rci üyesi otellerin listesi / Club Armonia – Timeshare Resort

Rci Üyesi Otellerin Listesi

rci üyesi otellerin listesi

Gazete haberleri:
10 Ocak ; Başbakan RTE ikinci ucube çıkışını Senegal'de yaptı!
Başbakan en çok dönüşü olmayan kapıdan etkilendi!
Erdoğan'ın beğenmediği heykel UNESCO Dünya Mirasları listesinde
27 Haziran ; Obama Gorée Adasında dönüşü olmayan kapıyı ziyaret etti.

Hadi bizimki bir kaç ihale kapmaya gitti, fırsattan istifade F tipi okulları ziyaret etti, bayramda kurban derileri sizin diye sözler verdi, funduszeue.info de Obama'nın orada işi ne? Dönüşü olmayan kapıya bakıp sağlık reformu için ilham mı aldı? Merak ettim, gidip yerinde göreyim dedim. Ne zamandır RCI listesinde gözüme takılan bir oteli ayarladım, kızlara haber verdim; Temmuz sonunda Senegal'e gidiyoruz

SENEGAL, NE? SENEGAL Mİ?

Senegal'e gideceğimizi veya gittiğimizi söylediğim hilafsız herkes neden? veya ne var? Bir kısmı da ne, neresi diye sordu. Neresi olduğunu es geçip, nedenini anlatayım.


Her yıl gezilerimizden en az birisini ailece, dördümüz birlikte yapmaya çalışıyoruz. Her zaman başaramasak da deniyoruz. Bu önemli. Ayrıca bunu RCI vasıtasıyla yapıyoruz. Böylece kalacak yer için para ödememiş oluyoruz. Aslında bu, pek doğru bir ifade sayılmaz. Çünkü gidilen yere para ödenmese de, muhasebe defterinin gider sayfası boş kalmıyor. Sırası gelmişken bu değişim sistemini anlatayım. Türkçemize yeni katılan "W" harfiyle Wiki, baş harfleri RCI olan "Resort Condominiums International" sistemini, dünya çapında yapılan devre tatil ve devre mülk değişim organizasyonu olarak tarif ediyor..


RCI organizasyonu

Öncelikle RCI gibi, uluslararası değişim sistemine üye bir tesisten devre-tatil veya devre-mülk satın almış olmanız gerekiyor. Bir haftalık birimler halinde istediğiniz kadar alabilirsiniz. Sahip olduğumuz devreyi kullanır veya kullanmazsınız, bu sizin bileceğiniz bir şey. Kullanacak mısınız, devrenizi başka bir dönemle mi değiştireceksiniz, yoksa kiraya mı verilmesini istiyorsunuz, planınız neyse bunu yıl başında işletmeye bildiriyorsunuz. Devrenizi işletmeye bırakarak, o yılki tatilinizi RCI üyesi her hangi bir tesiste yapabilirsiniz. Seçiminiz yurt içi veya yurt dışından olabilir. Sistem böyle çalışıyor. Fakat bu işler bedava olmuyor. Önce yukarıda bahsettiğim satın alma maliyeti var. Ayrıca RCI'a her yıl aidat yatırılıyor. Sonra, gitmeseniz bile kendi devrenizin yıllık bakım ücretini ödüyorsunuz. Bitmiyor. Seçtiğiniz otelin bulunduğu kıtaya göre, RCI'a Euro gibi bir para daha gönderiyorsunuz. Gene bitmiyor. Sizin kendi devreniz kırmızı devre değil ve tatilinizi ille de kırmızı devrede yapmak istiyorsanız, ayrıca bir fark daha çıkıyor.

RCI sisteminin kârlı olup olmadığı tartışılabilir. Benim yaptığım hesaba göre, paylaşım sisteminin kârlılığı kendi devrenizin sezonu ve yararlanan kişi adediyle ilgili. Kendi devreniz yoğun sezon dışındaysa, yani kırmızı devre değilse işiniz zor, büyük ihtimalle her zaman zarardasınız. Tatile iki kişi gidecekseniz gene zarardasınız. Üç kişi için tapi gelebilir. Bu biraz da seçtiğiniz yerin kalitesine ve dolayısıyla standart ücretinin yüksekliğine bağlı. Ucuz bir otel seçtiyseniz her zaman ziyandasınız. Değişimden kârlı çıkmanız için en az dört kişi olmanız ve standartları yüksek bir otel ayarlamanız lâzım.


Parasal kısım bu şekilde. Ülke seçimi yaparken de aktarmasız bir uçuş olmasına bakıyorum. Aktarmasız, sorunsuz, direkt. Bu sistemle ilk seyahatimizi Kenya'ya yapmıştık ve çok mutlu dönmüştük. O zamandan beri her yıl, öncelikle Afrika'da müsait bir yer olup olmadığına bakıyorum. Ayrıca RCI'ın Atina'daki ofisinde çalışan görevlilerin tavsiyelerini dinliyorum. "Neptune Beach Club" tatili böyle ortaya çıktı. Kısacası önce oteli buldum, sonra neredeymiş diye baktım. Senegal'deymiş. Olabilir. Başka ne varmış? Tropikal iklim, güzel bir deniz, yakında bir balıkçı kasabası, 80 km ötede Dakar, Dakar'da Gorée adası. Otele beş puan, bunlara da beş puan, eder on puan. Diğer bir bakış açısıyla; Gorée adası tek başına on puan alır, gerisi de çerez olur

Senegal ne demek ola?

Dönüşte yazacağım ya, isminin anlamına bakarak hazırlıklara başladım. Senegal'in adı nereden geliyor, ne demek, biraz araştırdım. Rivayet muhtelif.

İlk rivayet adını Senegal nehrinden aldığına dair. Bu iyi de, nehre neden Senegal demişler? Halkın %43'ü Wolof kökenli. Wolofca bizim kanomuz demek isterseniz "sunu gal" demeniz yeterli. Tabii ki Wolof halkı bu lafı boşuna etmemiş. On beşinci yüzyılda Portekiz denizcileri buralara musallat olunca, Wolof balıkçıları kanolarına ve derelerine sahip çıkmışlar. Başka teoriler varsa da, ulusal dayanışma havası verdiğinden, halk bu hikayeye daha çok sahip çıkmış. O nedenle ben de diğer teorilere girmeyeceğim. Ayrıca halkın sıkça kullandığı "hepimiz aynı kanodayız" deyişini duyunca başka bir mana aramaya gerek duymadım. Halk diyorsa doğrudur.



Senegal hakkında notlar 

Sırada genel bilgi, vize, götürülecek malzeme gibi klasik bilgiler var. Bu kısımda Senegal hakkında ilgimi çeken, merak edip araştırdığım bazı konulardan bahsedeceğim. Eğitim ve kısaca F tipi dediğim Gülen okulları gibi. Beni ilgilendirmez diyenler bu kısmı atlayabilir.

Zaman dilimi, ana dili, baba dili, F tipi, priz tipi

Senegal'in zaman dilimi Greenwich'le aynı. Türkiye'ninki yaz saatiyle +3. Bu demek oluyor ki Dakar'a inince saatlerimizi 3 saat geriye alacağız. Senegal'de yaz olmayınca, yaz saati uygulaması da yok. Bizim kışımızda fark 2 saate iniyor.
Resmi dil Fransızca. Bunun dışında, Türkçe kaynaklarda mongolfca diye geçen ulusal diller var. Bu mongolfcanın ne olduğunu anlayamadım, neyin nesi olduğunu da bulamadım. Diller Fransızca ve İngilizce kaynaklarda etnik adlarıyla anılıyor. Dolayısıyla en yaygın yerel dil Wolof dili. Bunu Fula ve Serer kabilelerinin dilleri izliyor. Ulusal dil olarak geçen 6 etnik dil resmi olarak tanınıyor.


Senegal 4 Nisan 'ta Fransa'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş. Fakat hala çoğu şey Fransa'ya indeksli. Her şeyi bilemeyeceğim için çoğu şey diyorum. Örneğin yerel kaynaklarda saat durumunu hep Fransa'ya göre ifade ediyorlar. Rehbere sorunca yazın 2 saat ileri diyor. Bunu söylerken kafasındaki Fransa saatine göre hesap yapıyor. Uçağa binince 5 saat sonra buradasınız derken de Paris-Dakar uçuşunu kast ediyor. Her tarafta Fransız şirketlerinin şubeleri, afişleri, ilanları var. Elektrik sistemleri, prizler Fransız, Volt. Paraları Frank. Bu para meselesi enteresan. Okul olayını yazıp tekrar para meselesine döneceğim.

Okul eğitiminin ilk 16 yılı zorunlu. Fakat okula kayıt oranı bile ancak % Bunun kaçta kaçının devam ettiği meçhul. Kızlar arasında oranlar daha düşük. Eğitim dili Fransızca ve Wolofca, üniversitede sadece Fransızca. Nüfus 13 milyon. Dördü resmi, 7 tane üniversite var.

Yavuz Selim Eğitim Kurumları Senegal'de 2 anaokul, 3 ilkokul, 2 kolej olmak üzere 7 okul ve 2 yurt çalıştırıyor. İlki 'de açılmış. Bu F tipi okullarda toplam bin yedi yüz öğrenci eğitim görüyor. Hemen Türkçülük damarlarınız kabarmasın. Ümmetçilik dışında bir fikre hizmet ettiklerini sanmıyorum. Ayrıca bir ucu dış mihraklara, diğer ucu iç mihraklara dayanan böylesine dallı budaklı bir organizasyon laf olsun, torba dolsun diye çalışmaz. Deniz fenerleri lafla yanmaz, gemiler yürümez. Tabii ki bu arada torbalar da dolacaktır, elhamdülillah.

Tekrar okula dönelim. Eğitim dili İngilizce. Öğrencilere İngilizceyi daha çok sevdirmek için ülke genelinde yarışma düzenliyorlarmış. Bunu Fransızca olarak ilan etmişler; Olympiades d'Anglais! Bizimkilerin bu olimpiyat hastalığı nasıl iflâh olur bilmiyorum

Gelelim frank meselesine.


Parasal ve finansal işler


Senegal parası CFA'nın okunuşu "cé éfa", Türkçesiyle se fa! CFA, ondört Afrika ülkesinde kullanılan bir para birimi. Orta Afrika CFA'sı var, batı Afrika CFA'sı var. Fakat biri diğerinde geçmiyor. Senegal'inki batı Afrika CFA frangı. Bir frank santim. Fakat ortalıkta santim yok. Fr CFA, 15,24 Avro, 1 Avro = se fa, sefa değil se fa


İyi de bu CFA'nın açılımı nedir? Merak ettim, rehbere sordum. Fransızca olarak "Afrika Finansal Topluluğu" dedi. Gerisini kutsal bilgi kaynağı Wikiden öğrendim. Paranın adı yılından beri değişmemiş. Daima CFA! Adamlar akıllık edip baş harfleri sabitlemiş, içeriğini değiştirmişler. CFA'nın tarihi adeta bölgenin sömürge tarihi Bunu anlamak için CFA'nın açılımına dönemsel olarak bakmak yeterli. CFA, 'ten 'a kadar "Colonies Françaises d'Afrique"mış. Bağımsızlık hareketleri başlayınca sömürge kelimesini allayıp pullamış, "topluluk" yapmışlar. Böylece CFA "Communauté Française d'Afrique" olmuş. 'ta Senegal bağımsızlığını kazanmış. Fransa'nın F'si evine dönerken, yerine finansın F'sini vekil bırakmış. CFA da "Communauté Financière Africaine" olmuş. Uzun kafın kısası, yönetimsel sömürü, finansal sömürüye dönüşmüş. Sefaları olsun

Vize meselesi

Bizim vize müracaatımız ters bir zamana denk geldi. Bir tur şirketine sordum, Ankara'ya gideceksin dedi. Ankara'daki başkonsolosluğa telefon ettim. Müracaat İstanbul'dan dedi. "Ankara'ya gelmek zorunda değil miyiz?" dedim, "Liberté" dedi. "Special" pasaport? dedim, "égalité" dedi. Ama benimki "yeşil" diyecek oldum, "fraternité" dedi. Bütün renkler kardeşmiş. Mesajı aldım; Ankara veya İstanbul'dan olabilir, bütün pasaportlara vize gerekir

İnternetten gerekli evrakların listesini buldum. Uzun ve teferruatlı bir liste. Detaya girmeyeceğim. Vize sayfasının altına yorum yazan bir vatandaş konuyu özetlemiş; Ne o lan, Mars'a mı gidiyoruz?

Biraz uğraşıp bütün evrakları dördümüz için çift nüsha hazırlayıp Harbiye'ye gittim. Adresi buldum, konsolosu bulamadım. Tekrar Ankara'ya telefon ettim. Çıkan görevli "doğru" dedi. Konsolosluk kalkmış. İnternetten halledebilirsiniz diye ekledi. İki günde sistem değişmiş. Yeni adres, sanal Senegal; funduszeue.info



Sayfayı açtım. Dördümüz için gerekli ücreti, kişi başına 52,5 Avro, birer birer yatırdım. Diğer sayfaları da doldurup, son tuşa bastım, gönderdim. Cevap için 48 saat demişlerdi, biraz gecikti. Gecikse de dert değil, zamanımız var dedim, fazla uzamadı, geldi. Geldi ama üç kişininki geldi, benimki gelmedi. Defalarca yazdım, gelmedi. Asap bozucu bir durumdu. Gene de pek umursamadım. Aynı aileden 3 kişiyi içeri alıp beni almamazlık etmezler, para yatırdığıma dair belgem de var, sorun olmaz dedim. Gerçekten olmadı. Hatta kontrol noktasından bizimkilerden daha kolay geçtim diyebilirim.




Aşı, maşı, bavula konulacak ilaçlar, ağrı kesici, ateş düşürücü vesaire

Dört sene önce Kenya'ya ilk gidişimizde acemilikten doğan bir endişeyle, Afrika'nın sağlık risklerine karşı epeyce araştırma yapmış, enfeksiyon uzmanı arkadaşımdan da tedbirleri içeren uzun bir liste almıştım. Listede yapılması gereken aşılar ve barsak bozukluklarına karşı önerileri vardı. Şimdi hazıra konmuş gibiyim.

Risklerden en popüler olanı turist ishali. Doktorumun tavsiyesi yanımızda Ciprofloxacin ve Loperamid bulundurmamız. Dozlarını ve kullanma şeklini yazmayacağım. Birisi buradan okur, komşunun tavsiyesi gibi kullanmaya kalkarsa yanlış olur. Gitmeden önce herkes kendi doktoruna danışsın. Kendimiz doktor olduğumuza göre bizim için sorun yok.

Kenya'ya ilk gidişimizde yaptırdığımız tetanoz ve sarı humma aşılarının henüz süresi dolmadı. Beş yıl süreleri var. Hepatit antikorlarımız da yüksekti. Henüz düşmemiştir. Kitapçıklarda bir de paludism hastalığına dikkat çekiliyor. Paludism dedikleri malarya, o da bizdeki sıtma oluyor. Aşısı bir ihtimal 'te çıkacak (mış). Henüz çıkmadığına göre başka tedbirler almak lazım. Bizim enfeksiyon uzmanı kısa yolculuklarda, yola çıkmadan bir gün önce Tetradox kapsül mg başlayın, döndükten dört gün sonra kesin demişti. Tetranın ne derece koruyacağını bilmiyorum. En önemlisi sivrilerden korunmak. Sivrisinek kovucular bavula konulacaklar arasında başta geliyor. Fakat bunlara da pek güvenmeyin. Allerji ve kaşıntı ilaçları işinize daha çok yarayabilir. 

Senegal sivrileri bildiğimiz sivrilere benzemiyor. Öncelikle çok ufaklar. Uzun zaman bizi neyin soktuğunu anlayamadık. Anladığımızda iş işten geçmişti. Ancak pek azını görüp öldürebildik. Enteresan olan hiç birisinden kan çıkmamasıydı. Bizden kan emmiyorlarsa, niçin canımızı yakıyorlar?

Bir de sağlık sigortası yaptırmak lazım. Biz unuttuk, bize bir şey olmaz dedik, gittik. Başkası hatırlasın diye yazıyorum.

Havadan sudan

Bütün tropikal bölgelerde olduğu gibi Senegal'de de yaş ve kuru mevsim söz konusu. Haziran - ekim arası yağışlı geçiyor. Sıcaklık derece arası değişiyor. Kasım ve haziran arası kuru mevsim. Isı derece. Ne fark etti? diyeceksiniz. Doğru. Gündüz ısısı fazla fark etmiyor. Yaş mevsimde geceleri biraz daha serin, gündüz nem biraz daha fazla, deniz biraz daha soğuk, ortalık biraz daha yeşil. Deniz soğuk dediğime fazla takılmayın, derece! Bir yere giderken ille de en uygun mevsimi arayanlar için, temmuz sonu Senegal'e gitmek iyi bir seçim değil. Bir yere giderken ille de patronun tatil zamanını bekleyenler içinse başka şans yok. Biz, Jale dolayısıyla bu ikinci gruba giriyoruz (Televizyonunu yeni açanlar için; Jale yazarın karısı oluyor!).

Temmuz - eylül arasında otel fiyatları düşüyor. Otele para vermeyeceğimiz için bize bir faydası yok. Anlatmaya devam edelim.


Isı açısından fark yok, biraz ıslak, fakat daha önemli bir şey var. O da rüzgar. Meteoroji notlarında genel bir laf daha var; Yağışlı mevsimde fırtına olabilir diyor, ama bunun çiftçiler için iyi bir şey olduğunu ekliyor. Çiftçiler için iyi olan şey, doğal olarak turist kısmına pek uymuyor. Okyanus kıyısındasınız. Önünüzde kilometrelerce uzanan bir kumsal var. Güneş güzel, hava sıcak, yağmur zararsız, gündüzden çok gece geliyor, gündüz gelse de hemen geçiyor, fakat denize giremiyorsunuz. Girdiniz diyelim, yüzemiyorsunuz. Aslında hissettiğiniz fazla bir esinti de yok. Fakat denizde sürekli dalga var. Az buz değil, adam boyu dalga! Öyle anlaşılıyor ki bir yerde rüzgar esiyor, denizi coşturuyor, olan size oluyor. Dipteki kum olduğu gibi kalkıyor, denizin o güzelim mavisi gidiyor, sarımık renkli, kirli köpüklü bir su oluyor. Sarımık kelimesi benim keşfim olup, kumla karışık dalgaların halini tasvir etmektedir.

Sonuç olarak, bolca güneşlendik, Kumsaldaki yataklarda yatıp biramızı içtik, uzun yürüyüşler yaptık, istiridye topladık, denize girer gibi yapıp, dalgalar  ne güzel geliyor gibi anlamsız komplimanlar yaptık. Gerçek şu ki, o dalgada denize girmek, gözümüze kulağımıza dolan kumdan başka bir anı bırakmadı.

Senegal'in denizi çok kötü demek istemiyorum. Burası Afrika'nın gök mavi kıyısı Havalı Fransız aksanıyla "Côte d&#;Azur" Senegal'deki Fransız etkisi dolayısıyla kıyıları Fransız Rivierası ile karşılaştırılıyor. Bize öylesi denk gelmedi. Mevsimsel veya haftasal, bilmiyorum. Okyanusun günahını almak istemem


Neptune Beach Club, SALY


Saly, Dakar'ın 80 km güneyinde, M'Bour kentine bağlı bir köy. M'Bour, büyüklükte Senegal'in beşinci büyük kenti. Nüfus bin küsur


Saly, uzun kumsalı dolayısıyla tam bir turizm bölgesi. Burada evden çok tatil köyü ve otel var. Uzaktan bakınca ağaçlardan başka bir şey gözükmüyor. Çünkü çevrede palmiyelerden daha yüksek bir bina yok. Bizim Neptune kulübü de bunlardan birisi. Palmiyeler altında, 60 bungalov, 9 villa ve yüzlerce kertenkeleden oluşuyor. Hayatımda bu kadar çok ve bu kadar güzel kertenkeleyi bir arada görmemiştim. İlk önce ürküntü veren bu duruma bir kaç saat içinde alıştık. İnsan nelere alışmıyor ki! Aynı takımı tutmamız alışma süresini kısaltan diğer bir faktör oldu. Daha büyük ve daha güzel olanlar sarı-lacivert forma giyiyordu :) Erkek mi dişi mi diye düşünürken, birisini iş üstünde yakalayınca erkek olduklarına karar verdim


Kertenkelelere alıştık derken, bir seksenlik bir tanesini tenzih ediyorum. Kuyruğundan tutup ölçtüğümden değil, fotoğraflarından tahminim böyle. İşte buna alışmak mümkün değildi. Bereket versin sadece iki sefer önümüze çıktı. İkisinde de bizi görünce korktu, koşar adımlarla bir künkün içine girip kayboldu. Bizi diğer yaratıklardan daha tehlikeli bulması içimi rahatlattı. 

O künke bir mim koyup, diğer kısımlardan devam edelim. Kulüpte bir spor merkezi, iki seminer odası, birisinin önünde restoranın kapalı kısmı, onun önünde açık kısmı, onun da önünde açık havuz var. Restoranın berisinde iki katlı bir evin alt katına gevşeme odası demiş, üst katına da bir kaç masa, sandalye atmışlar. Bu iki bina arasında bar, barın kenarında iki pinpon masası var. Hepsi bu. Tek tek bakınca fazla bir şey yok gibi, ama daha girişten itibaren dinlendirici, huzur verici bir ortama girdiğinizi hissettiriyor. Özellikle akşam saatleri. Restoranda her akşam canlı müzik var 

Jale'ye "well well well done" (yanıktan bir önceki level!), bize tek "well" pamuk gibi biftek, yanında Fransız şarabı, kırmızı veya "blush", havayı ve içimi titreştiren Senegal ritmi, biraz Mali, arada Afrika jazı Tatlı-baharlı Senegal çayı içerken Youssou N'Dour, Miriam Makeba, daha ne olsun


Otelin fiziği, kimyası Batı Afrika - Fransa karışımı. Müdür Fransız. Mecazi anlamda değil, gerçek Fransız. Bizim dışımızdaki müşteriler de Fransız. Yazılı her şey, duyduğunuz her kelime Fransız. Hiç dışarı çıkmasanız Afrika'da olduğunuzu unutabilirsiniz. Çalışanların, ön bürodakilerin veya temizlikçilerin renkleri, dilleri filan da fark etmiyor. Bunlar Fransa'da, örneğin Fransa'nın okyanus kıyısındaki bir tatil köyünde de olabilir. Fakat biz Afrika'ya geldiğimizi hissetmek istiyoruz. Onun için dışarıya çıkacağız.



Doğal yaşam, vahşi insan, konuksever aslan


Afrika'ya gitmek niyetiniz varsa, ne yaparım, nasıl gezerim, allahın cangılında kaybolur muyum diye tasalanmayın. Bir kere cangıl, artık bildiğiniz, duyduğunuz cangıllara benzemiyor. Cangıl denen yerlerin önemli bir kısmı büyük hayvanat bahçelerine dönmüş durumda. Cangıla benzeyen yerlerde de giderek vahşi yaşam kalmıyor. Bu yaşam şekline batılı çok bilmişlerin ağzıyla "vahşi" deniyor, ama bence doğal yaşam demek daha doğru. 

Afrika'da doğal yaşamı tehdit eden doğal felaketlerin başında doğal olarak "insan faktörü" geliyor. İnsan ve insan-dışı canlılar arasında eşitsiz ve adı konmamış bir savaş var. İnsanlar siperlerinden çıkmış, yalın kılıç ilerliyor. Hayvanların göç yollarına setler ve dikenli çitler çekiliyor. Düşmanın her türlü levazım yolu kapatılmış. Tatlı su havzaları kirletiliyor, kuşların üreme alanları kurutuluyor. Ön cephede sıkı çarpışmalar var. Etrafı yüksek gerilim hattına çarpan kuşların yanık kokusu sarıyor. Alabalıklar düz duvarlara tosluyor. Yumurtaların ve tohumların üzerinden asfalt makineleri geçiyor

Cenevre antlaşması ayaklar altında (!). Esir yunuslar havuzlarda soytarıya çevriliyor. Bir Pumapard daracık kafesinde volta atıyor. Görüş gününde hiç bir tanıdık gelmiyor. Parmaklıklar arkasında yeni tutsaklar doğuyor. Bir fil yaşamak için dişini rehin bırakıyor, ama bütün rehinler öldürülüyor. Öyle tuhaf ve acımasız bir savaş ki karşı tarafın savaştan haberi yok. Esas sorumlular ekonomi, refah, gelişme, büyüme gibi sebepler icat ederek hedef şaşırtıyor. 

Bernard Shaw "ben insandan korkarım" demiş ve aslanı örnek göstermiş. "Aslanın ekonomik idealleri yoktur. Dini emelleri de yoktur. Hele siyasi ihtiyacı hiç yoktur. Yapay nezaket gösterisi de yoktur. Uzun sözün kısası, yemek istemediği bir şeyi mahvetme arzusu da yoktur. Onun içindir ki beni korkutan tek hayvan insandır" Haklı. 


Yıllar önce Karadeniz yöresinde,12 yaşındaki bir çocuğun ağzından duyduklarımı hiç unutmadım. Çocuk avcılar kulübünde gazetecilere dert yanıyor. Endişeli! Endişesinin nedeni, böyle giderse ileride kendisine avlayacak hayvan kalmayacak olması Bir an önce yaşım tutsa da, ben de öldürsem diye gün sayıyor 

Senegal'de öldürdüğü aslanın başında poz veren bir beyaz adam ve yerel yandaşlarını hatırlıyorum. Bu tip insanlar "spor" saydıkları cinayetleri için büyük paralar harcıyorlar. Bu sporcu da bir günlük av için 30 bin Avro para ödemiş! Karşı taraf, yani Senegal'li yetkililer "Aslan mı öldürülüyormuş? Bizim haberimiz yok" demişler. Çünkü adamların bildikleri tek aslan türü "Teranga" aslanları (Lions of Teranga) O da ulusal futbol takımının lâkabı oluyor!

Senegal'in haritasına ne zaman baksam bir aslan suratı görürüm. Batıya bakan bir aslan kafası. Nasıl gördün derseniz, bakış açısı derim. Eski dünyanın en batıdaki ucu olan yeşil burun "Cap-Vert" aynı zamanda aslanın burnudur. Aşağı tarafta, ülkenin içine doğru giren Gambia nehri ve çevresindeki Gambia ise aslanın ağzı gibi durur. Gambia İngiliz milletler topluluğundan sayıldığına göre aslanın ağzının orada olması normal! Biz gene Senegal aslanına dönelim. Aslangillerin bizzat bir alt türü olan meşhur Senegal aslanlarından sadece tane kalmış. Onlar da güneydeki Niokolo-Kobamilli parkında muhtemelen son yüz yıllarını yaşıyorlar


Afrika'nın konuksever milleti, müteşebbis gençler ve rehberlik hizmeti


Ulusal futbol takımının lâkabındaki "teranga", Wolof dilinde konukseverlik anlamına geliyor. Senegal'liler tıpkı biz Türkler gibi konuksever olmakla övünüyor. Nasıl sevmesinler? Ekonominin bir ucu balıkçılığa, diğer ucu turizme dayanıyor. İstikbal konuklarda! Okullarda öğretmenleri çocuklara özellikle tembih ediyorlarmış; yanlarına gidin, konuşun, nasılsınız diyin, yardım edin diye Gidin, eteklerine yapışın, peşlerinden ayrılmayın demiyorlardır muhtemelen. Ama durumdan vazife çıkaran bir grup var ki bunlardan kurtulmak çok zor. Bu meslek grubuna rehber deniyor.

Daha uçaktan iner inmez size yol tarif etmeye, biraz samimi davranırsanız ailenize katılmaya hazır, onlarca gençle karşılaşıyorsunuz. Genelde toplu taşıma filan olmadığı için otelinize ya taksiyle gideceksiniz, ya da otelin servis aracıyla. Taksi tutarsanız muhtemelen şoförün ek işi rehberlik olacaktır. Ben şahsen otel servisinin gelip almasını tercih ediyorum. Pahalı da olsa adres bulmakla uğraşmaya yeğliyorum. Ayrıca daha ilk saatte gerilmek istemiyorum. Bu durumda otele kadar rahatsınız. 

Otelde her şey kontrolünüz altında gibi geliyor. İstediğim zaman şehri gezer, istediğim zaman tur ayarlar, araba kiralar, kafama göre takılırım diyorsunuz. Fakat bu çoğunlukla böyle olmuyor. Örneğin Dar Es Selam gibi büyük şehirlerde yalnız yürümeniz mümkün değil. Kuzey Afrika'nın medinelerinde de böyle. Zaten ayrık otu gibi durduğunuzdan, yanınızda hemen birisi bitiyor. Ya da safça bir şey sorsanız, sözleşme imzalamış sayılıyorsunuz. Bundan sonrası felaket. İki tarafı zamklı bir selobant gibi elinize yapışıyor, ne kadar silkeleseniz düşmüyor. Kurtulmak için ya para vereceksiniz ya da iki saat dil döküp sonra para vereceksiniz.. Ben, cebinizde bolca bozukluk olmasını tavsiye ederim. 

Sahil kenarındaysanız kumsal boyunca yürüyeyim, toksinlerimi atayım diye heveslenmeyin. Kumsalda ve ağaç gölgelerinde göreceğiniz genç erkeklerin hemen hepsi pusuda bekleyen rehberlerdir. Anlaşılan kızlar henüz bu sektörü keşfetmemişler. Hello mister, madam, mösyö peşrevinden, etnik köken araştırmasına geçiliyor. Türk olmak Afrika'da esaslı prim yapıyor. Diğer bir prim yapan şey benim Türkiye'de hiç kullanmadığım İsmail ismim. Afrika'ya gidince hemen İsmail oluyorum. Ardından "kızlarımın adı Zeynep ve Ayşe" diyerek son darbeyi vuruyorum. Yüzler gülüyor, uzun ve samimi bir "oooooo!!" sesi ve "Maslım, maslım" nidaları ile din kardeşliğimiz tescil ediliyor. Maslımız elhamdülillah. 

Eğer ilk yolculuklarınızdan birindeyseniz, bizi her kes tanıyor, herkes bizi seviyor hülyasına dalabilirsiniz. Erdoğan büyük lider, demokrasi, van minüt, Hasan Şaş, Hakan Şukur ve de illa ki Galatasaray, tüm Afrika'da muhatap olabileceğiniz konular. Kendinizi kaptırırsanız Türkiye'de oynayan yerel futbolculara geçiliyor. Artık her tarafı itinayla kızarmış bir oğlak gibi yenmeye hazırsınız. Bundan sonra sadede geliniyor. Hemen hepsinin cebinde rehber olduklarına dair bir kimlik belgesi oluyor. Bunu övünçle gösteriyorlar. Gerginseniz ve terslenirseniz, ciddileşip bu belgeyi burnunuza uzatıyor, size de iyilik yaramaz der gibi poz yapıyorlar. Poz, çünkü lügatlerinde küsüp gitmece diye bir kelime yok. Sabırlıysanız ve nispeten ucuz geziler yapmak istiyorsanız bu gençlerden birisiyle anlaşabilirsiniz. Genelde zararsız, iyi niyetli, biraz para kazanmaya çalışan gençler. Gizli bir iş yapar gibi davranmalarının sebebi genellikle otellerin bu gençlere karşı tutumu. Bunun arkasında da muhtemelen komisyonla çalıştıkları rehberlik şirketleri var.


Bu yazdıklarımı okuyunca rehberlik hizmeti konusunda az çok bir fikriniz olmuştur tahmin ediyorum. Deneyimlerimden ve tavsiyelerimden yararlanabilirsiniz. Ben maalesef kendi deneyimlerimden yararlanamıyorum. Bazen ve sıklıkla olaylar öyle gelişiyor ki, kendinizi olaylara kaptırıyor ve ancak evinize döndükten sonra mantıklı muhakemeler yapabiliyorsunuz. Ayrıca tek başınıza olduğunuzda alacağınız riskleri, ailece yaptığınız yolculuklarda almak istemiyorsunuz. Senegal'de de öyle oldu. Otellerin bulunduğu bölgenin çevresi çitlerle korumaya alınmıştı. Yol ağızlarında araçlar için kontrol noktaları ve sağda solda dolaşan güvenlikçiler vardı. Biz güvenli sahanın dışındaki gençleri adam yerine koymayıp, içeriden dilbaz ve paragöz bir rehberle anlaştık. Biraz hovardalık yaptık diyebilirim. Ama pişman değilim. Güzel bir yolculuk yaptık, mutlu bir şekilde evimize döndük. Önemli olan da bu değil mi?

Yazdıklarım bir rehber terörü gibi anlaşılmasın. İlk günler geçip çevreye bakışınız rahatladıkça, yani bildik yerlerden geçer gibi dolaştıkça aradaki gerilim azalıyor. Onlar da sizi tanımış oluyor. Bizim rahatlamamız biraz daha önce, Jale sonunda patlayıp, peşimizdeki gençlere "NO, NO" diye işaret parmağını sallayınca oldu. Gençler birden kontak kapattı. "Mama kızdı!" diyerek uzaklaştılar. Giderken birisi "biz kötü insanlar değiliz" dedi. Bu laf bizi biraz silkeledi. Üzüldük. Yok, öyle demedik desek, gene gelecekler. Hık mık deyip, anlamazdan geldik. Ondan sonra ne zaman karşılaşsak, oturdukları yerden selam çakıp aynı şeyi tekrarladılar; Mama kızdı!


Senegal kazan biz kepçe

İlk gün daha otele girmeden, kapıda bizi karşılayan genç aslında serbest çalışan bir rehbermiş. İsmi Ebubekir'den devşirme, Babacar. Afrika'da yabancılarla ilişkisi olan insanlar iki isim kullanıyorlar. Birisi kendi asıl isimleri, diğeri takma isimleri Bir çeşit kompleks sayılır. Bizim uyanık Babacar, muhtemelen otel yönetimini kafaya aldığından ön büro çalışanı gibi bizi karşıladı ve "biraz dinlenin, altıda toplantı yapalım" diyerek işi bağladı. Kartını elime verdiğinde iş işten geçmiş, angajman tamamlanmıştı. O sırada ben onu hala otelin turlarla ilgili görevlisi sanıyordum.



M'BOUR



Birinci gün dinlenip güneş, kum ve deniz keyfi yaptık. İkindide ayaklandık, giyindik, kuşandık, yola koyulduk. Her gün bir gezi, bir bölge. Önce en yakına, M'Bour kentine gideceğiz. Derdimiz M'Bour'un kendisini değil, kıyısındaki pazar yerini ve özellikle balıkçı pazarını görmek. Balıkçı pazarının en aktif saatleri pazar günleri öğleden sonra dört suları Bugün pazar ve dört sularında pazarda olacağız


Sahil, sahil yolu, atlar, at arabaları ve "car rapide"


M'Bour, Saly'nin hemen yanı başında, ufak, kendi halinde bir kent. Bizim için, sahilden yürüyerek gidilebilecek kadar yakın. Deniz kenarından gitmenin güzel tarafı, kıyıya çekilmiş kayıklar, habire koşan iri yapılı, ince belli, sırım gibi atletik gençler ve hemen her boşlukta top oynayan çocuklar arasından yürümek. Sahile vuran istiridyeler bütün sahillerdeki gibi. Fakat kıyıya vurmuş bir balon balığıyla karşılaşmak buralara özgü. Kayıklar sığ ve dalgalı kıyı şeridine uyacak şekilde ince uzun ve tüm Afrika'da olduğu gibi renk cümbüşü içinde. Buradakilerin farkı baş taraflarında Senegal ve Fransa bayraklarının asılı olması 

Uzun sahil şeridi yürüyüş, koşu ve at binme için ideal. Kumsalın bir tarafında, otellerin bittiği yarde villalar başlıyor. Sonra bir kafe-bar, otel ve köy evleri. Bu mevsimde villaların çoğu kapalı. Bir kısmının dış duvarlarına çok hoş desenler resmedilmiş. Daha önce de söylediğim gibi, güzel bir yürüyüş parkuru Bu yürüyüşlerden birinde denizde atlarını tımar edip yıkayanlara, atlarla birlikte yüzenlere veya  boş bir bahçede güvenlik görevlisi gibi duran bir maymuna rastlayabilirsiniz. Maymunun vardiyasını bilmiyorum. Sabah onbir ve akşam beş civarı genellikle at meraklılarının kumsalda dolaşma zamanı. Seyirci veya tımarcı değil, binicileri kast ediyorum. Ben seyirci grubundayım.. 



Araç yolu biraz daha dolambaçlı, ama gene de yarım saatten uzak değil. Kısa, kısa olduğu kadar zevkli ve renkli bir yol. Rengi veren rengarenk giysili kadınlar, en az onlar kadar renkli minibüsler, at arabaları ve yolun iki kenarında uzanan işporta tezgahları, meyve sergileri. Halk günlük işleri ve ulaşım için iki tekerlekli at arabalarını kullanıyor. Bunlara "Calèche" deniyor. Kent veya köy fark etmiyor. Arabaların arkasında ayaklarını iki yandan sallandırmış giden kadın ve erkekleri her yerde görmek mümkün. Trafik ışığı, yolun sağı veya solu gibi dertleri yok. Dakar'da bunların daha şık olanları var.  Kısaca Calèche şehirlerde taksi, kırsalda "dolmuş" oluyor

Tanzanya'da bayılıp bindiğim Dala Dala'lardan sonra gördüğüm en enteresan taşıtlar, Senegal'de görüp de binemediğim "Car Rapide" denen minibüs benzeri araçlar oldu. Bunların da bizdekiler gibi sonsuz bir yolcu kapasitesi var. Artısı ilaveten her çeşit yükü de alıp bir yerlere sığdırabilmesi. Anladığım kadarıyla wolofçada "doldu" diye bir kelime bulunmuyor. İniş-binişler arkadan yapılıyor. Böylece kapı yerinden tasarruf etmişler. Yandaki resim bir oyuncak olduğu için insanlar muntazam bir şekilde oturup dışarıyı seyrediyor gibi çizilmiş. Asıllarında ise pencerelerin görevi insanların muhtelif uzuvları için ekstra alan sağlamak! Bu arabaların bizim minibüslerden diğer bir farkı kaporta boyaları ve dört bir yanını dolduran yazılar, dualar, resimler. Ayrıca arkaya tutunarak giden ve çığırtkanlık yapan muavinler



El sanatları, pazar yeri, balıkçı pazarı


M'Bour içine girdikten sonra şoförümüz sahilin tam aksi yönde direksiyon kırdı. Anlaşılan bir hediyelik eşya satış yerine gideceğiz. Her zaman böyle emri vakilere itiraz ederken, bu sefer tam bir teslimiyet içinde rehberi izledik. El sanatlarına ayrılmış bir bölgeye salimen geldik. Bundan sonrası tam bir şov. Şovun ana unsuru her biri Okay Temiz kıvamında perküsyonist gençler

Keçi derisi gerilmiş cembeleri önümüze dizdiler. Veya başka bir deyişle, cembelerin önüne bizi bir sıra dizdiler, çalmaya başladılar. Ritm güzel, gençler keyifli, ama bize cembe mi satacaklar diye düşünmekten pek havaya giremedik. El çırpıp kalktık. Sonrası malum pazar havası. Anlaşmalı satıcılar, bıktırıcı pazarlıklar, 50 derse 10, 20 derse 5 derken, biraz gerildik, biraz gevşedik, iki-üç sepet, büyüğü küçüğü, düşünen adam vs. aldık, mutlu bir şekilde çıktık. Artık sahile gidebiliriz.

Denize yaklaştıkça insan kalabalığı arttı, yol daraldı. Arabadan inip yürümeye başladık. İlk defa gelmiş olsak da yön bulmak kolay. Kokuyu izleyin, sahili bulun! Koku dediğim açık denizlerin iyot kokusu veya yosun kokusu değil! Koku reseptörlerinizi ağlatacak kadar kötüsü

Sahil boyu anlatılacak gibi değil, ama anlatmak zorundayım. Her taraf tıklım tıklım insan, çoluk, çocuk ve onlarca tekneyle doluydu. İnce, uzun, gövdeleri rengarenk boyanmış, yazılar ve dualar yazılmış, bayraklı, bayraksız onlarca tekne Bir kısmı sahile çekilmiş, bir kısmı açıkta, kıyının boşalmasını beklemekte, bir kısmı kıyıda, kıyıdan uzaklaşmak için debelenmekte Burada kıyıya yaklaşmak da dert, kıyıdan açılmak da Sahil kısmı çok sığ. Teknelerin arkasındaki uskurlar kuma gömülmesin diye, yanaşırken de açılırken de uygun dalgayı beklemek zorundalar. Açılmak yanaşmaktan daha zor. Balıkçılar tekneleri iki tarafından yakalamış dalga sayıyorlar. Hangi dalganın tekneyi kaldıracağını biliyorlar Teorik olarak tamam, fakat pratikte olmuyor Geri dönüp tekrar sayıyorlar iki üç yallah bismillah Müthiş bir manzara, tam anlamıyla curcuna! Daha ilk görüşümüzde apışıp kaldık. Nerenin, hangi köşenin fotoğrafını çekeceğimizi şaşırdık. Sonunda boş verip, her şeyi çektik. Otomatiğe bağlamış gibi, önümüze çıkan her şeyi

Balık ülkenin başlıca gelir kaynağı. Hazirandan ekime kadar büyük balıklar, kılıç balıkları, köpek balığı, baraküda filan, Ekim-mayıs arasında daha küçükleri avlanıyormuş. Bize sadece köpek balıkları rast geldi. Bunlar birer "jaws"tan ziyade, fino balıkları denecek boyda, acıma hissi uyandıran balıklardı. Üst üste yığılmış onlarca fino balığı

Bizim görmeye alıştığımız, çeneleri arasına bir odun parçası sıkıştırılarak veya çengele asılarak teşhir edilen, anlı şanlı canavarlardı. Onlar genellikle balıkçı ağlarını parçaladığı için, ya da tesadüfen ağa düştüğü için yakalanan köpek balıklarıydı. Yakalayan balıkçı da balığın boyuyla oranlı bir rütbe kazanırdı. Burada gördüğüm şey daha farklı. Karşımda kıyıma uğrayıp bir köşeye atılmış gibi duran cesetler vardı. Soykırım bile denebilir. Küçüklükleri yavru olduklarından mıdır, yoksa cinslerinden midir, anlamadım. Etleri kaça satılır, kansere iyi gelir mi, yenir mi yenmez mi, o da başka konu. Meraklısı Kürşat Tüzmen'e veya alo fetva hattına sorsun. İnternette bunları dert edinen bir sürü insan olduğunu gördüm.

Mutfak olayı oldum olası ilgimi çekmemiştir. Benim ilgimi çeken şey, içimi acıtan şeydi. Hem hayvanlar açısından, hem insan açısından

İçimi acıtan şey, gördüğüm kesik yüzgeçlerdi. Bir köpek balığının en kârlı yeri yüzgeçleriymiş. Bunlar kurutulup, malum sebeplerle ihraç ediliyormuş. Böyle fantezileri ilk kim akıl eder, nereden aklına gelir, hangi sapıklıkla bir balığın yüzgecinden medet umar, hep merak etmişimdir. Belki de (büyük ihtimalle) uyanığın teki "atılacağına işe yarasın" deyip böyle bir efsane uydurmuştur. Gergedan boynuzu mu yoksa köpek balığı yüzgeci mi daha etkili, piyasada hangisi daha değerlidir, helal midir değil midir, onu da bilmiyorum. Bildiğim şey ademoğlunun hırsları, anlamadığım şey kendisinin de parçası olduğu doğaya ve onun bütünlüğüne saygısızlığı, saygısızlıktan da öte düşmanlığı

Kumsalda diğer dikkat çekici bir şey de sağda solda, önlerinde birer kıyma makinesiyle oturan kadınlar. Yanlarında üzeri silme sinekle örtülü balık kafası vesaire öbeği duruyor. Bir yandan komşusuyla laflarken, artık ezberlenmiş hareketlerle bunları makineye tıkıştırıp kolu çeviriyor, makinenin ağzından sarkan bulamacı küçük kaplara dolduruyorlar. Bu şey, adı her neyse, Senegal restoranlarında yenebilecek en popüler mezeymiş ve bu pazardan gidiyormuş. Bir gece önce sofrada ekmeğimize sürüp afiyetle yediğimiz nesne de aynen bu renkteydi! "Asla yiyemem" şeklindeki kararımı, "bir daha yemem" şeklinde yeniledim

Sahilden uzaklaşıp iç taraflara yöneldik. Dolayısıyla kumsalda değil, toprakta, dar sokaklarda yürüyoruz. Küçük ve havasız, penceresiz odalarda dikiş makineleri, her bir makinenin başında çocuk işçiler var. Molaları bir nefes alma süresi kadar. Deklanşöre basmaya yeltenirken. başlarındaki adamla göz göze geliyorum. Kameranı kırarım der gibi bakıyor. Göz dili de vücut dili gibi bir şeydir. Tercümeye gerek yoktur. Ana dilin gibi hemen anlarsın

Artık et ve diğer bütün yiyeceklerin satıldığı başka bir pazar yerindeyiz. Bu kısımda kokular değişti. Sahildeki kokulara alışmış ve bir süre sonra umursamaz olmuştuk. Fakat buradaki koku dayanılır gibi değil. Mecburen burnunuzu ve daha iyisi, hem ağzınızı hem burnunuzu kapatmak zorundasınız. Ağzınızı kapatmanız ve gerekmedikçe konuşmamanız, gözlerinizi de iyice kısmanız gerekiyor. Ne alaka diye düşünülebilir. Sorun kokuysa neden ağzımızı kapatıyor, gözlerimizi kısıyoruz? Bu ilave tedbirler kara sinekler için. Zira bu bölgenin egemenleri sinekler. İnsanlar çaresiz veya uğraşmaktan bıkmış şekilde aldırmaz gözüküyorlar. Sineklere teslim olmayan tek branş ekmek satıcıları. Ellerindeki yelpazeler otomatiğe bağlanmış gibi sallanıyor, sinek bulutlarını sağa sola savuruyor


SALOUM ADALARI


Saloum adaları deyince, Senegal'in güneyinde Saloum ve Sine nehirlerinin deltasındaki su yolları ve aralarındaki adalar topluluğu anlaşılıyor Bu nehirler çok düşük debili olduğu için deniz suyu içerilere kadar uzanıyor. Dipteki kumullar devamlı yer değiştirdiği için yer yer çok sığ ve ancak basık tekneler geçebiliyor. Bunların biraz daha güneyindeki Gambia nehri de aynı denize akan üçüncü bir ağız oluşturuyor, ama sınırları doğanın kendisi değil de politikacılar çizdiği için orayı saymıyoruz

Bölge pelikan, ibis, kartal, martı, marabout ve stern kuşları gibi bir çok kuş çeşidi için doğal bir üreme ve yaşam alanı. Laf dönüp dolaşıp insan dışı canlıların yaşam alanına gelince ister istemez yönünü şaşırıyor. Güzelim yerleri dolaşıp, etrafa bakıp mutlu olacağınıza, aklınıza takılan şeylerle ızdırap çekiyor, derin derin iç çekip hayıflanıyorsunuz. Anlaşılan bu dünyada sınırsız mutluluk diye bir şey yok. "sunuz" derken kendi hissettiklerimi yazıyorum. İnsanlardan yükselen direngezi, direnağaç, direnkuş, direnyokolanhergüzellik, direnbalık çığlıkları, gene insanlara çarpıp düşüyor, dağılıp gidiyor
Kuşlara dönelim. Stern, martıya benzeyen bir kuş cinsi. Türkçesi yok, çünkü Türkiye'de yok. Bunların bir cinsinin tüyleri Avrupa'da şapka yapımında kullanılıyormuş. Bazı cinslerinin yumurtaları da Karaib'lerde afrodizyak niyetine yeniyormuş. Neye niyet, neye kısmet! Kendileri üreyecek diye (üreme bile sayılmaz) hayvanların soyunu kurutuyorlar! Hadi salt beslenme amacıyla yenmesini anlıyorum da, nedir bu adamların skor derdi? Ot yiyin kardeşim, baharat serpin, mesir macunu yiyin, gene olmuyorsa yapmayın kardeşim, bir maç da sıfır sıfır bitsin. Yapmayın da evrime bir katkınız olsun 

Yapamıyorsanız belki insanlık için iyi bir sebebi vardır!

Aslında olay bu basitlikte değil. Kuraklık, çölleşme, ormansızlaştırma, otlakların azalması, iklim değişikliği gibi, bir ucundan mutlaka insana bağlı nedenlerle tatlı su kaynakları giderek azalıyor. Deltadaki tatlı suyun yerini içerilere kadar denizin tuzlu suyu dolduruyor. Sonuçta mangrov ormanları yavaş yavaş kayboluyor, Köylüler içecek su bulamıyor. Su tedariki için pompalarla su çekiliyor, pompalar tatlı suyu daha da azaltıyor, deniz suyu daha da yayılıyor. Balıkların ağız tadı bozuluyor. Kuşların aklı karışıyor. Kısır döngü bütün ekosistemi alt üst ediyor. Halkın ağız tadı kaçıyor. Balıkçılıkla geçinen halk zor bela geçiniyor


Babacar, tur programına kısaca "Saloum Adaları" diye yazmış. Lafta ada, ama bu yolculukta adadan çok daha fazlası var. Biz sadece ufak bir kısmını göreceğiz. Babacar'ın insafına kalmış durumdayız. 


Babacar boş bir kağıt bulup harekat planını özenle çizdi. Özetle M'Bour'da ana yoldan ayrılıp kırsala doğru gidecek, sonra Saloum nehrine doğru, güneye ineceğiz. Çizginin bir yerine kutu resmi yapıp "polis" yazdı. Demek ki buraya kadar göreceğimiz tek şey bir polis kulübesi! Çizgiyi yana uzatıp NGueniene yazdı. Bu köyde bugün hayvan pazarı kurulacak. Bütün çevre köyler oraya akacak. Koyun, keçi bakıp başka bir köye geçeceğiz. Kısaca "village" yazdı. Ad koymaya gerek görmemişler. Belki kendilerinin koyduğu bir ad vardır, ama kimseye söylemiyorlardır. O köyde yüzyıllar önce nasıl yaşıyorlarsa gene aynı şekilde yaşamaya devam eden yerli Serer halkıyla tanışacağız. Ne müslüman, ne hristiyan, fark edilmeden yaşayıp kendi inançlarını sürdürmek isteyen bir grup insan Gayet kitabî tanımıyla "etno religious" bir grup! 

Anladığım kadarıyla Babacar'ın çizim yeteneği sıfır. Çizerken yönleri bile karmakarışık ediyor. Fakat arazi uyumu gayet iyi. Bomboş arazide, birbiriyle kesişen bir sürü patika arasında kaybolmadan gittik ve döndük. Çizginin bittiği yere Ndangane yazdı. Burası delta kıyısında ufak bir balıkçı köyü. Orada yemek yiyeceğiz. Yemekten sonra kanoya bineceğiz deyip, mangrov yazdı. Sonra kağıda gelişigüzel daireler çizdi. Saloum deltası bundan güzel çizilemezdi! Öncesi ve sonrası aşağıda


Nguéniène, pazar yeri, bakkal




Toprak yolda 2 saat kadar gittik. Yol boyunca tek tük kulübe ve bolca Baobab ağacı dışında bir şey görmedik. Baobab Senegal'in simgelerinden birisi. Ülke armasında bir Baobab ve fiyakalı bir aslan resmi var. Aslanın Senegal aslanı olduğunu anladınız. İleride bir gün muhtemelen armayı değiştirir, aslanı silerler. Baobab ağacı daha kalıcı gibi gözüküyor. Bunun bir sebebi de kadim Serer halkının ağacı kutsal kabul etmesi. Akşam dönüş yolunda büyük bir baobab ağacını ziyaret ettik. Ziyaret diyorum, çünkü gerçek bir anıttan farkı yoktu. Saygıyla tavaf ettik. Gövdesinin çevresi yaklaşık 23 metreymiş. Tam orta yerinde, insan sığabilecek genişlikte bir kovuk vardı. İçerisi de ufak bir oda gibiydi. Eskiden ölülerini gömmez, bu delikten içeri atarlarmış. İnançlarına göre baobab ağacı ruhlarla canlılar arasında bir köprü görevi yapıyormuş. Keşke aslanları da kutsal bilselerdi

Nguéniène köy olduğu bile belli olmayan, gariban bir köy. Geniş bir ovada Her yer ova olunca bu fuzuli bir tarif oldu. Biz köyü geçip pazara girelim. Zaten öyle yaptık.

Pazarın özelliği her tür hayvanın farklı bölgede toplanıp pazarlanması. Büyük başlar bir tarafta, küçükler bir tarafta, keçiler öbür tarafta. Aralarda eşek arabaları, çoluk, çocuk Kimi tek bir keçi satmaya gelmiş, kimi bir sürü Hayvan pazarının bittiği yerde tezgahlar kurulmuş. Tezgahı olmayan yere yayılmış. Burası bildiğimiz türden sebze ve meyve, ot pazarı. Hayvan pazarında erkekler, burada kadınlar hakim. Tezgahların ve sergilerin başında kadınlar var. Sırtına çocuğunu bağlamış çalışan, satan ve alan, her işe koşan kadınlar

Senegal kadınlarına ayrı bir paragraf açmak lazım. Balık pazarında da, burada da, sonradan gideceğimiz köyde de, her yerde kadınlar baş rolde! Aynı anda bu kadar işi becermek, bu kadar işi becerirken bu kadar alımlı ve havalı, bu kadar güzel olmak başlı başına bir meziyet. Gençlerden bahsediyorum. Bir kere kadın-erkek, doğal olarak oranlı bir vücut yapıları var. Omuzlar geniş, boylar uzun, boyunlar uzun Daha ne olsun! Ayrıca gayet süslüler. Ayak bileğine kadar uzanan rengarenk desenli giysileri, aynı desenden veya çok uyumlu başka bir renkten, başlarına yumuşakça sarılmış türbanları ile çok şıklar. Kulaklarında bakır küpeler, boyunlarında bitki tohumları ve boncuk, çevrede ne varsa ondan mamul gerdanlıklar, bilezikler Omuzlardan bahsetmiştim ya, doğal olarak omuzlar açıkta Başlarında sepetler, muz hevenkleri, gayet dik ve, neyse, tensel kısımlara girmeden burada keseyim Sırtlarında taşıdıkları çocuklardan bahsedecektim, bir türlü oraya gelemiyorum. Arif olan anladı

Pazar sonrası Babacar bizi bir bakkala soktu. , veya gönlünüzden ne koparsa diye başlayıp uzun uzun anlattı. Adama güvenimiz olmadığı için altında hep çapanoğlu aradık. Bakkalla anlaşma mı yapmış, nedir diye düşünmeden edemedik. Söylediğine göre fakir bir köymüş, yardım olarak götürecekmişiz, para versek olmazmış, vesaire vesaire olsun dedik, torbaları doldurduk. Bin filan deyince insana fazla bir şey gibi geliyor, ama sonuçta 15 Avro Yağ, sabun, un, şeker, pirinç, buğday, bulaşık malzemesi, çocuklara şeker gibi şeyler


Bir göç hikayesi

Totem
damarlarımın derinlerine gömmeliyim onu
derisi yıldırımlar, ışıtan şimşeklerle gelen fırtınadan ceddim
hayvan-koruyucum benim, onu saklamalıyım ki 
yarıp geçmeyeyim saygısızlık duvarını
o benim gerçek kanım, sadakat isteyen
ve koruyan,çıplak gururumu
daha şanslı ırkların hor görmesinden
                               Leopold Senghor ()

Saloum adalarının dertleri, tatlı su-tuzlu su, çevre sorunları şimdilik sadece "Serer" halkının derdi gibi gözüküyor. Sonra ne olur bilinmez. Vaktiyle buralarda bir Serer krallığı varmış. Sine ve Saloum akarsularının çevresindeki halklar da bir birine düşmanmış. Neyi paylaşamadıklarını anlamak kolay. Şimdilerde çözümü iki halkın bölgesini yönetimsel olarak ayırmakta bulmuşlar. Serer halkı %14,7 ile ülkedeki üçüncü kalabalık etnik grup. Şair, kültürel teorisyen, politikacı ve aynı zamanda Senegal'in ilk başkanı olan Leopold Sedar Senghorbu etnik gruptan çıkmış. Senegal'in turizm ve kültür bakanı, Şarkılarını severek dinlediğim Youssou N'Dourda bir Serer

Böyle bir başlangıç Serer halkının keyfi yerinde, işleri yolunda gibi yanlış bir algıya yol açabilir. Düzelteyim. Benim bu kısa sürede gördüğüm ve anladığım şu ki; Refah olgusu, fırsat eşitliği filan dediğimiz şeyler yöresel ekonomiden çok, seçtikleri inanç sistemleriyle ilgili. İnançlarından dolayı ne kadar itelendikleriyle ilgili. Çünkü yörenin ekonomisi son derece sınırlı ve balıkçılık, darı, fıstık ve tuzdan ibaret. Bunlara bir de balıkçı teknesi imalatını ekleyebiliriz. Hepsi bu

Müslümanlık kuzey Afrika'ya yayılıp, Senegal nehrine kadar olan toplumları etkisi altına aldığında, o çevrede yaşayan halklar için iki seçenek kalmış. Ya müslüman olacaklar, ya da daha aşağılara kaçacaklar. Serer halkının çoğunluğu kendi inançlarına sadık kalarak kaçmayı tercih etmiş. İnançlarıyla birlikte geleneklerini de taşımışlar. Örneğin "Laamb" dedikleri güreş geleneği krallık zamanından kalma. Bu, güreşin biraz daha gaddar ve vahşi şekli oluyor.


Serer halkının dini inançlarını biraz araştırınca bana çok enteresan geldi. Bizim Babacar inançlarını "animistik" olarak özetlemişti. Benim gördüğüm daha detaylı bir inanç sistemi olduğu. Muhtemelen o nedenle "ethnoreligious" bir grup olarak tanımlanıyorlar. Bu konu bizim turistik sınırlarımızı aşıyor. Her zaman söylediğim gibi, meraklısı açsın baksın diyerek nokta koyuyorum.



Evet, Sererlerin göçünü, Saloum deltasına gelişlerini ve bizim gittiğimiz köyün neden bu kadar izole ve fakir olduğunu anlatıyordum. Serer göçerleri kendilerine yeni bir nehir bulunca bu çevrede yerleşmişler. İslam kılıcından kaçanlar, burada da İsa'nın toplarıyla karşılaşmış. Tek istekleri eskisi gibi balıkçılık yapmak olan halk, kaçacak yer kalmayınca, teslis meslis, bize de uyar deyip kilisenin himayesine girmiş. Top menzili dışında kalanlar ise kendi kimliklerini korumuşlar. İslamizasyona da wolofizasyona da direnmişler. Ödedikleri bedel giderek fakirleşmek olmuş.

Serer etnik köyü


Bu kadar uzun anlatmamın sebebi, ziyaret ettiğimiz köyü ve halkını daha iyi tanımak arzumdan geliyor. Şimdi gördüklerime geçebilirim.

Bir Serer köyünde bir saat kadar vakit geçirdik.

Biz köye geldiğimizde kadınlar ve çocuklar sazların gölgeliğinde oturmuş, ellerinde hasırlar, otlar, örer gibi yapıyor, öylesine duruyorlardı. Biraz ileride bir genç kız çamaşır topluyordu. Ortalıkta hiç erkek yoktu. Hepsinin ağzında birer misvak, tel tel olmuş uçlarını kemirip duruyorlar. Biz şimdi ne yapacağız gibilerinde bakınırken Babacar duruma el koydu. Muhtemelen kadınların en kıdemlisi olana yanaşıp bir şeyler söyledi. Kadın kısa sürede bütün köyü başımıza topladı ve şov başladı.



Yağmur başlamıştı. Bir ağacın altında kameraları ıslatmadan fotoğraf çekme derdine düştük. Bereket versin kadın durumu anlayıp herkesi, çoluk çocuk bizim çevremize getirdi. Bundan sonrası şarkılı türkülü bir sahne oyunu gibiydi. Ne yeriz, ne içeriz, darı nasıl dövülür, bezler bele nasıl dolanır, başa nasıl bağlanır gibi Darının hazmı zor olduğundan döverken içine biraz da baobab çekirdeği katıyorlarmış. İleride darı yemek zorunda kalırsam işime yarar diye not aldım!


Yalnız olsam epeyce sıkılacağım ritüeller, Ayşe ve Zeynep sayesinde bir anda keyifli bir eğlenceye dönüştü. Birlikte darı dövdüler, dans ettiler, kalça kıvırdılar. Bizimkiler eğlendikçe samimiyet arttı, kadınlar coştu. Tencereler çalındı, kap kaçak saz oldu, ritm hızlandı Çoluk çocuk, herkes oynar oldu. Arada baş kadın olaya el koyup mizanseni değiştirdi, kadınsı olaylara geçildi. Beni erkekten saymıyorlar ya, başladılar erkekleri şöyle tavlarız, mememizi şöyle gösteririz, kıçımızı şöyle sallarız diye bizim kızlara ders vermeye

Sonra bizim armağanlar ortaya çıktı. Tek tek ortaya serilip dağıtıldı. Kadınların samimi sevincini ve çocukların mutluluğunu görünce önceki şüphelerimden dolayı biraz utandım. Keşke daha fazlasını getirseymişiz.

Ayrılık vakti gelince çoluk çocuk arkamızdan el sallayıp uğurladılar. Güzel anlar yaşamıştık.
Benim kızların aldığı derslerin faydası olacak mı sonra göreceğiz


Ndangane, Saloum Deltası, mangrov ormanı


Sırada Ndangane var. Yemek yiyip kanoya bineceğimiz yer. Biz tam yemekteyken sıkı bir yağmur başladı. Buradaki yağmurların nasıl yağdığını bildiğimiz için fazla endişelenmedik. Yemeğimizle birlikte o da bitti, kanoya binip açıldık

Burası sokaktan ibaret bir köy. Kıyı boyunca giden bir yol daha, o yolda da ufak bir benzinci var. Benzincinin asıl müşterisi motorlar Çünkü bu köy mangrov ormanını gezmek isteyen turistlerin çıkış noktalarından birisi.
Yağmur mevsiminde çok kuş görülmezmiş. Yağmur mevsimindeydik. Bir kaç kuş, bolca su, bir-iki balıkçı, gelip giden tekneler, turistler Bütün gördüğümüz bu

Özetle, duru sularda bir saatlik sakin bir tekne gezisi oldu. Gitmeseydik olur muydu? Olurdu. Ama tekneye binmeden nasıl bilebilirdik?




DAKAR


Senegal'e gelmeden önce haritaya baktığımda; alt tarafı 80 km, bir araba tutar, istediğimiz zaman Dakar'a gidip rahat rahat gezeriz diye düşünmüştüm. Yanılmışım.


Yanılgımın nedeni yolun mesafesiyle ilgili değil. Yolun kalitesi ve yoğun trafikle ilgili. Bunun altında yatan sebep de yeni yol yapımı! İyi olur, yapsınlar. Ama bana kalırsa, bu hızla seneden önce bitiremezler. Eğer 3 sene içinde Senegal'e gitmeyi düşünüyorsanız ya direkt Dakar'da kalın, ya da yazdıklarıma kanıp Saly'de konaklarsanız, sabah yediden sonra yola çıkmayın derim. Benden uyarması


Biz bu hatayı 2 kere yaptık. İlkinde Jale yolda hastalandı. Anlatmaya içim elvermediği için bu kadar yazıyorum. Yarı yoldan geri döndük. Yoldan aklımda kalan sonsuz sayıda dur-kalk, sonsuz eksi bir insan, sonsuz eksi iki araba, minibüs, "Calèche" ve "car-rapide", inen-binen yükler, yol kenarındaki denkler ve keçiler oldu. Bir de ana yolun bir kısmında aydınlatma direklerinin üzerindeki güneş panellerini hatırlıyorum.

İkinci teşebbüsümüzde Dakar'a sağ salim vasıl olduk. Fakat bu sefer de ada feribotunu kaçırdık. Program alt üst oldu. Dakar'ı tam olarak göremedik. şehir merkezini, başkanlık sarayını, falezleri, falez sırtlarındaki lüks otelleri, bir de tam liman girişinde eski tren garını gördük. Limana girdik. Biletlerimizi alıp feribotu beklemeye başladık. Hepsi bu


GOREE ADASI

Dinle zincirlerini kırarken çığlığını yüzlerce kişinin  
Dinle yıllardır sürgündeki kanımı 
Sözlerden bir kefende kurumaya yazgılı kanı
bul yeniden, sisi yaran ateşi 
dinle yüzlerce yıllık cehennemin yoldaşlarını
Afrika'dan Amerikalılara; kulak ver kara çağrıya
şafağın simgesidir o 
insanların düşlerini kurtaracak kardeşliğin işareti
                     David Diop ()

Gorée  Adasının hikayesi esir ticareti ile özdeş Adada toplanıp Amerika'ya götürülen Afrika'lıların sayısı totalin yanında devede kulak olsa da, ada acılı bir devrin simgesi olarak durmakta. Ben burada esir ticaretinin boyutlarına filan girecek değilim. Tarihin büyük insanlık suçlarından birisi, kölelik dediğimiz olay resmi olarak sonlandığı halde, bir çok ülkede hala etkileri sürüyor. Yüzlerce insan, bilim adamı, sanatçı veya yazar sırf tenlerinin renginden dolayı uğradıkları ayırımcılığı anlatmaya çalışıyor. Amerika'da yaşayan Senegal'li şarkıcı Aliaune Damala Badara Thiam, takma adıyla Akon, bu cesur insanlardan sadece birisi. "Sen, bilmiyor olabilirsin" diyor. "Ben Akon olarak buradayım ve Afrika'danım. Gorée adasının bulunduğu yerden, Senegal'den"
Sen ne biliyorsun, benim insanlarımın nelerle mücadele ettiği hakkında / senin bu sayede bugün böyle yaşayabildiğin hakkında / Sen ne biliyorsun, taze bir annenin yeni doğmuş bebeğinden vazgeçebilmesi hakkında / Sen ne biliyorsun, polisin vurduğu Amadou Diallo hakkında / Sen ne biliyorsun, yeni bir kasabaya geldiğimizde halkın bize hangi gözle baktığı hakkında  
Sen ne biliyorsun, bütün kölelerin gemilere konup gönderildiği Gorée Adası hakkında
Amerika'dakileri bilmiyorum, ama feribotta Gorée Adasının hikayesini öğrenme çabasında, bizim gibi bir sürü insan vardı. Dalgalı denizde 2 kilometre kadar gidip karaya çıktık.

Adayı uzaktan ilk gördüğüm andan itibaren büyük bir heyecan duydum. Sanki eski köle tüccarlarından biriydim ve adaya, kendimle yüzleşmeye gidiyordum. Gergin ve heyecanlı. Zincirlere bağlanıp teknelere istiflenen köle adayları adayı görünce ne düşünmüşlerdi? Köle ticareti hakkında hiç bir şey bilmeden adayı görseydim aklımdan ne geçerdi? Ufak ama güzel mi derdim? Bunu bilmemin imkanı yok. Şimdi etki altındayım ve bir an önce dar sokaklara dalmak, "Köleler evi" diye anılan yeri bulmak istiyorum. Bunun için feribottan inen yolcuların arasına karışmak yeterli. Yolun üzerinde karşımıza çıkan bir anıt bize doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.

Kölelere özgürlük ucubesi!

Taş evlerin arasındaki, arkası denize kadar uzanan bir boşluğa konan anıt yılında bir Fransız heykeltraş tarafından yapılmış. Belden yukarısı çıplak bir kadın ve erkek, bir cemba üzerinde ayakta duruyor. Kadın erkekle yüz yüze, erkeğin üzerine hafifçe eğilmiş, düşmesin diye kollarıyla sarılır gibi Erkek, bileklerindeki zinciri kırmış, başı dik, bunalmış bir ifadeyle göğe bakıyor Son derece gerçekçi bir heykel. İma etmeden, seyirciye bırakmadan, olduğu gibi anlatmış. İşte diğer binlercesi gibi iki siyah insan, kadın ve erkek, zincirlerini kırıyorlar ve özgürler

Bu apaçık görsellik UNESCO Dünya Mirası listesinde kendine yer bulduğu halde, bizden önce, ocak 'te adayı gezen sayın Erdoğan'a kendini beğendirememiş. Bu fâni dünyada gönlüne göre bir heykel bulamayan boşbakan; "Bu heykeli aslında Fransa'ya geri göndermek lâzım" demiş. Bu da bir aşama sayılır. Yol yapımında çalışan bir-iki greyderi buraya getirmelerini de önerebilirdi. En azından heykel kurtulmuş!

Köleler Evi, Maison des esclaves

Avrupalıların Afrika'da ilk yerleştikleri yer Goree adası olmuş. Yapılan ilk bina da Portekizlilerden kalma küçük bir taş kiliseymiş. Yıl Ada uzun süre mezarlık olarak kullanılmış. Mecazi anlamda değil, gerçek mezarlık. Adanın en kalabalık zamanında nüfus; bir kaç özgür Afrikalı, kadar köle ve bir kaç Avrupalıdan ibaretmiş. Enteresan olan (veya olmayan) adada hiç su kaynağı bulunmaması! Taş evlerin çoğu kölelere barınak olarak yapılmış. Bunlar içinde en meşhuru yıllarında deniz kenarında inşa edilen, "Köleler Evi" namıyla maruf kolonyal yapı!

Ev iki katlı ve somon renkli. Evin ikinci katı tüccarlara ait. Okyanusun gel-gitlerinden korunmak için ikinci katı kullanmışlar. Alt kattaki malların hal-i pür melalini anlatmaya hacet yok. Dış kapıdan geçip avluya girince ilk dikkati çeken, evin ikinci katına çıkan, iki taraflı, açıklığı ortaya dönük yay şeklindeki merdivenler. İki yayın ortasında, ileriye doğru karanlık bir kuyu gibi derinleşen bir hol, ve holün denize çıkan ağzında kapısı olmayan bir kapı var. Kapısı yok, çünkü bu kapı tek yönlü çalışan bir kapı. Adı; "Dönüşü Olmayan kapı"

Dış kapıdan girdiğimiz andan itibaren Babacar ciddileşti ve köle ticaretine verdi veriştirdi. "15 milyon" dedi, "dörtte biri öldü" dedi. İşaret parmağını adadaki kiliseye doğru sallayarak; "Bütün bunlar yaşanırken görmezden geldiler, nasıl din adamları bunlar?" dedi. "Papa geldi ve onlar için, suskun kaldıkları için af diledi" dedi. Papanın yılındaki ziyaretini kast ediyordu. Öfkesi daha da kabardı; "asıl Afrika halkından özür dilemeliydi!" Babacar ilk defa olarak haklıydı. Wolofca küfür de etti mi bilmiyorum, ama dar ve basık, hala küf kokan odaları anlatırken soydaşlarının acılarını tek tek hisseder gibiydi. Aynı acıyı pencerelerin birinden içerideki loş karanlığa bakan bir kadının yüzünde de gördüm.

Geçmişte, kimse sana sormadı  /  Geçmişte, kimse bana sormadı  /  Geçmişte, böyle yürürdü işler..  /  Geçmişte, ne olursa olsun  /  Geçmişte, kimse bilmek bile istemezdi  /  Hayata geçirmek için dilekleri olan insanlar..  /  Kendileri hakkında düşünebilen insanlar  /  Aç kalmış insanlar  /  Geçmişte, ne olursa olsun  /  Geçmişte, hakkında konuşamazdın bile...

Salif Keita söylüyorsa doğru söylüyordur

Avluya bakan bir kapı ufak çapta müze haline getirilmiş bir odaya açılıyor. Bütün ev ve bu oda "Boubacar Joseph Ndiaye"nin çabalarıyla ortaya çıkmış. Bu vesile ile onu da analım. Ndiaye esir ticaretinin boyutları hakkında da esaslı araştırmalar yapmış. Çünkü sayılar hakkında farklı görüşler, abartıldığına dair iddialar var. Sayıları tartışmak işin ruhunu zedeler. Bir fikir versin diye tek bir belgeden bahsedip keseceğim. Fransa'daki liman kenti Nantes Ticaret Odasının kayıtlarında, on sekizinci yüzyıldaki tek bir yılda, Goree'den gemilerle  bin köle taşındığına dair kayıtlar bulunmuş! 

Sayı kaçın üzerinde olursa insanlığın vicdanı sızlayacak? Benim için 1 ile bin arasında fark yok. Siyah insan veya beyaz kadın veya çocuk ticareti, tek parça insan veya parça parça insan, yani organ ticareti arasında da fark yok.


Müzedeki en çarpıcı eşya, tahta bir kutunun içinde duran paslı bir gülleydi. Bir zamanlar, kim bilir kaç kölenin bileğine kelepçelenmiş gerçek bir gülle! Ellerimle tutup kaldırmayı denedim, kaldıramadım. Bu yüzlerce yıllık paslı demir beni çok etkiledi. Kaç kiloysa, o kadar kiloyu tam göğsümün üstünde hissettim. Sırf o gülleyi tekrar tutmak için Goree'ye dönebilirim!



Adanın geri kalanı


Adada motorlu taşıt ve asfalt yok. Fakat toprak yollar basıla basıla beton gibi olmuş. Köle evi gibi bazı torpilli yolların sadece orta kısmı, arnavut kaldırımı gibi bir taşla döşenmiş. Bu da çok güzel duruyor. Evlerin hepsi taştan, iki veya tek katlı Bahçelerden, yol kenarlarından ağaçlar yükseliyor, tropikal çiçekler, begonviller duvarlara tırmanıyor. Çiçekler belli bir düzenle ekilmiş değil de, sanki doğal olarak topraktan fışkırmış gibi. Duvar ve evlerin bir kısmı bazalt taşından, siyah. Taş evler renkleriyle hangi devirde yapıldıklarına dair ipuçları veriyor. Kırmızı olanlar Hollanda, beyaz evler İngilizlerin zamanından. Portekizlilerin tercihi ise kırmızı olmuş

Adanın sokaklarında dolaşmak gerçekten keyifli. Son hedefimiz Portekizliler tarafından yapılan kale oldu. Burası adanın tam burnunda ve biraz yüksekte. Adaya yaklaşırken ilk gördüğümüz şey de buydu. Şu anda kale sanatkarların mekanı olmuş. Kontraplak üzerine yapılan kum tablolar çok popüler. Bunların yapımında sadece kum ve zamk kullanılıyor. Bizim tanıştığımız sanatçı iki lafın arasında muhteşem bir tablo yaptı. Nasıl yapıldığını anlatır gibi yaparken önce yapıştırıcıyı sürdü, sonra bu şuranın kumu, şu buranın kumu diyerek değişik renkte kumları tahtanın üzerine serpiştirdi. Bunu o kadar gelişigüzel yapıyor gibiydi ki, tahtayı ters çevirip fazla kumları silkelediğinde, geriye nasıl olup da bu kadar güzel bir resim çıktığını anlayamadık.

Adadaki son durağımız deniz kıyısında, feribot iskelesinin yanındaki kumsal oldu. Burası aynı zamanda adanın tek plajı. Kıyıya çekilmiş sandallar, feribotun gelmesini bekleyen bir grup izci, arkada duvar dibinde güneşlenen çoluk çocuğu geçtik, kumların üzerine atılmış şık bir masa bulduk, oturduk. Bir müzisyen kora çalarak yemeğimize eşlik etti. Kora nedir bildiğimden değil, sonradan öğrendim. Ortam muhteşem, çocuk yetenekli, müzik güzeldi. Su kabağıymış, 21 teli varmış, bana ne!



PEMBE GÖL, LAKE RETBA, LAC ROSE


Goree adasından sonra hiçbir şeyi uzun uzun anlatmaya değmeyecek. Onun için özet geçelim:

Pembe göl, pembe bir göl
Pembe göl, çok tuzlu, pembe bir göl
Pembe göl, tuz üretimi yapılan, pembe renkli bir göl
Pembe göl, Paris-Dakar rallisinin bitiş yeri, çok tuzlu, pembe bir göl
Bunlar gölü anlatan muhtelif tarifler. Kısadan uzuna sıraladım. Bize gelince;
Gölün pembesini pek seçemedim. Kıyılarda, pembe mi diye zorlayınca haa pembeymiş gibi bir intibam oldu. Sordum; yağmur mevsiminde böyle oluyor dediler. Kırmızı pigment yapan bir alg suyun rengini pembe yapıyormuş. Yağmur yağınca pigment seyreliyor, renk açılıyor


Tuz oranı Lut gölünden fazla, % kadar. Göl alttan denizle irtibattaymış. Fazla derin değil. Sıcaklığın etkisiyle su buharlaşıyor, geriye tuz kalıyor. Ölü denizdeki gibi suya oturup gazete okuma numaraları burada da popüler.


Göl, yılından beri meşhur Paris-Dakar rallisinin bitiş noktası, ama ralli artık burada bitmiyor. Moritanya'daki karışıklıklar dolayısıyla yarış artık Güney Amerika'da yapılıyor. Sahra yerine Atacama çölü geçiliyor.

Dakar'dan dönerken son durağımız pembe göloldu. Şehir varoşlarıyla tüm Cap-Vert yarımadasını kaplamış. Geldiğimiz yola dönmeden önce 40 km kadar kuzeye gittik ve gölü bulduk. Ortalık son derece sakindi. Dizlerine kadar suya girmiş, teknelerden tuz boşaltan insanlar ve pusuya yatmış bir kaç satıcı vardı. Buradaki iş bölümünde kadınlar gene hamal grubundalar. Tuzu sudan ayırma işi erkek işi. Bunun için göğüslerine kadar suya girip, bambuya gerilmiş bez sepetleri suya daldırıp çıkarıyor, su sepetten süzülünce sepette kalan tuzu teknelere boşaltıyorlar. Teknelerin içindeki brandalar ikinci bir süzme işi daha yapıyor. Tekne tuzla dolunca kıyıya çekiliyor. Sonra kadınların işi başlıyor. Bu tuzu plastik leğenlere dolduruyor, başlarında taşıyarak kıyı boyunca yükselen tuz tepelerine kadar götürüp döküyorlar

İş kolay gibi gözükmekle beraber, önemli bir sorun var. Su o kadar tuzlu ki ıslanan cildi yakmaması mucize olur. Fakat bu insanlar yıllardır aynı işi yapıyorlar ve ciltleri kaymak gibi! Babacar'a son sorum bu oldu. O da ertesi gün benden kurtulacağını düşünerek sakin sakin anlattı; Tuzun zararını önlemek için karite yağı(shea butter) kullanıyorlarmış. Yağ, karite ağacında elde ediliyor. Aynı yağı yemeğe de katıyorlarmış. Diğer bir iyi tarafı da, yağ olduğu halde ciltte yağlı bir görünüme yol açmamasıymış. Yağlı görünse ne olur? Adamlar bütün gün tuz içindeler
FIN, FINO veya FINITO!


Evet, yiyip içtiğimiz hariç, gezip gördüklerimiz, öğrendiklerimiz bu kadar.

Bu arada öğrendiğim bir şey daha var. Onu da eklemeden geçemeyeceğim. Hatırlarsanız, Goree bölümünün girişinde alıntı yaptığım AKON isimli bir şarkıcı vardı. Hani "comin' from the ghetto of Senegal" diyen, olan biten hakkında ne biliyorsunuz diye soran

AKON, Amerika'da yaşayan Senegal asıllı bir şarkıcı. Besteci, stüdyo sahibi, komple müzisyen. Akıllı bir adam.

Ve de Evet, ve de Bu "ve de"nin devamı az sonra

Senegal isimli şarkısını ilk dinlediğimde şarkının başıyla sonunu pek uyuşturamamıştım. Sonra sözlerini bir yerden bulup baktım Şarkı çok uzun. Yukarıda baş tarafını okudunuz. Şimdi sonundaki bir kaç satırı yazacağım, sonra da hikayenin sonunu



Allah'ın hayatımıza nasıl girdiği ve her şeyi onun için yaptığımız hakkında bir bilgin var mı?  /  Peygamberlerin doğduğu, Tuba dediğimiz kutsal yer hakkında bir bilgin var mı?  /  Ve buraya gelip,, para kazanıp memleketimize yatırım yaptığımızdan haberin var mı?  

İşte Senegal'in tam bu varoşlarında..(Afrika! Afrika!)  /  Senegal'in varoş mahallelerine ver (Afrika! Afrika!)  /  Senegal'in varoşlarına götür (Afrika! Afrika!)  /  Senegal'in varoşlarına gönder (Afrika! Afrika!)


Ve bu sadece bir kısmı yaşananların (Afrika! Afrika!)  /  Ama biz bir araya gelip orayı daha iyi yapabiliriz..  /  Onların bize nasıl muamele ettiklerinden yakınmayın, buradan milyon dolarlarınızı alıp Afrika'ya götürün .. Afrika'ya!  /  kendi toprağımız, kendi elmaslarımız  /  Kral biziz adamım, Biz emir almayız, biz emir veririz..  /  Bi düşün.

Düşünmenize gerek yok. Ben yazayım. AKON'u anlatıyordum. Kaldığım yerden devam ediyorum; Ve de Güney Afrika'da elmas madeni işletiyor. Forbes'e göre, yılda 30 milyon dolarla, 21inci yüzyılın en çok kazanan R&B şarkıcısı!

Hikayenin sonu bu şekilde Mutlu son
  Özel Güvenlik AŞ. 

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası