Hazineye ait olan bir taşınmazın, idarenin izni olmadan, gerçek ya da tüzel kişiler tarafından işgal ya da tasarruf edilmesi nedeniyle, idarenin bir zarara uğrayıp uğramaması ya da işgalcinin kusurlu olup olmadığı dikkate alınmaksızın, idare tarafından işgalciden talep edilen tazminata ecr-i misil adı verilir."Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik" ile hazineye ait bir taşınmazın zilyetliği, idarenin iradesi dışında ele geçiren, elinde tutan ya da her ne koşulda olursa olsun hazine malını kullanan, tasarruf eden gerçek ya da tüzel kişiler yönetmelik kapsamında işgalci olarak tanımlanmıştır. İşgal sonucunda idareye ödenecek olan ecrimisil bedelinin takdiri için taşınmazın işgalden önce, getirebileceği tahmini gelir bedeli esas alınarak işlem yapılır.
Bir malın haksız ve kötü niyet ile kullanılması, geri verme sorumluluğunun yerine getirilmemesi durumunda, hak sahipleri lehine açılan ve kullanım süreci boyunca kaybedilen menfaatin tazmini için açılan davaya ecrimisil davası adı verilir.
Ecrimisil davaları Sulh Hukuk Mahkemeleri’ne dilekçe yoluyla başvurularak açılır. Bu şekilde zararın tanziminin sağlanması amaçlanır. Dilekçede davalı, davacı bilgileri, açıklamalar, deliller, sonuç ve istem bölümleri yer alır.
a:la
:
Çok güzel.
a:lamag
:
1. Ağlamak.
2. Kendini acındırmaya çalışmak.
a:lemeg, a:lemek
:
Oyalamak, bekletmek..
a:lence
:
Eğlence.
a:lmi:şin
:
Eğilmeyince, eğilinceye kadar.
a:m
:
Ağam.
a:mak
:
1. Üşüşmek, toplanmak.
2. Göğe doğru yükselmek.
a:n
:
1. Zehir.
Ḫoruz azından saçar ānı.
2. Ağan.
a:nag
:
Ağnanılan, yatıp yuvarlanılan toprak.
a:nanmag
:
(Hayvanlar için) Gübrelik vs. gibi yerlerde yatıp yuvarlanmak.
a:r
:
1. Saygıdeğer, kendini saydıran.
2. Ağır.
”A:r daşınan batman dö:yeller, yeyni daşınan it daşlallar.”
(Toros Atasözü)
a:radam
:
Suyu ağır adam.
a:r fiyat
:
Yüksek fiyat.
a:rına getmeg
:
Zoruna gitmek, gücüne gitmek.
a:rlamag
:
Misafir etmek, yedirip içirmek.
a:rlıg
:
1. Ağırlık.
2. Saygınlık
3. Düğünden sonra erkek tarafının kız tarafına çeyiz dizmesi için verdiği para.
a:rmak
:
Eğirmek.
a:rtı
:
Beyazlık, yoğurt, ayran vb. şeyler.
a:rtma
:
Ağartme, beyazlatma.
a:sadmag
:
Bir işin gidişatını yavaşlatmak.
a:samag
:
Topallamak.
a:sig
:
1. Kadın, kız.
2. Olması gerekenden az.
a:silmeg
:
Eksilmek.
a:şam
:
Akşam.
a:şama:ca
:
Akşama kadar.
a:t
:
Ağıt.
a:yle
:
Aile.
a:z
:
1. Büyük ve küçükbaş hayvanların doğumdan sonra ilk iki-üç gün sağılan katı süt.
2. Şive.
3. Ağız
a:z otu
:
Maraş’ta yaygın olarak kullanılan, tütün ve meşe külünün karışımıyla yapılan keyif verici bir madde.
a:zı pek
:
Sır saklayan, ketum.
a:zı:mı
:
Ağzı gibi.
a:zını bozmag
:
Kötü söz söylemek.
a:zına:dar
:
Ağzına kadar.
a:zınan
:
Ağzı ile.
“Gendi çocuklarını a:zı:nan guş dutsa bile beğenmemeleri incilerimizin başında gelenlerindendi.”
(Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: funduszeue.info)
a:zlıg
:
Huni.
a:rı
:
Bundan öte.
âb
:
Su.
“Şahan gibi yükseğinde uçarken
Keklik gibi engininden geçerken
Âb-ı kevser ırmağından içerken
Susuz pınarlardan kandırdı beni”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s. )
aba
:
1. Özel bir kumaştan yapılan giyim eşyası, ceket. Duruma göre boy abası denilen, boyu diz altında olan, düz aba veya zenginliğe göre sandıklı (sırmalı) abalar da tercih edilir. Abalar genellikle yarım kollu, boyu bel altında olan, önü boydan açık bir erkek giysisidir.
“Ayağında keten şalvar, sırtında abası, dalında Zeytun avcarı, etrafında adamları, Kızıldağ’ı mesken tutmuştu.”
2. Büyükanne, nine.
3. Yetişmiş, büluğa ermiş küçük kız kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
4. Hanım, hanımefendi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
5. Abla.
“Kadasın’aldığım dağlar
Demedin mi abam ağlar
Konağa bir künye gelmiş
Çobanınız ölmüş dağlar”
(Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, , Cilt I)I)
6. Bir çeşit kaba ve kalın şayak.
abacık
:
Tertemiz.
abainan
:
Aba ile.
“Ne yatıyon abainan
Üsdün’ördüm libainan
Şimdi emmin, dayın gelir
Bir belicik obainan”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs)
abamak
:
Üzerine suç atmak. Bir kabahati birininüzerine yükleyerek ondan kurtulmak.
abaniye
:
İpekten sarımtırak dallarla işlenmiş kumaştan yapılmış sarık.
“Abaniyesi başında
Fermaniyesi döşünde
Üçünü de birden asman
Daha oğlum genç yaşında”
(Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. )
abanlamak
:
Uzun adımlarla çabuk çabuk yürümek.
abao:
:
“Aman”, “amanın” gibi, şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük.
abar abar
:
Abarin. Şaşkınlık belirtisi.
abara, abaran
:
1. Hayvanlara yem verilen tekne.
2. Değirmene su akıtan oluk. Su değirmenlerinde, suyun hızla akışını ve dolayısıyla basınç kazanmasını sağlayan, tahtadan yapılmış huni biçimindeki su yolu, ki bu su yolu sekiz on metre uzunluğunda olup bu su yolundan düşen sular, altta “per” adı verilen bir düzeneği işleterek taşın hızla dönmesini sağlar.
“Değirmen başı abara
Karıştım toza kubara
Bana ettiğin dubara
Allah’ından bul Fadıma”
(Kul Mustafa, Derleyen: Duran Doğan , Barış Kabalcı, Kaynak: Behzat Gök)
abarı
:
Güven duygusu.
abarı:
:
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük.
“Abarı:. Bunu da mı duyacaktım.”
abarıh
:
Şaşma ve korku ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abarı:k
:
Aman tanrım.
abarı:ŋ
:
Amanın anlamında kullanılan bir deyim. Bir olay karşısında oldukça çok fazla hayret etmeyi belirtmede kullanılır.
“Abarı:n!!! Yemeğ in hepsini yemiş. Bu gudümsüz bana hiç bırakmamış”
abari:
:
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük.
abari:ŋ
:
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük.
abarmak
:
Gururlanmak, kendine fazlaca güvenmek.
abaru-anagız
:
Şaşkınlık sözcüğü.
abaz
:
Ara bozucu, fitneci, fesatçı.
abaz abaz
:
Küme küme, bölük bölük, avaz avaz.
“Çıktım yücesine seyran ederken
Engininden abaz abaz el gider
Şol giden ellerde gördüm bir gelin
Kadir Mevlâ’m daha neler Halk eder”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
abaz abaz
:
Avaz avaz, yüksek sesle bağırma.
Abaza
:
Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan halka mensup kimse.
abba
:
Abla.
abba:, abbağ
:
1. Çok beyaz, bembeyaz.
2. Yapılan bir iş karşısında şaşırma ünlemi.
“Abbağ!!! Vay şu benim gadersiz başıma gelenler!”
abbak
:
1. Bembeyaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Çocuk dilinde temiz, iyi.
abbakaş
:
Pirinç pilavı.
Abbasın kazı gibi yutmak
:
Görgüsüz davranmak.
Abbe
:
Habibe. Bölgemiz göçmen ağzından.
abcal
:
Sakatlığı olmadığı halde topal gibi yürüyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abcal abcal yürümek
:
İki yana çokça eğilerek yürümek, çocuk gibi, ördek gibi yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abdal
:
1. Erkekleri düğünlerde davul zurna çalan topluluk ve bu topluluktan olan KİMSE; bunlara halk arasında “Ede” de denir.
“Abdalların cinsi:
a. Fakcılar: Aşirete av avlayan Abdallar.
b. Tencili Abdalı: Cambazlık, kuyumculuk, üfürükçülük yapan ve bu şekilde geçinen Abdallar.
c. Beydili Abdalı: Türkmenlere yamak ve yardımcı olan Abdallar.
d. Gurbet veya Cesis Abdalı: Sepetçi Abdallar. Bunlar gece lamba ve ateş yakmazlar ve yazın çadır altında yatmazlar imiş.
e. Kara Duman Abdalları: Bunlar Mısırlı İbrahim Paşa’nın iskan beyine Mısır’dan gönderdiği büyük bir musiki ve raks heyetinin kalıntılarıdır.
(Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, )
2. Akılsız, ahmak işe yaramaz kimse.
“Gulun gurbanın olam! Abdalın olam ağam! Bana kötülük etme!”
“Abdalın korkağı taşın büyüğüne sarılır.”
(Feke Atasözü)
3. Çingene. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
4. Eskiden gezgin derviş.
“Yiğit eğlencesi güzelin genci
Cefayı çok eder dilberin dinci
Selvidir boyu da dişleri inci
Abdal oldu yine gönlüm delindi”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
abdal ağası
:
Düğünlerde çalgıcılardan sorumlu kişi, sağdıç.
abdal coşmayınca evi başına yıkılmaz
:
Bir Kozan Atasözü.
(Pekşen Tamdoğan, Yeğen Kozanoğlu, Kozanca, Kozan Ağzı Üzerine bir inceleme, Adana)
abdal deŋişiği
:
Abdal henzeri abdaldan farksız.
abdal ineği gibi
:
İşe yaramaz, yaşlanmış, çok zayıf.
abdalınan öğdürürüm
:
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.
Aptal ile övdürürüm. Düğünlerde oğlan evinde para toplamak için çaba yapılır. Çabaya oturan kişi davul, zurna eşliğinde övülür -kişinin önüne geçilir ona özel davul zurna çalınır, istediği bir türkü varsa o ezgilendirilir v.s.- ve sonra düğüne atacağı para alınır. Burada ona vurgu yapılmaktadır.
abdal öŋüne oturmamış
:
Gavurdan farksız, sünnetsiz.
abdas
:
Abdest.
“Abdasını alamamış
Namazını gılamamış
Gul oluyum anamoğlu
Evinetâ varamamış”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halil Avcı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak)
abdazlanmak
:
Abdest almak.
abdes
:
Abdest.
“Getdim abdesim almıya
Acele geri gelmiye
Başladım da ben ölmüye
Tez gelin yavrılarım tez gelin”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Apandisitten Ameliyat Olan Mehmet Doğan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan)
abdes bozmak
:
Tuvalete gitmek.
“Yorgancı abdes bozmıya getdi beam. Az sonra gelir.”
abdes vermek
:
Muhataba, ya da rakibe ders vermek, haddini bildirmek, onu paylamak, azarlamak
abdesâne
:
Tuvalet.
abdestsiz emmiye namaz mı dayanır
:
İşi özensiz, üstün körü, çabucak yapma.
abdez
:
Abdest.
“Eh demiş. Galan ben bunu bulurum demiş. Varmış ki, bu oulan abdez almış namaz gıliür.”
Abdılla, Abdulla
:
Abdullah.
“Amman Abdılla oğlum, benim damımı da ıcık lôla hêri! diye yalvarması belki de o damdan bu dama yankılanıp duruyordur.”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
Abdullu:sda
:
Abdullah usta.
Abdıraman
:
Abdurrahman.
Abdil
:
Abdülkadir’den bozma bir erkek ismi.
“Andırın’ın Gökahmetli Köyü’nde Abdil Ağa derler biri vardır. Hardallıktan bir genç Abdil Ağa’nın kızına aşıktır. Mehmet’in bu sevdasını duyan Abdil Ağa küplere biner.”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
Abdulla
:
Abdullah.
“İt bana gelmiyor kine
Anşa galan it beslemez
Kimsenin garnının doyduğun istemez
Deli Abdılli’ye benzerdi itim”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
abe
:
Ağabey. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
Abekir
:
Ebubekir.
“Öteden Abekir dayının sesi duyulur”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
aber
:
Bölgemiz göçmen ağzında haber.
abeş
:
1. Derisi alacalı olan hayvan yahut insan.
2. Boz-kızıl renkli olan.
abıca
:
Abla.
abıcambak
:
Karışık, anlaşılmaz, iç içe girmiş, girift.
“Abıcambak işlere oldum olası aklım fikrim ermez.”
abık sabık
:
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
abık sapık
:
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
abıkert
:
Avukat.
“Möhkem bir abıkert dutmuş Göztepe köyünün Kahyası Hacı Murad Efendi, habarınız oldu mu acaba. Abıkert bey İzmir’de dururumuş. Bir de uçak dutmuş meraların hoturafını çektirmiş.”
abıla
:
1. Hanım, hanımefendi.
2. Oba beyinin karısı.
3. Abla, büyük kız kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.)
“Gözüme bir hayal… Dezzem bir tarafına gaynanası da bir tarafına oturmuş gadının. Bir elbise var, Emine abılamın. Gözümün önüne geldi kele.”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
abılobut
:
İri, şişman, hantal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abınmak
:
Yere kepsimek, düşer gibi olmak
abır
:
Namus, şeref, haysiyet. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
abırcın
:
Memnun. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abış yerler
:
Apış arası, bacak arası.
abıyanan
:
Aba ile.
“Ne yatıyon abıyanan
Üsdün’örtdüm libiyanan
Ben Hasan’a düğün gurdum
Bir belicik obuyanan”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
Abil
:
Bölgemiz göçmen ağzında Habil.
a:bince
:
Hemen arkasından, peşisıra, zaman geçirmeksizin, aceleyle, ivedi, akabinde, akabince.
“İnsan başarılı olmayı düşündüğü zaman âbince başarısız olma endişesini de taşımaya başlar.”
a:binmak
:
Yere kepsimek, düşer gibi olmak.
abicik
:
Ağabey.
ablak
:
Güzel, çok hoş görünümlü, yüzü dolgun, güzel, mert, yuvarlak yaygın yüz, degirmi.
“Ablak Gar’ismet’im ablak
Gıyıp da vurmadım şaplak
Ben sana doymadım guzum
Doysun gayrı gara toprak”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
ablag yüzlü
:
Beyaz dolgun yüzlü.
ablık
:
Çok beyaz, parlak.
“N’ola askere gidiydi
Günü yetenler geliyor
Fayan durma Efend’ede
Eller gün ablık alıyor”
(Kaynak: Osman Taştan, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. )
abo, abo: abov, abo:v
:
“Aman”, “amanın” gibi, şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük.
“Abôv, kurbanınız olayım, ocağımız batmış da haberimiz yok.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
abohan
:
Obur, çok yiyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abo:oş
:
Sarhoş narası.
abra
:
1. Bir yükü denkleştirmek için hafif gelen yana konulan ağırlık; teraziyi ayarlamak için hafif gelen kafaya konulan taş.
2. Minnet.
abraş
:
1. Patavatsız, sözü hoşa gitmeyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Alacalı, benekli.
3. Çarpık, eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abrıl
:
Nisan.
abraza gitmek
:
Tersini yapmak, zıt gitmek, zıddına gitmek.
abu
:
1. Bölgemiz göçmen ağzında; abla.
2. Aslı ebu olup paşa, baba demektir.
abu:
:
Şaşma ve korku ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
abulüstü
:
Dört ayak üzerinde dikili durma.
abudamya
:
Çocukların bir çoğunun günümüzde adından bile haberdar olmadığı bir tür çocuk oyunu, birdirbir oyunu.
“Löttük, minavara, gulle, mık, gosguç,saklambaç, kovalambaç, köşe kapmaca, çöodürüm eşek, abudamya, mici, kömbe, çelik, şaka-soyak, sağlama, solaklama oynayan çocuklar yok artık.”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
abukert
:
Avukat.
abuket
:
Avukat.
abul abul
:
Yavaş yavaş, ağır ağır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
abulobut
:
1. Obur, çok yiyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
2. İri, şişman, hantal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
3. Kaba saba, görgüsüz kimse.
4. Çok iri yapılı, hantal kimse.
“Irahmatlık abulobut biriydi. Dêl tabıt toprağa bile sığmazdı”
abulüstü
:
Dört ayak üzerinde, dikili durma.
abur cubur
:
Gıdasız yiyecek.
aca
:
Amca, emmi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.)
acabek
:
Böğrülce.
“Acabekler oldu mu?”
acak
:
Azıcık, biraz.
“Hac’Osman yoluna dursun
İrbehem harçlığın versin
Acak eğlen mor beliklim
Sehildeki oğlum gelsin”
(Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, , Cilt I))
acalmak
:
Fazla kullanılmaktan makine dişlileri aşınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
acama
:
Genç delikanlı.
acanta
:
1. Yeni, gıcır gıcır.
2. Acenta, bir ticari müessesenin temsilciliği.
“Zengin adam. Atabos alım diür. Yâni yenisini çekim diür, acantadan diür”
acap
:
Acaba.
“Al yanağın elmas m’ola, kar m’ola
Çapraz vurmuş, düğmeleri dar m’ola
Acap mislin şu cihanda var m’ola
İnsem, gitsem Hindistan’a, Yemen’e”
(Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, , Cilt I))
acar
:
1. Çevik, enerjik, tezcanlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.)
2. Cesur, kabadayı, atılgan, gözüpek, yiğit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
3. Peki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
4. Sonradan Müslüman olanlara da denilir.
5. Açıkgöz, zeki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.)
6. Yeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.)
”Esgisi olmıyanıŋ, acarı olmazımış.”
(Toros Atasözü)
Acar itağiyi tutuyoŋmu gız?
(Pekşen Tamdoğan, Yeğen Kozanoğlu, Kozanca, Kozan Ağzı Üzerine bir inceleme, Adana)
Acar elek yüŋseğe asılır(Toros Atasözü)
acar konak dutturmak
:
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Yeni konak yaptırmak.
acar geyer yok gimi, eski geyer b.k gimi
:
Toroslar bölgesinden bir atasözü.
acara
:
Cigara, sigara.
acarlama
:
Yenileme.
acarlamak
:
Yenilemek.
“Gine tuttu Gâvur Dağı boranı
Hançer vurup acarladın yaramı
Sana derim Mıstık Paşa öreni
İçimdeki bunca beyler nic’oldu?”
(Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, )
acarlanmak
:
(İnsan, hayvan veya bitki)Kuvvetlenmek, gürbüzleşmek, gelişmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
acas
:
Haber, radyo haberi, ajans.
acayib
:
Tuhaf, yadırganan, şaşılacak, şaşılmaya değer.
“Sevda sevda derler behey yarenler
Ermeyince bir acayib hal olur
Varıb bir kız on yaşına girince
Açıolmadık bir domurcuk gül olur”.
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
accak
:
Birazcık, çok az, azıcık.
“Accak bakamadım yüzüne
Yanın yönün çamır olmuş
Ya n’edeyim emmim oğlu
Geri dönüyom izine”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Ali Tahta’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz)
accık, accıg
:
Çok az, azıcık, birazcık, pek az. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ace
:
Büyük kız kardeş, abla.
aceb
:
Acaba.
“Üç kirazın çölleri
Çiçek toplar yavrımın elleri
Aceb babam gelir diye
Gözler oturur yolları”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nusret’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Elife Salan)
“Bir çift güzel gördüm yolda yolakta
Altın küpe şan veriyor kulakta
Yeryüzünde insan gökte melekte
Aceb sevdiğimin eşi var m’ola?”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
acebek
:
Börülce.
aceblenmek
:
Hayrete düşmek, şaşırmak.
“Aceplenmen benim ağladığıma
Bir od düştü yüreğimde yaram var
Çevrilirim çevrilirim dönerim
İşte güzel adam şöyle halım var”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s. )
acel
:
Ecel.
“Gel Hülya yanıma otur
Elini elime yetir
Acel geldi, vade yetmiş
Gannı oldu goca motur”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üzeyir Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Fadime (Ayten) Koyuncu)
Acem
:
İran.
acemletmek
:
Tabanca ve tüfeğin tetiğine yanlışlıkla basmak.
acene
:
Tırpanın sap geçirilecek deliğini açmaya yarayan çelikten yapılan bir aygıt.
acep
:
Acaba.
“İslahiye’ye gediciğim
Makineler alır m’ola
Altı bebeği vericiğim
Acep vekili olur m’ola”
(Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya )
acer
:
Yeni. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)
“Acar tutdurdu damını
Gardaşım almış namını
Dorusunu suya çekmem
Gırar da gaçar gemini”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
acevit
:
Çevik, enerjik.
Acı
:
Bölgemiz göçmen ağzında; Hacı.
acı acı ağlamak
:
Yürek burkar şekilde ağlamak.
“Evimin önü dut ağacı
Yavrum ağlar acı acı
Aklım erer gözüm görür
Nasıl vereyim Selver bacım”
(Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana )
acı ga:rek, acı geyrek
:
Mide ekşimesi, hazımsızlık ve bundan ileri gelen geğirti. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
acı geğrik
:
Mide ekşimesi, hazımsızlık ve bundan ileri gelen geğirti. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
acı haber duymak
:
Ölüm haberini almak.
“Duyunca acı haberi
Geldim didine didine
Musa, Mehmet dövünüyor
Başında ağlar Medine”
(Aşık İbrahim Karalı, Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana )
acı hısım olana gadar dadlı goŋşu olak
:
Düğürcülük yapıldığında özellikle kız evinin oğlan evine vereceği cevap olumsuz ise bu söz kullanılır.
“Acı hısım olana gadar dadlı gonşu olak.”
acı kireç
:
Yanmamış, sönmemiş kireç.
acı su
:
Sifâlı su, kükürtlü su, maden suyu, içme suyu.
acı:rag
:
Az acı. Acımsı.
acıca
:
Maden suyu pınarı, kaynak; acı su kaynağı, içme.
acıcacık
:
Acı acı, acı veren.
acık
:
1. Üzüntü, elem, keder.
2. Biraz, azıcık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
“Güllü’m örsem beliğimi
Acık alsam soluğumu
Benim geldiğime bakman
Del’eyledim kılığımı”
(Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay. , Cilt II)
acıkdan, acıktan
:
Biraz sonra, birazdan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
acıklanmak
:
Kızmak, çıkışmak, öfkelenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
acılamak
:
Sıkıştırarak, örseleyerek, rahatsız ederek sevmek.
acılar içinde
kıvranıp pişmek
:
Bedenin ve ruhun dayanamayacağı acılara maruz kalmak.
“Hatice’m gavur vereme düştün
Acılar içinde gıvrandın piştin
Şifa olsun diye kömeçler içtin
Doktorlar derdini bilmedi yavrum”
(Aşık Ali Anbarcı, Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana )
acılı
:
Dertli, yaslı, üzüntülü.
acımak
:
1. Canı yanmak.
“Hani benim emmioğlu Bücür’üm
Yüreğime bir od düştü acırım
Sarı Haliloğlu çeksin ecirim
Bölge bölge timarlarım kal demiş”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
2. Bir kimsenin ya da şeyin durumuna çok üzülmek.
acımık
:
Öd, safra kesesi.
acımıklı
:
Yufka yürekli, merhametli.
acımuk
:
Çokca buğday tarlasında biten ve deice, karamuk da denilen ot ve tohumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
acından
:
Açlıktan.
acından ölmek
:
Çok acıkmak.
“Amma var ya heç guvvad galmamış. Dere depe dememiş dolaşmışlar. Acından ölmüşler.”
acınmak
:
Derdini dökmek, derdini söylemek, dert yanmak.
acırak
:
acı gibi, acıya benzer.
acışkınlığınan
:
Üzüntüynen.
acışmak
:
1. Birinin ölümüne, felaketine hep birlikte üzülmek, yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
2. Canı yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
“Karacoğlan bunu böyle söyledi
İndi aşkın deryasını boyladı
Kızlar gitti diye pınar ağladı
Acıştım yüreğim yandı bu nara”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
3. Çok üzülmek, üzülmek, acımak, içten acımak.
“Gözlerinden akan kanlar, yaşlar sakalına aşağı sızmaya başlamıştı. İlk anda duyduğu ağrıları azalınca Deli Yusuf acıştı, söyledi görelim neler söyledi.
“Ne suçum var bilemedim ben bunu
Küçük Ali’m yetim kalır ağalar
Çok emekler çektim hep oldu zayi
Malım mülküm talan olur ağalar”
(Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş )
acıycık, acicik
:
Çok az, azıcık.
“Acıycık verseydin elin mi kırılırdı.”
acīz etmek
:
Bezdirmek, bıktırmak.
Ḳulağına gitmiş bubamın ḳaçıracaklar ǥızını deyi bubam da beni acīz etti
acik
:
Bölgemiz göçmen ağzında;azıcık.
acilenmek
:
Meraklanmak, kederlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
aci:mcik, acimcik
:
Çok az.
acimek
:
Acımak, acı duymak, merhamet etmek, bir gıda ürününün tadının acılaşması.
“Oğlum â, oğlum â
Silahlansın çıksın dâ
Acirim sana Lüvere’m
Müfdü seslenmiyor daha”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Güllü’nün Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine))
acir
:
1. Günah
2. Acur, hıta.
“Akşam yemeğinde, içinde sızgıt parçaları olan cıvıklama ile patata kömbesi vardır. Kocaman bir tabağa da biber, hıyar, acir, havuç, üzüm, alıç, sarımsak ve göo tomatisinen, nahanadan oluşan sirkeli turşu doldurulmuştur ki, kokusunu duyan komşular zaman zaman eline bir sahan verdiği oğlunu koşturup anamın annı ağrıyorumuş da ıcık turşu istedi, suyundan da gosun dedi, diye istetecek kadar iştah açıcıdır.”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
a:ciş mēciş
:
İslami isimlerin dışında kalan yeni moda isimler.
acişmek
:
Üzülmek.
aciz
:
Çabaları neticesiz kalan ve elinden herhangi bir çare gelmeyen kimse.
“Bağıran, çağıran aciz bülbülüm
Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm
Karacoğlan der ki imdatçım ölüm
Mezardan gayrı bir yol bulamadım”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
aciz kalmak
:
Uğraşılara ve gayrete rağmen sonuç alamamak.
“Aciz kaldım şu gönlümün elinden
Benim gitmediğim yollar mı kaldı?
Cevr idi ki yüz döndürüp serimi
Başıma gelmedik hallar mı kaldı?
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
aco
:
Pamuk ipliğinden dokunmuş çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
acölüg
:
Açgözlü.
acur
:
1. Salatalık cinsi sebze
2. Hırpalanmış, eski, yıpranmış, örselenmiş.
aç
:
Yoksul. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
aç alavan
:
Aç karnına, acı acına, karnını doyurmadan.
aça:vermeg
:
Pamuk, buğday gibiürünler henüz olmadan karşılığında para vererek ürünü ucuza almak, ucuza kapatmak. Bir tür faizli para vermek.
açacag, açacak
:
Bir seyi açmaya yarayan alet, düğme, anahtar, dil..
açar
:
1. Kalemtraş, kalem açacağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
2. Anahtar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
Aççe
:
Bölgemiz göçmen ağzında; Hatice.
açıcak
:
Açınca.
“Humâ kuşu gibi yüksek uçıcak
Bölük bölük kanatların açıcak
Fırsat bulup yarim ile kaçıcak
Duman ver hey güzel Allah duman ver”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
açıg
:
Kapalı olmayan, tesettürsüz.
açıgcı
:
Açığa para veren, faizci.
açığrak
:
Daha açık.
açık seçik
:
Çırıl çıplak, tüm çıplaklığı ile.
açık sucuk
:
Açıkça, utanmadan.
açıḳcaŋ
:
İşin gerçeği, açıkça.
açıkçı
:
Beleşçi, bedavadan geçinen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
açılan gülleri
solmak
:
Çocukları ölmek.
“N’oldu ise bana oldu
Açılan güllerim soldu
Ne durursunuz din gardaşlar”
(Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana )
açılındı
:
Açıl artak, açsana anlamında bir söyleyiş.
“Evinin önünde yörüdüm yoldan
Doğrulup baktım da ar ettim elden
Yanakları farksız kırmızı gülden
Kırmızı goncam gayrı açılındı”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
açım vermek
:
Rahat açılmak, yufka gibi ince açılmak.
açımlı
:
Yufkası kolay açılabilen özlü, ufrasız un.
açınca
:
Açtığı zaman.
“Düğün olup al bayrağın açınca
Usul boya yeşil kemha biçince
Yâr salınıp kız karşına geçince
O zaman bildim ki söz uğrun uğrun”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
açındı
:
Aç artık, açsana anlamında bir söyleyiş.
“Gelin der ki ben yaylaya göçeyim
Pınarlardan soğuk sular içeyim
Yare karşı ak göğsümü açayım
Aç göğsünü yar gayri sen açındı”
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara
açıntı
:
Meralık alandan açılan tarla.
âçır
:
(Zaman ve mesafe olarak).e/a kadar. Tek başına kullanılmaz. İsimlere ya da zarflara eklenerek kullanılır.
“Keskin yel gün batanaçır, arsız avrat el yatanaçır”
(Elbistan Atasözü)
açkı
:
1. Tabaklanmış derinin yüzünü parlatmaya yarayan kalın camdan, slindir şeklinde bir alet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Önsöz, başlangıç.
3. Açılmış bazlama halindeki ekmek, yufka.
4. Herhangi bir kilidi açan araç, anahtar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm. Ada.)
açma
:
Ormanlık alandan ağaçlar kesilerek açılan tarla.
açmayıŋ
:
Açmayasınız.
“Hiçbir daha yükseklerden uçmayın
Uçarsam da kanadımı açmayın
Muhannatın köprüsünü geçmeyin
Coşkun sele uğratayım yolumu”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ad vurmak
:
İsim koymak.
ada
:
Küçük arazilere ada denilmektedir.
adağa
:
Tavlanmış, ekin ekilecek duruma gelmiş toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.)
adağnan
:
Adak ile.
adak
:
Yaş iken çimlenmeye elverişli şekilde kurumuş toprak.
adaklı
:
Söz verilmiş, nişanlı, bellikli.
adal
:
Erkek dana, tosun.
adam asmaca
:
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu.
ADAM ASMACA En az iki kişi ile oynanır. Evde ya da okulda oynanan bir sözcük oyunudur. Oyun için gerekli malzemeler kâğıt ve kalemdir. Oyuncunun biri ebe seçilir. Seçilen ebe bir sözcük tutar. Diğer oyuncu bu sözcüğü tahmin etmeye çalışır. Doğru tahmin edilen harf sözcüğün içinde yerini alır. Doğru tahmin edilmeyen her harf için, ebe olan kişi, asılan bir adam figürünün bir parçasını çizer. Önce ters “L” harfi biçimindeki darağacının direği sonra adamın, teker teker vücudu oluşturulur. Adamın vücudunun tamamlanmasıyla karşı taraf asılmış olur.
(Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, , s)
adam ata
:
Adem Baba.
adam güzeli
:
İnsan güzeli.
“Aklım aldın gözlerini süzeli
Benzime düşmüştür ayva gazeli
Sana derim behey adam güzeli
İki leblerinden bir yanağından”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
adam seyrine
almak
:
İtibarlı insana davranır gibi davranmak.
adamahıllı, adamakıllı
:
Tam anlamıyla. Tamıtamına.
adamdaş
:
Yerel bir efsaneye göre taşlaşmış çocuklar.
Adamdaşlar “ Allah’ım beni daş et” dėmiş
adamıŋ dölü
:
insanoğlu, herifin dölü, adamın dölü şeklinde de kullanılmaktadır.
adamıŋ gözünüŋ içinde bir göz
daha var
:
Çok uyanıklar için söylenir.
“Adamın gözünün içinde bir göz daha var.”
adamlıg
:
İnsaniyet.
adamlıklı
:
Hatırlı, gönüllü, kıymet bilen.
adamlıksız
:
Kıymet bilmez, hatırsız.
adammar
:
Adam var.
“Gıg tene adammar dedi.”
(Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, funduszeue.infoş )
adamna:
:
Bölgemiz göçmen ağzında; adamlar.
Adana’dan gelir bekar
:
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptıfunduszeue.info işçilerinin bir kısmına bekarlar derler. Bunlar çoğunlukla bekardırlar. Mevsimlik değil, yıllık işçilerdir. Bekar işçileri çalıştırmak: Toroslarda çok zenginliği gösterir.
adar
:
Süre, zaman, müddet.
adarı yetmek
:
Vakti gelmek, vakte erişmek.
adarsız
:
vakitsiz, zamansız.
adem oğlanı
:
İnsan oğlu.
“Şu dünyaya gelen âdem oğlanı
Allah Allah deyip ölse gerektir
Çıkardılar cenazemi yumağa
İmam namazımı kılsa gerektir”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
adep bir lakırdı
:
Affedersiniz anlamında.
adet olunmak
:
Gelenek görenek haline gelmek, adet olmak.
“Sevdiğim üstüne dört libas giymiş
Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz
Güzellere dört şey adet olunmuş
Bir şive, bir cilve, bir eda, bir naz”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
adet oluptur
:
Adet olmuştur, gelenek haline gelmiştir.
“Karacoğlan der ki böyle oluptur
Ala gözün kan yaş ile doluptur
Ol asırdan beri âdet oluptur
Ergen kızlar yiğitlerle yan gider”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
adı / adları batasıca
:
Domuz, yok olasıca.
“Adı batasıca talan etmiş Hayvacık’taki mısır tarlasını.”
adı belli
:
1. İşe başlamışken, yapılan işi bitmeyecekse de bitirme, ya da ek işler ilave ederek onların yapılmasını da sağlamak için kullanılır.
2. Oldu olacak, bari.
Adı belli ende: donu da çıkarıver.
adı böğrüne uğrasın
:
Ölsün, gebersin anlamında bir ilenç.
adı çekilmek
:
Bir kız veya kadının adı çıkmak, hakkında söz sözylenmek, dedikodusu yapılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
adı kulağına değmek
:
Çok ünlenmek, kendi ünün başkalarından duyar olmak.
adı üstü
:
Adını aldığı aile büyüğü.
adıbatası
:
Köstebek de denilen çıban, kemik veremi, sıraca.
adık
:
Ters, aksi.
adıkmak
:
Kötü ün almak, adı kötüye çıkmak.
adıŋ
:
Adını.
“Nerde kaldı şekerli kurabiye
Ne demeli fürun eti kebaba
Bazılar da su mu katar şaraba
Neme lâzım adın demek isterim”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
adıŋı bağışla
:
İsmini söyle.
“Adını bağışla”
adını deliye g.tünü çalıya vermek
:
Kendini bir şey bilmiyor gibi gösterip her
yaramazlığı yapmak.
Adıyaman
:
Bir meyve adı.
“O güzel meyveler bittiği zaman
Toplayan getiren cümleden heman
Dediler lezzeti şol adıyaman
Anında kabuğun soymak isterim”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
a:di
:
Ayakkabı yapmaya yarayan tahta saplı demir.
adiles
:
Adres.
a:dirmeç
:
Ağaç eğilerek yapılan alet.
a:dirmek
:
Eğdirmek.
“Hallaç, hallaç geldi; âdirilecek yünûz yok mu; atılacak yünûz yok mû?”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
adi
:
Bölgemiz göçmen ağzında; haydi.
adist
:
İsmi verilen kişi.
adisti
:
Ölen erkek çocuğun adının sonradan doğana verilmesi.
adivet
:
Düşman, hasım.
admış
:
Altmış.
“Kâd varıdı. İsgambil oynallardı. Admış altı oynallardı. Tavla oynallardı. Boncug sayallardı.”
(Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, funduszeue.infoş )
adref
:
Etraf.
a:dirmek
:
1. Eğilmek.
2. Dengesi bozulmak.
adu
:
Düşman.
“Aşk değil mi beni derde düşürten
Ferhad gibi yüce dağlar aşırtan
Bizi böyle yarden ayrı düşürten
Adu mudur engel midir el midir”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
aeleşmek
:
Oyalanmak.
afalak
:
Şaşkın, sersem, aptal kimse.
afar
:
Tahıl karışımı, harman savrulduktan sonra arta kalan topraklı, taşlı ve samanlı buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
afara
:
1. Bahçe ve bostanlardaki kalıntı, bir şeyin en son kalan döküntüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
2. Tahıl karışımı, harman savrulduktan sonra arta kalan topraklı, taşlı ve samanlı buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)
“Harman yerinde afaranın altını üstüne getirirdi karatavuklar.”
afaracı
:
Harman yerlerindeki hububat döküntüsünü toplayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
afaralamak
:
Harman yerinde kalan tozlu, topraklı hıbubatı toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
afarızlamak
:
1. Hırsızlık etmek, çalmak, aşırmak.
2. Soğuk almış hayvanları tedavi etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
afat
:
Yaramaz, afet, tufan.
afedeŋ
:
Af edersin.
“Afeden eşşân bir tarafına un yüglediller, bir tarafına burgur, gız evinde bişeceg yemek oulan evinden gederdi.”
(Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, funduszeue.infoş )
afen
:
Kalite olarak düşük, ehven.
“Akşamın hayrından sabahın şerri afendir.”
(Andırın Atasözü)
ȃferen gimi
:
Benzetme amaçlı olarak birine bir şeyleri verip, söyleyip araya girip arayı bozan, zehriveren, ama zehre zerk etmeyen kişi.
a:fet
:
Güzel ve endamlı kadın.
“Bire âfet sürdür atın
Geçer çağın demedim mi
Haramî olmuş gözlerin
Beller keser demedim mi”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s. )
afferin
:
Övme, takdir, beğenme vb. duyguları belirtmek için söylenen söz, bravo.
afır
:
Ağır.
Na:dar afırsın yav
afırmak
:
Öfkeyle ağzına geleni saymak, küfretmek, bağırıp çağırmak, paylamak.
afkalamak
:
Çamaşırı sıkıca ovalama, bastırma. Karşıdakini fazla olamamak şartı ile biraz sarsıp, dövmek.
aflak
:
Bir av kuşunun ismi.
Karahacılı ismindeki Türkmen aşireti'nin Adana Valisi Halil Paşa'nın ( ) Adana'nın kuzeyinde Seyhan Vadisi üzerinde dağ eteklerine yerleştirilen Dadaloğlu'nun soyunu teşkil eden Karahacılı bucağının 24 parça köyünden biridir. Bu köye halk "Aflak" dediği halde resmi işlerde "eflak" olarak geçer.
aftala:ca
:
Bölgemiz göçmen ağzında; haftalarca.
afur
:
İkinci kalite salatalık.
afzal
:
Daha iyi, efdal.
aga
:
1. Ağabey, büyük erkek kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.)
2. Baba.
agap dönmek
:
Aynı yerde debelenip durmak, olduğu yerde dönüp durmak.
agibet
:
Akıbet, son, sonuç.
“Agibedimiz hayıllossun.”
agdarmag
:
Altını üstüne getirmek.
agkın
:
Yüksek, muvazenesi bozuk, denk, yük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.)
aglatagla
:
Altüst.
“Aglatagla döndürmek, aglatagla etmek, aglatagla olmak şeklinde kullanılır.”
agmın
:
Pislik, insan pisliği. Eskiden helalarda kokuyu önlemek için pisliğin üstüne kül dökülerek tarlalara atılırdı. Bu karışıma da agmın denilmektedir.
“Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, agmını da mı bilmiyorsûz?”
(Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı )
aġraba
:
Akraba.
agrebe
:
Akraba.
agsuata
:
Alışveriş.
ağ
:
1. Ak, beyaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)Yörüklerde sevgi ve kutsallığı simgeleyen bir renktir.
2. Tarla sınırı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
3. Gerdanın göğüsten üste kalan bölümü.
“Karacoğlan der ki indim bağına
Arkamı da verdim Keşiş Dağı’na
Yüzüm sürdüm ak gerdanın ağına
Kokar menecşesi gülü Bursa’nın”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
4. Ağu, zehir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
“Hösüyün’üm, Bey dediğim
Ağlar olsun yediğim
Yürême derd oluyor
Kellen kesile dediğim”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Avşar Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Bal (Çoban Kê))
ağ baht, ağıbaht
:
İyi talih. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağ dut dalı
:
Yara iyileştiren ot ismi.
ağ itiŋ pamukçuya zararı olur
:
Toroslar bölgesinden bir özlü söz.
ağ bez
:
Beyaz patiska, kâğıt bezi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağa böcü
:
Örümcek.
ağ pakla
:
Kuru fasulye.
ağ sakallılar
:
Köyün aklıbaşında yaşlıları.
ağ’yedirir
:
Ağı yedirir.
Karac’oğlan der ki n'edip ne bilmez
Gizli habarını yad eller bilmez
Ekmek ile tatlı cana kıyılmaz
Bir gün ağ'yedirir dostum aşınan
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
ağa
:
1. Ağabey, büyük erkek kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Bir topluluğun önde gelen kişisi.
“On beşimiz avlağını avlasa
On beşimiz ireçberlik eylese
Otuzumuz ağa misli söylese
İçimizde serdar olsa birimiz”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
3. Baba, koca.
“Fadıl’ın önü dere
Çadır kurdum gere gere
Sen de yoksun gayri ağam
Kim gelecek koca eve”
(Yusuf Delikoca, Çukurova Kahramanları, Ekrem Matbaası, Adana )
ağa böcü
:
Örümcek.
Ağāçlarda ağa böcü olur, o senin üstüne düşse ǥabartır.
ağaca
:
Çok açık mavi, gök mavisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağacık
:
1. Ağaçların uzun dalları.
2. Ağabey, büyük erkek kardeş.
3. İşte, şurada.
Ağacıḵ dėrdiḵ biz ardıç ağaçların uzun dallarına.
ağaçtan at
:
Tabut.
ağada
:
Ağıta.
ağal
:
1. Bahçe ve tarla kenarını çalıyla çevirme, çit.
“Evlerinin önü ağal
Otlar bitti cağal cağal
Tez gel babamoğlu tez gel
Daha senin çağın değil”
(Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya )
2. Ağaç dallarından yapılan tarla veya bahçe korumalığı. “ağal ağal” ifadesi ile evinin çevresi bakımlı demek istenir.
3. Eğil.
4. Gece kırda yatırılan koyun sürüsünü korumak için yapılan çitle çevrili yer, açık ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağ(a)lar
:
Ağalar.
“Bire ağ(a)lar bire beğler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Girmeden bir dem sürelim”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağalar
:
Ağaların.
“Ağalar içmesi hoştur
O da züğürtlere güçtür
Can kafeste duran kuştur
Elbet uçar gider bir gün”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağalarıŋ teklif
etmiş
:
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptıfunduszeue.info etmek, şölene çağırmak.
ağamgil
:
Kardeşlerim anlamında.
“Şurda, derenin kenarında biri ölmüş… Ağamgil ona bakıyorlar da dedi Dikeç Bekir.”
(İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar”, Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli )
ağan ağacı
:
Zakkum. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
ağan çalısı
:
Zakkum.
ağanak
:
Yeni doğurmuş keçi veya koyunun, oğlak ve kuzusunun üzerindeki yapışkan koruyucu , zar gibi bir sıvı.
“Halep kızı az önce guzladı. Daha emiliğinin ağanağı bile kurumadı.”
ağar
:
1. Ağır.
“Üç gün sonra geldi habar
Yola düşdüm apar topar
Midesi ağrıyor sandım
Bacım yaraların ağar”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
2. Ağırbaşlı.
3. Zengin.
“Yüksek galdırın salını
Gedsin görünü görünü
Bu kimin nesi derlerse
Ağar tüccarın gelini”
(Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya )
4. derin.
ağarlamak
:
Konuk etmek, yedirmek içirmek.
“Tok ağarlaması zorumuş.”
ağarlık
:
Düğün ve çeyiz masraflarının karşılanması için erkek tarafından kız tarafına verilen bazı bölgelerde kalın parası olarak da tabir edilen başlık parası, mehri muaccel.
“Başlık parası da tarih oldu, ağarlık da, kalın kesmek de.”
ağartı
:
Ayran, yoğurt ve süt için kullanılır. Bunların ortak adıdır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)
ağat
:
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)
“Bu arada garının gulağana bir şey çalınıyor, ağat sesi gimi bir şey. Garı, ulan bu neyin nesi guzum diye gapıya çıkıyor bir de bakıyor ki bu ses güvenin odasından geliyor.”
ağartma
:
Beyazlatma.
ağaya da kabahat bulak ama abıla da gız doğurmuş
:
Toroslar bölgesinden bir deyim.
ağayollu
:
Ağaların yolunca, ağalar gibi gelenek ve göreneklere uygun davranan kimse.
“Gülek Kalesi’nde bellidir yârim
İçinde oturan bir ağayollum
Tekerek başı da domurcuk güllüm
Allı sunam kalk gidelim yaylaya”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağaz
:
Yeni yavrulamış büyükbaş hayvanın koyu ve yapışkan olan ilk sütü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
ağba
:
Sazlık, bataklı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
ağbaz ağbaz
:
Küme küme, kafile kafile. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
Ağbaz ağbaz göçü gider gözelin.
ağbez ağbez eller
:
Kül rengi memleket.
ağbi
:
Abi.
ağbörek
:
Main şekilli motiflerle süslenmiş bir çuval dokuması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağca
:
1. Pamuk ipliğinden dokunan ve üzerine hassas şeyleri (bulgur, pamuk vs) sererek kurutmak için kullanılan yaygı, çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Siyahlı beyazlı, alaca. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
“Sen asla kötüyneneyleme pazar
Hamaylılar takın değmesin nazar
Ağca ceran gimi çölde ne gezer
Tülü maya gibi sallan gez gelin”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
3. Beyaz, beyazca, akça.
“Akmaz iken kanlı Cihan
Boz bulanık sel gidiyor
Başucunda ağca makat
Günden yana gölg’ediyor”
(M. Sabri Köz, Elbistan ve Adana Yöresi Ağıtlar, Boğaziçi Üni. Halk Bilimi Yıllığı , İstanbul)
4. Beyaz kilim.
Ağcadağ
:
Akçadağ.
Andırın/ Rıfatiye köyünün kuzeyinde, aynı köyün sınırı içerisinde bulunan, adına efsaneler oluşturmuş çevrenin en ünlü dağlarının başında gelen, kutlu kabul edilen bir dağ.
ağcak
:
Zakkum.
ağcaklık
:
Ağcak, zakkum ağacının, çalısının olduğu alan.
a:calık
:
Mükafat, bahşiş, ödül.
ağcebek, ağcabeğ
:
Börülce. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)
ağcıl
:
Beyazı çok olan, akçıl, beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
“Saçı bir gecede ağcıllandı.”
ağda
:
Pekmezin koyulaşıp katılaşmış hali.
ağdalaşmak
:
Şekerlenerek katılaşmak.
“Reçel ağdalaştı”
ağdaşı aynatmak, garadaşı gaynatmak
:
Ortalığı velveleye vermek; fitnecilik.
ağdık
:
Özür, kusur, kabahat.
ağdırmak
:
1. Ağır gelmek.
2. Herhangi bir yere tırmanma. Yukarıya doğru tırmanmak.
3. Bir şeyi eğmek, meylettirmek, çekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağı
:
Zehir.
“Tomofili getirin de
Götürelim Adana’ya
Ağı verir de öldürür
Güvenilmez hademeye”
(Kaynak: Osman Taştan, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
“Karacoğlan der ki ismim öğerler
Ağı oldu bildiğimiz şekerler
Güzel sever deyi isnad ederler
Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var?
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağı böcüsü
:
Ağaç ve çalılarda yuva yapıp yaprak yiyen tırtıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
ağı katmak
:
Zehir koymak.
“Karacoğlan yâri gördüm ıraktan
Gözlerim dolmuştu kan ağlamaktan
Korkarım sevdiğim zalım felekten
Bir gün ağı katar aşıma benim”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağıbaht
:
İyi talih. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. Osm.)
ağıl
:
Etrafı çalılarla çevrilmiş içerisinde koyun ve keçilerin barındırıldığı yer.
ağılık
:
Zakkum.
ağıloğu
:
Zakkum.
ağımsı
:
Beyazımsı, beyaza yakın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
ağın
:
Akarsu kıyılarında, genellikle dere yatakları boyunca kendiliğinden yetişen, boyu metreyi bulabilen, yaz kış sürekli yapraklı olan, pembe ya da beyaz renkli çiçekler açan, zehirli bir bitki, zakkum.
ağır
:
1. Rütbe, mertebe.
2. Olgun, terbiyeli, oturaklı, aklı başında. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağır adam
:
Değerli, saygın adam.
ağır saltanat
:
Çok gösterişli, göz kamaştırıcı yaşama şekli.
“Karac’oğlan der ki yerim içerim
Ağır saltanatla konar göçerim
Ahdım olsun seni alır kaçarım
Ferman çıkarsınlar bir benim için”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağır taş batman döver
:
“Kişi ağırbaşlı olmalıdır. Ağırbaşlılık her zaman iyidir, ağırbaşlılık erdemliliktir. En büyük kabadayılık efendiliktir.” anlamında kullanılır.
“Ağır taş batman döğer kabilinden, hiç ağzını açmıyordu.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
ağır yemek
:
Kaliteli ve bol yemek.
ağır ziynet
:
Fazla süs eşyası, çokça takı.
“Arzularım kaldı bir Arab atta
Koyma Kadir Mevlâ’m gamda firkatta
Düğünde, bayramda ağır ziynette
Anar m’ola emmi dayı el bizi”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağırlık
:
1. Yaylacıların yaylada ürettikleri mal ve eşyalar.
2. Dünürcülerin erkekleri tarafından çeyiz düzmesi için geline verilen para, başlık. Bu paraya eskiden kalın derlerdi Andırın’da. Kalın kesme tabiri kullanılırdı. Yaklaşık 40 yılı aşkın bir süredir bu adet artık hiç kullanılmıyor.
3. Deve yükü.
4. Düğün ve çeyiz masraflarının karşılanması için erkek tarafından kız tarafına verilen bazı bölgelerde kalın parası olarak da tabir edilen başlık parası, mehri muaccel.
“Başlık parası da tarih oldu, ağırlık da, kalın kesmek de.”
ağırşak
:
Bir çeşit kirmen.
ağışmak
:
1. Konuşmak.
2. Topluca koşuşmak, birlikte hücum etmek.
ağıt
:
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm.)
Bölgemizden Ermeni Katliamına ilişkin bir ağıt:
HACIN/HAÇİN AĞITI (SAİMBEYLİLERİN AĞITI, MELEK HATUNUN AĞITI): Tespit ettiğimiz örnekler içerisinde en yaygın olanı bu ağıttır. Ağıtı, Yarpuzizâde Abdülgafur Efendinin eşi Melek Hanım söylemiştir. Hacın’ı sahiplenmeye çalışan Ermeniler, Melek Hanımı, eşini, çocuklarını (sadece kızı Atfiye kurtulmuştur), akrabalarını ve çevresindeki daha birçok insanı esir alıp onun gözleri önünde insanlık dışı işkencelerle katlederler. En sonunda onu da öldürürler. Ermeniler tarafından esir alınan yakınlarının nasıl öldürüldüğüne şahit olan Melek Hanım, 20 dörtlükten oluşan bir ağıtta gördüklerini ve yaşadıklarını tek tek anlatır. Söz konusu ağıt, Melek Hanım da öldürüldükten sonra ona ait bir bohçadan çıkar. Muhtemelen okuma yazması olmayan Melek Hanımın söylediği ağıtı, birileri yazıya geçirmiş bir nüshasını da kendisine vermişlerdir. Bir rivayete göre, ağıtı bir Ermeni kızı yazmıştır. Bir başka rivayete göre de kendisiyle birlikte tutsak edilenlerden bir kız yazmıştır. Çeşitli âşıklar tarafından seslendirilen ve TRT repertuvarına da giren bu ağıtta Türklere yaşatılan vahşet bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serilmektedir:
Muşambaya yatırmışlar
Etrafında geziyorlar
Sen çete topladın deyi
Çalgı ile yüzüyorlar!
Ala kanlı sürüyerek
Taşköprü’yü aşırmışlar
Yoldan sapıp kaçtın diye
Kurşun ile bişirmişler
Kadanı alayım kaynım
Son görgü de bu muyudu
Çifte kurşun sıkılınca
Düşek yerin su muyudu
Baş katibi öldürmüşler
Değnek ile döve döve
Kürt Genco'yu yüzüyorlar
Özne gibi öve öve
Örflüyüdün Genco Çavuş
Gâvurlara eyle zavır
Osman’ımı öldürüyor
Çamsaroğlu Koca Gâvur
Sekiz Gâvur bir gelince
Osman’ımı şaşırdılar
Baban çetebaşı diye
Hacı Ahmed'i bişirdiler
Hacın oldu kanlı kuyu
Uyu Osman oğlum uyu
Hücum etti alamadı
Yıkılasın Sultan suyu
Aman bu ne acı işler
Babasını öldürmüşler
Atfiye'me selam söylen
Gökyüzünde uçan kuşlar
Şefika’mı öldürmüşler
Mektebin önünde yatar
Babam oğlu Koç Bilâl'ım
Bunu duysa neler yapar
Amir memur demediler
Hep bir ipe bağladılar
Bekiroğlu Dede Ağa'yı
Demirlerle dağladılar
Zabıt Katibi Memmedi
Topuz ile dövüyorlar
Enfiyeci Hüseyin'i
Teller ile boğuyorlar
Meydan kazanı kuruldu
Bebekleri kaynattılar
Güngörmedik hanımları
Süngü ile oynattılar
Kapı kapı geziyorlar
İfadeyi yazıyorlar
Düşman başına vermesin
Oğlak gibi yüzüyorlar
Kele Dudu kele Dudu
"Kanlı gömlek yu" diyorlar
Bebekleri kaynatmışlar
"Kuzu eti ye" diyorlar
Yaşa babam oğlu yaşa
Bu da gelir imiş başa
Kaytancı Hüseyin Efendi
Sarığı sardırmış taşa
Kara Osmanım ağ mesud'um
Bunları ben elimle verdim
Bu ne hikmet ey Allahım!
Gavıra el'aman dedim
Bir taş attı kapımıza
Sebeb oldu hepimize
Babam oğlu Beğ Bilal'ım
Dolan gel boş yapımıza
Çam oluktan top atıldı
Cebeci başını yitirdi
Eyice at topçu başı
Aram çok ocak batırdı
Hançer bıçak alıyorlar
Gayri beni kesiciler
Ayan olsun Doğan Bey'e
Urumluyu basıcılar
Bohçalarda altın saat
Ben bunları neyleyim
Elaman ey Aram Çavuş
İki destan daha söyleyeyim
Her bir mısraında farklı bir işkencenin anlatıldığı ağıt, Türklere uygulanan soykırımın açık bir örneğidir. Olayları yaşayan tanıkların anlattıklarına göre Ermeniler, genellikle ses duyulmasın diye tüfek veya tabancayla öldürmek yerine keserek, tel veya iple boğarak, taşla/topuzla ezerek, kızgın demirlerle dağlayarak ya da süngüleyerek öldürürlermiş. Ancak burada, bu işkencelerin daha fazlasını görmekteyiz. Hedeflerinin sadece Türkleri öldürmek değil, öldürmeden önce onlara ellerinden geldiğince acı çektirmek olduğu aşikârdır. Bir anneye yapılabilecek enağır zulüm gözleri önünde yavrusuna işkence edilmesidir. Bunlar bebekleri öldürdükleri, kazanlarda kaynattıkları yetmiyormuş gibi bir de annelerine yedirmeye çalışırlar. “Hacın oldu ganlı guyu” mısraı, bölgede yapılan katliamın vahametini açıkça ifade etmektedir. Bütün yakınlarının ölümüne tanık olan Melek Hanımın gücüne giden en kötü durum ise; “Bu ne hikmet ey Allah’ım / Gâvura el’aman dedim” mısralarından da anlaşılacağı üzere Ermenilere yalvarmasıdır. Her Türk kadını gibi Melek Hanım da vatanı için her şeyi yapabilir. Ama ne olursa olsun, düşman karşısında eğilmez. Ağıttaki mısralardan anlaşılacağı üzere, Melek Hanım, yakın çevresinin maruz kaldığı işkencelere dayanamayıp Ermenilere yapmamaları için yalvarmıştır. Ama bu durum ona hepsinden daha acı gelmiştir. Ağıt; “Eleman olsun Aram Çavuş / İki destan daha söyleyim” mısraları ile bitmektedir. Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Melek Hanımın söyleyecekleri henüz bitmemiştir. Onun, yapılan işkenceleri, çekilen acıları anlatabilmesi için iki destan daha söylemesi gerekmektedir. Bu durum, ağıtta geçen sözlerin abartılı olmayıp, aksine yaşanan zulmün çok azını anlattığına somut bir delildir.
(Esma ŞİMŞEK, “Ermeni Mezalimini Konu Alan Çukurova Ağıtları Üzerine Bir Değerlendirme”, Yüzyılda Eğitim ve Toplum 23 Cilt 6 Sayı 16 Bahar )
ağıt yakmak
:
1. Ağıt söylemek, ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir biçimde ağlamak.
2. Yeni bir ağıt düzmek, söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.)
“Üç gün sonra karısı, Kır İsmail’in kızı ağlamaya, ağıt yakmaya başlayacak, sonra da Seferin imi timi bellisiz olacak.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
ağıtçı
:
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işini yapan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
“Atım da yürürdü yeğrek
Boynunu yana eğerek
Bakman gomşularım bakman
Ağıtçıya öğüt gerek”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
ağıtkan
:
Çok ağlayan.
ağıtlamak
:
Şiir söylemek.
“Bele Karac’oğlan bele
Bülbül konar daldan dala
Geleceğin bilsem yola
Ağıtlardım taşlarına"
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağız
:
1. Yeni yavrulamış hayvanın ilk sütü.
2. Mutfak.
3. Olgunlaşan pamuk kozalarının toplanma işleminin her biri. İlk toplanan pamuğa ilk ağız denir. Bir süre geçince kalan kozalar açar ve bunada 2. ağız denir. Bazan 3 hatta 4 ağız pamuk kozası toplanabilir.
“Bunun ikinci ağzı da birincisi gibi olacak. Dön arkana da ilk topladığımız yerlere bak. İlk ağız gibi açmış.”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
3. Sefer, defa, kere. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
ağız adak
:
Ağız yüz anlamında bir ikileme.
ağız bağı
:
Çuval ağzı bağlamakta kullanılan ip, sicim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağız dadı yemek
:
Söz kesme, nişan.
“Bu akşam Dayımın Memmedi’nin ağız dadını yiyeceklermiş. Dayım telefonda söyledi.”
ağız dadı, ağız
tadı
:
Nişan veya düğünde oğlan tarafından kız evine gönderilen şeker, tatlı, yemiş gibi hediyeler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağız dağıtmak
:
Küfretmek, ağıza geleni söylemek, ağız bozmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağız dalaşı
:
Söz kavgası, sözle yapılan kavga.
a:z / ağız gevmek
:
Bir işi yapmakta gönülsüzlük belirtisi olarak sözü uzatmak.
ağızlanmak
:
(Bitki için) Filiz vermek, büyümeye başlamak.
ağızlık
:
1. Kuyuların ağızlarına konan delikli taş.
2. Huni
ağızlık almak
:
Bir kürek sığacak şekilde ark açmak.
ağızsız
:
Konuşmasını bilmeyen, ağzı laf yapamayan.
ağlak
:
1. Tezce ağlayan, göz yaşını tutamayan.
2. Vara yoğa ağlayan, sulu gözlü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağlar
:
Ağlayan.
“Hey ağalar izin verin gideyim
Arkamsıra ah çekip te ağlar var
Bir muradım nazlı yâre kavuşmak
Ara yerde yıkılası dağlar var”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağlar uşağım yok, anırır eşeğim yok
:
Herhangi bir işi yapmak için engeli
Bulunmamak.
ağlarca
:
Kendisine açındıran, acıklı görünen.
ağlarım
:
Ağlayan kimsem, ağlayanım.
“Alçaklı yüksekli evlerim mi var?
Kırmızı çubuklu bağlarım mı var?
Geriden acıyıp ağlarım mı var?
Sılam seni terk edeyim bir zaman
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağlarkana
:
Ağlar iken.
“Ben emmimden oğrun gasdım
Gelirken çalıya düşdüm
Ben Memmed’e ağlarkana
Hacı’m sen de mi uşdun?”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın))
ağlaşıŋ
:
Hep birlikte ağlayın.
“Ağlaşın bacım kızları
Allah onarmaz bizleri
Hatın da bahane oldu
Göresim geldi sizleri”
(Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, , Cilt I))
ağlayı ağlayı
:
Çokça ağlayarak, sürekli olarak ağlayarak.
“Ağlayı ağlayı düştüm yollara
Karışayım boz bulanık sellere
Adı sanı duyulmadık ellere
Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağlazlamak
:
Nizah çıkarmak, fesat çıkarmak, mızıkçılık etmek.
ağlendirmek
:
Eğlendirmek, oyalamak.
“Diyor Aşık Mehmet bu dertler taze
Can hayran olmaz mı cilveye naza
Serilmiş bir sufra her türlü meze
Gönül ağlendirir nazınan seni”
(Aşık Mehmet)
ağlı
:
Beyazlı.
“Hamaylısı var döşünde
Ağlı fesi de başında
Öldürmüşler Mullacığı
Gargılığ’ın üst başında”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
ağlıyamsımak
:
Ağlayacak gibi olmak.
ağmak
:
funduszeue.infot işlemek.
2. Yukarıya doğru tırmanma, yokuş(rampa) yukarı çıkmak.
3. Toplamak.
4. (Bulut, kuş) göğe doğru yükselmek, süzülerek yukarı doğru çıkmak, yükselmek, kaplamak.
“Karacoğlan der ki güle ağdığım
Bazı bazı hatırına değdiğim
Yeğin ata binip seylan koğduğum
O ıssız çölleri göresim geldi”
(Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s)
ağman
:
Suç, kusur.
ağna
:
Anla.
ağnacı
:
Zakkum.
ağnak
:
funduszeue.info, eşek gibi hayvanların debelendikleri tozlu, topraklı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. (Hayvanlar için) ağnanılan, yatıp yuvarlanılan toprak.
“Kapının önünü iki gündür sulamadım da ağnağı çıktı.”
ağnak yeri
:
Eğlenip vakit geçirme yeri.
ağnamak, a:namak
:
Özellikle toynaklı hayvanların asalaklardan kurtulmak yada kaşınmak için yerde yuvarlanmaları.
ağnanma
:
Belenme ve yuvarlanma.
ağnanmak
:
Belenmek ve yuvarlanmak. Özellikle toynaklı hayvanların asalaklardan kurtulmak ya da kaşınmak için yerde yuvarlanmaları. Sırtüstü yatıp sağa sola dönmek.
ağnur
:
Gururlu, onurlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağrı
:
1. Eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
2. Yön, taraf.
3. Yönünden, tarafından, den/dan. Tek başına kullanılmaz. Genellikle önceki sözcük den/dan biçimli olur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.)
“Köyden ağrı gelenler var. Buradan ağrı bakınca görülür, cümlelerinde olduğu gibi.”
“Padişah şöyle kıza bakmış ki, İstanbul’da değil dünyada bulunacak güzel değil. Aklından ağrı -ben bu kızın yiğidini öldürürüm, bu kızı alırım- demiş.”
(Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan , İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı)
ağrıcaklı
:
Hastalıklı, ağrılı.
ağrığına
:
Barınma yerine, konaklama yerine.
ağrık
:
1. Göç zamanı dönünce alınmak üzere bir yere bırakılan, fazla eşya, ağırlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
2. Angarya, yüksünme.
3. Yaylaya gidecek ailenin yaylaya gitmeden bir gün önce gönderdiği eşyalar, eşya, yük. Genellikle hayvan sırtına yüklenecek ölçüde yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağrıkçı
:
Göçerlerin yüklerine yardım eden,taşınmalarını kolaylaştıran kişiler.
“Allah razı olsun Andız Ali’den. On ağrıkçıya bedel idi. Allah duttuğunu altun eylesin.”
ağrıklı
:
Marazlı, hastalıklı.
ağrınma
:
İncinme, kırılma.
ağrısız başa keten sarmak
:
Başına dert açmak.
“Ağrısız başına keten sardı.”
ağri
:
Eğri.
“Hota emmimoğlum hota
Sıçırar da biner ata
Göl yerinde cirit oynar
Ağri fersin duta duta”
(Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya )
ağri kömbe
:
Börek hamuru tahtada geniş bir tabak çapı genişliğinde yuvarlak olarak açılıp bu hamurun tam ortadan bir yarısına çökelekle veya ıspanakla hazırlanmış iç yerleştirilip hamurun boş olan kısmı içli kısmın üstüne kapatılır; Bir tabağın kenarıyla hamurun ucu eğri/ yuvarlak kesilip kapatılıp ve ekmeksacında pişirilip taze yağ ile yağlanıp çayın yanında yenen börek.
ağsak
:
Hafifçe topallayan, topal, aksak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.)
ağsak it ağnağı
:
İnsanların rastgele girip çıktıkları yer.
ağsamak, ağsımak
:
Topallamak, aksamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.)
ağsaya
:
Beyaz elbise.
ağsik
:
Eksik
“Aman felek, aman felek
Ağsik mi diledim dilek
Anam bana yakışır mı?
Adana’da bebek goymak
(Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya )
ağşam
:
Akşam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
“İkindi günler üzüldü
Davarı yola düzüldü
Yiğit benim Sar’aslan’ım
Ağşamdan gözü süzüldü”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
ağşamaca:, ağşamaça:
:
Akşama kadar.
“Simonun iti: mi ağşamaça tin tin geziyon.”
ağşamdan
:
Akşamdan, bir gün önce.
ağşamı geşgin
:
Akşamın son anları, yatsı vaktine yakın zaman.
ağşamınan
:
Akşamleyin.
“Sabahanan bir yel esdi
Ağşamınan gâvır basdı
Gâvırımış gâvır düşman
Gız, gelin goymadı kesdi”
(Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul )
ağşamınan barabar
:
Akşam olur olmaz, akşamleyin.
ağşamlamak
:
Bir yerde bütün gün boyunca kalarak vakit geçirmek, vakti akşam etmek.Akşamı o an olduğu yerde beraber geçirmek, akşam misafir olarak kalmak.
“İncir çekirdeği doldurmaz işinen ağşamladım galdım.”
ağşamnan
:
Akşamleyin.
ağveren, ȃferen
:
Yeşil renkli, bir tür kertenkele türü, yörede yılanlara zehri veren kertenkele olarakinanılır.
ağyar
:
Başkaları, el, yabancı kimseler.
“Karac’oğlan der ki yârin yâr ise
Ağyâr ile muhabbeti yoğ ise
Atım sende küheylanlık var ise
Gece yar koynunda yatalım atım”
Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara , s.
Ağyar gelmiş derler [senin] salana
Desem benim derdim gelmes kelâma
Ay mı doğdu gün mü doğdu âleme
Yoksa yavrını ak göğsünü açtı mı
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
ağza
:
Aza, üye.
“Babamoğlu’nun kekili
Bende goymadı akılı
Hemi reis hemi ağza
Hemi de millevekili”
(Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök)
ağzcı:n yumula
:
Ölesin, ağzını çatalar.
ağzı ayrık ayran delisi
:
Aptal aptal, amaçsızca gezen kimse.
“Ağzı ayrık ayran delisi.”
ağzı ayrık kalmak
:
Umulmayan, beklenmeyen ya da meydana geliş şekli anlaşılmayan bir olay karşısında beğenme ile birlikte şaşırma duygusuna kapılmak.
“Yörüklerle ilgili araştırma yapmaya gittiğimizde bize dağ başındaki çadırlarında kısa bir sürede öyle bir sofra hazırladılar ki bir kuş sütü eksikti, vallahi hepimizin ağzı ayrık kaldı.”
ağzı barabar
:
Bir şeyin ağzına kadar dolu olması hali.
ağzı berk
:
Sır vermeyen, ketum kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağzı cıvık adam
:
Dedikoducu adam.
ağzı gavlak
:
Gereksiz, yersiz konuşan ve sır tutmayan anlamında kullanılıfunduszeue.info, sözüne sahip olmayan.
“Sakın ola ona sırrını demiyesin. Ağzı gavlağın biri o.”
ağzı gerik
:
Kilimlerde kullanılan bir motif adı.
Pırtlağı var, ağzı gėriği var çoḵ gúzel olur kilimler.
a:zı / ağzı gırılmak
:
Etkisini kaybetmek, gücün zayıflaması.
ağzı güzel
:
Kibar, terbiyeli konuşan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.)
ağzı kara
:
1. Kötü sözlü, ağzından kötü söz çıkan.
2. Tahtacılarda ikrarı alınmamış kişilere verilen ad.
3. Toprağın yüzündeki yarık ve çukurlarda biriken sular. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
ağzı kilitli
:
Sır saklayan, here heçe konuşmayan.
ağzı koyun
:
Yüzü üstüne, yüzü yere gelecek şekilde, yüzükoyun.
“Sonra bir yolun ortasınağzı koyun düştü kaldı”
(Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul )
ağzı pek
:
Sır tutan, ağzından kötü söz çıkmayan.
ağzı sile
:
Ağzına kadar dolu.
ağzı şeker dili bal
:
Ağzı, dili tatlı sevgili.
ağzı taplı
:
Güzel, etkili konuşan kimse.
a:zı / ağzı uçuklamak
:
Ağzında uçuk çıkmak, çok şaşırmak.
ağzı üce
:
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram.
Ters L şeklinde bir örs olup, çalışma yüzeyi uzundur. Her üretilen kabın belli aşamalarında bu örs kullanılır. Ağzı yukarıya doğru olduğu için bu adı almıştır.
(Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat s. 38)
ağzı yukarı
:
Sırtüstü.
“Güneşin altına ağzı yukarı uzanıp kalma. Güneş çarpar sonra.”
ağzı yumulasıca
:
Ölesice.
ağzı yüzüŋ guyu
:
Karnın yere değecek biçimde yatmak. İniş aşağı.
ağzıcığı yumulasıca
:
Ölesice anlamında kullanılır.
“Ağzıcığı yumulasıca.”
ağzın
:
Ağzını.
Karac’oğlan der zâtiye
Ağzın benzettim kutuya
Güzeller düşmüş kötüye
Uygun değil eşin gelin
Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara , s
a:zına / ağzına bakmak
:
Karşıdaki ne söylerse yapacak şekilde söyleyeceği şeyi beklemek.
ağzına çöp
ölçmek
:
Ağzını yoklamak, sınamak, laf almaya çalımsak.
“Ağzına çöp ölçerdim. Bülbül gibi öttü. Eteğindeki tüm daşları döktü.”
ağzına ip
ölçermek
:
Ağzını aramak, sezdirmeden niyetini öğrenmeye çalışmak.
“Ağzına ip ölçerdim. Her şeyi bülbül gimi öttü.”
a:zına / ağzına itin sıçtığı
:
Yapılacak bir hayırlı işi bozmaya çalışanların ardından yahut yüzüne karşı şerefsizin evladı der gibi söylenen bir hakaret sözü.
ağzına kemçilmek
:
Taklit ederek dalga geçmek, öykünmek.
ağzına öykenmek
:
(Bir kimsenin) Söylediklerini taklit etmek.
“Manyak mısın sen ne ağzıma öykenip duruyon iki saattir öyle”
ağzınaça
:
Ağzına kadar.
“Kayalarda biter tucca
Bacısının adı Hacca
Yernik giden anam oğlu
Ağzınaçaa dolu macca”
(Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mustafa Kıraç’ın Ağıtı, Derleyen: Erol Yıldırım, Kaynak Kişi: İzzet Kıraç)
ağzınâdar
:
Ağzına kadar, sile.
“Ağzınâdar doldur şişi:.”
ağzında yumuş kakılı
:
“Emir vermekten hoşlanan kimse” veya “Her ağzını açışında bir buyruk veriyor” anlamında kullanılır.
“Ağzı yumuş kakılı.”
ağzından çıksıŋ, yakaŋa dağılsın
:
Toroslar bölgesinden bir kargış..
ağzından osurmak
:
Yakışıksız ve adaba mugayır (edepsizce) konuşmak.
ağzını ayırmak
:
Şaşkınlıktan ya da tembellikten kendini unutmak. “İş yaparken etrafı seyretmek, başka işlere dalarak asıl işi unutmak” anlamında kullanılan bir deyimdir.
ağzını bozmak
:
Bir kimseye karşı kötü söz söylemek, küfretmek.
ağzını sarartmak
:
Tembel tembel, başıboş dolaşmak.
“Ağzını sarartana ekmek vermezler bu diyarda. Daş ol da baş yar”
ağzını silmek
:
Bir kimsenin söylediklerinin, yanlış da olsa, doğru olduğunu savunmak veya öyle görünmek.
“Onun ağzını silmek asli görevi olmuş.”
ağzını (a:zını) vermek
:
İzlemek, seyretmek.
ağzını vurmak
:
“Tadına bakmak” anlamında kullanılır.
ağzını yokarı etmek
:
Kibirlenmek.
ağzını yüceltmek
:
Kibirlenmek.
ağzınıŋ
domalışından omar dediğiŋ
anlaşılıyor
:
Yüz ifadenden ne demek istediğin anlaşılıyor.
“Ağzının domalışından Omar dediğin anlaşılıyor.”
ağzınıŋ içi yumuş dolu
:
Her ağzını açtığında bir emir veriyor anlamında bir deyim.
“Ağzının içi yumuş dolu.”
ağzınıŋ kayarını vermek
:
Bir kimseye hak ettiği yanıtı vermek.
ağzının ölçüsünü almak
:
Bir konuda birinin düşüncelerini öğrenmeye çalışmak.
Ağzının yolağı yok (olmamak)
:
Düşünmeden konuşan kimseler için söylenir.
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası