Canlı Performans
Kanala Abone olmak için funduszeue.info tıklayın!
Belki Dönemem Anne Şiiri Sözleri:
Bu sana yazdığım son mektup ana
Uzaklara gidiyorum çok uzaklara
Son defa sarıl bana ve
Ne olur ardımdan ağlama ana
Anne sana bu yazdığım son mektubum
Yarın sabah gün doğarken yola düşerim
Anne sana bu yazdığım en son mektubum
Ezan vakti ben dağları çoktan aşarım
Belkide son görüşüm son koklayışım
Bilmem artık bundan böyle nasıl yaşarım
Gidipte dönmemek var gelipde görmemek var
Hakkını helal et ana belki dönemem geriye
Gidipte dönmemek var gelipde görmemek var
Sütünü helal et annem belki dönemem geriye
Uzaklara gidiyorum anne
Yolumu gözleme sakın
Gelir diye bekleme
Belki gelemem anne
Belki dönemem geriye
Dualarınla uğurla beni
Ardımdan sular dök gözyaşı değil
O güel gözlerine kıyamam anne
Ne olur ağlama anne ne olur
Sorma söyliyemem
Her şey bizim anne
Belki hiç gelemem
Gidipte dönmemek var gelipde görmemek var
Hakkını helal et ana belki dönemem geriye
Gidipte dönmemek var gelipde görmemek var
Sütünü helal et annem belki dönemem geriye
***
Ölürüm Türkiyem Şarkı Sözleri:
Baş koymuşum Türkiye'min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm Türkiyem
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm Türkiyem
Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım,
Heybelerin nakışına ölürüm Türkiyem
ŞEBNEMCE PROGRAMINDA ŞEBNEM KISAPARMAK, ASKERLERİMİZ İÇİN FATİH KISAPARMAK'A AİT BELKİ DÖNEMEM ANNE ŞİİRİNİ SESLENDİRİP, STÜDYODAKİ DİĞER SANATÇILARLA BİRLİKTE TÜRKİYEM ESERİNİ CANLI SESLENDİRDİLER
#FlashTV #Şebnemce #ÖlürümTürkiyem
Ağır Ceza Hakimi sorar:
-Evladım, anlat bakalım, niye öldürdün adamcağızı, hatta öldürmekle kalmayıp kasapta yağlı kâğıda paketlenmiş kıyma hâline getirdin? Yazık günah değil mi, evladım!
-Efendim, ne desem bilmem ki? Kasaplıkla bir alakam yoktur, evvelden biz Ramide otururken, annem beni Taşlıtarladaki Taşkasaba gönderirdi, bonfile, biftek, uykuluk, böbrek falan almaya fakat bu ayrı bir hikâyedir. Sualinize gelince ne desem bilmiyorum, lakin bir kez olanlar oldu! Kahvedeydik, pişti oynadık, kazandım, anama sövdü; nevrim döndü
-Her nevri dönenin hasmını köftelik kıymaya, kuşbaşı ete çevirmesi mi gerekir, evladım? Anlat bakalım!
-Vallahi, elime bir bıçak geçti, o bıçak orada ne arıyordu bilemem, galiba Şeytan koydu ve ondan sonrasını hatırlamıyorum; galiba nevrim döndü
-Ülen kızdırma! Bak beşkardeş geliyor, Osmanlı Şamarını basarım ha! Ne demek nevrim döndü?
-Bas Hakim Amca, bas! Senin elinden yediğim tokat bana lati lokum ve gül gibi gelir. Vallahi Hakim Bey, o saniyede bir adım attım ki, artık geri dönüşü yoktu.
Hakim Bey yazdırır:
-Yaz kızım Mualla!
Mualla önündeki Smith-Coronanın daktilo şaryosunu çekiştirip mahkeme zaptını paragraf başına alır
-Zanlı falanca, polis raporlarında işlediği sabit görünen cinayete dair iddiayı reddetmeyip, suçunu kabullenerek üstlenmiş ve mahkememizin dağıtacağı adalete itimat ettiğini beyanla suçun taammüden, hasılı evvelden tasarlanmış olmadığını söylemekle Ayriyeten zanlının iyi haline müşahede edilmekle ve nevrinin döndüğü anlaşılmakla, vukuat anında artık geri dönemeyeceği bir yerde olduğu kanaatiyle cezasının falanca madde filanca emsal üzerinden şu kadar yıla tahvil edildiği, temyizi açık olmak üzere
*****
Bu hayâli mahkemeye dair dosya nevri dönen, çizgiyi geçmişlerden biri üzerine yazılıdır;
İşte, üç aşağı beş yukarı böyle açılır ve kapanır.
Japon edebiyatçı Haruki Murakami, Sınırın Güneyinde-Güneşin Batısında başlıklı yapıtının sayfasında roman kahramanı Hajimanın çocukluk aşkı Shimimatoyu bir otel odasında öpmekten vazgeçip, hasılı frene bastığı o saniyeyi aktarırken şöyle yazmıştır. Öpersem, bir adım daha atmış olacak ve artık geri dönülemez bir yerde bulunacaktım
Hem bu cümleden hem de romanın devamından anladığımız şudur ki, Shimimato, Hajimaya bedeniyle teslim olmak üzeredir, ancak bundan sonrası önemlidir; zira bu alışverişin irsaliye ve faturası erkeğe kesilir.
Âdem ile Havvadan beri süregiden itiş kakışın özetidir bu!
Demek, kadın-erkek ilişkisinde öyle bir an vardır ki, artık geri dönüşü mümkün görünmez.
Nedir, bu türden cinsî münasebetlerin yükü hep, işte o an kapı eşiğini zıplayıp geçen erkeğin üzerine biner.
Bu haltı karıştırdıktan sonra, son pişmanlık fayda etmez; Ey, geri dönüşü olmayan o sınırı geçmeye kalkışmış gafil seni, Mevlananın Mesnevi eserini de mi okumadın?
funduszeue.info beyitinde denildiği gibi, Vallahi fare deliğine girsen yine bir kedi pençesine çatarsın!
Biz Mevlananın eserini masa üzerinde, gözaltında tutarız ki, az sonra yine lazım ola!
Şeylerin bir haddi hududu vardır.
Sınırsız görünen tek şey Evrendir; semavî dinlere bakılırsa her şeyden daha kâmil, uçsuz bucaksız, hududu olmayan şey, aslında, Tanrıdır.
Epeyi zaman evvel, otuz küsur senelik gazeteci dostum Sedat Erginle Milliyet gazetesi binasındaki odasında, Kuzey Amerika Kıtasına gidip yerleşenlerin artık bir daha anavatanına kolay beri dönemediğine dair bir muhavereyi-sohbeti ediyorduk.
Bir vakitler Washington D.C.de Amerikan siyasetinin nabız atışlarını saymak üzere Hürriyet gazetesi adına temsilcilik yaptığından, Amerikanın kaldırımlarını dahi biliyordu. ABDye göçenlerin ha deyince geri gelemediğini dair şu anekdotu vermişti; unutmadım:
Avrupadan ayrılıp Amerika Kıtası istikametinde veya tersine okyanusu geçmeye kalkan uçaklar için bir Hudut Eşiği vardır. Öylesine bir hayali çizgidir ki, bir uçak, gökyüzünde var olmayan sınırı bir kez aşmışsa, başına ne gelirse gelsin asla bir daha kalkış yerine – Avrupadaki bir havalimanına, mesela!- dönmeyecektir; dönemez.
Pilotuna, motor ve kanatlara kuvvet karşı kıyıya kadar ne yapıp edip gitmelidir.
O çizgi, ah işte o çizgi yok mu, o hatt-ı semâ, pilotlar başta olmak üzere tüm mürettebatın korkusudur. Orayı aştınız mı, nevri dönmüş mücrim gibi, her ne pahasına olursa olsun pır pır etmeye devam edeceksiniz.
İşte bunu konuştuk, Erginle; Murakaminin roman kahramanı da Aşk Okyanusunda o çizgiye gelince geri dönmeye karar vermiştir, diye okuyunca hatırladım.
Çizginin, sınırların incecik bir hat olduğunu sanmayınız, çoğu kez o sınır pek geniş olabilir. Tatar Çölü-Il deserto dei Tartari, başlıklı romanına bakarsanız, İtalyan yazarı Dino Buzzati de benim gibi düşünür. Distopik bir ülkenin Kuzeyinde, en uç karakol noktasına tayin edilmiş subay adayı Giovanni Drago, ömür boyu sürecek bir yalnızlığa mahkûm, hatta kürek mahkûmu gittiğinin farkında değildir. Günün birinde, ama mutlaka bir gün, Kuzeydeki çölün bir yerlerinden çıkagelecek barbarlara karşı ülkeyi korumak üzere buradadırlar; bir iki manga asker ve subay Barbarların tamtam seslerini duyarlar, yaktıkları ateşin cılız hâresini geceleri ürpererek izlerler ama beklenen saldırgan bir türlü gelmez; roman yıldırıcı bir bekleyişle sizi baş başa bırakacaktır. Lakin roman kahramanımız Dragonun arada bir kalesinden çıkıp ileriye doğru gittiğini biliyoruz, her seferinde kendine göre bir sınır çizmekte, oradan geri dönmektedir. Drago, gayet iyi bilir ki, şayet o hayâli sınırı bir kez geçerse bir daha karakoluna kavuşamayacak, belki barbarların esiri olacaktır.
Barbarlar neyse, ama zebanilerin eline düşmek de var; Tanrı zebani eline düşenlerden mağfireyetini eksik etmesin
Burada yeri gelmişken itiraf etmeliyiz ki, ne Şeytanı görünüz ne de salavat getiriniz!
İtalyan yazarından söz edince, aklımıza Dante Alighieri hemencecik geliveriyor. İlahî Komedya- Divina Commedia başlıklı edebiyatın dev eserine de başlayıp, son nefesini vereceği yılına kadar hababam debabam yazarak lafını tamamlayan Dante, Cehennem-Inferno adlı kısma gelir gelmez, daha başında okurunu uyarır; zira adım atılıp içine girilecek yer limonatacı, dondurmacı değildir, adı üzerinde Cehennemdir.
Lasciate ogne Spreanza voi chintrate
Dediği hepi topu basit bir uyarıdır: Cehennemin kapısından içeri girenler bütün ümitlerini geride bıraksın!
Demek, zebanilerin yanına giderken eskiye dair dilekçeleri unutmak gerekir. İşte o kapı bir eşiktir, bir kez geçtiniz mi geri dönüşü yoktur.
Ben başkalarının dedikoducusuyum; râviyan-ı ahbar / haberlerin rivayetini verenler, işbu hikâyeyi öyle anlatır ki, güya İstanbul Emniyet Müdürlüğünün girişinde, bir vakitler, Ey vatandaş, bu kapıdan içeri girince unutma: Buradan sonra Allah yoktur, Peygamber mazeret izni kullanmaktadır! diye yazılıymış.
Elbette ben bu kadarına ihtimal veremem, ancak yazılı olmasa dahi Fosforlu Cevriye şarkısında yer aldığına bakarsanız, karakollarda hep ayna asılı olacak değildir ya, belki buna benzer şeyler de vardır ve içeride acıma duygusunun yitimi bu yönüyle açık edilir.
Bilirim, böyle karanlık mevzular edilince, içinizde bir lamba kısılır
Ama azıcık sabretseniz bundan ne çıkar, zira bizim işimiz bazen en acınası yere çomak sokmaktır; edebiyatın zenaâtı da zaten bu işe yarar.
Bir çizgi çekip, önüne arkasına düşenleri uyarmanın tarihi aslına bakarsanız epeyi eskidir.
Romada birisi geleceğe, ötekisi geçmişe bakan ikiyüzlü Tanrı Janusun da Latin mitolojisinde anlatıldığına göre bir kapısı vardı. Bu kapıdan bir kez geçen, gelecekte ne olacağını bilmediği yeni bir yola adım atıyordu. O yüzden, Janusa Eşiklerin Tanrısı deniyordu.
Romanın Janus Tanrısı size pek inandırıcı gelmediyse, ya Romalı diktatör Julius Caesarın meşhur eşik hikâyesine ne dersiniz? Caesar, hani bildiğimiz Sezar, İsa Hazretlerinin doğumu-miladından 49 yıl evvel, Alman Barbarları üzerine, Kuzeye doğru ordusunu toplayıp yola çıktığında karşısına dikilen devâsa Alp Dağlarında ağır vitesle yokuşa sarmazdan evvel Rubicon ırmağıyla merhabalaşır; bu nehri evvelinde bilmez değildir, elbette
Nehir azgın sularıyla foşur hoşur akar; Sezar ordusuna der ki, Bu ırmağı bir kez geçtik mi, bir daha geri dönüşümüz yoktur!
Tarihî mevzuları resmeden İtalyan ressamı Tancredi Scarpellinin yüzyıl ortalarında yaptığı eserde Sezarı atıyla, ordusu önünde ırmağa adım atarken görmekteyiz. Bu kanıt bize yeter.
Buna Rubikonu Geçmek diye anlam katıp, sonradan, Batı Edebiyatında kullanan pek çok şaire, yazara, ben gibi safoş romancılara da rast gelirsiniz; aldırmayınız
Mesele gemileri yakmaktır!
Geldik mi şimdi Tarık bin Ziyâdın askerlerine söylediği lafa: İspanyayı yılında Eh, artık zamanı geldi, gidip şu kâfirlerin elinden İspanyayı [Kartacayı] alsam gerek! diye fütuhata giden Arap komutanı, on bin kişilik ordusunu Cebelitarık Boğazından geçirip İber Yarımadasına külliyen ayak basar basmaz, geriye dönmek umudu kalmasın diye bütün gemileri yaktırmış, tek bir sandal dahi deniz üzerinde bırakmamıştır.
Yaktığı gemileri resmeden bir ressamla karşılaşamıyoruz, fakat minyatür sanatıyla Laedrî-anonim eserlere rast geliriz. Bunlardan birisi, savaş meydanı yanındaki sahil boyunda allı pullu, güzelim balıklarla dolu bir denizi boyamış olanıdır ki ben pek bayılırım.
İşte bu savaşın evvelinde Tarık bin Ziyâd, askerine, Buradan geri dönüş yok! emrini ilahî karar gibi vermiştir. Peki, ne oldu, demeyiniz rica ederim; tarih bir ileri iki geri sanatından başkası değildir ve Tarık bin Ziyâd birkaç yıl sonra Hıristiyan baskısından usanıp geri çekilecek, ömür defterini Suriyeye gidip orada tamam edecektir. Demek ki onun geçip gideceği ve arkada binlerce insanın cesedini bırakacağı eşik, epi topu, bu kadardır. Herkesin eşik boyu farklıdır.
Fakat dikkatinizi rica ederiz: Dino Buzzatinin Tatar Çölü ne ise Sezar efendinin Rubikonu hemen hemen aynı telden çalar. Hepsinin bir eşik geçme tasası, tasarısı vardır.
Eşikten geçmeyi basite almayınız! Ömür eşiği de vardır: Yahya Kemâlin Rindlerin Akşamı adlı şiiri pek dokunaklıdır. Bu hissiyatı, rahmetli Münir Nurettin Bey bestelemişti; klasik Türk musikisinin baş eserlerinden biridir:
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç.
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!
Rahmetli şair bu mısrânın ardından, bakın can alıcı şu lafı eder mi, vallahi eder ve hatta bizi heder eder
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan,
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Eyvah ki eyvah, koca şair, galiba bize ölümden söz etmektedir; henüz çok erken
Kadıköyün eskisi Cemal Süreyyanın dediği gibi Ölüyorum Tanrım! Bu da oldu, işte
Cemal Beyin Tanrıya şikâyeti altı üstü bir çift lakırdıdır: Her ölüm erken ölümdür, biliyorum Tanrım
Böyle cennetli cehennemli eşiklerden bahsedilince, aklımıza İslam peygamberiyle baş meleklerden birisi olan Cebrailin Allahı ziyarete gittiklerine ait hikâye geliverir.
Cebrail, Peygamber Muhammede mihmandarlık etmektedir. Tırmanırlar, göğün yedi katına; en sonunda bir ağacın kenarında dururlar. Bu ağaç tanrısal sınırın en sonundakidir, arkası karanlıktır.
Zaten Tevratta yazıldığına bakarsanız, Râb, koyu karanlıkta oturduğunu söylemiştir.
Tevrat, funduszeue.infor Kitabı, 8.Bölüm, Cebrail hikâyesi satıra baktıktan sonra, denemeci yazarımız doğru yazıyor diyebilirsiniz.
Gelelim, Cebraile; Bu, Sidret-ül Müntehâdır! der, Ben bir adım daha atarsam, Allahın karşısında yanarım, yok olurum! Ama sen gitmekte serbestsin Sidret-ül Münteha, en sondaki, tenhaya kalmış son ağaçtır. Galiba, Sidret ağacı Lübnan Sedir ağacıdır; bilene sormalı
Size, daha evvelinde, bana Mevlananın Mesnevisi tekrar lazım olacak dememiş miydim; demiştim: Mesnevinin numaralı beyitinde biz bunu okuruz, bir keyifle ve cakayla size bu lafları marifetmiş gibi yetiştiririz. Fakat Mevlana bunu nereden nakleder diye merakta kalanlara, Kuranın Necm Suresini işaret ederiz. Kandili kutlanan Miraç, bu sureye dayanır.
Miraça çıkan peygamberin, son gördüğü ağaç da budur.
İslam peygamberi bu ağacın arkasında bekleyen Burak adlı bir başka binek hayvanına binip Cennet ve Cehennemi dolaşır, Allahın huzuruna çıkar. Bu buluşmaya dair olan biteni resmetmek üzere kimse eline kalem alamaz; İslam resim sanatı müsaade etmediğinden tek boyutlu minyatürlere bakarız.
yüzyıl Hind Müslümanı nakkaşlardan bazıları, Laedri-anonim olarak bu olayı minyatürde nakletmiştir. İşte, Burakı, Yunan mitolojisinde pek meşhur olan Sentor-yarı insan yarı at tanrı olarak böyle çizerler; fakat Peygamber Muhammed minyatürde görülmez.
Bu karışık dinî işleri bir yana bırakmak telaşesiyle, biz, haydi Mevlanadan bir beyit daha aktarıp onunla işimizi tamam edelim: Eserinin sayılı beyitinde, bütün sınırları ve eşikleri, kapıları geçip gitmek arzusuyla der ki, biz de altına imzamızı atarız, Sen yine atını sür, biz kervandan geri kalmayalım.
Demek ki ne geri kalmalı, ne de fazla ileri gitmelidir.
Her şeyin azı karar, fazlası zarardır.
Ey benim lafımla vakit harcayan tembel okur: Şimdiye kadar ettiğimiz bunca laf kalabalığını Lorem İpsum laf olsun torba dolsun ve anlamsız lakırdı salatası zannediyorsanız, vallahi yanılıyorsunuz.
Biz ne diyorsak, ustaların, üstâd-ı muhteremin lafı ardına sığınıyor ve bir adım öteye geçince bir daha geri dönmesi imkânsızdır diye ısrar ediyoruz.
Bu öyle bir şeydir ki, lakırdı cömerdi fakat sırrını ele vermede pinti davranan denememizin en başında nakledilmiş olduğu gibi, Shimimato adlı güzel CAPON kızının karşısında eli kasığında kalmış roman kahramanı Hajimanın içine düştüğü durumun vehametini gösterir.
Nicolas Poussinin ta çizip boyadığı şu resme hele bir bakınız. Üç güzel kız, gökyüzünden kendilerini seyreden tanrılara aldırmaksızın, hayatın onlara verdiği canlılıkla dans etmektedir.
Yanı başlarında aşk tanrıçaları, ayrıca yaşlı bir müzisyen bulunur. Dansçıların arasında, el ele tutuşmuş olanlardan birisi erkektir, sırtı dönüktür; ressama bakılırsa, O, bu kızlarla tabiatın icabı gereği çiftleşecektir. Bunu mitolojik anlatımlara göre Baküs masallarından, Romada Bacchanalia törenlerinden biliyoruz.
Evvela dans edilecek, sonra tabiatın kanunları işleyecektir.
Tabiat Ananın istediğine uymak gerekir.
Galiba, Japonyadan bize ulaşmış romandaki Hajima için doğru olanı, tabiat kanunlarına boyun eğmekti.
Ama o, cemiyetin kanunlarından korkup geri adım atmıştır.
Atıp da ne halt yemiştir; anlatalım.
Hajima, Shimimatoya sarıldığı anda zehirlenmeye başlamıştır.
Önünde iki seçeneği vardır, ya eşiği atlayıp zıplayıp, doğasına teslim olacaktır ki, sonu fenadır; maazallah
Yahut kendini zapt ü rapt altına alacaktır ki, sonu daha fenadır.
Zira Latin deyişine bakarsanız, Semen Retentum Venenum est, sözüyle durum apaçıktır.
Dışarıya atılmayan sperm erkeği zehirler
Velhasıl hayat, zehirlerden zehir beğenmekle geçer.
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası