşını (cumhuriyet öğretmeni) anlattığını iddia ediyor çünkü. Fransa için, “Batılı” değerlere bağlı kalmanın önemini bir kez daha vurgulamak, muhafazakârlığa karşı parmak sallamak için bir fırsat Mustang. Esas sorun, bu ikilemi karmaşıklaştırmamak, hiçbirini tartışmadan, dümdüz net iki kutba indirgemek. Her taşra her zaman bağnaz değil, İstanbul’un ya da her metropolün her zaman özgürlükçü olmadığı, modern devletlerin de her zaman cennet olmadığı gibi&#;

 

Son olarak, filmin görsel estetiğinin politik imalarına dair bir notla (veya üzerine daha fazla düşünülmeyi hak eden bir soruyla) bitirelim. Mustang, genç kadınların bedenlerini kamera önünde özgürleştirmeye çalışırken, onları nesneleştirmiyor mu? Kuşkusuz, nesneleşen beden de özgürleşmeye uzanabiliyor bazen sinemada. Fakat bu genç kadınların çıplak bedenlerine düşen, adeta tenlerini okşayan o altın rengi yumuşak ışığı düşünün; odalisk tablolardaki erkek bakışını anımsatmıyor mu biraz? Burası biraz tartışmalı. Zira filmde bunun aşılmaya çalışıldığını da söylemek mümkün. Tüm kadınların birbirine benzemesi, birbirlerinden ayırt edici unsurlarının pek olmaması, tümünü sanki tek bir karakter gibi okumaya imkân tanıyor. Bedenlerin de bu şekilde kadraja girdiğini görüyoruz zaman zaman. Bedenler bir araya geldiğinde, iç içe geçtiğinde amorf bir canlı doğuyor neredeyse&#; Bu çoğulluk, elbette fazla yaşayamıyor, yaşamasına izin verilmiyor; öldürülüyor, küçültülüyor. Fakat filmin, kentte gelen sonuyla, yukarıda açıkladığımız anlamlardan ötürü,kadın kahramanlarını özgürleştirmek yerine onları başka bir paradigmaya, modernizmin kentli-batılı bakışına teslim edip etmediği sorusu havada asılı kalıyor&#;

Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan, ardından Saraybosna Film Festivali’nden en iyi film ve kadın oyuncu ödüllerini toplayan ve şimdi de Fransa’nın Oscar adayı olan Mustang’in, Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday olan ilk Türkçe film olması epey olası.


Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi Mustang, şu sıralar sinema dünyasının, en azından bizim şahit olduğumuz kısmının en çok konuşulan olayı. Hayatın karşılaşmaya çekindiğimiz bir köşesinde duran beş kız kardeşin bol çetrefilli ancak her şeye rağmen asi hayat hikâyelerine odaklanan film bu ilgiyi çokça hak ediyor üstelik. Cannes’da Quinzaine des Réalisateurs seçkisinde gösterilen ve adını ilk olarak bu gösterimdeki beğenisiyle duyuran film, şimdiye kadar yalnızca Fransa’da yarım milyon kişi tarafından izlendi bile. Katıldığı hemen her festivalden ödülle dönen ve son olarak Fransa’nın Yabancı Dilde En İyi Film Oscar adayı olan Mustang, 23 Ekim’de Türkiye’de vizyona giriyor. Biz de bu bahaneyle filme dair merak ettiklerimizi yönetmen Deniz Gamze Ergüven’e sorduk.

Mustang, en küçük kız kardeş Lale’nin anlatımıyla başlayıp, biraz olsun diğer kardeşlerden sıyrılarak onun kurtuluş hikâyesine dönüşüyor. Diğer kardeşler kendilerine dayatılanlar karşısında daha çaresizken, Lale’nin film boyu başkaldıran tavrını koruması, asi ruhu tek başına üstlenmesi kardeşlerin içinde en küçüğü olup, olay örgüsünde sıranın en son ona gelecek olmasıyla mı ilgili?

Mustang beş kız kardeşi aynı anda sahneleyen bir film. Bu beş kızı hep tek bir karakter, beş kafalı, on bacaklı, on kollu bir Hidra gibi düşündüm ve filmi bu fikirle çektik. Hikâyeden her bir kız çıktığında karakterimizin bir parçası kopuyor gibi. Ve Lale, ablalarının yaşadıklarına tanık olduğu için, onların kendilerini çaresiz buldukları durumları tekrarlamamak için elinden geleni yapıyor.

Bugüne dek toplumsal baskı ve onun getirdiklerini işleyen birçok film izledik fakat Mustang incelikli analiziyle çok daha aykırı bir yerde duruyor. Tıpkı içindeki karakterler gibi. Ve filmi izledikten sonra uzun bir süre senaryonun yarattığı atmosferden kurtulmak mümkün olmuyor. En az aykırılığı kadar sahici çünkü. Hikâyeyi bu kadar içselleştirmeyi nasıl başardınız?

Tıpkı Lale gibi, büyük bir kadın ve kız topluluğundan oluşan bir ailenin en küçüğüyüm. Kızların oğlanların omuzlarına çıkarak yol açtıkları küçük skandal, boy sırasına göre dayak yemeleri, gördüğüm veya yaşadığım durumlar. Küçük skandalı örnek alırsak, kendimi aynı durumda bulduğumda “Şuran bir erkeğin şurasına dokundu da, bilmem ne oldu” dendiğinde utandım ve gıkımı çıkarmadım. Filmde kızlardan biri ise evin sandalyelerini kırıp, “Bu sandalyeler de kıçımıza değdi, iğrenç değil mi?” diye isyan ediyor ve ona yapılan suçlamanın saçma mantığıyla karşılık veriyor. Kahramanlık, benim için bu! Filmin her sahnesinin temel taşları sahici olsa da, Mustang olağandışı karakterler, diyaloglar ve durumlar sahneleyen bir kurgudur. Film mitolojik ve masalsı motiflerle yoğrulduğu gibi, dramaturjisinden dekoruna kadar tüm estetik seçenekler natüralizmden uzak.

Filmde beş genç kadını da birer kurban rolünde izliyoruz ancak bu beş kadının güçlü karakterleri salt mağduriyetle karşılaşmamıza izin vermiyor. Onları karakterlerinin hüzünlü atmosferinden uzaklaştırma fikri nasıl doğdu?

Kızları hep azim ve zekâ figürleri gibi gördüm. En karanlık durumlarda cesaret ve mizah gösterebilmeleri çok önemliydi ve filmin ışığına kadar her elemanı bu durumu yansıtıyor.

Image

Mustang, Türkiye’de üstü kapatılmaya çalışılsa da hâlâ yaşanmakta olan birçok olaya ışık tutuyor, Selma’nın gerdek gecesi yaşadıkları örneğin çoğunlukla kırsal kesimde hemen her genç kadının bugün bile yaşamak zorunda kaldığı bir durum. Film birçok ülkede ilgiyle karşılanırken, Türkiye seyircisinin tepkisini de merak ediyorsunuzdur sanırım. Olaylara yaklaşım gerçekçiliği herhangi bir rahatsızlık uyandırır mı sizce?

Önemli bir miras taşıyan, çok güzel bir ülkeye sahibiz. Çocukluğumdan beri Türkiye’nin çok hızlı bir şekilde gelişmesine tanık oldum. Tanıdığım diğer ülkelere göre, Türkiye hep büyük bir dinamizm ve hareket içerisinde oldu, ilerliyoruz. Kritik düşünce illa bir antagonizm değil, bizi ilerleten dinamizmin bir parçası ve sadece entelektüellere ya da sanatçılara değil de, her vatandaşa düşen bir görev. İnsan olarak en temel sorumluluklarımız düşünmek, sorgulamak, dürüst bir şekilde gerçeklerle yüzleşmek. Problemlerimizin üstünü örtmek yapıcı bir davranış değil, tam tersi. Bir sinemacı olarak insanî deneyimlerimizin her köşesine ışık tutabilmeliyim. Gerdek gecesi kanamadıkları için apar topar yataklarından çıkarılıp (gelinliklerine gelişigüzel sarılıp paketlenmiş şekilde) acil servise getirilen gelinler, onlara düğün kıyafetleriyle hastanede eşlik eden heyetler, günümüzde rastlayabileceğimiz gerçek durumlardır. Hattâ çok olağandışı da değildirler. Ankara’daki bir devlet hastanesinde çalışan kadın hastalıkları uzmanı bir doktor, evliliklerin yoğunlaştığı ilkbahar ve yaz mevsimlerinde, bana bu gibi durumlarla kez karşılaştıklarını anlattı. Selma’nın gerdek gecesinde yaşadığı olağanüstü sahneler de böyle gerçekçi bir çerçeveye oturtularak yazıldı.

Filmde kadın karakterlerin mahalle baskısını en az erkek karakterler kadar, hattâ bazen daha fazla baskın olarak hissediyoruz, yer yer karşılaştığımız alt metinlerde de geçerli bu durum. Özellikle tercih ettiğiniz bir yönelim miydi bu yoksa senaryo akışında kendiliğinden mi gelişti?

Toplumumuzun temeline işlemiş ataerkil değerlerini, davranışlarını kadın olarak biz de yudumlayıp, sorgulamadan tekrarlayabiliyoruz. Film de bunun bir yankısını taşıyor.

Mustang ülkemizde bu ay vizyona girse de, Fransa’da çoktan bin bilete ulaştı ve onun öncesinde başta Cannes olmak üzere birçok önemli festivalde gösterilerek ciddi bir beğeni ve coşkuyla karşılandı. Peki bu festivallerde sizin dikkatinizi çeken filmler hangileri oldu, dünya sinemasında takip ettiğiniz sinemacılar kimler?

Aynı jenerasyonda, en büyük kardeşlik duygusunu hissettiğim yönetmenler László Nemes (Son of Saul; çok önemli bir film) ve Alice Winocour (Maryland). Emin Alper’in Abluka filmini çok merak ediyorum ve ilk fırsatta görmeyi umuyorum.

Image

Filmin senaryosu oluştuktan sonra çekimler ve sonrası ne kadar vaktinizi aldı, filme destek fonu edinme süreci sıkıntılı mıydı?

Senaryoyu yazı boyunca yazmıştım, çekimi yazı boyunca gerçekleştirdik. Destek fonu edinme süreci nispeten uzun ve sakin bir dönemdi. Ondan sonrası işler karıştı. Çekime haftalar kala gelişmeler dramatik bir hâl aldı. İlk prodüktör gemiyi çekimin başlamasına üç hafta kala terk etme kararı aldı. Bu aşamada projenin dağılmaması için çok fazla mücadele etmem gerekti. Fransız prodüktör Charles Gillibert filmi çok kısa sürede sahiplendi. O günden itibaren birkaç hafta içinde filmi tekrar rayına oturttuk. Sürekli aşılması imkânsız gibi görünen engelleri aşarak ilerledik. Film, ateş üzerimde ilerliyor gibiydi, bu durum da paradoksal bir şekilde bize daha da güç veriyordu. Bu tür engelleri aşma kapasitemiz bizi daha da coşturmaya başladı. Sonuçta filmin etrafındaki bütün bu kargaşa ekrana yansımadı, hatta tam tersine Mustang’in sağlam bir görüntüsü var.

Mustang’in festival ve vizyon yolculuğu uzun bir süre daha devam edecek gibi görünüyor, en son Saraybosna’da En İyi Film ve En İyi Kadın Oyuncu (filmin beş kadın oyuncusu da) ödüllerini alması ve vizyon takvimine Kuzey Amerika’nın da eklenecek olması bunu gösteriyor. Peki Mustang’den sonra neler olacak?

Sinema tabii ki evrensel bir dil. Fakat bizim Karadeniz’in bir köyünde, Türkçe çektiğimiz bir filmden çok Amerikan sinemasının dünyayı gezmesi fikrine alışığım. Şu an Mustang’i çocuğummuş gibi elinden tuttum ve dünyanın dört köşesinde attığı adımlarında yanında yürüyorum. Aynı zamanda Alice Winocour’la yeni bir senaryo üzerinde çalışıyoruz ve Mustang, Fransa’nın Oscar adayı seçildi. Benim dili Türkçe olan ilk filmimin seçilmesi hem çok radikal, hem çok modern bir hareket. Bunun beni duygulandıran bir onur olduğu kadar, büyük bir mesuliyet olduğunu ölçüyorum ve Fransa’nın bana verdiği güvene ve göreve layık olabilmek için elimden geleni yapacağım.

Image
in this dissertation i try to answer the following questions: What are the constants for the manufacturing sector of Turkey in the last decade? What are the indicators that are changed within the manufacturing sector? To answer these questions i use Annual industry and Service Statistics dataset years from to i do exploratory and descriptive statistical work to analyze the structure of manufacturing sector. i do also use Pavitt Taxonomy a new methodology for Turkish manufacturing sector to categorize economic activity. After that we decomposed the labor productivity into two: the intra-industry productivity and its structural components. My analysis showed that there is no significant change in the structure of Turkish manufacturing sector. The share of low-tech and high-tech sectors were decreased while the share of medium-low-tech was slightly increased according to main indicators such as value added share of employment and investment. Also science-based sectors were decreased according to the same indicators. Another important finding is that the intra-industry labor productivity growth increased significantly between and in the manufacturing sector. Yet the static-shift effect (the structural change) was negative within the industry during this period.

 

Bu tezde son dönem Türkiye sinemasında yakın dönem ataerkilliği ile kadının temsili konusu işlenmiştir. Lisansını ve Yüksek Lisansını Sinema ve Televizyon alanında yapmış bir kadın olarak, ülkemizdeki kadın temsili sorununa ilgim beni bu tezi yazmaya teşvik etti. Bu çalışmanın amacı, sinemamıza hâkim eril dile son dönemde kadın yönetmenler tarafından alternatif bir dişil dil getirilmiş olduğunu belirtmektir. Sınırlılığım Araf (Yeşim Ustaoğlu, ), Gözetleme Kulesi (Pelin Esmer, ) ve Mustang (Deniz Gamze Ergüven, ) filmleridir. Yöntemim ise literatür taraması, film izleme ve film analizi olmuştur. Tezin birinci bölümünde ataerkillik kavramı Engels'in aile ve topluma bakış açısı üzerinden açıklanmıştır. Birinci bölümün devamında özet olarak ataerkilliğin geçirdiği dönüşüme, kadının değişen konumuna ve kısaca Türk sinemasında kadının temsiline yer verilmiştir. İkinci bölümde ise seçilen üç film analiz edilerek yönetmenlerin oluşturdukları dişil dil irdelenmiştir. Tüm bu analizler ve çalışmanın sonucunda anlaşılmıştır ki, kadını gerçekçi bir biçimde yine kadınlar temsil edebilir ve ancak bu şekilde sinemaya hâkim eril dile alternatif bir dişil ses duyulabilir. Lâkin Mustang filminin analizi sonucu anlaşıldığı üzere, bunu başarmak için yalnızca kadının kadını anlatmış olması yeterli değildir. Kadın, kadını ancak Araf ve Gözetleme Kulesi filmlerindeki gibi eril dilin hegemonyasından arınarak anlattığında yüzyıllardır süregelen bu gerçekdışı temsilden dışarıya çıkarabilir.

 


27/05/

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.