rupert sheldrake morfik rezonans / Yeni Bir Yaşam Bilimi Morfik Rezonans Hipotezi - Rupert Sheldrake

Rupert Sheldrake Morfik Rezonans

rupert sheldrake morfik rezonans

Morfik Alan ve Davranış

Her insan sonradan pişman olduğu davranışlarda bulunmuştur. Elimizde olmadan öfkelendiğimiz, kırıcı olduğumuz, önemli fırsatları teptiğimiz, aşırı duygusal olduğumuz v.b birçok davranışımız sonucunda acı çekmişizdir. Çoğunlukla zihnimiz davranışlarımızı haklı gösterecek bahaneler bulur ama bilinçaltımızdaki suçluluk duygusu farkına varmadan bizi içeriden kemirmeye devam eder ve aynı tür davranışları tekrar ederek acı çekmeye devam ederiz. Bazen de, davranışlarımızın zararını fark ederek değiştirmeye çabaladığımızda ise, daha çok direnç oluşur ve direndiğimiz davranış kalıcı hale gelir. Yani, öfkeli davranmamaya çabaladıkça daha çok öfkelenir, ertelememeye çabaladıkça erteler, tırnak yememeye çalıştıkça tırnaklarımızı daha çok kemiririz v.b. Üstelik etrafımızda davranışlarımızı değiştirmemizi öğütleyenlerin kişilerin nafile çabaları daha da çok direnç oluşturur. Bu kısır döngüden çıkabilmek için şimdiye kadar siz de, eskiden benim yaptığım gibi, sonuca (davranışlarınıza) odaklıysanız, gelin bu kez beraberce dikkatimizi sebebe verelim. Bunun için sorabileceğimiz aşağıdaki gibi iki temel soru vardır. Birinci sorunun cevabını kısaca özetleyip, ikinci soruya biraz daha fazla değinmek istiyorum. Çünkü sadece bildiğimiz ile yetinmek, aynı sınırlar içinde dönüp durmak, sınırlarımızın bağımlısı olmak demektir. Sır görünmeyen ve bilinmeyende-fizikötesinde saklıdır.

1) Davranışın temelinde fiziksel bedende ne var?
Her davranışın temelinde duygu ve düşünceler vardır. Bazen bir düşünce duyguları, bazen de bir duygu düşünceleri tetikler. Duygular bedenimizin ürettiği kimyasallardır. Her bir kimyasalın da kendine ait frekansı vardır. Duygularımız davranışlarımızı yönlendirir. Bu nedenle, eğer bir davranışımızı değiştirmek istiyorsak düşünce ve duygu kalıplarımızı değiştirmekle işe başlamakta yarar vardır. Düşünceler değiştiğinde bedenin enerjetik yapısı ve davranışlar da değişir. Bu konuda birçok farklı yöntem ve bilinç teknolojileri ile hızlı, etkili ve kalıcı çözümler üretilmektedir.
2) Bedeni davranışa yönlendiren fizikötesinde ne var?
Bu soruya İngiliz Biyolog Doçent Rupert Sheldrake’in, bilginin uzay-zamanda yer değiştirmesini kapsayan morfik rezonans teorisini, gözden geçirerek yanıt bulmaya çalışalım. Bu teori bilinç, biyoloji ve davranış anlayışımızı dönüştürmüştür. Morfik alanlar bilincimizde tecrübelerimizi şekillendiren bilgi kalıplarının taşıyıcısı olarak hizmet ederler. Sheldrake’e göre;
“Evrende hiçbir şey, ayrı gözükmekle beraber, ayrı değildir”. Evrendeki tüm sistemlerin karakteristik yapıları ve davranış kalıpları, içlerinde ve etraflarında bulunan Morfik Alanlar tarafından organize edilirler. Morfik alanlar, kendilerinden daha eski, aynı tür alanların etkisinde kalmış, önceki benzer morfik birimlerin morfik rezonansı ile şekillenirler. Birikmiş hafıza içerirler ve tekrarlandıkça artan bir alışkanlık haline gelmeye yatkındırlar. Bunu bir tür ortak hafızaya da benzetebiliriz.”
Kısaca özetleyecek olursak, etkisinde olduğumuz Morfik Alanlarının organize ettiği duygu, düşünce, davranış kalıplarını tekrar ederek alışkanlık geliştirmek eğilimindeyizdir. Aile, ülke, mahalle veya dernek, meslek v.b sistemlerin kuşaklar öncesinden gelen bilgi ve davranış kalıpları ile rezonans halindeyiz. Bu rezonans devam ettiği sürece, istesek bile şartlanmışlığımızın dışına çıkamayız. Bu bilgi ilk öğrenildiğinde, insanı önce kurban gibi hissettirse de aslında tam tersidir. Bunun farkına varmak, suçluluk duygumuzu yumuşatır ve durumları daha tarafsız gözlemleyebilmemizi sağlar. İlişkide olduğumuz toplum ve kişilerin davranışlarına daha hoşgörülü bakmaya başlarız. Tarafsızlık, gerginlik ve direnci ortadan kaldırır. Böylece, tecrübelerimizi etkileyen bu bilgi alanları ile olan rezonansımızı, hafif bir dikkat ve niyet ile etkileyerek tecrübelerimizi değiştirebiliriz. Morfik Alanlar her yerdedir. Onların daha çok farkına vardıkça rezonansımızı değiştirmeyi öğreniriz. Artık sürekli kısır döngüde dönmek zorunda değilizdir. Bazen da yaşam deneyimimizi zenginleştirmek için potansiyeli yüksek belirli morfik alanlardan da yararlanırız. Nasıl mı? Onların farkına vararak, kalpten tarafsız bir bakış açısı ile niyet ve dikkatimizi vererek. Aslında, sadece fark etmek ve çaresizce çabalamayı bırakmak bile çoğunlukla yeterlidir.

Yukarıdaki sorulara aradığımız yanıtlar düşünce yapımızı esnetmemize yarar. Yanıtların mevcut zihin yapımızı tatmin etmesi veya mutabık olmamız şart değildir. Neticede, her ne kadar somut verilere dayansa da teoridirler ve doğru olmama ihtimalini de taşırlar. Önemli olan farklı bakış açılarından bakmak için pratik yapmaktır. Bununla beraber, düşüncelerimizin hem maddi dünyayı ve fiziksel bedeni hem de fizik ötesi iletişimi etkilediğini düşünenlerin, “düşünceler değişirse tüm dünya değişir” diyenlerin sayısı hızla çoğalarak artmaktadır.
Sevgiyle,
Başak Yüksel Yıldırım

Yeni Bir Yaşam Bilimi Morfik Rezonans Hipotezi

Dünyaca ünlü bilim adamı Sheldrake bu kitabında temel olarak biyolojinin çözümü zor bazı sorunları üzerinde durmaktadır. Kendisinin ortaya koymuş olduğu biçimlendirici nedensellik ve morfik rezonans hipotezleriyle pek çok bilim adamının üzerine gitmekten çekindiği yaşam ve canlılık kendini nasıl biçimlendiriyor? sorusuna yepyeni bakış açıları getirmektedir. Sheldrakee göre organizmaların geçmiş biçimleri ve davranışları, zaman ve uzayı aşan direk bağlantılarla sonraki organizmaları direk olarak etkilemektedir. Yaşam ve şuur hakkındaki birçok temel kavramlarımızı sorgulayan Sheldrake doğanın düzenli faaliyetini değişmez yasalardan ziyade alışkanlıklar olarak yorumlamaktadır.

Dünyaca ünlü bilim adamı Sheldrake bu kitabında temel olarak biyolojinin çözümü zor bazı sorunları üzerinde durmaktadır. Kendisinin ortaya koymuş olduğu biçimlendirici nedensellik ve morfik rezonans hipotezleriyle pek çok bilim adamının üzerine gitmekten çekindiği yaşam ve canlılık kendini nasıl biçimlendiriyor? sorusuna yepyeni bakış açıları getirmektedir. Sheldrakee göre organizmaların geçmiş biçimleri ve davranışları, zaman ve uzayı aşan direk bağlantılarla sonraki organizmaları direk olarak etkilemektedir. Yaşam ve şuur hakkındaki birçok temel kavramlarımızı sorgulayan Sheldrake doğanın düzenli faaliyetini değişmez yasalardan ziyade alışkanlıklar olarak yorumlamaktadır.


Değerlendirmeler

ilkeryus

4 puan

Hiç felsefe bilmeden ağır bir felsefi tartışmayı, ya da tıp eğitimi almadan tıbbi bir metni okur gibi. Yazar benim gibi sıradan okuyucuyu değil, konunun uzmanlarını hedef almış, tartışıyor da tartışıyor. Çok ağır geldi bana,
Konular hakkında biraz bilgi sahibi olunmalı ki tartışmayı anlayabilelim. Mesela astrofizik de uç bir konu ama bu konuda kitap yazanlar ön bilgilendirmelerle okuyucuyu hazırlar, çeşitli yollarla konuyu kavramasına yardımcı olur. Buradaysa öyle bir kaygı yok. Sonuç olarak anlamadığın şey ilginçliğini de yitiriyor.


Yeni Bir Yaşam Bilimi-Rupert Sheldrake

50%(4)50% found this document useful (4 votes)
1K views pages

Description:

Yeni Bir Yaşam Bilimi-rupert Sheldrake

Original Title

Yeni Bir Yaşam Bilimi-rupert Sheldrake

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

Description:

Yeni Bir Yaşam Bilimi-rupert Sheldrake

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd
50%(4)50% found this document useful (4 votes)
1K views pages

Original Title:

Yeni Bir Yaşam Bilimi-rupert Sheldrake

Description:

Yeni Bir Yaşam Bilimi-rupert Sheldrake

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd

. . .
MORPIK REZONANS HIPOTEZI

Geleneksel funduszeue.info ve fiziğin açıklamalanna meydan okuyan birçok fenomenler


bulunmaktadır. Orneğin bir laboratuvardaki fareler belli bir labirentte yollanru
bulmayı öğrendiklerinde başka bir yerdeki fareler bu işi daha kolay
yapabilmektedir. Rupert Sheldrake bu süreci morlik rezonans olarak tanımlıyor:
Shaldrake' e göre organizmalann geçmiş biçimleri ve davranışları, zaman ve
uzayı aşan direk bağlantılada sonraki organizmalan direk olarak etkilemektedir.
Yaşam ve şuur hakkındaki birçok temel kavramlanmızı sorgulayan Sheldrake
doğanın düzenli faaliyetini değişmez yasalardan ziyade alışkanlıklar olarak
yorumlamaktadır.
Yeni Bir Yaşam Bilimi ilk yayınlandığında bilimsel çevrelerde geniş yankılar
uyandırmış ve özellikle"yenilikçi bilim adamları tarafından büyük takdirle
karşılanmıştır. Bunun ardından tartışmalar alevlenmiş ve araştırmacılar
Sheldrake'in hipotezini test etmek için deneyler tasarlamışlardır. Elinizdeki
genişletilmiş baskıda bu gelişmeler de yer almaktadır.

"Darwin'in evrim teorisi kadar geniş yankılar uyandıracak bir çalışma."


Brain / Mind Bulletin

"Biyolojik ve fiziksel gerçekliğin yapısı hakkında önemli bir bilimsel araştırma."


Nw Scientist

"Evrim fikrine geleneksel olmayan bir yaklaşımla bakan, cesur ve harekete


geçirici bir hipotez."
Arthur Koestler, The Lotus and the Robot ve Ghost in the Machine
kitaplarının yazan

"Cambridge kökenli araştırmaa biyolog Sheldrake tutarlı önermelenyle bilimsel


geleneği rahatsız ediyor."
Utne Reader

Dr. Rupert Sheldrake Cambridge Üniversitesi biyoloji ve Harvard Üniversitesi


felsefe bölümlerinden mezundur. Royal Society'de araştırma üyeliği ve
Cambridge Clare College' de bi yokimya ve hücre biyolojisi bölüm başkanlığı
yapmıştır. yıllan arasında Haydarabad'daki Araştırma Enstitüsü'nde
baş fizyolog olarak çalışan Sheldrake birçok makale ve kitaplar yazmış,
araştırmalan dünya çapında büyük ilgi görmüştür.
Rupert Sheldrake, eşi ve iki oğlu ile birlikte Londra' da yaşamaktadır.

ISBN

9
YENİ BİR YAŞAM BİLİMİ
Rupert Sheldrake

YENi BiR YAŞAM BiLiMi

Çeviren
Sezer Soner

EGE META YAYlNLARI


Kitabın orijinal adı
A New Science of Life
The Hypothesis of Morphic Resonance

Copyright© , , by Rupert Sheldrake

Bu Kitabın Türkçe Yayın Haklan Rupert Sheldrake'in izniyle


DÖNÜŞÜM BASlM YAYlN TANITIM TİC. LTD. ŞTİ. ne aittir. '

Yazılı İzin Alırunadan Hiçbir Alınb Yapılamaz©


İzmir,

ISBN 97�

•İç Baskı
Kurtiş Matbaacılık San. ve Tıc. Ltd. Şti.
Küçük Ayasofya Cad. Akbıyık Değinneni Sok.
Kapıağası İşhanı 33/6 Sultanahmet 1 İstanbul
Tel: (O 2 12) 11 2 8 Faks: (0 2 12) 40 10

•Kapak Baskı
Sevgi Ofset Matbaacılık & Ambalaj San. ve Tıc. Ltd. Şti.
Sk. No: 22/E Kenet Sitesi- Alsancak 1 İzmir
Tel & Fax: (O ) 70 20 31 85
-

•Cilt
Güven Mücellit ve Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Küçük Ayasofya Cad. Akbtyık Değinneni Sok.
Kapıağası İşharu No: 33/C Sultanahmet 1 İstanbul
Tel: (O 2 12) 10 64

•Kapak Tasanmı
Şenay HACioGLU

•Yayın
DÖNÜŞÜM BASlM, YAYlM, TANITIM TİC. LTD. ŞTİ.
Kıbrıs Şehitleri Cad. 1 Sok. No: 71 A Alsancak 1 İZMİR
Tel: (O ) 42 1 44 49 • Fax: (O ) 72 12
e-mail: [email protected]
İçindekiler

SUNUŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
GİRİŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 15
1 BİYOLOJİNİN ÇÖZÜLMEMiŞ SORUNLARI 1
Başannın Arka PU.nı 1
Morfogenez İle İlgili Sorunlar . . . . . . . . . . . . .
.

Davranış 8


Evrim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Yaşamın Kökeni 1
Fiziksel Açıklamanın Sınırlan �
Psikoloji . .. . . . . . . . .. . . . . . . .. .. . . . .
Parapsikoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35
Sonuçlar 6
2 ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI . . . . . . . . . . . . .
Tanımsal ve Deneysel Araştırma .. . . . . . .
Mekanikçilik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Vitalizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .

Organikçilik


3 BİÇİMİN NEDENLERİ . . . . .
. . . . .. . . . . . . . . 69
. .

Biçim Sorunu . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69


Biçim ve Enerji . . . .. . .. . . . . . . . . . . . . . .. . 74 . . .

Kimyasal Yapılann Öngörülmesi . . . . . . .


. . . . . 79
Biçimlendirid Nedensellik . . . . . . . . . . . . . . . .
4 MORFüGENETiK ALANLAR . . .

Morlogenetik Germler . . . .

Kimyasal Morlogenez . .

"Olasılık Yapıları" Olarak Morlogenetik


Alanlar . .. .. . ..
. . .. .. ..
. . . . . . . . . . .

Biyolojik Morlogenezde Probabilistik


Süreçler . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Biyolojik Sistemlerde Morlogenetik
Germler
. . . .

5 GEÇMiŞTEKi BİÇİMLERİN ETKİSİ . . .

Biçimlerin Sürekliliği ve Yinelenmesi . . . .


.

Zaman-ötesi Nedensel Bağlantılann


Genel Olabilirliği .. .. . .. . . . . . . . .

Morlik Rezonans . . .. . . .. . .


Geçmişin Etkisi .. . . . . .
. .

Azalmış Bir Morlik Rezonansın İmalan . ;


Olası Bir Deneysel Araştırma
6 BİÇİMLENDİRİCİ NEDENSELLİK ve
MORFOGENEZ .
. . . . .
Ardışık Morlogenezler . .

Morlogenetik Alaniann Polaritesi . . .

Morlogenetik Alaniann Büyüklükleri .. . .

Morlogenez Süresince Morlik Rezonansın


Artan Spesifikleşmesi .

Biçimlerin Korunumu ve Kararldığı . .

6 .6 Fiziksel "düalizm"le İlgili Bir Not .

Biçimlendirici Nedensellik Hipotezinin


Bir Özeti .. .. .
. . . . . . . . . . . .
7 BİÇİMİN KALITIMI .. .. .. .. . . . . .
.
. . . . .
Genetik ve Kalıhm .. .. . . . .. :
. .
Değişikliğe Uğramış Morfogenetik
Germler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Değişikliğe Uğramış Morfogenez Yollan
Baskınlık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ,
Familya Benzerlikleri . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .
Çevresel Etkiler ve Morfik Rezonans . . . . . . .
Kazanılmış Karakteristiklerin Kalıtımı . . . . . .
8 BiYOLOJiK BiÇiMLERiN EVRiMi . . . . . . . . . . . . . . .
Yeni-Darwinci Evrim Kuramı . . . . . . . . . . . : ..
Mutasyonlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Kreodlann Birbirinden Uzaklaşması . . . . . . . .
Kreodlann Dastınlması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Kreodlann Yinelenmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Diğer Türterin Etkisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
8 .7 Yeni Biçimlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
9 HAREKETLER ve MOTOR ALANLAR .
. . . . . . .

. . . . .
Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Bitkilerin Hareketleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Amipsi Hareket . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Uzmanlaşmış Yapıtann Yinelenen
Morfogenezi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Sinir Sistemleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Morfogenetik Alanlar ve Motor Alanlar . . . . .
Motor Alanlar ve Duyular . . . . . . . . . . . . . . . . .
Regülasyon ve Rejenerasyon . . . . . . . . . . . . . .
10 iÇGÜDÜ ve ÖGRENME . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Geçmiş Eylemlerin Etkisi . . . . . . . . . . . . . . . .
içgüdü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
işaret Uyaranlan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Öğrenme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Doğuştan Gelen Öğrenme Eğilimleri . . . . . . .
11 DAYRANIŞIN KALITIMI ve EVRİMİ . . . . . . . . . . . .
Davranışın Kalıtımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Morfik Rezonans ve Davranış: Deneysel
Bir Araştırma . . . . . . . . . . . . . .
Davranışın Evrimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
İnsan Davranışı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
12 DÖRT OLASI SONUÇ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Biçimlendirici Nedensellik Hipotezi . . . . . . . .
Değiştirilmiş Materyalizm . . . . . . . . . . . . . . . . .
Bilinçli Benlik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Yaratıcı Evren . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Aşkın (transandantal) Gerçeklik . . . . . . . . . . . .
EKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Ek 1 Yorumlar ve Zıt Fikirler . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Ek 2 Tartışmalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Ek 3 Yanşmalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Ek 4 Deneyler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
BİBLİYOGRAFYA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Sunuş
Yaşam ve canlılık olgusu derinlemesine incelendiğinde ortaya çı­
kan sonuçlar, beraberinde daha karmaşık ve cevaplanması güç
soruları getirmektedir: Canlı organizmaların esas yapısını teşkil
eden maddi elementler nasıl böylesine şuurlu bir şekilde organi­
ze olabilmişlerdir? Yaşamın kökeni ve amacı nedir? Canlılar tür­
lerine özgü karakteristik özellikleri nasıl kazanmışhr? vb
Tüm bu soruların cevapları pek çok farklı platformda araş­
tırılm�şhr ve bu araşhrmalar devam etmektedir. Günümüzde
özellikle genetik alanındaki araşhrmalar hayli ilerlemiş olmakla
birlikte henüz tüm sorulan cevaplandıramamaktadır. Fakat şim­
diden görülebildiği kadarıyla genetik ve biyoloji yüzyılın en
gözde araşhrma alanlarmdan biri haline gelecek gibidir.
Her alanda olduğu gibi bu bilim alanında da kesin kabul
edilen ve arhk değiştirilemez bir "inanç" haline dönüşmüş temel
fikirleri sorgulayan yürekli birkaç insan çıkmışhr. İşte Rupert
Sheldrake bunlardan biridir.
Rupert Sheldrake Cambridge Üniversitesi'nde biyoloji ve
bitki fizyolojisi alanında eğitim görmüş yetenekli bir bilim ada­
mıdır. Elinizdeki bu kitap onun ilk çalışmasıdır ve yayınlandığı
andan itibaren tüm dünya üzerinde çok geniş yankılar uyandı­
rarak kısa sürede pek çok ülkede yayınlanmışhr.
Sheldrake bu kitabında temel olarak biyolojinin çözümü
zor bazı sorunları üzerinde durmaktadır. Kendisinin ortaya koy­
muş olduğu ''biçimlendirici nedensellik" ve "morfik rezonans
hipotezleriyle" pek çok bilim adamının üzerine gitmekten çekin­
dikleri birçok konuyu izah etmektedir.
Rupert Sheldrake'i Türk okurlanna ilk kez tanıtmaktan do-

9
layı mutluyuz. Bu tip öncü eserleri sizlerle tanıştırmak için çalış­
malanmızı sürdürüyoruz.
Sheldrake'in bu önemli çalışmasını özüne sadık bir dille
Türkçe'ye kazandıran Sn. Sezer Soneri yürekten kutlar, kendisi­
ne çok teşekkür ederiz.

Ege Meta Yayınlan


Önsöz

Biyologların büyük bir çoğunluğu canlı organizmalann yalnızca


bilinen fizik ve kimya yasalarınca yönetilen karmaşık makineler­
den başka bir şey olmadıklarını kesin bir gerçekmiş gibi kabul
ederler. Ben de aynı bakış açısını paylaşmaktaydım. Ancak yıllar
içinde böyle bir varsayımın doğrulanmasının zor olduğunu fark
etmeye başladım. Çünki çok küçük bir kısmı bile gerçekten kav­
randığında, yaşam fenomeninin -en azından bir kısmının- fizik­
sel bilimler tarafından şimdiye dek tarunmamış bazı yasalara ve­
ya faktörlere bağlı olduğu bir olasılığı� mevcut olduğu görülür.
Biyolojinin çözümlenmemiş sorunlan üzerinde düşündük­
çe, bu geleneksel yaklaşımın boş yere kısıtlayıcı olc\uğuna daha
çok inanır hale geldim. Kafamda daha geniş bir yaşam biliminin
olası taslaklarını oluşturmayı denemeye başladım. Bu süreç için­
de sonraki sayfalarda ileri sürülen hipotez derece derece şekil­
lendi. Herhangi bir yeni hipotez gibi bu hipotez de aslında spe­
külatiftir ve değerleri yargılanmadan önce deneysel olarak test
edilmesi de gerekli olacakhr.
Bu sorunlara yönelik ilgim, bilim, felsefe ve din arasındaki
alanları ineelenmekle uğraşan bir grup bilim adamı ve filozofla,
başlangıcı yılına dayanan ilişkilerim aracılığıyla alevlendi.
"Epifani Filozofları" (Epiphany Philosophers) denilen bu grup
Cambridge'de ve Norfolk kıyısında Bumham Overy Staithe, To­
wer Mill'de kaldıklan sürede gerçekleştirilen seminerler ve res­
mi olmayan toplanhlarda, tarhşmalar için birçok olanak sağla­
mışhr. Bu grubun üyeleri arasında, özellikle Prof. Richard Bra­
ithwaite, Bayan Margeret Masterman, Sayın Geoffrey ve eşi

ll
YENI BIR YAŞAM BILlMI

Gladys Keable, Bayan Joan Miller,Dr. Ted Bastin,Dr. Christop­


her Clarke ve grubun üç ayda bir yayımlanan dergisi Theoria to
Theory'nin editörü funduszeue.infoy Emmet'a teşekkür borçluyum.
"Yarı-Kurak Tropikal Kuşak için Uluslararası Ürün Araşhr­
ma Enstitüsü (Crops Research Institute for Semi-Arid Tropics)"
için Hindistan'da görev yaphğım yılları arasında Hay­
darabad'da dostlar ve meslektaşlarla oldukça değerli tartışmalar
yaphm, üstelik Bayan J. B. S. Haldane cömert bir şekilde büyük
kitaplığını kullanmama izin verdi.
Bu kitabın ilk taslağı Tamil Nadu'nun Trichinopology Böl­
gesinde Shantivanam Aşram'mda kaldığım bir buçuk yılda ya­
zıldı. Orada rahat biçimde kalmamı sağlayan topluluk üyelerine
ve bu çalışmayı ithaf ettiğimDom Bede Griffiths' e çok minetta­
rım. Bombay'daki British Council Library'den BayanDina Na­
navathy ise bütün iyi niyetiyle bana gereksinim duyduğum ki­
tapları sağlamıştır..
İngiltere'ye döndükten sonra, ikinci taslağın yazımı ve dü­
zeltilmesinde dostlannun öneri ve yüreklendirmelerinin yanı sı­
ra çeşitli kopyalan okuyan elliden fazla kişinin eleştirileri ve yo­
rumlan da bana büyük ölçüde yardımcı oldu. Özellikle Bay Ant­
hony Appiah,Dr. John Beloff, Prof. Richard Braithwaite, Dr. Ke­
ith Campbell, Bayan Jennifer Chambers,Dr. Christopher Clarke,
Dufferin ve Ava Markizi, funduszeue.infoy Emmet,Dr. Roger Freed­
man,Dr. Alan Gauld,Dr. Brian Goodwin,Dr. John Green, Bay
David Hart, Prof. Mary Hesse, Bayan Gladys Keable, Dr. Richard
LePage, Bayan Margaret Masterman, Prof . Michael Morgan, Bay
Frank O'Meara, Bay Jeremy Prynne, Bay Anthony Ramsay, Ba­
yan Jillian Robertson,Dr Tsui Sachs, Prof. W. H. Thorpe, F. R. S.,
Dr. Ian Thompson, Bayan R. Tıckell (Renee Haynes), Peder· E.
Ugarte, S. J., ve Dr. Norman Williams'a özellikle teşekkür etmek
isterim.
Bu kitaptaki çizimieri ve diyagramları yaphğı içinDr. Keith
Roberts'a çok minnettanm. Dr. Peter Lawrence Şekil17'deki çi-

12
ÖNSÖZ

zirnde kullandığım meyve sineklerini, Bay Brian Snoad ise Şekil


18'de gösterilen bezelye yapraklarını bütün iyi niyetleriyle bize
ulaşhrdılar.
Taslaklan daktilo eden Bay Muhammed İbrahim, Bayan Pat
Thoburn ve Bayan Eithne Thompson'a ve provalan okumadaki
yardımları için Bayan Jenny Reed'e de teşekkür ederim.

Haydarabad
Mart

13
Giriş

Günümüzde biyoloji konusundaki geleneksel yaklaşım canlı or­


ganizmalan fiziko-kimyasal makineler olarak gören ve yaşamın
tüm fenomenlerini fizik ve kimya prensipleriyle açıklanabilir ka­
bul eden mekanik hayat görüşü tarafından biçimlendirilmiştir.l
.
Bu mekanistik paradigma2 hiç de yeni değildir; aslında bir yüz­
yılı aşkın bir süredir kültürüroüze hakim durumdadır. Pek çok
biyoloğun bu yaklaşıma sarılmaya devam etmesinin temel nede­
ni bunun işe yarıyor olmasıdır: bu yaklaşım, yaşam süreçlerinin
fiziko-kimyasal mekanizmalarıyla ilgili soruların yöneltilip ya­
nıtlanabildiği bir düşünce çerçevesi sağlamaktadır.
Bu yaklaşımın "genetik şifrenin çözülmesi" gibi ça!pıcı ba­
şarılarla sonuçlandığı gerçeği, kendi lehine sağlam bir iddia orta­
ya koymaktadır. Bununla birlikte, eleştirilerde bulunan kişiler in­
san davranışı da dahil olmak üzere bütün yaşam olgulannın ta­
mamen mekanistik bir şekilde açıklanabileceğinden kuşku duy­
mak için geçerli nedenler olduğunu ileri sürmüşlerdir.3 Fakat
mekanik yaklaşımın yalnızca uygulamada değil, prensipte de
son derece sınırlı olduğu kabul edilse bile tamamıyla terk edilme­
si o kadar kolay değildir. Çünkü o halen deneysel biyolojiye uy­
gulanabilecek tek yaklaşım modelidir ve hiç şüphesiz pozitif bir
alternatif ortaya çıkana kadar da izlenmeye devam edilecektir.
Mekanistik kuramı genişletebilecek ya da bunun ötesine ge­
çebilecek olan herhangi bir yeni kuram, yaşamın bugün fiziksel
bilimlerce tanınmayan nitelik ya da faktörler içerdiğini öne sür­
mekten daha fazlasını yapmak zorundadır. Bu nitelik ya da fak­
törlerin ne tür olduklarını, nasıl çalıştıklannı ve bilinen fiziko-

ıs
YENI BİR YAŞAM BiLİMİ

kimyasal süreçlerle ilişkilerinin ne olduğunu açıklaması gereke­


cektir.
Mekanistik kuramı yumuşatmanın en basit yolu, yaşam fe­
nomeninin fiziksel bilimlerce bilinmeyen ve canlı organizmalar­
daki fiziko-kimyasal süreçlerle etkileşim halinde olan yeni tür
nedensel faktörlere bağlı olduğunu varsaymak olabilecektir. Bu
vitalist (yaşamsala) kuramın değişik versiyonlan içinde bulun­
duğumuz yüzyıl süresince ileri sürüldü4, ama hiçbiri test edile­
bilecek öngörüler yapmayı ya da yeni deney türleri önermeyi
başaramadı. Sir Karl Poppet'ın dediği gibi, "Öir kuramın bilimsel
konumunun ölçütü yanlışlanabilirliği, reddedilebilirliği ya da
test edilebilirliğidir"S ifadesi doğruysa, vitalizm şu ana kadar ye­
terlilik kazanmayı başaramamış demektir.
Organistik ya da holistik felsefe bize mekanik teor�nin daha
köktenci bir biçimde gözden geçirilmesinin nasıl olabileceği hak­
kında bir görüş açısı sunmaktadır. Bu felsefe, evrendeki her şe­
yin önceden olageldiği gibi, tepeden hrnağa atomların belli özel­
likleriyle veya varsayıma dayalı nihai bir madde parçaağı gerçe­
ğiyle açıklanabileceğini reddeder. Bunun aksine hiyerarşik ola­
rak organize olmuş sistemlerin varlığını kabul eder. Bu sistemler,
her bileşik düzeyde, parçalannın sergilediği özelliklere dayana­
rak tümüyle anlaşılması mümkün olmayan niteliklere sahiptir
ve her düzeyde bütün, kendisini oluşturan parçaların toplamın­
dan daha fazla bir şeydir. Bu bütünler organizma�ar olarak düşü­
nülebilir. Ancak buradaki organizma terimi yalnızca hayvanları,
bitkileri, organları, dokuları ve hücreleri değil, aynı zamanda
kristalleri, molekülleri, atomları ve atomallı parçaakları da kap­
sayacak derecede geniş anlamda kullanılmaktadır. Bu felsefenin
etkileri hem biyolojik hem de fiziksel bilimlerde makine para­
digmasından organizma paradigmasına giden bir değişimi orta­
ya çıkarmışhr.A. N. Whitehead'ın o ünlü sözündeki gibi: ''Biyo­
loji daha büyük organizmalann araşhnlmasıdır; oysa fizik daha
küçük organizmalann incelenmesidir".6

16
GİR1Ş

Bu organizmik felsefenin değişik biçimleri 50 yıldan daha


fazla bir süre boyunca biyologlar da dahil olmak üzere birçok
yazar tarafından savunulmuştur.7 Ancak organikçilik doğa bi­
limleri üzerinde yüzeysel olmaktan öte bir �tkiye sahip olacaksa,
test edilebilir öngörüler ortaya çıkarabilmek zorundadır. Ancak
şimdiye kadar bu şekilde yapılmamıştır.B
Bu başarısızlığın nedenleri, en açık haliyle, organizmik fel­
sefenin en etkili olduğu biyoloji alanları, yani �mbriyoloji ve ge­
lişim biyolojisinde örneklenmektedir. Bugüne dek ileri sürülen
en önemli organizmik kavram morfogenetik alanlarla ilgili olan­
dır.9 Bu alanların, embriyolann ve diğer gelişmekte olan sistem­
lerin karakteristik biçimlerinin ortaya çıkışını açıklamaya ya da
betimlemeye yardımcı oldukları sanılmaktadır. Buradaki sorun
bu kavramın anlam belirsizliği içinde kullanılmasıdır. Terimin
kendisi biçimin gelişiminde rol oynayan yeni bir fiziksel alan tü­
rünün varlığına işaret eder gibi görünmektedir. Fakat bazı orga­
nistik kuramcılar, halihazırda fizik tarafından tanınmayan yeni
bir tür alanın, yaratığın ya da faktörün varlığını öne sürdükleri­
ni reddetmekte,ıo bunun yerine bu organistik terminolojiyi kar­
maşık fiziko-kimyasal sistemler için kullandıkları yeni bir yol
olarak görmektedirler. n Bu yaklaşımın bizi ileriye götürebilmesi
pek muhtemel değildir. Morfogenetik alanlar kavramı, bizi an­
cak gelenesel mekanik teoriden farklı birtakım deneylenebilir
öngörülere götürürse, pratik bir bilimsel değere sahip olabilir.
Morfogenetik alanların ölçülebilir etkilere sahip oldukları düşü­
nülmedikçe bu tip öngörüler de gerçekleştirilemez.
Bu kitapta ileri sürülen hipotez morfogenetik alanların ger­
çekten ölçülebilir fiziksel etkilere sahip olduklan fikrine dayan­
maktadır. Belirli morfogenetik alanların yalnızca biyoloji dünya­
sında değil, aynı zamanda kimya ve fizik alanlannda da her kar­
maşıklik düzeyindeki sistemlerin karakteristik biçimi ve organi­
zasyonundan sorumlu olduğunu öne sürmektedir. Bu alanlar,
enerjetik bir bakış açısından bakıldığında, belirsiz ya da olasılık-

17
YENI BİR YAŞAM BİLIMl

çı (probabilistic) olduğu görünen olaylarla ilişkisi olan sistemle­


ri düzenlemektedir; fiziksel süreçlerin enerjetik açıdan olası so­
nuçları üzerinde örüntülü kısıtlamalar getirmektedirler.
Morfogenetik alanlar materyal sistemlerin organizasyonu
ve biçiminden sorumluysa, kendileri de karakteristik yapılara
sahip olmak zorundadırlar. Öyleyse, bu alan-yapıları nereden
gelmektedir? İleri sürülen yanıt bunların daha önceki benzer sis­
temlerie ilişkili olan morfogenetik alanlardan türedikleridir: bü­
tün geçmiş sistemlerin morfogenetik alanları, sonraki herhangi
.
bir benzer sistem için bugünü oluşturur; eski sistemlerin yapıla­
n, hem uzay hem de zaman içinde etkinlik gösteren kümülatif

bir etkiyle sonradan gelen benzer sistemleri etkiler.


Bu hipoteze göre sistemlerin organize olma biçimlerinin ne­
deni, benzer sistemlerin geçmişte de bu biçimde organize olmuş
olmasıdır. Örneğin, karmaşık bir organik kimyasalın molekülle­
ri karakteristik bir biçimde kristalleşir, çünkü aynı madde daha
önce de bu şekilde kristalleşmiştir; bir bitki, kendi türünün ka­
rakteristik biçimini alır, çünkü türünün önceki üyeleri de bu bi­
çimi almışhr; bir hayvan içgüdüsel olarak belirli bir biçimde
davranır, çünkü benzer hayvanlar da daha önceden bu şekilde
davranmışlardır.
Bu hipotez, organizasyonun biçimleri ve örüntülerinin yi­
nelenmesiyle ilgilidir; bu biçimlerin ve örüntülerin kökeni soru­
nu ise kapsamının dışında kalmaktadır. Bu soru birkaç değişik
biçimde cevaplanabilir, fakat bunların tümü yinelenme mesele­
siyle eşit derecede bağlantılı görünmektedir
Bu hipotezden çıkarılabilecek bir dizi deneysel sonuç vardır
ki, bunlar geleneksel mekanik teoriden çok farklıdır. Tek bir ör­
nek yeterli olacakhr: bir hayvan, söz gelimi bir fare, yeni bir dav­
ranış biçimini gerçekleştirmeyi öğrenirse, sonraki benzer her­
hangi bir farenin (aynı cins, benzer koşullarda yetiştirilmiş, vb.)
aynı davranış örüntüsünü gerçekleştirmeyi daha çabuk öğren­
mesi yönünde bir eğilim olacakhr. Bu işi yapmayı ne kadar çok

18
GIRiŞ

sayıda fare öğrenirse, sonraki benzer bir farenin bunu öğrenme­


si de o kadar kolaylaşacakhr. Böylelikle, örneğin, Londra' daki
bir laboratuarda yeni bir işi yapmak için binlerce fare eğitilirse,
başka herhangi bir yerdeki laboratuarda bulunan benzer fareler
aynı işi çok daha çabuk bir şekilde yapmayı öğreneceklerdir.
Başka bir laboratuarda, diyelim ki New York' da, fareterin öğren­
me hızı Londra'daki fareterin eğitilmesinden önce ve sonra öl­
çüldüğünde, ikinci durumda test edilen fareterin birinci durum­
da test edilenlerden daha hızlı öğrenmeleri gerekecektir. Bu etki­
nin iki laboratuar arasında bilinen hiçbir fiziksel bağlantı ya da
iletişim biçiminin bulunmadığı bir durumda meydana gelmesi
gerekmektedir.

Böylesi bir ön kabul olasılık dışı ya da saçma olarak nitelen-
dirilebilir. Yine de fareler üzerindeki laboratuar çalışmalarından,
öngörülen etkinin gerçekten meydana geldiği yönünde, dikkat
çekmeye yetecek kadar kanıt şimdiden funduszeue.infoır
Biçimlendirici nedensellik (formative causation) adı verilen
bu hipotez, fiziksel ve biyolojik olguyla ilgili var olan�birçok ku­
ramınkinden radikal bir biçimde farklı olan bir yoruma yol aç­
makta ve oldukça iyi bilinen bazı sorunların yeni bir ışık altında
görülmesini sağlamaktadır. Elinizdeki kitapta bu hipotez genel
hatlarıyla ortaya konmuş, bazı imaları tartışılmış ve deneysel
olarak araştırılabilecek yönleri teklif edilmiştir.

Notlar

1 Özellikle açık bir gösterim için, bkz Monod ().


2 Kuhn'un önerdiği anlamda ().
3 Örneğin, Russell (); Elsasser (); Polanyi (); Beloff
(); Koestler (); Lenartowicz (); Popper ve Eccles ();
Thorpe ().

19
YENi BiR YAŞAM BİLlMi

4 Örn eğin, Driesch (); Bergson (a,b). Vitalist yaklaşımla


ilgili bir tartışma için, bkz. Sheldrake (b).
5 Popper (), s
6 Whitehead ().
7 Örn eğin, Woodger (); von Bertalanffy (); Whyte ();
Elsasser (); Koestler (); Leclerc ().
8 "Biyolojide İndirgeme Sorunlan" hakkındaki yakın tarihli bir
konferansta, biyolojik araşhrmalann takibi konusunda organizmik
yaklaşımın anlamlı herhangi bir farkWık gösteremediği, uygulamada
mekanikçiler ve organikçiler arasındaki yaygın bir anlaşmayla gös­
terilmiştir. Bu durum, kahlımcının, ''biyologlar arasındaki indirge­
meci - indirgemeci karşıh tartışmalarm biyolojinin yönü üzerinde,
tıpkı felsefecilerin soyut anlamda yaptıklan benzer tartışmalar ka­
dar, çok az bir ilgi ya da etkiye funduszeue.infoeceğini" gözlemlernesine
yol açmıştır. (Ayala ve Dobzhansky, editörler, , s).
9 Klasik bir anlah Weiss'de () bulunabilir.
10 Örn eğin, Elsasser (, ); von Bertalanffy ().
11 Örnek olması için C. H. Waddington ve R. Thom arasındaki
tartışmaya bakınız: Waddington (editör) (), s
12 Bu nokta elinizdeki kitabın son bölümünde tartışılmaktadır.
13 Bu kanıtlar daha sonra Kısım 11 .2'de tarhşılmaktadır.

20
1 Biyolojinin
Çözülmemiş Sorunları

BaşannmArka Planı

Mekanistik anlamda biyolojik araşhnnaların amacı T. H. Huxley


tarafından yüz yıldan daha uzun bir süre önce aşağıdaki tanım­
lamada özellikle açık bir şekilde dile getirilmiştir:
"Zoolojik fizyoloji hayvanların işlevleri ya da eylemlerine da­
ir bir öğretidir. Bu öğreti hayvan bedenlerini, çeşitli güçler ta­
rafından yönlendirilen ve doğanın sıradan güçleri açısından
ifade edilebilen belli bir iş miktarını gerçekleştiren makineler
olarak kabul eder. Fizyolojinin son hedefi maddenin molekü­
ler· güçleriyle ilgili yasalardan, bir yandan morfoloji, diğer
yandan da ekolojinin gerçeklerini çıkarmaktır."l
Fizyoloji, biyokimya, biyofizik, genetik ve moleküler biyo­
loji alanlarında daha sonrasında görülen gelişmelerin hepsi bu
fikirlerin gölgesinde şekillenmiştir. Birçok açıdan, bu bilimler
parlak başarılar elde etmiştir, ama hiçbiri moleküler biyoloji ka­
dar başarılı olmamışhr. DNA'nın yapısının ortaya çıkarılması,
"genetik şifrenin çözülmesi" ve protein sentezi mekanizmasının
açıklanması mekanistik yaklaşımın geçerliliğinin etkileyici birer
doğrulanışı gibi görünmektedir.
Mekanistik yaklaşımın en açık ve en etkili savunucuları mo­
leküler biyologlardır. Bu teoriyle ilgili açıklamalan genellikle vi­
talist ve organizmik kurarnların kısa yoldan reddedilmesiyle

21
YENl BİR YAŞAM BlLlMJ

başlar. Bunlar, mekanistik biyoloji ilerledikçe giderek geri çekil­


mek zorunda olan "ilkel" inançların kalınhlan olarak tanımlanır.
Bu açıklamalar daha sonrasında aşağıdaki satırlada devam et­
mektedir:2
Genetik materyal DNA'nın kimyasal yapısı ve buna bağlı
olarak proteinlerdeki amino asit dizilerini kodlayan genetik şifre
arhk bilinmektedir. Protein sentezinin mekanizması da önemli
aynntılarıyla anlaşılmış durumda. Arhk birçok proteinin yapısı
ortaya çıkarıldı. Her enzim protei-ndir ve enzimler bir organiz­
manın metabolizmasını meydana getiren biyokimyasal reaksi­
yon döngülerini ve karmaşık zincirleri katalize eder. Metaboliz­
ma, enzimik etkinlik oranıyla düzenlenebildiği bilinen birkaç
mekanizma ve biyokimyasal geribildirimle kontrol edilmektedir.
Proteinler ve nükleik asitler, virüsler ve ribozomlar gibi yapıları
oluşturacak biçimde kendiliğinden bir araya gelir. Proteinlerin
çeşitli özelliklerinin yanı sıra, lipit zarlar gibi diğer fiziko-kimya­
sal sistemlerin de özellikleri konusunda bilinenierin ışığında, il­
ke olarak, canlı hücrelerin özellikleri de tam olarak açıklanabil­
mektedir.
Hakkında çok az şey bilinmekte olan farklılaşma ve gelişim
sorunlannın çözümü de protein sentezinin kontrolünü anlamak­
ta yatmaktadır. Belirli metabolik enzimierin ve diğer proteinlerin
sentezinin kontrol edilme biçimi Escherischia coli bakterisinde
aynnhlarıyla anlaşılmıştır. Protein sentezinin kontrolü daha
yüksek organizmalarda daha karmaşık mekanizmalada gerçek­
leşmektedir, ancak bunlar da kısa bir süre içinde açıklık kazana­
cakhr. Sonuç olarak, farklılaşma ve gelişim, genleri ya da gen
gruplarını "açan" ya da ''kapayan", kimyasal olarak işleyen bir
dizi "anahtar" çerçevesinde açıklanabilecektir.
Canlı organizmaların çeşitli kısımlarının, bütünün işlevleri­
ne uyum gösterme biçimi ve canlı organizmalann yapı ve davra­
nışlannda görülen amaçlılık, doğal ayıklanmanın izlediği rastge­
le genetik mutasyonlar bağlamında açıklanabilir; örneğin, bir or-

22
BIYOLOJ1N1N ÇÖZOLMEM/Ş SORUNLARI

ganizmanın hayatta kalma ve üreme yetisini artıran genlerin se­


çilecek; zararlı mutasyonların ise ayıklanacak olması gibi. Bu şe­
kilde, yeni-Darwinci evrim kuramı amaçlılığı açıklayabilir; her­
hangi bir gizemli "vital faktör"ün işin içine karıştığını varsay­
mak bütünüyle gereksizdir.
Merkezi sinir sisteminin işleyişi hakkında da oldukça az şey
bilinmektedir, ama biyokimya, biyofizik ve elektro-fizyolojideki
ilerlemeler, eninde sonunda bugün zihin dediğimiz şeyi beyin­
deki fiziko-kimyasal mekanizmalar çerçevesinde açıklayabile­
cektir. Böylelikle, canlı organizmalar, ilke olarak, fizik ve kimya
açısından tam olarak açıklanabilir durumdadır. Gelişimin meka­
nizması ve merkezi sinir sistemi hakkındaki bugünkü bilgisizli­
ğimiz, bu sorunların son derece karmaşık olması yüzündendir;
ancak moleküler biyoloji konusunda yeni ve etkili kavramlarla
silahlanıp, bilgisayar modellerinin de yardımını aldıktan sonra,
artık, bu konular da daha önce düşünülmesi bile mümkün olma­
yan bir biçimde ve bir ölçekte ele alınabilecektir.

Geçmiş başanların ışığında bakıldığında, biyolojinin bütün so­


runlarının eninde sonunda mekanistik bir şekilde çözülebileceği
yönündeki bu iyimserliği anlamak güç değildir. Ancak mekanis­
tik açıklamanın başarılı olma şansı hakkında gerçekçi bir fikir ta­
rihsel ekstrapotasyandan (bilinene dayanan tahmin) daha fazla­
sına dayanmak zorundadır; bu yalnızca biyolojinin göze çarpan
sorunları ve bu sorunların akla uygun bir şekilde çözülebilme bi­
çimlerini gözden geçirdikten sonra oluşturulabilir.

Morfogenez (morphogenesis) İle İlgili Sorunlar

Biyolojik morfogenez "canlı organizmalarda karakteristik ve be­


·
lirli (spesifik) biçimin ortaya çıkışı" olarak tanımlanabilir.3 İlk

23
YENİ BİR YAŞAM BiliMi

sorun tam olarak sözü geçen biçimin ortaya çıkmasıdır. Biyolojik


gelişim epigenetiktir; yani, gelişimin başlangıanda yumurtada
zaten bulunan yapıların açılması ya da gelişimi çerçevesinde
açıklanamayan yeni yapıların görünmesidir.
İkinci sorun gelişmekte olan birçok sistemin yeniden dü­
zenleme (regülasyon) yetisine sahip olmasıdır; diğer bir deyişle
gelişmekte olan bir sistemin bir parçası alınacak (ya da fazladan
bir parça eklenecek) olursa sistem aşağı yukarı normal bir yapı
üretecek biçimde gelişmeyi sürdürür. Bu olguyla ilgili klasik ka­
nıt 'larda H. Driesch'in denizyıldızı embriyolan üzerinde
yaptığı deneylerde elde edilmiştir. İki hücreli evresinde, gelişi­
minin ilk dönemlerindeki bir embriyonun hücrelerinden biri öl­
dürüldüğünde, geriye kalan hücre yarım bir denizyıldızı değil,
küçük ama eksiksiz bir denizyıldızı meydana getirmektedir.
Benzer biçimde, dört hücreli evresinde bulunan embriyolar, bir,
iki ya da üç hücresi yok edildikten sonra da küçük ama eksiksiz
organizmalar halini alır. Diğer yandan, gelişimlerinin ilk dönem­
lerindeki iki genç denizyıldızı embriyosunun birleştirilmesi tek
bir dev denizyıldızının gelişmesiyle sonuçlanmışhr.4
Regülasyon gelişmekte olan birçok sistemde gösterilmiştir.
Bununla birlikte, gelişme ilerledikçe, farklı bölgelerin son biçim­
leri belirlenmiş olduğu için, bu kapasite çoğunlukla yitirilmekte­
dir. Ancak, determinasyonun (belirlenme) ilk evrelerde meydana
geldiği sistemlerde bile, örneğin böcek embriyolarında, regülas­
yon yumurtanın zarar görmesinden sonra da görülebilmektedir
(Şekill).
Bu tip sonuçlar, gelişmekte olan sistemlerin, morfolojik bir
hedefe doğru ilerlediklerini, bu hedefi belirleyen ve sistemin ba­
zı parçalan çıkarılıp gelişimin normal akışı altüst edilse bile,
kendilerinin bu hedefe ulaşmalarını olanaklı kılan bazı özellikle­
re sahip olduklarını göstermektedir.
Üçüncü sorun yenilenmeyle ilgilidir, organizmalar zarar
görmüş olan yapılarını bu sayede yeniler ya da onanrlar. Bitkiler

24
BIYOLOJININ ÇÖZQLMEMlŞ SORUNLARI

Şekil 1: Bir regülasyon örneği. Soldaki kız böceği Platycnemis pen­


nipes'in normal bir embriyosudur. Sağdaki ise bırakıldıktan kısa
bir süre sonra orta yerinden bağlanan bir yumurtanın alt yarısın­
dan ortaya çıkan küçük ama eksiksiz bir embriyodur. (Weiss, ).

yenilenme konusunda insanı hayrete düşüren yetiler göstermek­


tedir; aynı durum aşağı düzey birçok hayvan için de söz konu­
sudur; örneğin, bir yassı solucan birkaç parça halinde kesilirse,
bu parçalann her biri eksiksiz bir solucan oluşturacak biçimde
kendini yenileyebilir. Birçok omurgalı bile yenilenme konusun­
da şaşırtıcı yeteneklere sahiptir; örneğin, bir semenderin göz
merceği ameliyatla alınırsa, göz bebeğinin kenanndan yeni bir
mercek gelişir (Şekil2); nonnal embriyonik gelişimdeyse mercek
oldukça farklı bir biçimde deriden oluşmaktadır. Bu tür yenilen­
me ilk kez G. Wolff tarafından ortaya çıkarılmıştır; Wolff doğada
kaza sonucu gerçekleşmesi mümkün olmayan bir mutilasyon
(bozulma) türünü özellikle seçmişti; böylelikle bu özel yenilen­
me süreci için hiçbir doğal ayıklaruna olasılığı olmayacakh.s

25
YEN1 BIR YAŞAM B1L1M1

Iris

Mercek

o 12 20 26 30

Merceğin Çıkarılmasından Sonraki Gün Sayısı

Şekil Bir semenderin gözünde, asıl merceğin ameliyatla alınma­


sının ardından gözbebeğinin kenanndan yeni bir merceğin oluşumu.
(Needham, ).

Dördüncü sorun ise üreme olgusudur: Anne-babadan ayn­


lan bir parça yeni bir organizma halini alır; yani parça bütün
olur.

Bu olgular ancak, gelişen sistemlerin bir şekilde parçalannın top­


lamından fazlası olan ve gelişim süreçlerinin amaçlannı belirle­
yen nedensel birimler olarak ele alındığı bir çerçeve içerisinde
anlaşılabilir.
Vitalistler bu özellikleri vital (yaşamsal) faktörlere, organik
görüşü benimseyenler morfogenetik alanlara, mekanikçiler ise ge­
netik programlara bağlarlar.
Genetik program kavramı bilgisayarların etkinliklerini yö­
neten programlara yapılan bir benzetmeye dayanmaktadır. Döl­
lenmiş yumurtanın, bir şekilde organizmanın morfogenetik
amaçlarını belirleyen ve gelişimini bu amaçlar doğrultusunda
ayariayıp kontrol eden önceden oluşmuş bir programa .sahip ol­
duğuna işaret etmektedir. Ancak bu genetik program DNA'nın
kimyasal yapısından daha fazlasını içermek zorundadır, çünkü

26
BIYOLOJININ Ç0Zı1LMEM1Ş SORUNLARI

DNA'nın özdeş kopyalan bütün hücrelere aktarılır; bütün hücre­


ler özdeş olarak programlanıyorlarsa farklı şekilde gelişemezler
demektir. Peki, durum tam olarak nedir? Bu soruya yanıt ver­
mek gerekirse, bu fikir yalnızca bir şekilde zaman ve uzay için­
de funduszeue.infoılanmış fiziko-kimyasal etkileşimler hakkında belirsiz bir­
takım öneriler haline getirilebilir; bu durumda sorun ancak yeni­
den ifade edilmiş olur.6
Burada daha ciddi bir sorun daha bulunmaktadır. Bilgisa­
yar programı bilgisayara zeki ve bilinçli bir varlık, yani bilgisa­
yar programcısı tarafından yerleştirilir. Program belirli bir bilgi­
işlem amacını gerçekleştirmek için tasarlanmış ve yazılmıştır.
Genetik programı bilgisayar programına benzer bir şey olarak
göz önüne almak, bir yerde, programcı rolünü oynayan, hedefe
yönelik bir varlığın bulunduğu fikrini de beraberinde getirecek­
tir. Ancak, genetik programların sıradan bilgisayar programlan
değil, kendi kendini oluşturan, kendi kendini düzenleyen bilgi­
sayar programları olduğu öne sürülürse, bu kez de sorun böyle
bilgisayarların olmamasıdır. Varolsalardı bile, başlangıçta kendi­
lerini icat edenler tarafından en aynntılı biçimiyle programlan­
mış olmalan gerekecekti. Bu ikilemden çıkmanın tek yolu gene­
tik programın evrim sürecinde, rastlantısal mutasyonlar ve do­
ğal ayıklanmanın bir bileşimi sonucu oluştuğunu söylemek ola­
caktır. Böyle olunca da bilgisayar programına benzerlik ortadan
kalkar ve benzetme anlamsız hale gelir.
Geleneksel mekanikçiler organizmalann gelişim, düzenle­
me ve yeniden yapılanmasıyla ilgili görünüşte amaca yönelik
davranışın, onları morfolojik bir hedefe götüren yaşamsal bir
faktörün kontrolü altında olduklarına işaret ettiği fikrini kabul
etmezler. Ancak, şimdiye kadarki mekanistik açıklamalar, gene­
tik programlar ya da genetik yönergeler gibi teleolojik kavrarn­
lara bağlı olduğu için, amaca yönelimiilik yalnızca bu kavramla­
ra sığınılarak açıklanabilir. Gerçekten de genetik programlara at­
fedilen özellikler, vitalistlerin kendi hipotetik yaşamsal faktörleri-

27
YENI BIR YAŞAM BILIMI

ne atadıkları özelliklere oldukça benzemektedir; ironik bir şekil­


de, genetik program mekanistik bir çerçevede yaşamsal bir fak­
töre oldukça benzer gibi görünmektedir?
Elbette, biyolojik morfogenezin bugün için mekanistik bir
tarzda gereği gibi açıklanamaz olduğu gerçeği, ileride asla açık­
lanamayacağını İ<anıtlamaz. Gelecekte bu tip bir açıklamaya ula­
şabilme şansı bir sonraki bölümde ele alınmaktadır. Ancak kesin
bir yanit şimdilik mümkün değildir.

Davranış

Morfogenezle ilgili sorunlar insanın gözünü korkutacak kadar


güç olsa da davranışla ilgili sorunlar bunların da ötesine gitmek­
tedir. İlk olarak içgüdüyü ele alalım. Örneğin, örümceklerin di­
ğer örümceklerden öğrenmeksizin ağlarını nasıl örebildiklerini
bir düşünün. S Ya da guguk kuşlarını göz önüne alın. Yavrular bı­
rakılır, yumurtadan çıkar ve ·başka bir türden kuşlar tarafından
yetiştirilirler, ana-babalarını da asla görmezler. Yazın sonuna
doğru, yetişkin guguk kuşları Güney Afrika'daki kışlık yerleşim
alanlarına göç ederler. Yaklaşık bir ay sonra, yavru guguk kuşla­
rı bir araya gelir ve onlar da kendilerinden önceki kuşağın kuş­
Ianna kahlacakları yer olan Afrika'nın uygun bölgesine göç
ederler.9 Bu kuşlar göç etmeleri gerektiğini ve ne zaman göç ede­
ceklerini içgüdüsel olarak bilirler; diğer yavru guguk kuşlarını
içgüdüsel olarak tanır ve onlarla bir araya gelirler; hangi yöne
uçmalan gerektiğinin ve gidecekleri yerin nerede olduğunun iç­
güdüsel olarak farkındadırlar.
İkinci olarak, davranış sisteminin parçalarındaki değişimle­
re rağmen aşağı yukarı normal bir sonucun elde edildiği davra­
nışın düzenlenmesi ile ilgili çok sayıda örneğin göz önüne serdi­
ği bir sorun bulunmaktadır. Örneğin, bir hacağının kesilmesinin
ardından bir köpek üç hacağı üzerinde yürüyecek biçimde mo-

28
BİYOLOJİNIN ÇÖZOLMEMIŞ SORUNLARI

tor etkinliğini yeniden düzenleyebilir. Başka bir köpek beyninin


yarısı alındıktan sonra zamanla daha önceki yetilerinin büyük
bir çoğunluğunu yeniden kazanabilir. Üçüncü bir köpeğinse yo­
lu üzerine rastgele bir şekilde engeller yerleştirilmiş olsun . Bu üç
köpek de motor organları, merkezi sinir sistemi ya da çevreden
kaynaklanan zorluklara rağmen bir yerden, gitmek istedikleri
bir başka yere gidebilmektedirler.
Üçüncü olarak, öğrenme ve zeki davranışla ilgili bir sorun
bulunmaktadır; görünüşe göre, önceki nedenler çerçevesinde ta­
mamıyla açıklanamayan yeni davranış örüntüleri ortaya çık­
maktadır.
Bütün bu olgulada moleküler biyoloji, biyokimya, genetik
ve nörofizyol_ojinin yerleşik gerçekleri arasında engin bir bilgi­
sizlik uçurumu uzanmaktadır. Örneğin, yavru guguk kuşlannın
göç etme davranı�ı, nihai olarak DNA ve protein sentezi çerçeve­
sinde nasıl açıklanabilir? Doyurucu bir açıklama, belli ki, bu
davranış için DNA'sında uygun baz dizileri içeren uygun gente­
rin gerekli olduğuna ya da guguk kuşlarının bu davranışıinn si­
nirlerdeki elektrik impulslanna bağlı olduğuna yönelik bir ka­
nıttan daha fazlasını; yani, DNA' daki belirli baz dizileri, kuşların
sinir sistemi ve göç etme davranışı arasındaki bağlanhlann ania­
şılmasını gerektirecektir. Bugün için, bu bağlanh yalnızca morfo­
genezin bütün olgularını "açıklayan" aynı anlaşılması zor şey­
lerle bulunabilmektedir; yaşamsal faktörler, morfogenetik alan­
lar ya da genetik programlar.
Ayrıca, davranışa yönelik bir anlayış morfogenezle ilgili bir
anlayışı da gerektirmektedir. Örneğin, nispeten basit, aşağı dü­
zey bir hayvanın, söz gelimi bir iplik solucanının bütün davra­
nışlan "elektrik aktarımı" ve sinir sisteminin fizyolojisi çerçeve­
sinde aynnhlanyla anlaşılabilse bile, bu karakteristik "elektrik
aktanmı" örüntüsüne sahip olan sinir sisteminin, hayvanda ge­
liştikçe nasıl ortaya çıkhğı konusunda hala bir sorun olacakhr.

29
YENI BIR YAŞAM funduszeue.info

Evrim

Mendeki genetik aklımızda yer etmeden çok önce, farklı birçok


tür ve cinste evcilleştirilmiş hayvan ve bitki seçmeli üretimle ge­
liştirilmişti. Benzer bir soy ve çeşitlilik gelişiminin, doğal hayat­
ta yapay seçim yerine doğal etkiler altında gerçekleştiğinden
kuşku duymak için hiçbir gerekçe yoktur. Yeni-Darwinci evrim
kuramı bu evrim çeşidinin rastgele mutasyonlar, Mendelci gene­
tik ve doğal ayıklanmayla açıklanabileceğini iddia etmektedir.
Ancak, mekanistik düşünce çerçevesinde bile, bir tür içindeki bu
tip bir küçük-ölçekli, yani mikro-evrimin türün kendi kökeni, ya
da cinsler, familyalar ya da daha üst düzey sınıfsal bölümlerle
açıklanabileceği asla kabul edilemez. Bir düşünce okulu tüm ge­
niş ölçekli, yani makro-evrimierin uzun süre devam eden mikro­
evrim süreçleri çerçevesinde açıklanabileceğini savunur;lO diğer
bir okul ise bunu inkar eder ve başlıca sıçrarnalann evrim süre­
cinde birdenbire meydana geldiğini funduszeue.info Ancak mekanis­
tik biyoloji içindeki fikirler, makro-evrimdeki birkaç büyük mu­
tasyon ya da birçok küçük mutasyonun birbirine göre önemi ko­
nusunda farklılıklar göstermekle birlikte, bu mutasyonlann rast­
gele olduğu ve evrimin rastgele mutasyon ve doğal ayıklanma­
nın bir bileşimiyle açıklanabileceği yönünde genel bir fikir birli­
ği bulunmaktadır.
Yine de bu kurarn hiçbir zaman spekülatif olmaktan öteye
geçemez. Temelde Fosil Kayıtlan'nca sağlanan evrime yönelik
kanıtlar değişik yorumlara her zaman açık olacaktır. Örneğin,
mekanistik kurarn karşıtlan evrimsel buluşlann tamamıyla şan­
sa bağlı olaylarla açıklanabilir olmadıklarını, bunların mekanis­
tik bilirnce tanınmayan yaralıcı bir ilkenin etkinliğine bağlı ol­
duklarını iddia edebilirler. Ayrıca, canlı organizmaların davranış
ve özelliklerinin kendisinden kaynaklanan seçim baskıları, aslın­
da mekanistik olmayan içsel bir düzenleyici faktöre bağlı olarak
da göz önünde tutulabilir.

30
BİYOLO]İNIN ÇOZULMEMIŞ SORUNLARI

Sonuç olarak evrim sorunu kesin bir biçimde çözülemez.


Vitalist ve orgarıizmik kurarnlar ister istemez vitalist ve organiz­
mik fikirterin bilinene dayanan tahminini içermektedir, tıpkı ye­
ni-Darwinci kuramın mekanistik fikirterin bir ekstrapolasyonu­
nu içermesi gibi. Bu kaçınılmazdır; evrim her zaman başka te­
mellerde zaten oluşmuş olan fikirler çerçevesinde yorumlanmak
zorunda olacaktır.

Yaşamın Kökeni

Bu sorun da benzer nedenler yüzünden en az evrimle ilgili so­


runlar kadar çözümsüzdür. İlk olarak, uzak geçmişte neler oldu­
ğu asla kesin olarak bilinemez; büyük olasılıkla, yerküre üzerin­
deki yaşamın kökeninin koşullan konusunda her zaman bir spe­
külasyon yığını olacaktır. Günümüz görüşleri arasında, yaşamın
yerküreye ait kökeninin bir İlksel Çorba (Primaeval Broth) için­
de olduğu; başka bir güneş sistemindeki bir gezegende bulunan
zeki varlıklar tarafından bir uzay gemisiyle kasten göfunduszeue.info
mikro-organizmaların yerküreye aşılandığı;12 ve yaşamın köke­
ninin yıldızlar arası tozdan kaynaklanan organik maddeler içe­
ren kuyruklu yıldızlarda olduğu13 yönünde görüşler buhınmak­
tadır.
İkinci olarak, yaşamın ortaya çıktığı koşullar bilinebilse bi­
le, bu bilgi yaşamın doğası konusuna hiçbir ışık tutrnayacakhr.
Örneğin, bir İlksel Çorba içinde, ilk canlı organizmaların canlı ol­
mayan kimyasal bileşiklerden ya da kimyasal süreçlerin "hiper­
döngüleri" nden ortaya çıktığının14 kanıtlanabildiğini varsaya­
lım; bu durum bunların tamamen mekanistik olduklarını kanıt­
lamayacaktır. Organikçiler her zaman yeni organizmik özellikle­
rin meydana geldiğini, vitalistler ise yaşamsal faktörün, ilk can­
lı sisteme, tam da ilk ortaya çıktığı an girdiğini iddia edebilecek­
lerdir. Canlı organizmalar bir deney tüpünde, kimyasallardan
yapay olarak senteziense bile aynı iddialar ileri sürülebilecektir.

31
YENİ BİR YAŞAM BiLtMl

Fiziksel Açıklamanın Sınırlan

Mekanistik kuram, insan davranışı da dahil olmak üzere, yaşa­


mın bütün olgulannın ilke olarak fizik çerçevesinde açıklanabi­
leceğini varsaymaktadır. Modern fiziğin belirli kurarnlarından
ya da aralarındaki çalışmalardan ortaya çıkan sorunların dışın­
da, bu varsayım en azından iki temel neden yüzünden kuşku ta­
şımaktadır.
Birincisi, mekanistik kurarn yalnızca fiziki dünya nedensel
olarak kapalı bir yer olursa geçerli olabilecektir. Bu durum, insan
davranışıyla ilişkisi açısından ele alındığında, ya zihinsel du­
rumlar hiçbir gerçekliğe sahip değilse, ya bir anlamda bedenin
fiziksel durumlarına özdeşse, ya bunlara paralelse, ya da bunla­
rın yan etkileriyse (epifenomen) geçerli olacaktir. Ancak diğer
yandan zihin fiziksel olmamakla birlikte nedensel olarak etkinse
ve bedenle etkileşim yetisi bulunuyorsa, insan davranışı da fi­
ziksel terimlerle tam olarak açıklanamaz demektir. Zihin ve be­
denin etkileşme olasılığı eldeki kanıtlarla asla silinip ahlamaz
günümüzde mekanistik kuramla etkileşirnci kurarn arasındaki
ampirik zeminde kesin hiçbir karar alınamaz; bilimsel bir açıdan
bakıldığında bu soru çözülmemiş bir şekilde kalmaktadır. Bu ne­
denle, insan davranışırun, ilke düzeyinde bile olsa, en azından fi­
ziksel terimlerle tam anlamıyla açıklanamama olasılığı bulun­
maktadır.
İkincisi, zihinsel etkinliği fizik bilimler çerçevesinde açıkla­
ma girişimi görünüşe göre kaçınılmaz bir kısır döngü içermekte­
dir, çünkü bilimin kendisi zihinsel etkinliğe dayanmaktadır Bu
sorun modem fizikte, fizikçinin fiziksel ölçüm süreçlerindeki ro­
lüyle ilgili olarak da göze çarpmaktadır; fiziğin ilkeleri "(bazı
durumlarda yalnızca dalaylı olarak gerçekleşse de) gözlemcinin
izlenimlerine -bu nedenle de gözlemcinin düşüncelerine- baş­
vurmaksızın formüle edilemez" (B. D'Espagnat17) . Sonuç olarak

32
BlYOLOJlNİN ÇÖZOLMEMiŞ SORUNLARI

fizik, gözlemcilerin düşüncelerini gerektirdiği için, bu düşünce­


ler ve bunların özellikleri fizik terimleri çerçevesinde açıklana­
maz)S

Psikoloji

Zihnin bilimi olan psikolojide, zihinsel hallerin varlığı görmez­


den gelinerek zihin ve beden arasındaki ilişkiyle ilgili sorundan
kaçınılabilir. Dikkatini yalnızca nesnel olarak gözlemlenebilir
davranışla sınırlayan Davranışçı okulun yaklaşımı budur An­
cak Davranışçılık test edilebilir bilimsel bir hipotez değil, bir me­
todolojidir. Psikolojiye kendine özgü bir yaklaşım olarak uygun­
luğu, hiçbir şekilde belli değildir
Diğer psikoloji okullan ise birincil verileri olarak öznel de­
neyimi kabul etme yönünde daha doğrudan bir yaklaşım benim­
semişlerdir. Şu anki tarhşmamızın hedefi bakımından, tüm fark­
lı okul ve sistemleri dikkate almamız gerekli değildir; ampirik
gözlemleri açıklama girişimi konusunda geliştirilen bir psikolo­
jik hipetezin ortaya çıkardığı biyolojik güçlükleri göstermek için
tek bir örnek yeterli olacakhr. Psikoanalitik okullar davranış ve
öznel deneyimle ilgili birçok durumun şuuraltı ya da şuurdışı
zihne bağlı olduğunu varsayar. Uyanma deneyimi ve rüyalarla
ilgili gerçekleri açıklamak için, şuurdışı zihin bilinen herhangi
bir mekanik ya da fiziksel sistemin özelliklerinden tümüyle fark­
lı özelliklere sahip olmak zorundadır. C. G. Jung bu kavramı ge­
liştirirken, kavram bireysel zihinle sınırlı kalmamış, her insan
zihninin paylaştığı ortak bir temel (dayanak, alt tabaka), yanı ko­
lektif şuurdışı kavramı ortaya konmuştur:

"Doğrudan doğruya kişisel bir yapı ve tek ampirik psişe


olduğuna inandığımız mevcut şuuromuza ek olarak (ki­
şisel şuurdışını buna bir ek olarak iliştirsek bile), tüm bi­
reylerde özdeş olan kolektif, evrensel ve kişisel olmayan

33
YENİ BİR YAŞAM BiLİMİ

bir yapıda ikinci bir psişik sistem bulunmaktadır. Bu ko­


lektif şuurdışı bireysel olarak geliştirilmez, kuşaktan ku­
şağa aktarılır. Yalnızca ikincil olarak şutirlu bir hale gele­
bilen ve belirli psişik içeriklere kesin bir biçim veren ön­
ceden var olan biçimlerden, yani arşetiplerden meydana
gelir."2 1

Jung kolektif şuurdışının aktarımını, arşetipik biçimlerin


"germ plazmasında(*) varolduklarını" ileri sürerek fiziksel ola­
rak açıklamayı denemişti Ancak arşetipik biçimlerin özellikle­
rini taşıyan herhangi bir şeyin, DNA'nın yapısında ya da sperm
veya yumurta hücresindeki başka herhangi bir fiziksel ya da
kimyasal yapıda kimyasal olarak aktarılabilmesi oldukça kuşku
uyandırıcıdır. Aslında kolektif şuurdışı fikri bir psikolojik kurarn
olarak ne kadar değerli olursa olsun, günümüz mekanistik biyo­
lojisi çerçevesinde çok az anlam taşımaktadır.
Yine de psikolojik kurarnların mekanistik kuramın çerçeve­
siyle sınırlı kalmalarını gerektiren a priori (önsel) bir neden yok­
tur; bu kurarnlar etkileşirnci (interactionist) bir kurarn bağlamın­
da daha anlamlıdırlar. Zihinsel olguların mutlaka fizik yasaları­
na bağlı olmaları gerekmez, aksine bunlar kendi yasalarını izler­
ler.
Mekanistik ve etkileşirnci yaklaşımlar arasındaki fark bel­
lek konusuyla ilgili sorunlar ele alınarak gösterilebilir. Mekanis­
tik kurama göre anılar bir şekilde beyinde depolanmış olmalıdır.
Etkileşirnci kurama göre ise, zihnin özellikleri, fiziksel bellek iz­
lerinin depolanınasına bağlı olmayan bir tarzda, geçmiş zihinsel
durumların şimdiki zihinsel durumları doğrudan etkileyebilece­
ği bir şekilde olabilecektir Durum böyleyse, beyinde fiziksel
bellek izleri konusundaki araşhrma kaçınılmaz bir biçimde so­
nuçsuz kalacakhr. Farklı birkaç mekanistik hipotez geliştirilmiş
olmakla birlikte -örneğin, yansıyan sinirsel etkinlik devreleri ya
(•) Genn Plazması: Tohumda bulunup kalıtsal özellikleri nakleden madde.

34
BİYOLOJİNİN ÇÖZÜLMEMiŞ SORUNLARI

da sinirler arasındaki sinaptik bağlanhlar veya belirli RNA mo­


lekülleri çerçevesinde- öne sürülen bu mekanizmaların herhangi
birinin, aslında belleği açıklayabileceği yönünde ikna edici hiç­
bir kanıt bulunmamaktadır
Anılar beyinde fiziksel olarak depolanmıyorlarsa, bu du­
rumda belirli bellek türlerinin mutlaka bireysel zihinlere sınır­
lanmış olması da gerekmeyecektir; Jung'un arşetipik biçimleri
içeren kuşaktan kuşağa aktarılmış bir kolektif şuurdışı kavramı,
bir tür kolektif bellek olarak da yorumlana bilir.
Etkileşirnci bağlamda savunulabilir olan bu tip spekülas­
yonlar, mekanistik bir bakış açısından anlamsız gözükecektir.
Ancak mekanistik kurarn da kesinlikle doğruymuş gibi kabul
edilemez; günümüzde psikolojinin bütün olgularının ilke olarak
fizik terimleriyle açıklanabileceği fikri de spekülatif olmaktan
öteye geçemez.

Parapsikoloji

Bütün geleneksel toplumlarda, görünüşe göre mucizevi güçlere


sahip olan kişiler hakkında öyküler anlatılır, bu tip güçler tüm
dinler tarafından da kabul edilmektedir. Dünyanın birçok bölü­
münde değişik paranormal yetilerin şamanizm, büyü, tantrik
yoga ve ruhçuluk gibi ezoterik sistemler çerçevesinde istek ve
irade dahilinde geliştirildiği anlatılmaktadır. Modern Batı top­
lumlannda bile, telepati, durugörü, prekognisyon (önceden bil­
me), geçmiş yaşamlarla ilgili anılar, tekinsizlik ve psikokinezi gi­
bi görünüşte açıklanamayan olgular konusunda bitmek bilme­
yen aniatılar bulunmaktadır.
Besbelli bu, batıl inanç, hile ve her şeye inanmanın yaygın
olduğu bir alandır. Ancak görünüşe göre paranormal olayların
gerçekten meydana gelme olasılığı bir çırpıda göz ardı edilemez;
bu soru yalnızca kanıtların incelenmesinden sonra yanıtlanabilir.

35
YENİ BiR YAŞAM BicJMi

Paranormal olgularla ilgili bilimsel çalışmalar yaklaşık yüz


yıldır devam etmektedir. Psişik araşbrmaların bu alanıyla ilgile­
nen araşbrmacılar, birçok hileli vaka olduğunu ve görünüşte pa­
ranormal olan bazı olayların gerçekte normal nedenlerle açıkla­
nabileceğini bulmuşlarsa da, bilinen herhangi bir fiziksel ilke
çerçevesinde açıklama kabul etmeyen büyük bir kanıt birikimi
de bulunmaktadır Ayrıca, duyular ötesi algı ya da psikokine­
ziyi test etmek için düzenlenen çok sayıda deney, binde, milyon­
da, hatta milyarda bir şans olasılığına karşı olumlu sonuçlar or­
taya çıkarmıştır
Bu olgular bilinen fizik ve kimya yasalarınca açıklanamadı­
ğına göre, geleneksel mekanistik bakış açısından bu olguların
meydana gelmemesi gerekirP Ancak gerçekleşiyorlarsa, bu du­
rumda olası iki kuramsal yaklaşım tipi söz konusu olabilir. İlk
yaklaşım, bunların henüz bilinmeyen fizik yasalarına dayandık­
lan varsayımından yola çıkacak, ikincisi ise fiziksel olmayan ne­
dense! faktörlere ya da ilişki ilkelerine bağlı olduklarını varsaya­
cakbr.2 8 Bugüne dek ileri sürülen ikinci tip hipotezlerin büyük
çoğunluğu etkileşirnci bir çerçeve içinde göz önüne alınmıştır.
Yeni birkaçı ise "saklı değişkenler" ve "dallanan evrenler"i kap­
sayan kuantum kuramı formülasyonlan temelinde olup, zihinsel
durumların olasılıkçı fiziksel değişim süreçlerinin sonuçlarını
belirlemede bir rol oynadığını kabul etmektedirler
Bu tip kuramsal savların belirsizliği ve ileri sürülen olgula­
rın kolay bulunmayışı parapsikolojideki araşbrmalann ilerleyişi­
ni oldukça yavaşlatmaktadır. Bu dururnsa birçok mekanikçi biyo­
loğun, bu olguların gerçekten meydana geldiğini gösteren kanıt­
lan yok sayma, hatta inkar etme eğilimlerini güçlendirmektedir.

Sonuçlar

Biyolojinin göze çarpan sorunlarıyla ilgili olan bu kısa tartışma,


söz konusu sorunların tümünün yalnızca mekanistik bir yakla-

36
BIYOLOJ/N/N ÇÖZQLMEMIŞ SORUNLARI

şımla çözülebileceği yönünde bir düşüneeye pek de yer bırak­


mamaktadır. Morfogenez ve hayvan davranışlan konusunda, bu
sorun çözümlenınemiş olarak ele alınabilir; ancak evrim ve yaşa­
mın kökeniyle ilgili sorunlar aslında içinden çıkılmaz bir durum­
dadır ve yaşam hakkındaki mekanistik ve olası diğer kurarnlar
arasında bir seçim yapmaya da yardımcı olamaz; mekanistik ku­
ram fiziksel açıklamaların sınırlan sorunu konusunda ciddi fel­
sefi güçlüklerle karşılaşmaktadır; psikoloji konusunda etkileşim­
ci kurarn üzerinde hiçbir açık avantajı bulunmamaktadır; pa­
rapsikolojik olguların görünürdeki kanıtlanyla da bir çahşma
içindedir.
Diğer yandan, etkileşirnci bir yaklaşım, psikoloji ve parap­
sikoloji alanlarında çekici bir alternatif olabilse de, psikoloji ve fi­
zik arasında derin bir uçurum açmak gibi ciddi bir dezavantajı
bulunmaktadır. Üstelik, daha geniş kapsamlı biyo\ojik imalan
belirgin değildir. Zihnin bedenle etkileşimi insan davranışını et­
kiliyorsa, bu durumda diğer hayvanların davranışları hakkında
ne söylenebilir? Fiziksel olmayan nedensel bir faktör hayvanla­
rın davranışlarını kontrol etmede rol oynuyorsa, modagenezin
kontrolünde de bir rolü olabilir mi? Bu durumda, morfogenezle
ilgili vitalistik kurarnlarda ileri sürülen tipte bir faktör olarak mı
göz önüne alınmalı? Yanıt evet ise, embriyolojik gelişimi kontrol
eden bir yaşamsal faktör insan zihnine hangi anlamda benzeye­
cektir?
Sonuç olarak, genel bir biyolojik bağlamda görülen etkile­
şirnci kurarn çözümlediğinden daha çok kuramsal sorun yarahr
görünmektedir. Ayrıca, parapsikolojik olguların gerçekleşmesi
ola sılığını hesaba katması dışında, test edilebilir herhangi bir be­
lirli öngörü getiriyor gibi de gözükmemektedİr.
Bugünkü durumuyla organizmik yaklaşım da yeni hiçbir
ampirik araşhrma çizgisi ortaya koyarnama dezavantajının sı­
kınhsını çekmektedir; deneysel biyolojiye anlam belirsizliği içe­
ren bir terminoloji dışında fazla bir şey katmamaktadır.

37
YENI BIR YAŞAM BİLİMİ

Böyle zayıf alternatifler yüzünden, biyolojideki araşhrma­


lar bütün sınırlarına rağmen, mekanistik yaklaşımı izlemeye de­
vam etmek zorunda olacaktır. Bu şekilde, biyolojinin başlıca SO­
runları çözülmeden kalsa bile, en azından bir şeyler öğrenilecek­
tir. Ancak kısa vadede olası tek hareket çizgisi bu olmasına rağ­
men, geleceğe bakıldığında bir altematifin tutarlı ve kesin bir bi­
çimde geliştirHip geliştirilemeyeceği ve bunun test edilebilir ön­
görüler oluşturup oluşturamayacağını sormak mantıklı gözük­
mektedir. Bu tip bir kurarn kesin ve açık bir şekilde ortaya kona­
caksa, morfogenez sorunu en anlamlı başlangıç noktasını sağla­
yacak gibi görünmektedir.
Bundan sonraki bölümde mekanistik, vitalistik ve organiz­
mik morfogenez kuramlarının geliştirilmiş versiyontarının başa­
rı şansı tartışılmaktadır.

Notlar

1 Huxley (), s


2 Örnek olarak bkz. Crick () ve Monod (). Her iki yazar
da belki de haklı olarak kendi görüşlerinin meslektaşlarının büyük
çoğunluğunun görüşlerini yansıttığını iddia etmektedir. Aslında,
Monod'unkinden daha sade olan Crick'in açıklamalan büyük olası­
lıkla pek çok moleküler biyoloğun düşüncesine daha yakındır. An­
cak Monod'unki son yıllarda ortaya çıkan mekanistik pozisyonun
en açık ve en anlaşılır ifadesidir.
3 Needham (), s
4 Driesch ().
5 Wolff ().
6 Genetik programla aynı açıklayıcı rolü üstlenen bir başka kav­
ram genotiptir. Bu sözcük teleolojik olarak daha belirsiz olmakla bir­
likte, çoğunlukla genetik programla aynı anlamda kullanılır. Ayrın­
tılı bir analizde, Lenartowicz () genotipin basit bir şekilde yal-

38
BİYOLO]İNİN ÇÖZOlMEMiŞ SORUNLARI

nızca DNA'yla özdeşleştirildiğinde, görünürdeki açıklayıcı değeri­


nin kaybolduğunu göstermiştir.
7 Daha doyurucu bir tartışma için bkz. Sheldrake (a).
8 Başka pek çok örnek von Frisch ()'de bulunabilir.
9 Ricard ().
10 Örneğin, Rensch (); Mayr (); Stebbins ().
11 Örneğin, Goldschmidt (); Willis ().
12 Crick ve Orgel ().
13 Hoyle ve Wickramasinghe ().
14 Eigen ve Schuster ().
15 Örnek olarak Beloff () ve Popper ve Eccles ()'in tar­
tışmaianna bakınız.
16 Bu soruna özellikle Schopenhauer () tarafından açıkça
dikkat çekilmiştir.
1 7 D'espagnat (), s
18 Wigner (, ).
19 Örneğin, Watson (); Skinner (); Broadbent ().
20 Eleştirel tartışmalar için bkz. Beloff (); Koestler ();
Popper ve Eccles ().
21 Jung (), s
22 a.g.e., s
23 Henri Bergson Matter and Memory adlı eserinde bu tipte çok
daha özgün ve çarpıcı bir varsayım geliştirmiştir (b). Bununla
birlikte, başka tip etkileşirnci varsayımlar da imkan dahilindedir;
örneğin, Beloff () zihnin beyinle, anıların geri kazanımı sırasında
etkileşime girdiğini, ancak anıların kendilerinin fiziksel izler olarak
depolandıklarını ileri sürmüştür.
24 Bu konuyla ilgili yakın tarihli bir çalışma şu şekilde başlamak­
tadır: " 'Beyin anılarını nerede ya da nasıl depolar? İşte, büyük sır
budur.' Boring'in () deneysel psikoloji tarihi üzerine yaptığı
klasik çalışmadan alınan bu ifade, çeyrek yüzyıl süren yoğun bir ça­
lışmaya rağmen bugün hala geçerlidir." (Buchtel ve Berlucchi, Dun- ·

can ve Weston-Smith'den, editörler, ).

39
YENİ BİR YAŞAM BiLiMi

Ancak yalnızca bellek izlerinin beyinde depolandıkianna dair


hiçbir kanıt olmaması değil, aynı zamanda fiziksel izlerinin ilke ola­
rak bile mümkün olması açısından, bellekle ilgili hiçbir uyumlu me­
kanistik açıklama olmamasını düşünmek için de nedenler bulun­
maktadır (Bursen, ).
25 Ashby () psişik araştırmalann birçok yönünü kapsayan
eleştirel bir bibliyografya sunmaktadır, bunun yanı sıra literatür
hakkında kapsamlı taramalar Wolman (editör) ()'de bulunabi­
lir.
26 Başlangıç niteliğinde bir çalışma için, bkz. Thouless ().
27 Taylor ve Balanovski ().
28 Kuramsal literatürün taranması konusunda, bkz. Rao ().
29 Örneğin, Walker (); Whiteman (); Hasted ().

40
2 Üç Morfogenez Kuramı

Tanımsal ve Deneysel Araştırma

Gelişimin tanımı birçok biçimde yapılabilir: Gelişmekte olan


hayvan ya da bitkinin dış görünümü çizilebilir, fotoğrafı ç'ti<ile­
bilir ya da filme alınabilir, böylece morfolojisindeki değişimi
gösteren bir dizi resim elde edilebilir; mikroskobik anatomisinin
de dahil olduğu iç yapısı ise ardıl evreler halinde betimlenebilir
(Şekil 3); ağırlık, hacim ve oksijen tüketim miktan gibi fiziksel ni­
celiklerdeki değişimler ölçülebilir; bir bütün olarak sistemin ve
içinde bulunduğu ortamların kimyasal bileşimindeisi değişimler
analiz edilebilir. Tekniklerin giderek gelişmesi, böyle tanımlama­
ların oldukça ince ayQntılarla yapılmasını sağlamaktadır; örne­
ğin, hücresel farklılaşma süreçleri ışık mikroskobuna göre elekt­
ron mikroskobuyla daha büyük bir çözünürlükle incelenebilir;
bu durum da birçok yeni yapının görülebilmesini �lanaklı kılar;
modern biyokimyanın duyarlı analitik yöntemleri proteinler ve
nükleik asitler de dahil olmak üzere belirli moleküllerin kon­
santrasyonlarındaki değişimlerin, oldukça küçük doku örnekle­
rinden ölçülebilmesini sağlamaktadır; radyoaktif izotoplar aracı­
lığıyla kimyasal yapılar sistem geliştikçe "etiket�enebilir" ve "iz­
lenebilir"; ayrıca, embriyo hücrelerinin bazılannda genetik deği­
şimlere neden olacak teknikler, bunların genetik olarak "işaret­
lenmiş" soylarının belirlenınesini ve geleceklerinin "haritaları­
nın çıkarılmasını" olanaklı kılmaktadır.

41
YENI BIR YAŞAM BILtMl

A B C D E F G

� �:. �--
..
V /(
� ;· : ·..

Döl lenmiş . :' · ·


·
Yumurta

Şekil 3: Çobançantası (Capsella bursa-pastoris) bitkisinin embri­


yosunun gelişim evreleri (Maheshwari, ).

42
OÇ MORFOGENEZ KURAMI

Embriyoloji ve gelişim biyolojisindeki araşhrmaların çoğu


bu tip teknikler aracılığıyla gerçekiere dayanan tanımlamalar
elde etmeyle ilgilenmektedir; bu tanımlamalar daha sonra farklı
türde değişimierin belirli bir sistem içinde aralarında nasıl bir
ilişki olduğunu ve farklı sistemlerin birbiriyle hangi biçimlerde
benzeştiklerini belirlemek amacıyla sınıflandırılır ve karşılaşhrı­
lır. Yalnızca betimsel olan bu sonuçlar, her ne kadar bazı hipotez­
ler ileri sürebilseler de kendi başlarına gelişimin nedenlerine yö­
nelik bir anlayış sağlayamazlar.l Bu hipotezler daha sonra gelişi­
me deneysel müdahalelerle incelenebilirler: Örneğin, ortam de­
ğiştirilebilir; sisteme ya da belirli bölümlerine fiziksel ya da kim­
yasal uyaranlar uygulanabilir; sistemin bazı bölümleri çıkarılıp
yalıhlmış ortamda bu bölümlerin gelişimleri incelenebilir; siste­
min bu bölümlerin çıkarılmasına verdiği tepkiler gözlenebilir;
aşı ve doku nakli yoluyla farklı bölümlerin birleştirilmesinin et­
kileri incelenebilir.
Bu tip bir araşhrmanın yarathğı başlıca sorunlar Kısım
' de özetlenmiştir: Biyolojik gelişim epigeniktir, başka bir de­
yişle önceden oluşmuş ama görünmez bir yapının açılırrw. ya da
ayrışması çerçevesinde açıklanamayacak olan bir biçim ve orga­
nizasyon karmaşıklığı halinde bir ilerleme içermektedir; geliş­
mekte olan birçok sistem kendini yeniden düzenleyebilir, yani
sistemin bazı bölümleri yeterince erken bir evrede yok edilir ya
da çıkarılırsa, az çok normal bir yapı üretebilir; birçok sistem ek­
sik olan bölümlerini yeniden oluşturabilir ya da yenileyebilir;
vejetatif ve eşeyli üreme konusunda da ebeveyn organizmalar­
dan ayrılmış olan kısımlardan yeni organizmalar oluşabilir. Bir
başka önemli genelleme ise, gelişmekte olan sistemlerde hücre­
lerin ve dokulannın geleceğinin sistem içindeki yerleri tarafın­
dan belirlenmesidir.
Mekanistik, vitalist ve organizmik kurarnların her üçü de
üzerlerinde genel bir fikir birliğinin olduğu, ancak yorumlan ko­
nusunda kökten bazı değişikliklerin görüldüğü yapılanmış bir
gerçek ve sonuç yığınından yola çıkmaktadır.

43
YENI BIR YAŞAM BILlMJ

Mekanikçilik

Morfogenez konusundaki modern•mekanistik kuram, dört ne­


denden ötürü DNA'ya çok önemli bir rol atfetmektedir. İlk ola­
rak, belirli bir türdeki hayvan ya da bitkiler arasındaki kalıtsal
farklılıklarla ilgili birçok durumun, belirli kromozomlar üzerin­
de belirli yerlerde bulunan ve "haritası çıkanlabilen" genlere
bağlı olduğu bulunmuştur. İkinci olarak, genlerin kimyasal te­
melinin DNA olduğu ve bunların kendine özgülüğünün
DNA'daki pürin ve pirimidin baz dizilerine bağlı olduğu bilin­
mektedir. Üçüncü olarak, DNA'nın nasıl kahtırnın kimyasal te­
meli olarak görev yapabildiği de bilinmektedir: Bir yandan, iki
tamamlayıcı ipliğindeki baz çiftlerinin özgüllüğü sayesinde ken­
di kopyalanması (replikasyonu) için bir şablon görevi görür; di­
ğer yandan proteinlerdeki amino asit dizileri için şablon görevi
üstlenir. Söz edilen bu ikinci rolü doğrudan oynamaz; önce, pro­
tein sentezi sürecinde, baz dizisinin üçer üçer "okunduğu" tek
iplikli bir mesajcı RNA molekülü verecek biçimde ipliklerinden
biri "transkribe edilir." Farklı baz üçlüleri farklı amino asitleri
belirler, böylelikle genetik kod karakteristik polipeptit zincirleri
oluşturacak biçimde birbirine bağlanan, sonra da proteihleri
oluşturacak biçimde birbiri üzerine katianan bir amino asitler di­
zisine "tercüme" edilir. Sonuç olarak, bir hücrenin karakteristik­
leri proteinlerine bağlıdır: Metabolizması ve enzimler üzerinde
kimyasal sentez kapasitesi; yapısal proteinlerdeki yapılannın bir
kısmı ve yüzeyindeki belirli proteinlerde diğer hücreler tarafın­
dan "tanınmasını" olanaklı kılan yüzeysel özellikleri.
Mekanistik düşünce çerçevesi içinde, gelişme ve morfoge­
nezle ilgili ana sorun, protein sentezinin kontrolü olarak görül­
mektedir. Bakterilerde, "indükleyici" adı verilen belirli kimya­
sallar, DNA'nın belirli bölgelerinin, daha sonra üzerinde belirli
şablon proteinlerinin yapılacağı mesajcı RNA'ya transkribe edil­
mesine neden olabilirler. Bu konuda klasik bir örnek Escherischia

44
ÜÇ MORFOGE�EZ KURAMI

coli'de B-galaktosidaz enziminin laktoz tarafından indüklenme­


sidir. Genin "anahtarının açılması", DNA'nın belirli bir bölgesiy­
le birleş 17rek transkripsiyonu kesen bir represör proteinin dahil
olduğu karmaşık bir sistem aracılığıyla gerçekleşmektedir; bir
kimyasal indükleyici bulunduğunda ise bunu gerçekleştirme
eğilimi büyük ölçüde azalmaktadır. Benzer bir süreçle, belirli
kimyasal represörler de genlerin "anahtarlarının kapanmasını"
sağlayabilirler. Hayvanlar ve bitkilerde, genlerin "anahtarlannın
açılma ve kapatılma" sistemi daha karmaşıktır ve bugün için an­
laşılmış değildir. Elçi RNA'nın DNA'nın farklı bölümlerinden
transkribe edilen, ardından da özel bir biçimde birleşen parçalar­
dan yapılmış olabileceği yolundaki son dönem bulgular, duru­
mu daha karmaşık bir hale getirmektedir. Aynca, proteinlerin
sentezi aynı zamanda "çeviri düzeyinde" de kontrol edilmekte­
dir; uygun bir mesajcı RNA bulunsa bile, çeşitli faktörler tarafın­
dan protein sentezinin anahtan "açılıp kapahlabilmektedir."
Farklı hücre tipleri tarafından üretilen farklı proteinler, bu
şekilde, protein sentezinin kontrol edilme biçimine bağlı bir du­
rumdadırlar. Bu durumun mekanistik açıdan anlaşılabilm�sinin
tek yolu, hücreler üzerindeki fiziko-kimyasal etkiler çerçevesin­
dedir; farklılaşma örüntüleri, bu nedenle, dokulardaki fiziko­
kimyasal örüntülere bağlı olmak durumundadır. Bu etkilerin do­
ğası bilinmemektedir, ancak değişik olasılıklar ileri sürülmüştür:
Belirli kimyasanann konsantrasyon eğilimleri; kimyasal geribil­
dirimli "difüzyon-reaksiyon" sistemleri; elek�riksel eğilimler;
elektriksel ya da kimyasal salınımlar; hücreler arasınd aki meka­
nik temas; diğer çeşitli faktörler ya da farklı faktörlerin bileşim­
leri. Bu durumda, hücreler bu farklılıklara karakteristik biçimler­
de tepki vermek zorundadır. Bu sorunla ilgili geçerli bir düşün­
me biçimi, bu fiziksel ya da kimyasal faktörleri, hücrelerin daha
sonra kendi genetik programiarına uygun olarak belirli protein­
lerin sentezi için gerekli anahtarı açma yoluyla "yorumladıkla­
rı", "konumla ilgili bilgi" sağladıkları şeklinde göz önüne al­
maktır. 2

45
YENI BIR YAŞAM BiLlMl

Protein sentezinin kontrolüyle ilgili asıl sorunun çeşitli yön­


leri bugün etkin bir biçimde araştınlmaktadır. Pek çok mekanis­
tik biyolog bu sorunun çözümünün, morfogenezin tamamen
mekanistik terimlerle açıklanmasını sağlayacağını ya da en azın­
dan bu yolu açacağını ummaktadır.

Morfogenezle ilgili böyle bir açıklamanın olası, hatta imkan da­


hilinde olup olmadığını değerlendirmek için, bazı zorlukların bi­
rer birer ele alınması gerekli olacakhr:
(i) DNA'ya ve belirli proteinlerin sentezine atfedilen açıklayıcı
rol, farklı türlere ait hem DNA hem de proteinlerin oldukça ben­
zer olabileceği gerçeği nedeniyle kapsamı açısından ciddi biçim­
de kısıtlanmaktadır. Örneğin, insan ve şempanze proteinleri de­
taylı bir biçimde karşılaştırıldığında, kayda değer sayıda prote­
inin özdeş olduğu, diğerlerinin de yalnızca çok küçük farklılık­
lar gösterdikleri bulunmuştur: Amino asit dizisi, immünolajik
ll

ve elektroforetik yöntemler genetik benzerlikle ilgili uyumlu


tahminler üretmektedir. Bu yaklaşımların tümü ortalama bir in­
san polipeptidinin şempanzedeki karşılığıyla %99'un üzerinde
özdeş olduğunu göstermektedir 3 Tekrarlanmayan DNA dizile­
ri adı verilen dizilerin (yani, genetik önemi olduğu düşünülen
bölümlerin) karşılaştırılması, insan ve şempanzelerin DNA dizi­
leri arasındaki bütün farkın yalnızca % olduğunu göstermek­
tedir.
Farklı fare türleri ya da Drosophila meyve sineği türleri ara­
sında yapılan benzer karşılaştırmalar birbirine çok yakın olan bu
türlerin kendi aralarındaki farkların, insanlarla şempanzeler ara­
sındakilerden daha büyük olduğunu ortaya çıkarmış ve organiz­
ll

mal ve moleküler evrim arasındaki karşıtlıklar, bu iki sürecin bü­


yük ölçüde birbirinden bağımsız olduğunu göstermektediril so­
nucuna yol açmıştır.4

46
OÇ MORFOGENEZ KURAMI

Bununla birlikte, tarhşmayı sürdürmek amacıyla, insanlar


ve şempanzeler kadar farklı türler arasındaki kalıtsal farklılıkla­
rın, gerçekte, protein yapısındaki çok küçük değişiklikler ya da
az sayıda farklı protein ya da protein sentezinin kontrolünü etki­
leyen genetik değişimler (belki de bir ölçüde kromozomlardaki
DNA düzenlemelerinin farklılıklarına bağlı olduğu için) ya da
bu faktörlerin bileşimi çerçevesinde açıklanabileceğini varsaya­
lım.

(ii) Aynı organizma içinde, DNA aynı kalırken, farklı gelişim


örüntüleri meydana gelmektedir. Örneğin, bir insanın koluyla
bacağını düşünün: Her ikisi de özdeş proteinleri ve özdeş
DNA'sı olan özdeş hücre tipleri (kas hücreleri, bağ dokusu hüc­
releri vb.) içermektedir. Bu yüzden, kol ve bacak arasındaki fark­
lılıklar aslında DNA'ya atfedilemez; bu farklılıklar gelişmekte
olan kol ve bacakta farklı biçimlerde etki gösteren örüntü belir­
leyici faktörlere atfedilmek durumundadır. Dokuların düzenlen­
mesindeki kesinlik -örneğin, tendonların kemiklerin uygun yer­
lerine bağlanması- bu örüntü belirleyici faktörlerin büyük bir ke­
sinlik içinde çalışması gerektiğini göstermektedir. Yaşamla ilgili
mekanistik kurarn bu faktörlerin doğada fiziko-kimyasal açıdan
dikkate alınması gerektiğini kastetrnektedir. Bununla birlikte,
bunların doğası bugün için bilinmemektedir.

(iii) Bir farklılaşmanın örüntüsünü belirleyen fiziksel ya da kim­


yasal faktörler belirlenebiise bile, bu faktörlerin kendilerini ilk
başta nasıl örüntüledikleri sorunu hala durmaktadır. Bu sorun
kimyasal "morfogen"lerin gerçekten izole edilebildiği oldukça
az birkaç vakadan ikisini ele alarak gösterilebilir.
İlki, hücresel cıvık mantarlarda, serbest yaşayan amipsi
hücreler belirli koşullar altında bir "sümüklü böcek" e benzer bir
form oluşturacak biçimde bir araya toplanır; bu sümüklü böcek
bir süre çevrede dolandıktan sonra, havaya doğru yükselir ve bir

47
YEN/ BIR YAŞAM BiLiMi

spor kesesi taşıyan bir sap biçiminde farklılaşma gösterir (Şekil


4) . Bu hücrelerin bir araya toplanmasının nispeten basit bir kim­
yasal olan döngüsel AMP'ye (adenozin 3', 5' -monofosfat) bağlı
olduğu bulunmuştur. Ancak, bileşik organizmalarda, döngüsel
AMP'nin dağılımı farklılaşma örüntüsüyle ilişkili olmasına rağ­
men, "döngüsel AMP örüntüsünün sap öncesi -spor öncesi fark­
lılaşmanın bir nedeni ya da bir sonucu olup olmadığı belli değil­
dir." Ayrıca, farklılaşmada nedensel bir rol oynasa bile, ne içinde
bulunduğu dağılım örüntüsünü, ne de bu örüntünün türden tü­
re farklılık gösterdiği gerçeğini kendi başına açıklayamaz: Diğer
bazı faktörler, bunun örüntülü dağılımından sorumlu olmak du­
rumundadır. Bu faktörlerin olası yapısı konusunda oldukça çe­
şitli fikirler bulunmaktadır.s
İkinci olarak, gelişmiş bitkilerde, oksin hormonunun (indo­
lil 3 asetik asit) vasküler farklılaşmanın kontrolünde bir rol
- -

oynadığı bilinmektedir. Öyleyse bu durumda oksin üretimini ve


dağılımını ne kontrol eder? Yanıt, vasküler farklılaşmanın kendi­
si gibi görünmektedir. Oksin, bir olasılık, hücreler olgunlaşhkça
meydana gelen protein parçalanmasının bir yan ürünü olarak
farklılaşmakta olan vasküler hücreler tarafından serbest bırakıl­
maktadır. Bu yüzden sistem halkasaldır: Farklılaşma örüntüleri­
ni korumaya yardımcı olur, ama bunların başlangıçta nasıl yapı­
landıklarını açıklamaz.6
Bununla birlikte, tartışmayı sürdürmek amacıyla, sonrasın­
da farklılaşma örüntüsünü belirleyecek olan fiziksel ya da kim­
yasal etkilere hangi faktörlerin örüntü verdiğini belirlemenin
mümkün olabileceğini varsayalım; ayrıca, bu kontrol eden fak­
törlerin kendilerinin kontrol edilme biçimlerinin de belirlenebii­
diğini kabul edelim . . . Şimdi, önümüzde regülasyon sorunu dur­
maktadır: Sistemin bir bölümü çıkarılırsa, bu karmaşık fiziko­
kimyasal örüntü dizilerinin de aksaması gerekecektir. Ancak bir
şekilde sistemin geri kalan bölümleri olağan gelişim biçimlerini
değiştirmeyi ve sonuçta az çok normal bir ürün ortaya koyacak
biçimde devam etmeyi becerebilmektedir.

48
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

Spor kesesi

Sap

· Dictyostelium mucoroides

Polysphondilium pallidum

·. •.

Şekil 4: İki cıvık mantar türünün göç ve yükselme (külminasyon)


evreleri. Soldakiler pek çok serbest yaşayan amipsi hücrenin bir
araya toplanmasıyla meydana gelen yeni oluşmuş bileşik organiz­
malardır. Bunlar "sümüklüböcekler" gibi göç eder, sonra yuktm
doğru yükselir ve spor cisimcikleri taşıyan saplar hıilinde farklıla­
şır. (Bonner, ).

Bu sorunun son derece zor olduğu genellikle kabul edil­


mektedir; ana hatlanyla anlaşılınaşı noktasından bile oldukça
uzaktayız. Mekaı'ıistik kuramı destekleyenler bunun yoğun ve
zorlu bir çaba sonucunda çözümlenebileceğini ummaktadır; kar­
şıtlan ise ilke olarak bile mekanistik biçimde çözümlenebileceği­
ni reddetmektedirler. Yıne de tarhşmayı sürdürmek amacıyla,
bir kere daha mekanistik bir çözüme ulaşılabileceğini varsaya­
lım.

49
YENİ BIR YAŞAM BIIiMi

(iv) Bu durumda, "konumla ilgili bilgi"nin etkilerini nasıl


meydana getirdikleri konusunda bir sorun bulunmaktadır. En
basit olasılık bu "konumla ilgili bilgi"nin belirli bir kimyasalın
konsantrasyon eğilimi tarafından belirlendiği olacakhr; belirli
bir konsantrasyondan daha yükseğine maruz kalan bu hücreler
bir protein grubunu sentezlerken, bu eşiğin altındaki konsant­
rasyonlara maruz kalan hücreler başka bir protein grubunu sen­
tezler. Yine, "konumla ilgili bilgi"nin "yorumlanabildiği" bu ya
da başka mekanizmaların gerçekten belirlenebileceğini varsaya­
lım? Artık, bu oldukça iyimser varsayımlar zincirinin sonunda,
vanlan nokta, uygun bir örüntüye göre yerleşmiş olan farklı
hücrelerin farklı proteinler yaptıkları olacaktır.

Şimdiye kadar, bire bir ilişkiler grubu söz konusu oldu: Belirli bir
uyaran tarafından bir genin "anahtarı açılıyor"; DNA RNA'ya
transkribe ediliyor; RNA belirli bir amino asit dizisine, bir poli­
peptit zincirine tercüme ediliyor. Ancak, bu basit nedensel dizi
artık sona ermekte. Acaba bu polipeptit zincirleri proteinlerin
karakteristik üç boyutlu yapılarını oluşturacak biçimde nasıl kat­
lanıyor? Proteinler hücrelere kendi karakteristik yapılarını nasıl
veriyor? Hücreler karakteristik yapıları olan dokular oluştura­
cak biçimde nasıl bir araya toplanıyorlar? Ve benzeri sorular
Bunlar morfogeneze özel sorulardır: Belirli polipeptit zincirleri­
nin sentezi, morfogenezin bağlı olduğu yapısal materyaller ve
metabolik sistem için bir temel sağlamaktadır. Polipeptit zincir­
leri ve bunların katlanarak oluşturdukları proteinler hiç kuşku­
suz inorfogenez için gereklidirler; ancak protein, hücre ve doku­
ların birleştirerek oluşturdukları örüntü ve yapıları gerçekte ne
belirlemektedir? Mekanistik varsayıma göre, bunların tümü fi­
ziksel etkileşimler çerçevesinde açıklanabilir, aynı varsayıma gö­
re doğru proteinler doğru yerlerde, doğru zamanlarda, doğru bir
dizide olduğu sürece bunlar kendiliğinden gerçekleşmektedir.

so
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

işte, bu kritik evrede mekanistik biyoloji sahneden çekilmekte ve


ınorfogenez sorunu basit bir şekilde fiziğe bırakılmaktadır.
Polipeptit zincirlerinin doğru koşullar alhnda karakteristik
üç boyutlu bir yapısı olan proteinler oluşturacak biçimde kendi­
liğinden katlandıkları aslında doğrudur. Hatta, yeniden açılabi­
lir ve koşullar değiştmlerek deney tüplerinde yeniden katlanabi­
Jirler, bu yüzden bu süreç canlı hücrelerin gizemli herhangi bir
özelliğine bağlı değildir. Ayrıca, protein alt birimleri, normalde
canlı hücrelerin içinde üretHebilen yapılar oluşturacak biçimde
deney tüpü koşullarında bir araya toplanabilirler: Örneğin, tü­
bülin proteininin alt birimleri mikrotübül adı verilen uzun, çu­
buksu yapılar biçiminde birleşmektedirler.B Çeşitli protein ve
RNA bileşenlerinin kendiliğinden bir araya toplanJllalanyla ri­
bozomlar gibi daha kompleks olan yapılar da oluşturulabilmek­
tedir. Hücre zarlarının lipitleri gibi başka bazı maddecik sınıfla­
rı da deney tüpünde kendiliğinden bir araya toplanabilmektedir.

Bu yapılar kendiliğinden bir araya gelme sürecinden geçtik­


lerine göre, kristallere benzedikleri söylenebilir; aslında birçoğu
kristal ya da yan-kristal (quasi-crystalline) olarak da düşünüle­
bilir. Bu nedenle, ilke olarak normal kristalleşmeden ne daha çok
ne de daha az sorun yarahrlar; aynı tür fiziksel süreçlerin işin
içinde olduğu varsayılabilir.
Bununla birlikte, modagenetik süreçlerin tümü hiçbir şekil­
de kristalleşme türleri olarak ele alınamaz. Başka birtakım fizik­
sel faktörler de olmak zorundadır; örneğin, zarların aldıkları bi­
çimler yüzey gerilimi kuvvetinden, jellerin ve salierin de bile­
şenlerindeki koloidal özelliklerinden etkilenmesi gerekir. İstatis­
tiksel açıdan rastgele dalgalanmalardan da bazı örüntüler ortaya
çıkabilir; "dalgalanmalar yoluyla düzen" görünümüyle ilgili ba­
sit örnekler, inorganik sistemlerdeki tersinmez ya da dengesiz
(non-equilibrium) termodinamiğin bakış açısından incelenmeye
başlamışhr, benzer süreçler hücreler ve dokularda da iş başında
olabilir.9


YENİ BİR YAŞAM BiliMi

Yine de mekanistik kurarn yalnızca bu ve diğer fiziksel sü­


reçlerin morfogenezde bir rol oynadığını ileri sürmekle kalmaz;
morfogenezin tamamen fizik çerçevesinde açıklanabileceğini id­
dia eder. Bu ne anlama gelir? Gözlenebilir olan her şey, ilke ola­
rak fiziksel açıdan açıklanabilir biçiminde tanımlanırsa, yalnızca
meydana geldiği için, bu durumda tanım gereği böyle olmak zo­
rundadır. Ancak, bu mutlaka bilinen fizik yasalan çerçevesinde
açıklanabileceği anlamına gelmemektedir. Bir organizmanın
DNA'sındaki tüm baz dizileri ve döllenmiş bir yumurtanın fizi­
ko-kimyasal durumu ve geliştiği çevreyle ilgili aynnhlı bilgiyle
donatılmış olan bir biyolog, temel fizik yasaları (yani, kuantum
alan kuramı, elektromanyetik denklemleri, termodinamiğin
ikinci yasası, vb.) çerçevesinde aşağıdaki ifadeleri önceden söy­
leyebilirse, bu açıklamanın, biyolojik morfogenez konusunda,
başarıya ulaşahiteceği söylenebilir: Bunlardan ilki, organizmanın
üretebileceği bütün proteinlerin üç boyutlu yapıları; ikincisi, bu
proteinlerin enzimik ve diğer özellikleri; üçüncüsü, organizma­
nın bütün metabolizması; dördüncüsü, gelişimi süresince ortaya
çıkabilecek olan her tür konumla ilgili bilginin doğası ve sonuç­
lan; beşincisi, hücre, doku ve organlarının yapısı ve bir bütün
olarak organizmanın biçimi ve sonuncusu, bir hayvan söz konu­
su olduğunda, bu hayvanın içgüdüsel davranışlan. Bütün bu ön­
görüler başanyla yapılabilir ve buna ek olarak regülasyon ve re­
jenerasyon süreçlerinin akışı a priori (önsel) olarak öngörülebilir­
se, bu durum canlı organizmaların bilinen fizik yasaları çerçeve­
sinde tamamen açıklanabilir olduğuna dair gerçekten kesin bir
kanıt olabilecektir. Ancak elbette bugün için bu tür şeyler yapıla­
maz. Bu yüzden böyle bir açıklamanın olası olduğunu kanıtla­
manın hiçbir yolu yoktur. Olamaz da.
Bundan dolayı, mekanistik kurarn morfogenezin bütün ol­
gularının ilke olarak bilinen fizik yasaları çerçevesinde açıklana­
bilir olduğunu ifade ediyorsa, bu ifade yanlış da olabilir demek­
tir: Bugün için çok az şey anlaşılmış durumdadır, bu nedenle bi-

52
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

Jinen yasaların bütün olguları açıklamak için yeterli olduğuna


inanmak için hiçbir sağlam dayanak noktası yok gibi görünmek­
ted ir. Ancak, en· azından test edilebilir bir kurarndır; yeni bir fi­
zik yasasının bulunmasıyla çürütülebilecektir. Diğer yandan,
mekanistik kurarn canlı organizmaların hem bilinen hem de bi­
linmeyen doğa yasalanna uyduğunu söylüyorsa, bu durumda
çürütülemez bir kurarn olacaktır; ama yalnızca açıklama olasılı­
ğına duyulan inancın genel bir ifadesi olacaktır. Ayrıca organik­
çilik ve vitalizme de karşıt olmayacak; bunları içerecektir.
Uygulamada, mekanistik yaşam kuramı dikkatli bir biçim­
de tanımlanmış, çürütülebilir bir bilimsel kurarn olarak ele alın­
maz; daha çok var olan fizik ve kimya tarafından hazırlanan ya­
pılanmış bir düşünce çerçevesi içinde tutucu bir çalışma yönte­
mi için bir gerekçe sağlamaya yarar. Genellikle, canlı organizma­
ların ilke olarak bilinen fizik yasaları çerçevesinde tamamen
açıklanabilir olduklannı söylemeye çalışıyor biçiminde anlaşıl­
masına rağmen, yeni bir fizik yasası bulunacak olsa ve bu neden­
le bilinen bir yasa haline gelecek olsa bile, mekanistik kurarn bu­
nu da içerecek biçimde kolaylıkla değiştirilebilecektir. Değiştiril­
miş olan bu yaşam kuramı mekanistik olarak adlandırılsın ya da
adlandınlmasın, bu yalnızca bir tanım sorunu olacaktır.
Morfogenez ve davranışla ilgili olgular konusunda bilinen­
ler bu kadar azken, bunların en azından bazılannın fiziğin henüz
farkında olmadığı bir nedensel faktöre bağlı olabileceği olasılığı
hiçbir şekilde gözardı edilemez. Mekanistik yaklaşımda ise bu
soru basitçe bir yana atılır. Yine de geriye tamamen açık bir kapı
kalmaktadır.

Vitalizm

Vitalizm, yaşam olgularının cansız sistemlerin incelenmesinden


çıkarılan fiziksel yasalar çerçevesinde tam olarak anlaşılamaya­
cağıru, canlı organizmalarda işin içinde ek bir nedensel faktör

53
YEN/ BİR YAŞAM B1I1Mİ

daha olduğunu ileri sürmektedir. On dokuzuncu yüzyıl vitalist


.
tutumunun tipik bir örneği kimyacı Liebig tarafından 'de
verilmiştir: Liebig, kimyacıların o günlerde her çeşit organik
maddeyi zaten üretebilmelerine ve gelecekte çok daha fazlasını
üretebilecek olmalarına rağmen, kimyanın hiçbir zaman bir göz
ya da bir yaprak yaratacak bir konumda olamayacağını iddia et­
miştir; ısı, kimyasal çekim, kohezyon ve kristalleşmenin formatif
kuvvetleri konusundaki tanımlanmış nedenlerin yanı sıra, "can­
lı bedenlerde, kohezyon kuvvetini yöneten ve yeni biçimlerdeki
elementleri birleştiren dördüncü bir neden daha katılır, bu saye­
de de yeni nitelikler -organizma dışında görünmeyen biçimler
ve nitelikler- kazanırlar."l O
Bu tür fikirler, büyük ölçüde destek bulmakla birlikte, me­
kanistik kurama etkili bir alternatif oluşturmak için oldukça be­
lirsizdir. Neo-vitalist kuramlar, ancak bu yüzyılın başlannda bir
parça ayrıntılı bir şekilde çalışılmıştır. Morfogenez konusunda,
bunların en önemlisi embriyolog Hans Driesch'in çalışmasıdır.
Modern bir vitalist kurarn geliştirilecek olsa, Driesch'in çalışma­
sı bu kuramın üzerinde yapılandınlacağı en uygun temel olacak­
tır.
Driesch canlı organizmaların birçok özelliğinin fiziko-kim­
yasal terimlerle anlaşılabileceğini inkar etmemiştir. Fizyoloji ve
bi yokimyanın elde ettiği bulguların ve ileriye dönük keşif potan­
siyelinin farkmdadır: "Bir organizmada bulunan, farklı kimyasal
sistem sınıflarına ait olan, bileşimleri kısmen bilinen, kısmense
bilinmeyen birçok özel kimyasal bileşik vardır. Ancak bunlardan
bugün için henüz bilinmeyenleri yakin bir gelecekte büyük ola­
sılıkla biliniyor olacaktır ve albüminin [protein] bileşiminin ve
nasıl "yapıldığının" bulunması konusunda kesinlikle hiçbir ku­
ramsal imkansızlık yoktur."ll Driesch enzimierin ("fermentler")
biyokimyasal reaksiyonları katalize ettiklerini ve aynı işin deney
tüplerinde de yapılabileceğini biliyordu: "Organizma içindeki
hemen hemen bütün metabolik süreçlerin, fermentler ya da ka-

54
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

talitik materyalierin işe karışması yüzünden gerçekleştiği konu­


sunda hiçbir itiraz yok; inorganik ve organik fermentler arasın­
daki tek fark ise, organik olanların oldukça kompleks karakteri
ve son derece yüksek spesifikasyon dereceleridir."12 Driesch
Mendel genlerinin kromozomlarda yer alan materyal birimler
olduğunu ve bunların olasılıkla belirli yapıları olan kimyasal bi­
leşikler olabileceğini de biliyordu)3 Metabolik regülasyon ve fiz­
yolojik adaptasyonun birçok yönünün fiziko-kimyasal diziler
boyunca anlaşılabileceğini14 ve genelde "organizmada, makine
benzeri sabit bir temelde, teleolojik ya da maksatlı bir şekilde de­
vam eden birçok süreç" olduğunu düşünüyordu.ıs Bu konu­
lar hakkındaki görüşleri, fizyoloji, biyokimya ve moleküler biyo­
loji alanlarında daha sonra gözlenen ilerlemelerle doğrulanmış­
tır. Kuşkusuz, Driesch bu buluşların ayrıntılarını öngöremezdi,
ancak bunları imkan dahilinde ve hiçbir şekilde vitalizmle ç�liş­
mez olarak görüyordu.
Morfogenez konusunda ise, "bir makinenin, sözcüğün tam
anlamıyla bir makinenin, yalnızca normalse, yani yalnızca
_
müdahale edilmemiş bir gelişimi varsa ve sistemimizden parça­
ların ayrılması fragmantal gelişime yol açıyorsa, genellikle orga­
nogenezin nedensel kuvveti olabileceğini kabu1 etmemiz gere­
kir,"16 biçiminde düşünüyordu. Ancak, aslında, birçok embriyo­
nik sistemde, embriyonun bir bölümünün alınmasının ardından
bir regülasyon süreci gelmektedir, bu sayede geriye kalan doku­
lar kendilerini yeniden düzenler ve az çok normal bir biçimi olan
yetişkin bir organizma ortaya çıkarmaya devam eder.
Mekanistik kuram, gelişimi, embriyonun bölümleri arasın­
daki kompleks fiziksel ya da kimyasal etkileşimler çerçevesinde
açıklamaya çalışmak zorundadır. Driesch, regülasyon gerçeğinin
bu tip makine benzeri herhangi bir sistemi aniaşılamaz bir hale
getirdiğini, çünkü bu sistemin bir bütün olarak kalabileceğini ve
tipik bir son ürün ortaya koyabileceğini, oysa makine benzeri, üç

55
YEN/ BIR YAŞAM Bll1M1

boyutlu hiçbir kompleks sistemin, parçalarının keyfi bir şekilde


alınmasından sonra bir bütün olarak kalamayacağını iddia et-
miştir. _

Bu iddia, teknolojideki şu anki ya da gelecekte görülebile­


cek ilerlemelerle geçersiz kılınabileceğinden itiraza açıkhr. An­
cak, en azından şimdiye kadar çürütülmemiş gibi görünmekte­
dir. Örneğin, bilgisayar donanımlı sibemetik sistemler belirli tip­
te fonksiyonel karışıklıklara uygun bir biçimde tepki verebilme­
lerine rağmen, bu işi sabit bir yapı temelinde yaparlar. Kendi fi­
ziksel yapılarını yenileyemezler; örneğin, bilgisayarın parçalan
rastgele yok edilirse, bu parçalar makinenin kendisi tarafından
yenilenemezler, ayrıca bu parçalann rastgele alınmasından son­
ra sistem normal olarak işlemeye devam edemez. Modem tekno­
lojinin bu konuya uygun gibi görünen bir başka unsuru da bazı
parçaları çıkanlabilen, ama hala eksiksiz bir üç boyutlu görüntü
sağlayabilen hologramdır. Bununla birlikte, hologram bu işi yal­
nızca lazer, aynalar, vb'nin dahil olduğu daha büyük bir fonksi­
yonel bütünün bir parçası olduğunda gerçekleştirebilir. Bu yapı­
lar rastgele verilen bir hasarın ardından, örneğin lazer param­
parça edildiğinde, yenilenemezler.
Driesch regülasyon, rejenerasyon ve üreme gerçeğinin, fi­
ziksel bütünün bazı parçalan çıkanldığı halde geriye bir bütü­
nün kaldığı canlı organizmalar hakkında bazı şeyler gösterdiği­
ne inanıyordu; bu şey fiziksel sistem üzerinde işlemekle birlikte
kendi başına onun bir parçası değildi. Fiziksel olmayan bu ne­
dense} faktöre entelekya adını verdi. Entelekyanın morfogenez
süresince fiziko-kimyasal süreçleri düzenlediği ve kontrol ettiği­
ni varsaydı; genler morfogenezin materyal araçlannı sağlamak­
tan sorumluydular -düzenlenecek olan kimyasal maddeler- ama
düzenlemenin kendisi entelekya tarafından meydana getiriliyor­
du. Açıkça, morfogenez, morfogenezin araçlannı değiştiren ge­
netik değişimlerden etkilenebiliyordu, ama bu yalnızca neden
olduklan kimyasallar ve genler çerçevesinde açıklanabileceğini

56
OÇ MORFOGENEZ KURAMI

kanıtlamayacakh. Benzer şekilde, sinir sistemi de bir hayvanın


hareketleri için araçlar sağlıyordu, ama entelekya bunu, bir piya­
nistin piyano çalması gibi, bir alet gibi kullanarak beynin etkin­
liğini düzenliyordu. Yine, piyanonun hasar görmesinden piya­
nistin çaldığı müzik nasıl etkileniyorsa, davranış da beynin gör­
düğü bir hasardan etkilenebilecekti; ancak bu durum yalnızca
piyanonun piyanist için gerekli bir araç olması gibi, beynin de
davranış için gerekli bir araç olduğunu kanıtlıyordu.
Entelekya, kök olarak (en-telos [en: içinde; telos: son, so­
nuç]) sonucunu ya da amacını kendi içinde taşıyan, barındıran
bir şeye işaret eden Yunanca bir sözcüktür; kontrolü altındaki bir
sistemin yöneltildiği bir amacı "kapsar". Bu yüzden, gelişimin
izlediği normal yol bozulursa, sistem aynı amaca farklı bir yol­
dan ulaşabilir. Driesch, gelişim ve davranışın, hepsi eninde so­
nunda organizmanın genel entelekyasından türeyen ve bu ente­
lekyanın emrinde olan bir entelekyalar hiyerarşisinin kontrolü
altında olduğunu düşünüyorduP Herhangi bir hiyerarşik sis­
temde, örneğin bir orduda olduğu gibi, hata olasılığı hep vardı
ve entelekyalar "aptalca" davranabilirlerdi; tıpkı gereksiz bir or­
ganın üretildiği fazla-rejenerasyon durumunda davrandıkları gi­
funduszeue.info Ancak bu tip aptallıklar, askerlerin zeki varlıklar olduğu
gerçeğinin aksini kanıtlamadıkları gibi, entelekyanın varlığını da
çürütemezler.
Driesch entelekyayı bir "yoğun çeşitlilik", uzamsal olma­
makla birlikte (non-spatial) uzay üzerine etkiyen bir nedensel
faktör olarak tanımlamışhr. Bunun fiziko-kimyasal süreçler üze­
rine etkiyen doğal (metafizik ya da mistik bir faktörün aksine)
bir faktör olduğunu vurgulamışhr. Bir enerji biçimi değildi ve
hareketleri termodinamiğin ikinci yasası, enerjinin korunumu
yasasına ters düşmüyordu. Öyleyse nasıl çalışıyordu?
Driesch, yazılannı, genellikle bütün fiziksel süreçlerin ta­
mamen deterministik, ilke olarak bütünüyle enerji, moment, vb.
unsurlar çerçevesinde öngörülebilir olduğunun düşünüldüğü

57
YENI BIR YAŞAM BiLİMİ

klasik fizik çağında yazmıştı. Ancak o, fiziksel süreçlerin tama­


men belirlenemeyeceğini, çünkü enerjik olmayan bir entelekya­
nın başka türlü bunlar üzerinde etkiyemeyeceğini düşünüyor­
du . Bu nedenle de en azından canlı organizmalarda mikrofizik­
sel süreçlerin fiziksel nedensellik tarafından tamamen belirlene­
mediği, ancak ortalama olarak fiziko-kimyasal değişimierin ista­
tistiksel yasalara uydukları sonucuna varmıştı. Driesch, entelek­
yanın mikrofiziksel süreçlerin ayrıntılı zamanlamasını etkileye­
rek, bunları "askıya alarak" ve amacı için gerekli olduğunda ser­
best bırakarak çalıştığını ileri sürmüştü:

inorganik oluşurnun geçici olarak askıya alınması yetisi,


entelekyanın en temel antolajik karakteristiği biçiminde
düşünülmelidir Entelekya, bizim görüşümüze göre, ola­
yın önüne çıkan "engelleri" tamamen kaldıramaz . . . böy­
le bir ortadan kaldırma eylemi enerji gerektirecektir, ente­
lekya ise enerjik değildir. Yalnızca, entelekyanın gerçek­
leşmesini kendisinin engellediklerini, o ana dek askıya al­
dıklarını serbest bırakabileceğini kabul ediyoruz."19

Canlı organizmalarda fiziksel bir indeterminizme yönelik


bu gözüpek öneri, deterministik klasik fiziğin bakış açısına göre
bütünüyle kabul edilemez gibi görünmesine rağmen, kuantum
kuramı ışığında çok daha az korkunç gözükmektedir. Heisen­
berg belirsizlik ilkesini 'de çıkarmıştı, kısa bir süre sonra da
mikrofiziksel olayların konum ve zamanlamalarının yalnızca
olasılıklar çerçevesinde öngörülebileceği açığa çıktı. ' de fi­
zikçi Sir Arthur Eddington, beyindeki kuantum olaylarının biçi­
mine, bunların meydana geliş olasılığı üzerinde nedensel bir et­
ki yoluyla tesir ederek zihnin bedeni etkilediğini tahmin edebil­
mişti. "Olasılık, adına yakışmayacak biçimde, sıradan fiziksel
oluşumların olanak vermeyeceği bir şekilde değiştirilebilir."2°
Benzer fikirler, düşüncelerini aşağıdaki biçimiyle özetleyen nö­
rofizyolog Sir John Eccles tarafından da öne sürülmüştü:

58
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

Nörofizyolojik hipotez, "irade"nin, aktif serebral kor­


teksin o eşsiz detektör işlevi aracılığıyla etkili hale gelen
uzam-zamansal (spatio-temporal) "etki alanları"nı kul­
lan,arak sinir ağının uzam-zamansal etkinliğini değiştir­
mesidir. Bu işlevsel etkinliği sağlaması için, "irade" ya
da "zihinsel etki"nin kendisinin bir miktar uzam-za­
mansal örüntülü bir karaktere sahip olduğu dikkat çeke­
cektir.ıı

Daha yakın zamanlarda, benzer, ancak daha ayrıntılı çok


sayıda görüş fizikçiler ve parapsikologlar tarafından ileri sürül­
müştür22 (Kısım 1 .8).
Bu yaklaşımlar paralelinde, modern bir vitalist kuram, Dri­
esch'in terminolojisini kullanacak olursak, entelekyanın, enerjik
nedenselliğin koyduğu istatistiksel sınırlar içindeki fiziksel açı­
dan indeterministik olayları etkileyerek fiziko-kimyasal sistem­
leri düzenlediği hipotezi temeline dayanabilecektir. Böyle olma­
sı için de kendisinin uzam-zamansal olarak örüntülü olıfunduszeue.infoı ge­
rekecektir.
Peki, bu durumda entelekya bu örüntülü karakteri nasıl
edinmektedir? Olası bir yanıt Kısım 1 .7'de ana hatları verilen et­
kileşimci bellek kuramı tarafından önerilmektedir. Anılar beyin­
de fiziksel olarak depolanmıyor, ama bir şekilde zaman içinde
doğrudan bir hareket içeriyorlarsaP o halde tek tek beyinlerle
sınırlı olmaları da gerekmez; kişiden kişiye aktarılabilecek ya da
bir tür anı "havuzu" geçmişteki sayısız bireyden miras alınabile­
cektir.
Bu fikirler hayvanların içgüdülerini de kapsayacak biçimde
genellenebilir. içgüdüler türün kolektif belleği yoluyla kalıtsal
olarak aktarılıyor olabilirler; bir içgüdü yalnızca bireyler tarafın­
dan değil, aynı zamanda bir bütün olarak türün kendisi tarafın­
dan kazanılmış bir alışkanlık gibi olabilecektir.

59
YENİ BİR YAŞAM BiliMi

Bu tür fikirler birçok yazar tarafından ileri sürülmüştür;24


örneğin, psişik araşlırmacı W. Carington bir örümceğin ağ örme­
si gibi içgüdüsel bir davranışın "tek bir varlığın (örneğin örüm­
cek) türe ait bütün ağ örme deneyimlerinin depolandığı daha
büyük bir sisteme (dilerseniz kolektif bilinçaltı da diyebilirsiniz)
bağlanması sayesinde olabilir."25 fikrini ortaya atmışlır. Zoolog
Sir Alister Hardy, paylaşılan bu deneyimin bir tür "psişik plan"
gibi çalışlığını öne sürerek bu fikri geliştirrniştir:

Paralel iki bilgi akımı olabilecektir: seçim yoluyla etkide


bulunacak olan organik akımın değişken fiziksel biçimini
sağlayan DNA kodu ve ortak deneyimin psişik akımı.
Çevreyle birlikte popülasyonda ırkı daha iyi devam etti­
rebilecek üyeleri seçecek olan bilinçallı tür "planı" (blu­
eprint)

Bu görüşlerde, fiziksel olmayan bellek benzeri bir sürece


bağlı olan kalılım türü davranış dünyasıyla sınırlanmışlır. Bu
düşüncenin, biçimin kahtımını da kapsayacak biçimde daha ile­
ri düzeydeki bir genellemesi Driesch'in entelekya kavramıyla bir
ilişkiyi gündeme getirecektir: Entelekya tarafından fiziko-kim­
yasal bir sistem üzerine yüklenen karakteristik örüntü bir tür
bellek süreciyle entelekyanın kendisinin uzam-zamansal örüntü­
süne bağlı olacaklır. Örneğin, bir denizkestanesi embriyosu, en­
telekyası daha önceki bütün denizkestanelerinin gelişim süreçle­
rinin ''belleğini" içerdiği için, geliştiği gibi gelişecektir; aynca,
önceki denizkestanelerinin larval ve yetişkin biçimlerinin ''belle­
ği", embriyo zarar görse bile, entelekyanın bu normal amaçlar
doğrultusunda gelişimi yönlendirmesini -yani regülasyonu- sağ­
layacaktır.
Sonuç olarak, morfogenezle ilgili olası bir vitalist kurarn şu
biçimde özetlenebilecektir: DNA'nın genetik kalılımı organiz­
manın alabileceği tüm olası proteinleri belirler. Ancak hücre, do-

60
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

ku ve organların organizasyonu ve organizmanın bir bütün ola­


rak gelişiminin koordinasyonu entelekya tarafından belirlenir.
Entelekya, aynı türün geçmişteki üyelerinden materyal olmayan
bir şekilde kalıtsal olarak alınır; bir madde ya da enerji tipi değil­
dir, yine de kendi kontrolü altındaki organizmanın fiziko-kimya­
sal sistemleri üzerinde etkimektedir. Entelekyanın olasılıkçı sü­
reçleri etkileyen bir "gizli değişkenler" grubu gibi davranabildi­
ği için, bu etkime de mümkün olmaktadır.
Bu kuram, hiçbir şekilde anlamsız değildir, üstelik, olasılık­
la, deneysel olarak da test edilebilir; temelde yetersiz gibi gözük­
mesinin tek nedeni vitalistik olmasıdır. Tanım gereği, entelekya
özünde fiziksel değildir; hipotez gereği, kuantum kuramının ba­
kış açısına göre "gizli" olan bir değişkenler grubu sağlayarak
materyal sistemler üzerinde etkiyebilmesine rağmen, bu hala.
benzerneyenin benzemeyen üzerindeki bir hareketi olabilecektir.
Fiziksel dünya ve fiziksel olmayan entelekya hiçbir zaman bir­
birleri açısından açıklanamaz ya da anlaşılamaz.
Bütün vitalist kurarnların doğasında var olan bu düalizm,
ribozomlar ve virüsler kadar kompleks yapıların "kendiliğinden
kümelenmeleri" konusunda moleküler biyolojinin buluşları ışı­
ğında, çeşit bakımından değil, derece açısından, kristalleşmeden
farklı bir duruma işaret ettiği için, özellikle rastgele gibi görün­
mektedir. Bir bütün olarak canlı organizmaların kendiliğinden
düzenlenmeleri, ribozom ya da virüslerinkinden daha kompleks
olmasına ve daha büyük bir içsel heterojenlik ortaya çıkarması­
na rağmen, burada da yine bir derece farkı olduğunu ileri sür­
meye yetecek kadar benzerlik bulunmaktadır. Bu durum, en
azından, hem mekanikçiler hem de organikçilerin düşünmeyi
yeğledikleri şeydir.
Olasılıkla, yaşam olguları konusunda doyurucu başka bir
açıklama tasarlanabilir olmadığı sürece, vitalist bir kurarn da ka­
bul edilmek durumunda olacaktır. Vitalizmin mekanistik kura­
ma tek alternatif gibi göründüğü bu yüzyılın ilk dönemlerinde,

61
YENİ BİR YAŞAM BlUMl

özündeki düalizme rağmen dikkate değer bir destek kazanmıştı.


Ancak son elli yıl içinde organikçi kuramın gelişimi, daha geniş
bir perspektif içinde vitalizmin birçok yönünü içererek, etkili bir
biçimde bunun yerini alan başka bir olanak sunmuştur.

Organikçilik

Modogenezle ilgili organizmik kurarnlar çeşitli etkiler altında


gelişmiştir: Bunların bazıları felsefi sistemlerden, özellikle A. N.
Whitehead ve J. C. Smuts'unkilerden; bazıları modern fizikten,
özellikle alan kavramından; bazıları, kendisinin de fiziksel alan­
lar kavramından oldukça etkitenmiş olan Gestalt psikolojisin­
den; bazıları da Driesch'in vitalizminden etkilenmiştir Bu ku­
ramlar, Driesch'in mekanistik terimler çerçevesinde çözülemez
olduklarını iddia ettiği aynı sorunlarla ilgileniyordu: regülasyon,
rejenerasyon ve üreme. Ancak Driesch, gelişmekte olan organiz­
maların sergilediği bütünlük ve yönelimiilik (directiveness)
özelliklerini açıklamak için, fiziksel olmayan entelekyayı önerir­
ken, organikçiler modagenetik (embriyonik; gelişimseD alanlar
kavramını önermişlerdir.
Bu fikir 'de A. Gurwitsch2B ve 'da P. Weiss tarafın­
dan ayrı ayrı ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, modagenetik
alanların morfogenezin kontrolü konusunda önemli bir rol oy­
nadıklarını ifade etmenin dışında, bu yazarların ikisi de bunların
ne oldukları ya da nasıl çalıştıklarını belirtmemişlerdir. Alan ter­
minolojisi kısa sürede diğer gelişim biyologları tarafından da be­
nimsenmiş, ama, canlı organizmalann özellikleri ve inorganik
elektromanyetik sistemler arasında benzerlikler olduğunu ileri
sürmeye yaramasına rağmen, kötü tanımlanmış olarak kalmıştır.
Örneğin, bir demir mıknatıs iki parçaya ayrılırsa, manyetik alan
özelliklerine sahip olan iki eksiksiz mıknatıs elde edilmiş olur;
benzer şekilde, modagenetik alanın da organizmalann, yeni or­
ganizmalar biçiminde gelişebilen bağımsız parçalarının "bütün­
lüğünü" açıkladığı varsayılmıştır.

62
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

C. H . Waddington morfogenetik alan fikrine ek olarak, geli­


şimin zamansal y<?nünü de hesaba katacak biçimde yeni bir kav­
ra m önermiştir. Bu yeni kavrama kreod (Yunanca chre, yani gerek­
Ii; ve hodos, yani yol) adını vermiş ve bunu basit bir üç boyutlu
"epigenetik manzara" aracılığıyla göstermiştir (Şekil 5) Bu
modelde, topun aşağı doğru yuvarlanırken izlediği yol bir yu­
murtanın belirli bir parçasının gelişim öyküsüne karşılık gelir.
Embriyoloji ilerledikçe, vadiler tarafından te�il edilen, dalla­
nan bir alternatif yol dizileri ortaya çıkar. Bunlar farklı organ, do­
ku ve hücre tiplerinin gelişim yollarına karşılık gelmektedir. Or­
ganizmada bunlar oldukça açıktır; örneğin, böbrek ve karaciğe­
rin belirli bir yapısı vardır ve bir dizi araa formlar yoluyla birbi­
rinin derecelerine inmezler. Gelişim belirli bitiş noktalarına doğ­
ru kanalize edilmiştir. Genetik değişiklikler ya da çevresel dü­

zensizlikler, gelişimin rotasını (topun izlediği yolla simgeleriir)

Şekil 5: Kanalize edilmiş bir değişim yolu olarak kreod kavramını


gösteren "epigenetik manzara"nın bir bölümü. (Waddington,
George Alien & Unwin, Ltd.'nin izniyle kopyalanmıştır)

63
YENI BIR YAŞAM BIL1Ml

vadiden komşu yamaca aşağıdan yukarıya doğru iter, ama bir


başka vadinin eşiğinden yukarıya çıkarmadığı sürece, gelişim
süreci yine eski yolunu bulacakhr. Başladığı noktaya geri dön­
meyecek, ancak gelişimin kanalize edilmiş yolu üzerindeki son­
raki konumuna gelecektir. Bu durum da regülasyonu simgeler.
Kreod kavramı morfogenetik alan kavramına oldukça ben­
zemektedir, ancak morfogenetik alan kavramında yalnızca gizli
olan zaman boyutu burada açıktır.
Daha yakın tarihlerde, her iki kavram da matematikçi Rene
Thom tarafından, yalnızca morfogenezi değil, aynı zamanda
davranış ve dili de kapsayan matematiksel bir kurarn oluşturma­
ya yönelik büyük bir girişimin bir bölümü olarak, büyük ölçüde
geliştirilmiştir Thom'un temel ilgisi o güne dek matematiksel
işleme direnmiş bu sorunlar için uygun bir matematiksel forma­
lizm bulmakhr. Sondaki hedefi ise gelişimsel süreçlere olabildi­
ğince yakın bir şekilde karşılık gelen matematiksel modeller
üretmektir. Bu modeller topolojik, niceliksel değil niteliksel ola­
cak ve belirli herhangi bir nedensel açıklama şemasına bağlı ol­
mayacaktı: "Lokal modelleri kullanmamızın temel özelliklerin­
den biri, bunların 'gerçekliğin nihai doğası' hakkında hiçbir şey
ima etmemeleridir; bu durum betimlemenin ötesinde kompleks­
leşmiş olan analizlerle açığa çıkarılsa bile, yalnızca onun tezalıü­
rünün bir bölümü -sözde gözlemlenebilir olanlar- en sonunda
sistemin makroskobik betimlemesiyle ilgilidir. Dinamik modeli­
mizin faz aralığı, yalnızca bu gözlemlenebilirleri kullanarak ve
arhk az ya da çok kaotik temelli yapılarta ilgili olmaksızın tanım­
lanır."32
Bu yaklaşımla ilgili sorun, aslında betimleyici olmasıdır;
morfogenezi pek açıklamamaktadır. Doğrusu, var olan bütün or­
ganizmik morfogenez kurarnları için bu durum geçerlidir. Örne­
ğin, Waddington'un kreod kavramını Driesch'in entelekyasıyla
karşılaşhnn. Her iki kavram da kendisi belirli bir zaman ve yer­
le sınırlanmış olarak düşünülemeyecek olan bir şey tarafından

64
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

gelişimin uzaya ve zamana yönlendirildiği ya da kanalize edil­


diği fikrini içermektedir; her ikisi de bunu, her nasılsa gelişimsel
sürecin sonunu ya da amacını kendi içinde taşıyan bir şey olarak
görmekte ve her ikisi de böylelikle regülasyon hakkında bir dü­
şünme biçimi sağlamaktadır. Bu ikisi arasındaki temel fark Dri­
esch'in, düşündüğü sürecin aslında nasıl işleyebileceğini söyle­
meye çalışması, diğer yandan Waddington'un ise bunu yapma­
masıdır. Kreod kavramı, bu nedenle, saldırıya daha az açıkhr,
çünkü çok belirsiz kalmışhr Gerçekte, Waddington kreodlar ve
morfogenetik alanlar kavramlarını "aslında betimsel bir kolay­
lık" olarak görmektedir Başka birçok organikçi gibi, o da bili­
nen fiziksel nedenler dışında herhangi bir şeyin işin içinde oldu­
ğunu ileri sürdüğünü inkar etmiştir. Bununla birlikte, organikçi­
lerin tümü bu inkara katılmamaktadır; bazılan bu soruyu açık
bırakmaktadır. Açık bir şekilde kesin bir yargı ifade etmeyen bu
tutum, B. C. Goodwin'in morfogenetik alan konusunda aşağıda
verilen görüşleriyle gösterilmektedir:

Bu alanın bir özelliği elektriksel kuvvetlerin bunu etkile- ·

yebileceğidir. Gelişmekte ve kendini rejenere etmekte


olan diğer organizmalarda da ilgi çekici ve dikkate değer
elektriksel alan örüntülerine sahip olduklan bulunmuş­
tur, ama morfogenetik alanlarm aslında elektriksel olduk-
'

larını ileri sürecek değilim. Kimyasal maddeler de geliş-


mekte olan organizmalann polarite ve diğer uzamsal
yönlerini etkiler; ama yine, morfogenetik alanlarm öz ya­
pı itibarıyla kimyasal ya da biyokimyasal olduklan sonu­
cuna varacak değilim. Benim inancım bu konudaki ince­
lemelerin bunlardan herhangi biri, hepsi ya da hiçbiri ola­
bileceği varsayıını üzerinde �erlemesi gerektiğidir; an­
cak, onun maddesel doğası hakkındaki agnostisizme (bi­
linemezcilik) rağmen, gelişimsel süreçte birincil bir rol
oynadığına da inarunaktayım

65
YENİ BİR YAŞAM BİLlMİ

Bu kavramın açıklığı, kavramı morfogenez konusunda ay­


rıntılı bir organizmik kurarn için en umut verici başlangıç nokta­
sı yapmaktadır. Ancak belli ki morfogenetik alanların bilinen fi­
zik ilkeleri çerçevesinde tamamen açıklanabilir olduklan düşü­
nülürse, bunlar mekanistik kuramın sofistike bir versiyonu üze­
rine. kurulmuş belirsiz bir terminolojiden başka bir şey anlatma­
maktadır. Yalnızca, günümüzde fizik tarafından tanımlanmamış
olan nedensel bir rol aynadıkları varsayılırsa, test edilebilir bir
kurarn geliştirilebilir. ilerleyen bölümlerde bu olasılık incelen­
mektedir.

Notlar

1 Tanımsal bir araşhrmanın sonuçlarını göz önünde tutarak hi­


potezlerin oluşturulma şekli konusunda bir örnek için, bkz. Crick
ve Lawrence ().
2 Yakın tarihli bir araştırma için, bkz. Wolpert ().
3 King ve Wilson ().
4 a.g.e.
S MacWilliams ve Bonner ().
6 Sheldrake ().
7 Bu konuyla ilgili yakın tarihli kuramsal bir tartışma için, bkz.
Meinhardt ().
8 Roberts ve Hyams (editörler) ().
9 Nicolis ve Prigogine ().
10 Driesch (), s
11 Driesch (), s
12 Driesch (), Cilt 1, s
13 Driesch () s,
14 a.g.e., s, .
1 5 a.g.e., s
16 a.g.e., s

66
ÜÇ MORFOGENEZ KURAMI

1 7 a.g.e., s
1 8 a.g.e., s
19 a.g.e., s
20 Eddington (), s
21 Eccles ().
22 Örneğin, Walker (); Whiteman (); Hasted ();
Lawden ().
23 Karşılaşhnnız: Bertrand Russell'ın tarhşhğı "mnemik neden­
sellik" kavramı ( ).
24 Bellek ve içgüdünün aynı olgunun iki yönü olduğu fikri, di­
ğer yazariann yanı sıra, Butler (); Sernon (); ve Rignano
() tarafından ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, bu yazarlar,
belleğin kalıtımmın, germ plazması yoluyla, Lamarckçı bir tür kalı­
tım gerektiren bir şekilde, fiziksel olarak gerçekleştiğini varsaymış­
lardır.
25 Carington ().
26 Hardy (), s
27 Bu etkilerle ilgili bir tarhşma ve sonrasında organizmtk fikir­
lerin gelişimiyle ilgili bir araşhrma için, bkz. Haraway (). Mor­
fogenez konusunda organizmik yaklaşımla ilgili ilk özetlerden en
iyisi von Bertalanffy tarafından yapılmışhr ().
28 Gurwitsch ().
29 P. Weiss'in fikirlerinin sistematik bir şekilde ifadesi için, bkz.
aynı yazann Principles of Development (Gelişimin ilkeleri) adlı çalış­
ması ().
30 Waddington (), Bölüm 2.
31 Thom (a).
32 a.g.e. s
33 Waddington, meslek yaşamının sonuna doğru yazdığı aşağı­
daki pasajcia açıklanan nedenlerden ötürü, kavramlannın organiz­
mik arka planı konusunda bile açık olmadığını göstermiştir:
"Saldırgan bir karakterim olmadığı ve saldırgan bir şekilde anti­
metafizik bir dönemde yaşadığım için, bu felsefi görüşleri alenen

67
YENI BİR YAŞAM B1LIM1

açıklamayı tercih etmedim. 'lerde yazdığım 'Vitalist-Mekanist


Çekişmesi ve Soyutlama Süreci' konusundaki çalışmam hiç yayın­
lanmadı. Bunun yerine, belirli deneysel koşullarda kullanmak için
Whitehead' çi bir görüş açısını yerleştirmeye çalışhm. Bu yüzden,
metafizikle ilgili olmayan biyologlar, bunlann ardında neyin gizli
olduğunu fark etmiyorlar, ancak yine de kendilerini anlaşılması güç
bir şekilde rahatsız hissetmişler gibi, genellikle tepki veriyorlar."
(Waddington (editör), , s. ).
34 Waddington (editör) (), s,
35 Örneğin, Elsasser (, ); von Bertalanffy (). Bu
"mekanistik organikçilik" konusunda bir tartışma için bkz. Sheldra­
ke ( ).
36 Goodwin (), s.
3 Biçimin Nedenleri

Biçim Sorunu

Biçimin herhangi bir sorun ortaya koyduğu ilk bakışta açık de­
ğildir. Çevremizdeki dünya tamamen biçimlerle doludur; her al­
gı eyleminde onlann farkına varmaktayız. Ancak, deneyimimi­
zin, basit bir şekilde kesinmiş gibi kabul ettiğimiz bu yönüyle, fi­
ziğin ilgilendiği niceliksel faktörler arasında derin bir uçurum
olduğunu kolaylıkla unuturuz: kütle, moment, enerji, sıcaklık,
basınç, elektrik yükü, vb.l
Fiziğin niceliksel faktörleri arasındaki ilişkiler matematiksel
olarak ifade edilebilir, fiziksel değişimler ise denklemler yoluyla
betimlenebilir. Bu denklemlerin oluşturulması mümkündür,
çünkü temel fiziksel nicelikler Kütle ve Enerji, Moment, Elektrik
Yükü, vb'nin Korunumu İlkelerine göre korunmaktadır: Belirli
bir fiziksel değişimden önceki toplam kütle ve enerji, moment,
elektrik yükü vb. miktan, sonraki toplam miktara eşittir. Ancak,
biçim bu denklemlere girmez: vektörle ya da rakamlarla ifade
edilebilen bir nicelik değildir, korunmaz da. Örneğin, bir çiçek
demeti büyük bir ocağa atılır ve kül haline getirilirse, madde ve
enerji miktan aynı kalır, ama çiçeklerin biçimi yok olur.
Fiziksel nicelikler çeşitli aygıtlarla yüksek bir kesinlik dere­
cesinde ölçülebilirler. Ancak biçimler niceliksel bir ölçek üzerin­
de ölçülemez, zaten bilim adamlarının bile buna gereksinimleri
yoktur. Bir botanikçi iki tür arasındaki farkı bir aletin kadranı
üzerinde ölçmez; bir entomolojist (böcekbilimci) kelebekleri, bir
anatomist kemikleri ya da bir histolojist (dokubilimci) hücreleri

69
YENi BiR YAŞAM BiliMi

bir makine aracılığıyla tanımaz. Tüm bu biçimler doğrudan tanı­


nır. Bitki örnekleri herbaryumlarda (kurutulmuş bitki koleksi­
yonlarının saklandığı özel oda), kelebekler ve kemikler camlı do­
laplarda, hücreler de mikroskop lamlarında korunurlar. Biçim
olarak yalnızca kendileridirler; başka herhangi bir şeye indirge­
nemezler. Biçimlerin betimlenmesi ve sınıflandırılması, aslında,
birçok bilim dalının birincil ilgisidir; kimya gibi fiziksel bir bi­
limde bile önemli bir amaç, iki boyutlu "yapısal formüller" ya da
"top ve çubuklar" dan oluşan üç boyutlu modeller biçiminde di­
yagramatik olarak temsil edilen moleküllerin biçimlerinin açık­
lanmasıdır.
En basit sistemler dışında her sistemin biçimi, yalnızca, fo­
toğraf, çizim, diyagram ya da modellerle, görsel olarak gösterile­
bilirler. Ancak matematiksel olarak temsil edilemezler. En geliş­
miş topolajik yöntemler bile henüz, örneğin bir zürafa ya da bir
meşe ağacı için matematiksel formüller sağlayacak derecede ge­
liştirilebilmiş değildir. Thom ve başkalan tarafından geliştirilmiş
olan yeni yöntemlerden bazıları, belki eninde sonunda bu gibi
sorunların üstesinden gelebilecektir, ama yalnızca uygulamada
değil, ilkede de matematiksel güçlükler bulunmaktadır.ı
En basit statik biçimler dışında herhangi bir biçimin yalnız­
ca betimlenmesi son derece kompleks bir matematiksel sorun su­
nuyorsa, biçimin değişiminin, morfogenezin betimlenmesi çok
daha güçtür. Bu durum, Thom'un, olası biçim değişimi tiplerini,
ya da "katastrof"u, genel terimler çerçevesinde sınıflandırdığı ve
betimlediği ''katastrof kuramı"nın konusudur. Morfogenetik bir
sürecin sonunun ya da amacının, yani son biçimin, morfogenetik
bir alan içindeki bir "çekici" (attractor) tarafından temsil edildiği
matematiksel modeller kurarak, bu kuramı morfogenezle ilgili
sorunlara uygular. Thom, her nesnenin ya da fiziksel biçimin bu
tip bir çekici ile temsil edilebileceğini ve her morfogenezin ''baş­
langıçtaki biçimleri temsil eden çekicilerin kaybolması ve son bi­
çimleri temsil eden çekiciler tarafından ele geçirilip yer değiştir­
mesiyle betimlenebilir" olduğunu varsaymaktadır.3

70
BlçlMİN NEDENLERİ

Belirli morfogenetik süreçlere karşılık gelen topolajik mo­


deller geliştirmek için, formüller, deneme-yanılma ve esinienii­
miş tahmine dayanan sonuç işinin bir kombinasyonuyla bulu­
nur. Matematiksel bir ifade çok fazla çözüm veriyorsa, buna kı­
sıtlamalar getirilmek durumundadır; öte yandan. bir fonksiyon
fazla kısıtlıysa, bunun yerine daha genellenmiş bir fonksiyon
kullanılır. Bunlara benzer yöntemlerle, Thom eninde sonunda
gerçek morfogenetik süreçlere ayrınhlarıyla karşılık gelen topo­
lojik ifadeler geliştirmenin mümkün olması gerektiğini umar.
Ancak yine de bu modeller, olasılıkla, niceliksel öng.örülerin ya­
pılmasına olanak tanımayacaktır. Bunların asıl değeri, farklı
morfogenez tipleri arasındaki biçimsel benzeriikiere dikkat çek­
melerinde yatıyor olabilir.4
İlk bakışta, Bilgi Kuramının matematiksel formalizmi bu to­
polojik yaklaşıma yeğlenebilir gibi görünmektedir. Ancak, ger­
çekte, Bilgi Kuramı kapsamı açısından oldukça sınırlıdır. Başlan­
gıçta, telefon mühendisleri tarafından, bir kanal yoluyla, kay­
naktan alıcıya mesajların iletilmesiyle ilgili olarak geliştirilmiştir;
aslında, bir kanalın karakteristiklerinin, belirli bir zaman içinde
iletilebilen bilgi miktarını nasıl etkilediği sorusuyla ilgiliydi. Ula­
şılan temel sonuçlardan biri, kapalı bir sistemde, bilginin biçimi,
örneğin Mors alfabesinin nokta ve çizgilerinden sözcüklere geç­
mek gibi, değiştirilebilmesine rağmen, alıcıya kaynakta bulu­
nandan daha fazla bilginin iletilemeyeceğidir. Bir olayın bilgi
içeriği, neler olup bittiğiyle değil, yalnızca bunun yerine neler ol­
muş olabileceğiyle ilgili olarak tanımlanır. Bu amaçla, genellikle
ikili semboller kullanılır, daha sonra da bir örüntünün bilgi içe­
riği, bilinen bir sınıf sayısından bir örüntünün hangi belirli sını­
fının oluştuğunu belirtmek için kaç evet ya da kaç hayır kararı­
nın gerekli olduğu bulunarakbelirlenir.
Biyolojide bu kurarn sinir tellerinin impulsları iletimi konu­
sundaki niceliksel araşhrmalara yönelik ilgi uyandırmıştır; daha
küçük bir boyutta ise, ana-baba DNA' daki baz dizisinin oğul
döllerin DNA' sına iletilmesiyle ilgisi vardır, ancak; bunun· gibi

71
YENi BiR YAŞAM BiLtMl

basit bir durumda bile ciddi biçimde yanılhcı olabilir, çünkü can­
lı organizmalarda telefon tellerinde meydana gelmeyen olaylar
görülür: genler mutasyona uğrar, kromozomların bazı bölümle­
ri inversiyon, translokasyon, vb. geçirir. Ancak Bilgi Kuramı bi­
yolojik morfogenezle ilgili değildir: Yalnızca kapalı sistemlerde
bilginin iletimine uygulanır ve bu süreç boyunca bilginin içeri­
ğinde bir artışı hesaba katamaz.S Gelişmekte olan organizmalar­
sa kapalı sistemler değildir ve gelişimleri epigenetiktir, yani bi­
çim ve organizasyonun kompleksliği giderek artar. Mekanistik
biyologların sanki belirli bir anlamlan varmış gibi sıklıkla "gene­
tik bilgi", "pozisyonla ilgili bilgi" den söz etmelerine rağmen, bu
bir yanılsamadır: Bilgi Kuramı'nın kendine özgü dilini ödünç al­
mış, onun gösterdiği özeni ise geride bırakmıştır.
Bununla birlikte, hangi yöntemle olursa olsun, morfogene­
tik süreçlerin şaşırtıcı derecede ayrıntılı matematiksel modelleri
yapılabilse ve bunlar deneysel kanıtlarla uyumlu öngörüler orta­
ya koysa bile, bu modellerin neye karşılık geldikleri sorusu yine
de gündemde olacaktır. Aslında, herhangi bir bilim dalında, ma­
tematiksel modellerle ampirik gözlemler arasındaki bu benzer­
lik aynı soruyu ortaya çıkaracaktır.
Fisagorcu tipte matematiksel mistisizm tarafından bir yanıt
sağlanmaktadır: Evrenin bir şekilde bütün ampirik olgulara yol
açan temel bir matematiksel düzene bağlı olduğu düşünülür; bu
transandantal düzen yalnızca matematik yöntemleri aracılığıyla
açığa çıkarılır ve anlaşılabilir bir hale getirilir. Bu tutum seyrek
olarak açıkça desteklenmekle birlikte, modern bilirnde güçlü bir
etkiye sahiptir ve az çok gizli bir şekilde, matematikçilerle fizik­
çiler arasında sıklıkla görülebilir.
Alternatif olarak, bu benzerlik zihnin deneyde düzen ara­
ma ve bulma eğilimiyle de açıklanabilir: insan zihninin yaratıla­
rı olan matematiğin düzenli yapıları, deneyimin üstünde tutu­
lur, buna uymayanıarsa bir kenara atılır; böylelikle doğal
ayıklanmaya benzer bir süreçle, en iyi uyum gösteren matema­
tiksel formüller elde tutulur. Bu görüşe göre, bilimsel etkinlik

72
BlçlMlN NEDENLERI

yalnızca dünyanın az çok yalıhlmış ve tanımlanabilir yönleriy­


le ilgili matematiksel modellerin gelişimi ve ampirik olarak test
edilmesiyle ilgilenir; gerçeklik konusunda herhangj bir temel
anlayışa götüremez.
Yine de, biçim sorunu hakkında, ne Fisagorcu mistisizmin
kabulünü, ne de açıklama yapma olasılığını bir kenara atmayı
gerektiren farklı bir yaklaşım türü bulunmaktadır. Nesnelerin
biçimi anlaşılacaksa, sayılar çerçevesinde değil, daha temel bi­
çimler çerçevesinde açıklanmalan gerekir. Eflatun duyular dün­
yasındaki biçimlerin transandantal, arşetipik Biçimler ya da
idealar'ın kusurlu yansımaları gibi oldukları düşüncesindeydi.
Ancak, Fisagorcuların mistisizminden oldukça etkitenmiş olan
bu öğreti, ebedi Biçim'lerin değişken fenomenler alemiyle ne şe­
kilde ilişkili olduğunu açıklayamamışhr. Aristo, bu sorunun
nesnelerin biçimlerini, transandantat görmektense, içkin (im­
manent) olarak görerek üstesinden gelinebileceğine inanıyordu:
Belirli biçimler yalnızca nesnelerin doğasında değildir, aynı za­
manda gerçekten nesnelerin karakteristik biçimlerini almaları­
na neden olurlar.
Fisagorcu mistisizme alternatif olan bu tip, mekanistik ol­
mayan modem morfogenez kurarnlarında geliştirilmiştir. Açık
bir şekilde Aristo'nun sistemine dayanan Driesch'in sisteminde,
canlı organizmaların belirli biçimlerine enerjik olmayan bir ara­
cı, yani entelekya yol açar. Organikçiterin morfogenetik alanlan
ve kreodları da belirli son biçime yönelik morfogenetik süreçle­
re kılavuzluk ederler. Ancak bugüne kadar bunların doğası be­
lirsiz kalmışhr.
B.u belirsizlik, kısmen, en açık biçimiyle A. N. Whitehead'ın
felsefe sisteminde görüldüğü gibi, birçok organizmik düşünce­
nin Eflatuncu eğilimine bağlanabilir.6 Whitehead bütün gerçek
olayların Ebedi Nesneler adını verdiği şeyleri içerdiğini varsay­
mıştır; Ebedi Nesneler kolektif olarak olasılık dünyasını meyda­
na getirirler ve bütün olası biçimleri kapsarlar; aslında, Eflatun­
cu Biçimlere büyük ölçüde benzerler? Ancak, açık bir şekilde,

73
YENİ BiR YAŞAM BiLIMi

Eflatuncu Biçimler ya da Ebedi Nesneler'in bir yönü olarak me­


tafiziksel bir morfogenetik alan düşüncesinin deneysel bilim için
çok az değeri olacaktır. Bunlar yalnızca fiziksel etkileri olan fizik­
sel birimler biçiminde düşünülürlerse, bilimsel bir morfogenez
anlayışı sağlamaya yardıma olabilirler.
Organizmik felsefe hem biyoloji hem de fiziği kapsar; bu
nedenle morfogenetik alanların biyolojik morfogenezde neden­
sel bir rol oynadıklan varsayılıyorsa, bunların aynı zamanda
kristaller ve moleküller gibi daha basit sistemlerin morfogene­
zinde de nedensel bir rol oynamaları gerekir. Bu yüzden, var o­
lan bu kurarnların bütünüyle kimyasal olan sistemlerin morfo­
genezini ne derece açıklayabildiklerini dikkate almak önemlidir.
Yeterli bir açıklama sağlayabilirlerse, bu durumda morfogenetik
alanlar fikri gereksiz olacaktır; ama bunu sağlayamazlarsa, hem
biyolojik sistemler hem de biyolojik olmayan sistemlerde morfo­
genetik alanlar yoluyla biçimin nedenselliğiyle ilgili yeni bir hi­
potez için yol açılacaktır.

Biçim ve Enerji

Newtoncu fizikte, bütün nedensellik, hareket ve değişimin ilke­


si olan enerji çerçevesinde ele alınır.
Hareket eden her şeyin enerjisi vardır -termal titreşim,
elektrornanyetik radyasyon ve hareket eden cisimlerin kinetik
enerjisi- ve bu enerji başka nesnelerin de hareket etmesine neden
olur. Statik nesnelerin de hareket etme eğilimine bağlı olan po­
tansiyel bir enerjisi vardır; statik olmalannın tek nedeni bu eğili­
me karşı gelen kuvvetlerce dizginleniyor olmalarıdı_r.
Yerçekimsel cazibenin, cisimlerin hareket etmesine neden
olan ya da bu cisimlere bir hareket etme eğilimi, yani bir potan­
siyel enerji veren bir uzaklıkta etki eden bir kuvvete bağlı oldu­
ğu düşünülmekteydi. Bununla birlikte, bu çekim kuvvetinin
kendisinin varolduğuna dair hiçbir neden sunularnaz. Aksine,
yerçekimsel etkilerin yanı sıra elektromanyetik etkiler de artık

74
BİÇ1MJN NEDENLERJ

alanlar çerçevesinde açıklanmaktadır. Newtoncu kuvvetlerin


materyal cisimlerden açıklanamayan bir şekilde çıkhklan ve bu
cisimlerden uzama yayıldıklan sanılırken, modem fizikte bu
alanlar temeldir: hem materyal cisimlerin hem de bunların ara­
sındaki alanın temelini oluştururlar.
Bu tablo, birkaç farklı alan tipi olduğu gerçeğiyle karmaşık
bir durum almaktadır. Bunlann ilki, Einstein'ın Genel Görelilik
Kuramı'nda uzay-zamanla eşit sayılan ve maddenin varolması
durumunda eğileceği düşünülen yerçekimsel alandır. İkincisi,
içinde elektriksel yüklerin lokalize olduklan ve elektromanyetik
radyasyonların titreşimli distürbanslar şeklinde yayıldıkları
elektromanyetik alandır. Kuantum kuramma göre bu distürbans­
lara ayn enerji kuantumlarıyla ilişkili parçacık benzeri fotonlar
gözüyle bakılır. Üçüncüsü, maddenin kuantum alan kuramma
göre, atomalh parçacıklar madde alanlannın uyanlma (excitati­
on) kuantumları olarak düşünülür. Her parçaak türünün kendi­
ne özgü bir alanı vardır: Bir proton, proton-antiproton alanının;
bir elektron, elektron-pozitron alanının bir kuantumudur, vb.
Bu kuramlarda, fiziksel olgular tek başına enerji çerçevesin­
de değil, uzamsal alanlar ve enerji kavramlarının bir kombinas-­
yonuyla açıklanmaktadır. Böylelikle, enerji, değişimin nedeni
olarak düşünülmekle birlikte, değişimin düzenlenişi alaniann
uzamsal yapılarına bağlıdır. Bu yapılann fiziksel etkileri vardır,
ama kendileri bir enerji tipinde değildir; "geometrik" ya da
uzamsal nedenler biçiminde davranırlar. Bu fikir ve yalnız ener­
ji nedenselliği düşüncesi arasındaki radikal farklılık, Newton ve
Einstein'ın yerçekimi kurarnlan arasındaki karşıtlıkla gösteril­
mektedir: örneğin, Newton'un kuramma göre ay dünyanın çev­
resinde döner, çünkü bir çekim kuvvetiyle ona doğru çekilir;
Einstein'ın kuramma göre ise, bu dönüşün nedeni, içinde hare­
ket ettiği uzarnın eğilmesidir.
Kimyasal sistemlerin yapısıyla ilgili modem anlayış kuantum
mekaniği ve elektromanyetizmarun kavramianna dayanır; yerçe­
kimsel etkiler nispeten çok küçüktür ve görmezden gelinebilir.

75
YENI BiR YAŞAM BiliMi

B c

Şekil 6: Kararsız (instabil) (A), kararlı (stabil) (B) ve kısmen karar­


lı (C) durumlann diyagramatik bir betimlemesi.

Atomlarm bir araya gelebildiği olası durumlar, elektronlann yö­


rüngelerinin olasılıklar çerçevesinde hesaplanabilmesini sağla­
yan Schrödinger kuantum mekaniği denklemiyle gösterilmekte­
dir; maddenin kuantum alan kurarnında, bu yörüngeler, elekt­
ron-pozitron alanı içindeki yapılar olarak görülür. Ancak, etekt­
ronlar ve atomik çekirdekler elektriksel olarak yüklendikleri
için, bunlar aynı zamanda elektromanyetik alan içindeki uzam­
sal örüntülerle, bu yüzden de potansiyel enerjilerle ilişkilidir. Be­
lirli sayıda atomun olası bütün uzamsal yerleşimleri aynı potan­
siyel enerjiye sahip değildir ve yalnızca en düşük potansiyel
enerjisi olan yerleşim, Şekil 6' da gösterilen nedenlerden ötürü,
kararlı olacakbr. Bir sistem, olası alternatif durumlardan daha
yüksek enerjili bir durumda bulunuyorsa, herhangi bir küçük
yer değişikliği (örneğin, termal ajitasyon yüzünden) onun başka
bir duruma geçmesine neden olacakbr (A). Diğer yandan, olası
alternatiflerden daha düşük enerjili bir durumda bulunuyorsa,
küçük yer değişikliklerinden sonra, bu nedenle kararlı olan du­
rumuna geri dönecektir (B). Bir sistem, bir "engel" düzeyinin
üzerinde yerini değiştirmediği sürece, geçici olarak en kararlı ol­
mayan bir durumda da bulunabilir (C); bu yer değiştirme ger­
çekleştiğinde ise, daha kararlı, yani düşük enerjili bir duruma
geçecektir.
Enerjiyle ilgili bu düşünceler kimyasal bir yapının en karar­
lı durumunun hangisi olduğunu belirler, ancak bunun, Şekil

76
Blç/MlN NEDENLER!

6' da topun aşağı yuvarlandığı ve hareketlerini sınırlayan engel


görevini gören eğimlerle temsil edilen uzamsal karakteristikleri­
ni açıklamazlar. Bunlar, madde ve elektromanyetizma alanlan
tarafından verilen uzamsal örüntülere bağlıdır.
Termodinamiğin ikinci yasasına göre, kapalı bir sistem için­
deki kendiliğinden süreçler bir denge durumuna yöneline eğili­
mindedir; böyle oldukları için de sistemin farklı bölümleri arasın­
da ısı derecesi, basınç, vb' de başlangıçta görülen farklılıklar yok
olma eğilimi gösterir. Teknik bir dille söylemek gerekirse, kapalı
bir makroskobik sistemin entropisi ya aynı kalır ya da artar.
Bu yasanın önemi popüler aniatılarda sıklıkla abartılmakta­
dır; özellikle entropi terimi sanki "düzensizlik"le eşanlamlıymış
gibi ele alınmaktadır. Bu durumda da canlı organizmalann evri­
mi ve gelişiminde görülen düzen kompleksliğinin artışı, artan
entropi ilkesine ters düşüyor gibi görünmektedir. Bu çelişki ter­
modinamik biliminin sırurlarının yanlış anlaşılmasından kay­
naklanmaktadır. Birincisi, termedinamik yalnızca kapalı sistem­
lere uygulanır, oysa canlı organizmalar çevreleriyle madde ve
enerji alışverişi yapan açık sistemlerdir. İ kincisi, termedinamik
yalnızca ısı ve diğer enerji biçimleri arasındaki karşılıklı ilişkiler­
le ilgilenir; kimyasal ve biyolojik yapılan etkileyen enerjik fak­
törlerle ilgilidir, ama bu yapıların ilk baştaki varlığını açıklamaz.
Üçüncü olarak da entropinin teknik tanımı teknik olmayan her­
hangi bir düzensizlik kavramıyla çok az ilişkilidir; özellikle kim­
yasal ve biyolojik sistemlerin belirli yapıların doğasında var olan
düzen tipiyle ilgilenmez. Termodinamiğin üçüncü yasasına gö­
re, mutlak sıfırda tüm saf kristal haldeki katılann entropisi sıfır­
dır. Termedinamik bir bakış açısından bakıldığında, bunlar ku­
sursuz bir biçimde "düzenli"dir, çünkü termal ajitasyona bağlı
olan hiçbir düzensizlik söz konusu değildir. Ancak hepsi eşit de­
recede düzenlidir: Basit bir tuz kristali ve hemoglobin gibi son
derece kompleks organik bir molekülün kristali arasında entropi
bakımından hiçbir fark yoktur. Hemoglobinin daha büyük olan
yapısal kompleksliği entropi çerçevesinde ölçülebilir değildir.

77
YENI BIR YAŞAM BlLlMJ

Sayısız atom ve molekülden oluşan büyük bir sistemdeki


kimyasal ya da biyolojik yapı bakımından "düzen" ve sıcaklık,
vb gibi eşitsizliklere bağlı termodinamik "düzen" arasındaki
karşıtlık, kristalleşme süreciyle gösterilir. Bir tuz çözeltisi, soğuk
bir ortam içindeki bir kaba yerleştirilirse, çözelti soğudukça tuz
kristalleşir. Başlangıçta, bileşiğini meydana getiren iyonlar, çö­
zelti içinde rastgele dağılmış durumdadır, ama kristalleşme
meydana geldikçe, bu iyonlar kristallerin içinde büyük bir regü­
lariteyle (düzenlilik) düzenli bir hal alırlar, kristallerin kendileri
de makroskobik olarak simetrik yapılar biçiminde gelişir. Morfo­
lojik bir bakış açısından bakıldığında, düzende dikkate değer bir
arhş olmuştur; ancak termodinamik bakış açısından bakıldığın­
da, çözeltiyle çevresi arasındaki ısı eşitlenmesi ve kristalleşme
süreci boyunca ısının serbest bırakılması nedeniyle, çözücü mo­
leküllerde de daha büyük bir termal ajitasyona yol açarak, "dü­
zen" de bir düşüş, yani entropide bir arhş gerçekleşmiştir.
Benzer şekilde, bir hayvan embriyosu büyüyüp gelişirken,
embriyoyla, besin alıp, ısı ve boşalhm ürünleri bırakhğı çevreden
oluşan termodinamik sistemin entropisinde bir artış görülür. Ter­
modinamiğin ikinci yasası canlı organizmaların dış enerji kay­
naklarına olan bu bağımlılığını vurgulamaya yardımcı olur, ama
bunların belirli biçimlerini açıklama konusunda bir şey yapmaz.
En genel biçimiyle ifade edilecek olursa, biçim ve enerjinin
birbiriyle ters sonuçlu bir ilişkisi vardır: Enerji değişimin temel
nedenidir, ama bir biçim ya da yapı yalnızca belirli bir kararlılı­
ğı ve değişime karşı direnci olduğu sürece varlığını sürdürebilir.
Bu karşıtlık maddenin halleriyle sıcaklık arasındaki ilişkide açık­
ça görülmektedir. Yeterince soğuk koşullar alhnda, maddeler
moleküllerinin düzenieniş biçimlerinin yüksek bir regülarite ve
düzen gösterdiği kristal biçimlerde bulunurlar. Sıcaklık arttıkça,
belirli bir noktada termal enerji kristal biçimlerin bozunmasına
yol açar; kah madde erimeye başlar. Sıvı halde, moleküller ken­
dilerini sürekli kayan ve değişen geçici örüntüler şeklinde dü-

78
Blç/MİN NEDENLERİ

zenler. Moleküller arasındaki kuvvetler, basit biçimleri, küresel


su damlalarında olduğu gibi, bir bütün olarak sıvıya basit biçim­
lerini veren bir yüzey gerilimi oluştururlar. Sıcaklık derecesinde
daha fazla arhş olduğunda ise, sıvı buharlaşır; gaz halindeyken,
moleküller yalıhlır ve az çok birbirinden bağımsız bir şekilde
davranır. Sıcaklık derecesi daha da arthğında, moleküller atom-
. lar halinde bozunur; bundan da yüksek sıcaklık derecelerinde
ise atomlar bile, elektronlar ve atomik çekirdeklerden oluşan ka­
rışık bir gaz, bir plazma ortaya çıkaracak biçimde parçalanırlar.
Bu olaylar dizisi geriye doğru izlendiğinde, en kararlı olan­
lar ilk, en az kararlı olaniarsa en son olmak üzere, sıcaklık dere­
cesi düştükçe, sürekli olarak daha kompleks ve daha düzenli ya­
pılar ortaya çıkar. Bir plazma soğudukça, uygun sayıda elektron,
kendi uygun yörüngelerinde atomik çekirdekler çevresinde bir
araya gelirler. Daha düşük sıcaklık derecelerinde ise atomlar mo­
leküller halinde bir araya gelir. Daha sonra gaz damlacıklar
halinde yoğunlaşhkça, supramoleküler kuvvetler etkili olmaya
başlar. En sonunda, sıvı kristalleştiğinde, yüksek bir supramole-:
küler düzen düzeyi kurulmuş olur.
Bu biçimler kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Olumsuz an­
lamda, yalnızca belirli bir sıcaklık derecesinin alhnda oluşabil­
meleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri dışında, dışsal enerji çer­
çevesinde açıklanamazlar. İçsel enerji bakımından açıklanabilir­
ler, ama bu da yalnızca olası bütün yapısal düzenienişler içinde,
bir tek en az potansiyel enerjisi olanın kararlı olması durumu
için geçerlidir; bu da, bu nedenle, kendiliğinden alınma eğilim­
de olacak olan yapıdır.

Kimyasal Yapılann Öngöriilmesi

Kuantum mekaniği, tüm kimyasal sistemlerin en basiti olan hid­


rojen atomunun enerji d urumlannı ve elektronik yörüngeleri ay­
rınhlarıyla betimleyebilmektedir. Daha kompleks atomlar, hatta

79
YENi BiR YAŞAM BiLiMi

en basit kimyasal moleküller söz konusu olduğunda ise, yöntem­


leri arhk kesin değildir; hesaplamalann kompleksliği oldukça
güçleşmekte ve yalnızca yaklaşık yöntemler kullanılabilmektedir.
Kompleks moleküller ve kristaller içinse ayrınhlı hesaplamalar
yapılması, en azından uygulamada, imkansızdır. Kristaller için­
deki atomik düzenienişler ve moleküllerin yapıları, kimyasal ve
kristalografik yöntemlerle ampirik olarak açığa çıkarılabilmekte­
dir; bu yapılar aslında kimyacılar ve kristalograflar için ampirik
yasalar temelinde az çok öngörülebilir durumdadır. Ancak bu,
Schrödinger dalga denklemi aracılığıyla kimyasal yapılar hakkın­
da temel bir açıklama sağlamaktan oldukça farklı bir konudur.
Kuantum mekaniğinin bu ciddi sınırlamalarının farkına
varmak önemlidir. Elbette kimyasal bağlar ve kristallerin belirli
yönleri konusunda, yalıtkanlarla elektrik iletkenleri arasındaki
farklılıklar gibi, niceliksel ya da yarı niceliksel bir bilgi sağlama­
ya yardımcı olmaktadır. Ancak, en basit moleküllerin ve kristal­
lerin bile biçim ve özelliklerinin, ilk ilkelerden öngörülebilmesi­
ni sağlamaz. Sıvı hal konusundaysa durum daha da kötüdür, bu
konuda hala doyurucu bir niceliksel açıklama bulunmamakta­
dır. Kuantum mekaniğinin, en basit canlı hücrelerin bile biçim ve
özelliklerinin çok daha büyü."< karmaşıklığından söz etmek bir
yana, biyokimyacılar ve moleküler biyologlar tarafından incele­
nen oldukça kompleks moleküllerin ve makro-moleküler agre­
gatların biçim ve özelliklerini, aynnhlı ya da derinlemesine bir
şekilde açıklayacağını düşünmek aldaha olur.
Kimyanın, yaşam konusunda mekanistik bir anlayışa yöne­
lik sağlam bir temel sağlayacağı kanısı oldukça yaygın olmakla
birlikte, kimyanın kendisinin dayandığı fiziksel kuramın temel­
lerinin ne kadar yetersiz olduğunu vurgulamak gerekli olabilir.
Linus Pauling'in sözcükleriyle:

"Bize maddelerin tüm özelliklerinin bilinen yöntemlerle ­


Schrödinger denkleminin çözümü- hesaplanabileceğini
söyleyen kuramsal fizikçilere inanabiliriz. Ancak, aslında

80
BlÇİMlN NEDENLERi

Schrödinger denkleminin bulunduğundan beri geçen 30


yıl süresince, kimyaemın ilgilendiği maddelerin özellikle­
riyle ilgili yalnızca çok az kesin, ampirik olmayan kuan­
tum mekanik hesaplamalar yapılmıştır. Kimyacı, madde­
lerin özellikleri hakkındaki bilgisinin büyük çoğunluğu
için haUi deneye güvenmek zorundadır."8

Bu sözlerin yayınlanmasının üzerinden bir 20 yıl daha geç­


miş olmasına ve kuantum kimyaolarının kullanabileceği yakla­
şık hesaplama yöntemleri konusunda önemli ilerlemeler kayde­
dilmesine rağmen, aslında bugün için de aynı durum söz konu­
sudur.
Yine de ilke olarak aynntılı hesaplamalann yapılabileceği
iddia edilebilir. Ancak, tarhşmayı sürdürmek amacıyla, bu he­
saplamaların gerçekten yapılabileceği varsayılsa bile, bu hesap­
lamaların doğru olacağı, yani ampirik gözlemlerle örtüşeceği ön­
ceden bilinemez. Bu yüzden, kompleks kimyasal ve biyolojik ya­
pıların var olan fiziksel kurarn çerçevesinde bütünüyle anlaşıla­
bileceği şeklindeki geleneksel varsayım yönünde bugün için hiç­
bir kanıt bulunmamaktadır.
Kompleks bir kimyasal yapının biçiminin, bileşimini oluş­
turan atomların özellikleri temelinde öngörülmesi yönündeki
güçlüğün nedenleri, basit bir örnek aracılığıyla belki daha iyi an­
laşılabilecektir. Her defasında bir tane olmak üzere, dikine ya da
yanlamasına birbirine eklenebilen temel yapı bloklarını düşü­
nün (Şekil 7). İki yapı bloğu olduğunda, 22 = 4 olası korobinas­
yon vardır; üç blokla 23 = 8; dört blokla 24 = 1 6; beş blokla 25 =
.

32; on blokla 2ıO = ; yirmi blokla = 1 ; otuz blokla
= 1 vb gibi devam eder. Olasılık sayısı kısa süre­
de akıl almaz bir hal alır.
Kimyasal bir sistemde, atomların olası farklı düzenieniş bi­
çimleri, aralanndaki elektriksel ve diğer etkileşimler nedeniyle,
farklı potansiyel enerjilere sahiptir; sistem kendiliğinden mini­
mum potansiyel enerjiye sahip yapıyı alma eğilimde olacaktır.

81
YENI BIR YAŞAM BILiMI

2 blok: 22 = 4 kombinasyon
-- -· ·- 1 1

3 blok: 23 = 8 komb i nasyon


- ·- · -- · ·-
•• 1 •l l 1• 1 1 1 1

4 blok: 24 = 1 6 kombinasyon
- -- - - � -- 1 l l ••
1 • 1• 1 1 •• 1 1 1• 1
-- 1 - • l l• 1• 1• l l l•
•• l l • l l l 1• 1 1 1 1 1 1

5 blok: ıs = 3 2 kombinasyon
- - � � -- - ­ l l •••
,.. ___• • 1 •• 1 · 1 1 1 •• 1
1 - • 1• 1• 1 •• 1 • 1 1• 1•
••• l l • 1• 1 1 1 •• 1 1 l l• l l
-- · - - • l l •• 1 • 1 -- l l l ••
•• 1 • 1 •1 1•1 ·- ·- · 1 1 1• 1
•• l l • • l l l• 1•1 1• · · · ·-
-- · · · •I l l i 1•1 1 1 1 1 1 1 1
Şekil 7: Dikine ya da yanlamasına birbirine birleştirilebilen farklı
sayıda yapı bloğunun olası kombinasyonları.

Yalnızca birkaç olası yapısı olan basit bir sistemde, bunlardan bi­
rinin diğerlerinden açıkça daha düşük bir enerjisi olabilir; Şeki1 8
A'da bu, "potansiyel yuva"nın dibindeki minimumla gösteril­
mektedir; diğer daha az kararlı olasılıklarsa, "yuva'' mn kenann­
daki lokal minimumlada gösterilmektedir. Artan kompleksliği
olan sistemlerde, olası yapı sayısı da artmaktadır (Şekil 8 B, C,
D); böyle olduğu için de benzersiz bir minimum-enerji yapısı ol­
ma şansı azalıyor gibi görünmektedir. Şekil S D' de gösterilen du­
rumda, birkaç farklı yapı, enerjik bir bakış açısına göre eşit dere-

82
Biç1M1N NEDENLERi

Şekil 8: Artan kompleksliği olan sistemlerin olası yapılannın


diyagramatik olarak gösterilmesi. A'da benzersiz bir minimum­
enerji yapısı bulunmaktadır, ancak D'de birkaç olası farklı yapı
eşit derecede kararlıdır. .

cede kararlı olacakhr. Sistemin bu olası yapılardan birini rastge­


le aldığı ya da bunların arasında salınım yaphğı bulunacak olur­
sa, bu durumda hiçbir sorun olmayacakhr. Ancak, her zaman bu
yapılardan yalnızca birini alıyorsa, enerji dışında bir faktörün bir
şekilde bu belirli yapının diğer olasılıklardan daha çok gerçek­
leştirilmesini belirlediğini gösterecektir. Bugün için fiziğin tanı­
dığı bu tip hiçbir faktör bulunmamaktadır.
Kimyacılar, kristalograflar ve moleküler biyologlar bir siste­
min minimum-enerji yapısını a priori olarak öngörmek için ge­
rekli olan ayrınhlı hesaplamaları yapamamalarma rağmen, ben­
zer maddelerin yapıları hakkındaki ampirik verilerle birlikte
çeşitli yaklaşık yöntemler kullanabilmektedirler. Genelde, bu he­
saplamalar tek başına yapıların (sistemlerin en basiti dışında)
öngörülmesine olanak tanımaz, yalnızca, minimum enerjileri az

83
YENİ BlR YAŞAM BİUMİ

çok eşit olan olası bir yapılar yelpazesi için bu geçerlidir. Bu yüz­
den bu yaklaşık sonuçlar enerjik nedenlerin, kompleks bir kim­
yasal sistemin benzersiz bir yapısını açıklamak için yetersiz ol­
duğu fikrini destekler görünmektedir. Ancak, bu sonuçtan, ben­
zersiz kararlı yapının diğer herhangi bir olası yapıdan daha dü­
şük bir enerjiye sahip olması gerektiğini yeniden iddia ederek
her zaman kaçınılabilir. Bu iddia hiçbir zaman yanlışlanamaz,
çünkü uygulamada yalnızca yaklaşık hesaplama yöntemleri kul­
lanılabilir; bu nedenle, oluşan benzersiz yapı, aslında hesapla­
malan atlatan süptil enerjik etkilere her zaman atfedilebilecektir.
Pauling'in aşağıda verilen görüşleri, inorganik kristallerin
yapısı konusundaki durumu göstermektedir:

"Alkali halojenidler gibi basit iyonik maddelerin çok az yapı se­


çeneği vardır; aynca, M+x- formülüne karşılık gelen nispeten
kararlı birkaç iyonik düzenieniş biçimi bulunmaktadır, kristalin
kararlılığını etkileyen çeşitli faktörler de birbiriyle karşı karşıya
gelmektedir, sodyum klorid ve sezyum klorid düzenieniş bi­
çimleri arasındaki karar hakkında, açık bir ifade bulan tek bir
faktör ister istemez yoktur. Diğer yandan, mika KA13Si-
(0H}ı, ya da zünyit ASi(0H)18Cl gibi kompleks
maddeler için, doğa ve kararlılık bakımından yalnızca küçük
bir farklılık gösteren birçok akla uygun yapı ileri sürülebilir ve
bu olası yapılar içinde en kararlı olanın, yani gerçekten madde­
nin aldığı yapının, iyonik kristallerin yapısını belirlemede
önem taşıyan farklı faktörleri, kendine ait değişik özelliklerin­
de yansıtacağı beklenebilir. Kompleks iyonik kristallerin karar­
lılığı hakkında bir dizi kural formülleştirilebildi Bu kurallar
kısmen 'de bilinen yapılardan türnevarım yoluyla, kısmen
de kristal enerji denklemlerinden tümdengetim yoluyla elde
edildi. Ne türetilmelen özenli, ne de kullanımlan evrenseldi,
ancak komplekş kristaller konusunda bildirilen yapılarm olası
doğruluğu için bir kriter olarak yararlı ve deneysel test için ak­
la uygun yapılann önerilmesini olanaklı kılarak kristallerin X
ışınlanyla incelenmesine yardımcı olduğu bulunmuştur."9

84
BIÇIMiN NEDENLERI

Şekil 9: ÜsHe: At kasından izole edilen fosfogliserat kinaz enzimi­


nin yapısı. a sarmalları silindirler, {3 - iplikleri oklarla gösteril­
-

miştir.
AlHa: Bir a sarmal bölgesinin daha ayrınhlı yapısı. (Banks ve
-

ekibi, ).
Olası yapılar yelpazesi, organik kimyada, özellikle de poli­
peptit zincirlerinin karmaşık üç boyutlu biçimler halinde bükül­
düğü, döndüğü ve katlandığı proteinler gibi makromoleküllerde
çok daha genişlemektedir (Şekil 9). Belirli bir protein molekülü ti­
Pinin kararlı olduğu koşullar altında, bunun benzersiz bir yapı
halinde katlandığına dair sağlam kanıtlar bulunmaktadlİ'. Pek
çok deneysel araşhrmada, proteinlerin kendi kimyasal ortamları­
nı değiştirerek farklı derecelerde açılması sağlanmışhr; daha son-

85
YEN/ BlR YAŞAM BlLlMi

ra, uygun koşullara yerleştirildiklerinde, yeniden kendi normal


yapılannı oluşturacak biçimde katlanmışlardır; farklı başlangıç
durumlanndan yola çıkmalanna ve değişik katlaruna "yollan"
izlemelerine rağmen, aynı yapısal uç noktaya ulaşırlar. l O
Bu kararlı son-noktanın bir minimum-enerji yapısı olması
mümkündür. Ancak bu durum bir minimum enerjisi olan tek
olası yapı olduğunu kanıtlamaz; aynı minimum enerjiye sahip
başka birçok olası yapı da bulunabilir. Aslında, çeşitli yaklaşık
yöntemler kullanarak proteinlerin üç boyutlu yapısını öngörmek
için düzenlenmiş hesaplamalar kaçınılmaz bir şekilde çok fazla
çözüm vermektedir. Proteinlerin katlanmasıyla ilgili literatürde,
bu durum "çoklu-minimum sorunu" olarak funduszeue.info
Proteinin kendisinin doğru olanı bulana kadar bütün bu
minimumları "test" etmediğini düşünmek için ikna edici neden­
ler bulunmaktadır:

"Zincir, yapının çeşitli tek bağlarıyla ilgili rolasyonlar yo­


luyla bütün olası konfigürasyonlan rastgele araşhnyor ol­
saydı, doğal konfigürasyona ulaşması çok zaman alırdı.
Örneğin, katlanmamış bir polipeptit zincirinin benzersiz
kalıntıları, gerçek değerinin oldukça altında bir tahminle,
yalnızca iki halde varolabiliyorsa, bu durumda rastgele
üretilmiş olası konformasyon sayısı amino asit kalınh­
sından oluşan bir zincir için 'tir (ancak, elbette, bunla­
rın büyük bir çoğunluğu, muhtemelen mekansal bakım­
dan imkansız olacakhr). Her bir düzenleme gerçek değe­
rinin üstünde bir tahminle, bir moleküler rotasyon frekan­
sıyla ( saniye-1) araşhnlacak olsa, bütün olası düzen
seçeneklerini incelemek yaklaşık yıl sürerdi. Ribo­
nükleaz ya da lizozim gibi bir protein zincirinin sentezi ve
katlanması yaklaşık 2 dakikada tamamlandığı için, bütün
düzen seçeneklerinin katlaruna sürecinde bir yandan di­
ğer yana geçmediği açıkbr. Aksine, bizde, lokal etkileşim-

86
B1ÇİM1N NEDENLERİ

lere bir tepki olarak, peptit zincirinin, olasılıkla en düşük


serbest enerjili düzen seçeneği doğrultusunda, benzersiz
ara durumlardan geçerek, bir dizi olası düşük enerjili yol
(nispeten az sayıda) boyunca yöntendirildiği fikrini uyan­
dınnaktadır." (C. B. Anfinsen ve H. A. Scheraga.1 2)

Ancak, katianma süreci yalnızca belirli yollara "yönlendiril­


mekle" kalmaz, bunun yanı sıra aynı minimum enerjiye sahip
olası herhangi bir düzen seçeneği yerine minimum enerjisi olan
belirli bir düzen seçeneği doğrultusunda da yönlendirilebilir.
Bu tartışma, var olan fizik kuramlarının kompleks molekül­
ler ve kristallerin benzersiz yapısını yeterince açıklayamadığı
yönündeki genel sonuca doğru gitmektedir; olası bir minimum
enerji yapılan yelpazesinin ileri sürülmesine olanak tanımakta­
dır, ama bu olası yapılar içinde herhangi bir tanesi yerine belli bi­
rinin gerçekleştirildiği gerçeğini açıklayabildiklerine dair hiçbir
kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle, enerji dışında başka bir fak­
törün bu olasılıklar arasında "seçim yaptığı", böylelikle de sis­
tem tarafından alınan belirli yapıyı da belirlediği fikri akla uy­
gun görünmektedir. 1 3 Bu noktadan sonra geliştirilecek olan hi­
potez, bu "seçim" e, morfogenetik alanlar aracılığıyla, bugün için
fizik tarafından bilinmeyen, yeni bir nedensellik tipinin sebep ol­
duğu fikrine dayanmaktadır.

Biçimlendirici Nedensellik (Formative Causation)

Biçimlendirici nedensellik hipotezi, morfogenetik alanların her


komplekslik düzeyindeki sistemlerin biçimlerinin gelişimi �
sürdürülmesinde nedensel bir rol oynadığını öne sürmektedir.
Bu bağlamda, "biçim" sözcüğü bir sistemin yalnızca dış yüzeyi
ya da sınırlarının şeklini değil, aynı zamanda bu sistemin iç
yapısını da içerecek şekilde ele alınJ11aktadır. Morfogenetik alan­
lar tarafından önerilen biçime yönelik bu nedensellik, fiziğin za-

87
YENI BIR YAŞAM BİLİMİ

ten derinlemesine ele almış olduğu enerjik nedensellik tipinden


ayırmak için, biçimlendirici nedensellik olarak adlandınlmakta­
dır. 1 4 Çünkü, morfogenetik alanlar etkilerini yalnızca enerjik sü­
reçlerle birlikte gösterebilmelerine rağmen, kendi başlarına ener­
jik değillerdir.
Enerjik olmayan biçimlendirici nedensellik fikri, mimarlık
konusundaki ilgili bir benzetmenin yardımıyla daha kolay kav­
ranabilecektir. Bir ev yapmak için, tuğlalar ve diğer yapı malze­
meleri, bu malzemeleri yerli yerinde kullanacak inşaatçılar ve
evin biçimini belirleyen mimari bir plan gereklidir. Aynı miktar­
da yapı malzemesi kullanarak, aynı toplam iş miktarıyla çalışan
aynı inşaatçılar, farklı bir plan temelinde farklı bir ev yapabilir­
ler. Bu nedenle, plan evin belirli biçiminin bir nedeni olarak dü­
şünülebilir, ama elbette tek nedeni değildir: Yapı malzemeleri ve
inşaatçıların etkinliği olmaksızın bu iş hiçbir zaman gerçekleşti­
rilemez. Benzer şekilde, belirli bir morfogenetik alan, bir siste­
min aldığı belirli bir biçimin bir nedeni olabilir, ancak uygun
"yapı taşları" ve bunları yerlerine götürecek gerekli enerji ol­
maksızın bu gerçekleşemez.
Bu benzetmeyle, morfogenetik alanların nedensel rolünün,
bilinçli bir tasanma bağlı olduğu fikrinin ileri sürüldüğü kaste­
dilmemektedir, yalnızca tüm değişim süreçleri enerji gerektirme­
sine rağmen, bütün nedenselliğin enerjik olması gerekınediği
vurgulanmak istenmiştir. Bir evin planı özünde bir enerji tipi de­
ğildir. Bir kağıt üzerine çizildiği ya da sonucunda bir ev biçimin­
de gerçekleştirildiğinde bile, herhangi bir ağırlığı yoktur ya da
kendine ait bir enerjiye sahip değildir. Kağıt yakılsa ya da ev yı­
kılsa, toplam kütle ve enerji miktarında hiçbir ölçülebilir değişim
olmaz; yalnızca plan yok olmuş olur. Aynı şekilde, biçimiendiri­
ci nedensellik hipotezine göre, morfogenetik alanlar özlerinde
enerjik değildir; ancak yine de ilişkili oldukları sistemlerin bi­
çimlerini belirlemede nedensel bir rol oynarlar. Bu yüzden, bir
sistem farklı bir morfogenetik alanla ilişkiliyse, farklı bir şekilde
gelişecektir. lS Bu hipotez, sistemler üzerinde etkisi olan morfo-

88
BlçJMiN NEDENLERİ

genetik alanların değiştirilebildiği durumlarda ampirik olarak


test edilebilir (Kısım , , , 11 .2, ve 1 1 .4'e bakınız).
Morfogenetik alanların, kendileri doğrudan gözlenememe­
lerine rağmen, fiziksel değişimleri düzenieyebildikleri bilinen fi­
zik alanianna paralel olarak düşünülebilirler. Yerçekimsel ve
elektromanyetik alanlar görünmez, elle tutulmaz, işitilmez, tadı
ve kokusu olmayan uzamsal yapılardır; bunlar yalnızca kendile­
rinin yerçekimsel ve elektromanyetik etkileri aracılığıyla sapta­
nabilirler. Fiziksel sistemlerin, aralarında görünür herhangi bir
maddi bağ olmaksızın, uzaktan birbirlerini etkiledikleri gerçeği­
ni açıklamak için, bu hipotetik alanlar boş uzayı geçme, hatta
gerçekten bu uzayı oluşturma özelliğini taşımak durumundadır.
Bir anlamda, bunlar materyal değildir; ancak başka bir anlamda
maddenin bir yüzüdür, çünkü yalnızca materyal sistemler üze­
rindeki etkileri aracılığıyla bilinebilirler. Aslında, maddenin bi­
limsel tanımı, basit bir şekilde, bunları da açıklayacak biçimde
genişletilmiştir. Benzer biçimde, morfogenetik alanlar, yalnızca
materyal sistemler üzerindeki morfogenetik etkileri aracılığıyla
saptanabilen uzamsal yapılardır; maddenin tanımı kendilerini
kapsayacak biçimde daha da genişletilirse, bunlar da maddenin
bir yönü olarak düşünülebilirler.
Önceki Kısımlarda, yalnızca biyolojik ve kompleks kimya­
sal sistemlerin morfogenezi tarhşılmış olmasına rağmen, biçim­
lendirici nedensellik hipotezinin her komplekslik düzeyindeki
biyolojik ve fiziksel sistemlere uygulanabileceği varsayılacakhr.
Her tür sistemin kendine ait karakteristik bir biçimi olduğu için,
bunların her birinin belirli bir tür morfogenetik alana sahip ol­
ması gerekmektedir: böylelikle, protonlar için belli bir tür morfo­
genetik alan; azot atomları için başka bir tür; su molekülleri, sod­
yum klorid kristalleri, yer solucanlannın kas hücreleri, koyunlann
böbrekleri, filler, kayın ağaçları vb. için, hep ayrı bir tür morfo­
genetik alan olmak durumundadır.
Organizmik kurama göre, sistemler ya da "organizmalar"
her komplekslik düzeyinde hiyerarşik bir şekilde düzenlenmiş-

89
YENI BIR YAŞAM BlllMt


rlı rh rh

A�aç Diyagramı Çin Kutusu Diyagramı

Şekil Basit bir hiyerarşik sistemi göstermenin alternatif yolları

lerdir Bu tartışmada bu sistemlerden morfik birimler olarak söz


edilecektir. Morfik sıfatı (Yunanca kökü morphe = biçim) yapı
yönünü, birim sözcüğü de sistemin birliğini ya da bütünlüğünü
vurgulamaktadır. Bu anlamda, kimyasal ve biyolojik sistemler
morfik birim hiyerarşilerinden meydana gelmektedir: Örneğin,
bir kristal, molekülleri; moleküller, atomlan; atomlarsa atomaltı
parçacıklan içerir. Kristaller, moleküller, atomlar ve atomaltı par­
çacıklar morfik birimlerdir, aynı biçimde hayvanlar ve bitkiler,
organlar, dokular, hücreler ve organeller gibi, morfik birimlerdir.
Bu hiyerarşik düzen tipinin basit örnekleri gerek bir "ağaç" ge­
rek bir dizi "Çin Kutusu" şeklinde diyagramatik olarak gösteri­
lebilir (Şekil 10).
Üst düzeyde bir morfik birim bir şekilde kendini oluşturan
parçalann düzenienişini koordine etmek zorundadır. Bu işi, da­
ha alt düzeydeki morfik birimlerin morfogenetik alanlan üzerin­
deki kendi morfogenetik alanının etkisi aracılığıyla yaptığı var-

90
BİÇlMIN NEDENLERi

sayılmaktadır. Böylelikle, morfik birimlerin kendileri gibi, mor­


fogenetik alanlar da özünde düzenieniş biçimleri açısından hiye­
rarşiktir.
Bir sonraki bölümde morfogenetik alaniann kendi etkileri
altındaki sistemler üzerinde etki gösterme biçimleri; Bölüm 5' de
ise, kendilerinin nereden geldikleri ve bu belirli yapılarını onla­
ra neyin verdiği sorusu tartışılmaktadır.

Notlar

1 Organik biçim sorunuyla ilgili mükemmel bir giriş Sinnott


() tarafından hazırlanmışhr.
2 Bu problemle ilgili bir tarhşma için bkz. Thom (a).
3 a.g.e .. s
4 Thom (b).
5 Bilgi Kuramının biyolojiyle sınırlı ilgisine yönelik bir tartışma
için, bkz. Waddington (), s

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası