elazığ deli hastanesi hikayesi / Çuf Çuf | ZaferDergisi.com

Elazığ Deli Hastanesi Hikayesi

elazığ deli hastanesi hikayesi

 

1960’lı yıllarda Elazığ'da enteresan bir olay yaşanır.

Elazığ Akıl Hastanesi’nden personelin bir ihmali sonucu bütün deliler kaçarlar ve şehrin cadde ve sokaklarına dağılırlar. Toplam 423 akıl hastası firar etmiştir.

Olay üzerine mülki makamlar haklı olarak panikler ve hastane başhekimine ne yapacağız diye sorarlar. Elazığ Akıl Hastanesi’nin başhekimi o zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey’dir. Mutemet Bey herkesi sükûnete davet edip, birkaç personeline der ki:

“Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin.”

Böylece doktor önde üç beş personeli arkasında kara tren olurlar ve bütün Elazığ’ı “çuf çuf” nidalarıyla dolaşırlar.

Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer ve “çuf çuf” diye diye takip ederler. Başhekim Mutemet Bey hastaneye girinceye kadar bu oyun böyle gider ve tüm kaçan deliler hastaneye geri dönmüş olurlar. 

Sorun çözüldüğü için herkes, hatta trencilik oynadıkları için deliler de memnundur. Fakat olayın en ilginç yanı akşam sayımında ortaya çıkar. Çünkü hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.

 

 

KAÇAN DELİLER

Anlatacağım hikaye bilenlerin malumu olsa da, anlatımımın maksadına uygun olması açısından aktarmayı gerekli buluyorum.

1960'lı yıllar, Elazığ Akıl hastanesinden deliler kaçar, Elâzığ’ın cadde ve sokaklarına dağılır.

Hastaneden toplam 423 deli kaçmıştır.

O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin başhekimidir.

Görevliler "Doktor Bey ne yapalım" diye kendisine sorarlar.

Mutemet Bey ‘bana bir düdük verin ve ardımsıra arkama yapışarak gelin’ der.

Doktor önde birkaç personeli arkasında tren-tren(cilik) oyununu oynayarak Elazığ çarşısını dolaşır.

Bütün deliler doktorun arkasındaki bu kuyruğa girer, vagon gibi Başhekimin ardına dizilirler.

Hastaneye geldiklerinde ise ardındaki sayının toplamı bu sefer 612 kişidir.

 

Kısa bir analiz:

Her Hikayenin Bir de Gerçeği (mi) Vardır!

Bu hikayemsi anlatımın (her bir şakada bir gerçek payı vardır da olduğu gibi) gerçek hayatta bir karşılığı vardır.

Bir toplumun suçluları hapiste olanlardır. Bu dışardakilerin suçsuzluğu gibi algılanır. Kanuni açıdan ise bu zaten böyledir. Hiç kimse suçlu potansiyel olarak görülemez veya potansiyel suçlu görülmekten cezalandırılamaz. Ancak gerçekte, dışardakiler arasındaki suçlu sayısı içerdekilerden fazladır. Adaleti sağlayamayan beşeri sistemlerde bu durum genel olarak bu şekildedir. Toplumda en büyük suçlular toplumun en başında da bulunmaya muvaffak olabilmiş, işledikleri cürümlerin cezalandırılması bir yana, sorgulanamamışlar bile.

(Suçları sabitlenememiş) suçluların güç elde etmeleri, bu gücün arkasına sığınarak (bununla kendilerine meşruiyet kazandırarak) kendilerine konum ve statü sağlayabilmektedirler.

Max Weber’e göre; ‘Meşruiyet, gücü elinde olan tarafından belirlenir.’ Bu aynı zamanda zorun ve mütekabili olarak Batı’nın bugünkü felsefesini ve durumunu betimler.

Deliliğe gelince:

Toplumlarda genel kabul gören şeyleri yapmak normal, doğru da olsa kabul görmemiş şeyleri yapmak ise anormal olarak görülmektedir. Bu durumda normalin ve dolayısıyla doğrunun ne olduğunun belirteci bir toplumda genel kabul görmüş olmak, olmaktadır.

Aklın niteliği, doğrunun tespiti ve aklın bu tespitteki rolü (esas olarak) devre dışı bırakılmaktadır. Hatta yapılanlara karşı yanlışlayıcı tepkimeler ‘sen kendini çok akıllı sanıyorsun galiba’ şeklinde karşılık bulabilmektedir. Aklın devre dışı bırakıldığı ortamlarda akıllı olmak işe yaramamakta, genele uyulması doğru olmak olarak olumlanmaktadır. Bu bağlamda ‘kral çıplak’ hikayesi de yerini bulmaktadır. Herkesin tersine gittiği bir yerde düzüne gitmek ‘dikine gitmek’ olarak (temelin Londra hikayesi gibi) görülmektedir.

Bir akıllılar heyeti oluşturulsa ve Batı toplumlarında aklından sorunluların tespitiyle görevlendirilseler, toplumun ekseriyeti Elazığ’a gönderilmeyi hakkedecek.

Ya da, tımarhane müdürü aynı işi Batı toplumunun sokak ve caddelerinde yapsa, ardına dizilecek sayı hikayedeki sayıyı sollayacaktır.

İnsanlar akıllı gibi görünüyor veya öyle duruyorlar. Onların bu duruşunun gerçek akıllılıkla ölçümlenebilmesi için örnek bir topluluk veya toplum modeli gerekmektedir.

Öyle ya, deliler bir toplum kursalar, kim onları, onların deli olduğuna inandırabilir? Hitler Almanya’sı bunun için bir örnek ve model olarak gösterilebilir.

Mutlaka onlar kendilerini dünyanın en akıllıları olarak lanse edecekler ve ellerindeki imkanları kullanarak tüm insanların kendilerine benzemelerini sağlamaya çalışacaklar.

Benzeyemeyenleri de (Batı’nın uzun boylu tarihsel serencamında görüldüğü gibi) anormal görüp dışlayacak, onları ‘medeni ol(a)mayan (!)’ insanlar olarak nitelendireceklerdir.

Değil mi?

 

Mehmet Ali Bilici

Oberhausen / Almanya

 

Not: Aşağıdaki hikaye bu hikayeyi doğrular mahiyettedir.

 

 

Elazığ’da Hastaneden Kaçan Deliler ve Geri Geliş Hikayesi

1960 yılında Elazığda gerçekleşen ibretlik olay ve hikayesi.

Olay gerçektir. Elazığ’da geçer. 1960’lı yıllar! Elazığ akıl hastanesinden personelin bir ihmali sonucu bütün deliler kaçar, Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılırlar. Toplam 423 deli kaçmıştır. Mülki makamlar panikler, Başhekime koşup; “Doktor bey ne yapalım” diye sorarlar. O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey

hastanenin başhekimidir. Mutemet Bey; “Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin” der. Doktor önde birkaç personeli arkasında kara trencilik oynayarak bütün Elazığ’ı “çuf çuf” 
nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olurlar. Lokomotif, yani başhekim Mutemet Bey yönünü hastaneye çevirince tüm kaçan deliler hastaneye geri dönmüş olurlar. Sorun çözüldüğü için hem mülki makamlar ve doktorlar, hem de trencilik oynayıp hastaneye döndükleri için de deliler hallerinden çok memnundur. Olayın en enteresan yanı akşam sayımında ortaya çıkar çünkü hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612  kişidir.

Büyük günah işleyen, çok fazla zina yapan insan, sonra tövbe edip af dilerse, doğru yolu bulursa af olunur mu?

Cevap
Değerli kardeşimiz,

Zinanın hükmü İslam'da açıktır. Suçunu hakimin huzurunda dört defa ayrı ayrı itiraf ederek cezanın verilmesini isteyen veya dört şahidi bulunan birisi hakkında karar verilir. Şayet bu insan evli ise recm cezası, bekar bir insan için ise verilecek karar recm değildir, yüz değnek sopa vurulur.

Fakat suçunu itiraf etmeyen veya yaptığı bu fiili kimse görüp şikayet etmemiş ise, bu insanın yapacağı tek şey günahından dolayı pişmanlık gösterip bir daha yapmamak üzere tövbe etmektir
.

Ayrıca böyle bir suç işleyen kimse suçunu itiraf etse bile şu anda bunun cezasını uygulayacak bir merci yoktur. Geriye iki şey kalıyor. Biri kul hakkıdır; varsa helalleşmek gerekir. Diğeri de Allah hakkı için tövbe, istiğfar etmek ve bir daha o günaha girmemektir.

İnsan hem iyilik hem de kötülük yapmaya uygun yaratılmıştır. Onun için
zaman zaman isteyerek veya istemeyerek günahlara girebiliyor. Bu konuda Kur’an-ı Kerim'de,

“Allah, kendisine şirk koşulmasının dışındaki istediği kimselerin bütün günahlarını bağışlar."(Nisa, 4/48,116)

buyurarak, hangi günah olursa olsun affedebileceğini bildirmektedir.

Kitaplarımız da canı gönülden yapılan tövbenin Allah tarafından kabul edileceği ifade edilir. Nitekim
Allah Teala,

“Ey iman edenler, nasuh tövbe ile tövbe edin ki Allah da sizin kabahatlerinizi affetsin ve altlarından ırmaklar akan cennetlerine koysun.” (Tahrim, 66/8)

buyurarak, yapılan tövbelerin kabul edileceğini beyan eder. Ayette geçen nasuh tövbe ise şöyledir:

1. Allah’a karşı günah işlediğini bilerek, bu günahtan dolayı Allah’a sığınmak ve pişman olmak.
2. Bu suçu işlediği için üzülmek, Yaratıcıya karşı böyle bir günah işlediğinden dolayı vicdanen rahatsız olmak.
3. Bir daha böyle bir suça dönmeyeceğine dair bir karar içerisinde olmak.
4. Kul hakkını ilgilendiriyorsa onunla helalleşmek.

Bir rivayette de "Nasuh Tövbe" şöyle tarif edilmiştir:

"- Günahlara pişmanlık.
- Farz ibadetleri yapmak.
- Zulüm ve düşmanlık yapmamak.
- Kırgın ve küskünlerle barışmak.
- Bir daha o günaha dönmemek üzere karar vermek." (bk. Kenzü'l-Ummal, II/3808)

İnşallah bu şartları yerine getirirsek Allah’ın tövbelerimizi kabul edeceğinden ümitli oluruz.

Ancak insan her zaman korku ve ümit içerisinde olmalı. Ne ibadetlerimize güvenip övünebiliriz, ne de günahlarımızdan ümitsizliğe düşebiliriz. "Ben çok iyiyim, bu işi hallettim." demek ne kadar yanlışsa, "Ben bittim, beni Allah kabul etmez." demek de o kadar yanlıştır. Ayrıca, suçunu anlayıp tövbe edip, Allah’a sığınmak da büyük bir ibadettir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Güzelliği göstermek için giyinmek ve beğenilme arzusu günah mı?

Mesela bir elbise giydik çok güzel ve değişik güzel küpeler ayaklara takılar taktık kadınlar arasında.. Bunları yaparken ne güzel oldum demek, insanlara bu güzelliğimi giysi ve takılarımı göstermek istemek günah olur mu gösterişe girer mi? Kadın fıtratı olarak süs ve güzelliğe düşkünüz. Niyetim insanları küçük düşürme değil güzelliğimi göstermek bazen de beğeniyorlar böyle olunca insanın hoşuna gidiyor bu nefsi olup büyük günahlara girer miyiz? Nasıl bir yol izlemeliyim bunları giyerken takarken niyet ne olmalı.? Her işimizi Allah rızası için yapmalıyız. Bunu nasıl anlamalıyım?
Değerli kardeşimiz,

İnsana takılan nefis evvela kendini beğenmek sonra da başkasının nazarında beğenilmek ister, bu zaten imtihan sırının gereğindendir.

Bu istek ve arzu, bedeni güzellikten, kıyafet güzelliğine, zenginlikten, sportif faaliyetlere, maddi varlıktan, insanın zeka seviyesine, geldiği makama kadar her şeyde böyledir.

Aslında bunların hiçbirinin bizden olmadığının ve kalıcı da olmadığının şuurunda olursak, bu içimizi kemiren beğenilme isteğinin de pek manasız olduğunun hemen farkına varırız.

Nefsi başıboş ve nakıs aklımızın emrine verirsek sonuçta hem asla tatmin olmayacaktır, hem de bizi ifrat veya tefrite doğru kayan bir insan yapacaktır.
Peki ifrat nedir? Tefrit nedir? Biz hangi yolu tutmalıyız ve hangi yolu seçmeliyiz? Nefsimizin isteklerini nasıl dizginleyeceğiz? Gibi suallere cevap nedir o zaman?

İşte onun en güzel cevabını da bizleri yaratan Cenab-ı Hak veriyor: “Sırat-ı Müstakim” üzere olun diye. Yani orta yolu, denge yolunu tutun diyor. Yani aşırı uçlardan kaçının diyor. Ve onu bize İslam ile tarif ediyor.

Elbette nefsin de bir şekilde tatmin olması gerekiyor. Bizden dünyadan el-etek çekmemiz istenmemiş; yiyeceğiz, içeceğiz, temiz ve güzel de giyineceğiz, gezeceğiz, aile kuracağız, çalışıp para kazanacağız, vs... Ama hep helal daire içinde, sırat- müstakim üzere.

Konumuz olan “Güzellik ve beğenilme” arzusuna gelince;
Ne kendimizi koyverip, perişan vaziyette, kir, pasak ve dağınıklık içinde gezeceğiz, ne de her şeyimizi ve bedenimiz dahil maddiyatımızı ortaya koyup cümle aleme teşhir edeceğiz.

Helal dairede, Allah’ın koyduğu sınırlar çerçevesindeki eş ve akrabalarımız içinde nasıl bir tutum içinde olmamızın gerektiği, öte taraftan toplumun diğer tabakaları arasında insanlar içinde nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğinin hudutları İslam ile çok net çizilmiştir. İlmihal kitaplarımızda bunun tarifini gayet güzel belirtmektedir.

Bu çizilmiş hudutların elbette bildiğimiz ve bilemeyeceğimiz pek çok hikmeti vardır. Ama hikmetinden evvel, emir Allah’tan gelmiştir. Hem dünya ve hem ahiret saadetimiz için bize düşen de O’nun emirlerine ve hudutlarına kayıtsız şartsız itaattir.
İmanı kavi olan birisinin, “Ben Allah’ın emrini yerine getiriyorum!” dediğinde duyduğu huzur ve mutluluk, “Nefsine teslim olmuş, canının istediği şekilde davranan!” birisinin duyabileceği anlık hazlardan sonsuz defa fazladır.

Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve helal dairede davranmak da Allah’ı zikretmenin en güzel şekillerinden biridir. Rad suresi 28. ayette mealen buyurulduğu gibi:

“Hidayete ermiş olanlar da kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.”

İşin özü, bizim vazifemiz aklımızı Allah’ın bir ve tek olduğunu bulmakta kullandıktan sonra, o aklımızı artık Ona, yani Kuran ve Peygamberinin (asm) sünnetine teslim etmek ve her işimizde İslam ölçüsünü kullanmaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Birisi bizi överken nasıl davranmalıyız? "Sesin çok güzel." diyen ...

"Övünmek, övülmek ve övmek" fiillerini hiç yapmamalı mıyız ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Ezan okunurken sohbet yapmak veya Kur'an okumaya; vaaz ve nasihata devam etmek caiz mi? Ezana icabetin hükmü nedir?


Cevap
Değerli kardeşimiz,

Günde beş defa minarelerimizden yükselen ezan-ı Muhammedî İslâm'ın en mühim şeâir, işaret, sembol ve alâmetlerinden birisidir. Ezanın her tekrar edilişinde tevhid ve risâlet ilân olunmakta, imandan sonra en mühim hakikat olan namaza dâvet edilmektedir. Bundan dolayı ezanı duyan müminin İlâhî dâvete icabet etmesi imanının bir gereğidir.

Ezana icabetin esas mânâsı, o vaktin namazını kılmaktır. Fakat, ezan okunduğu anda da müezzine icabet etmek sünnettir. Müezzine icabet etme hakkında rivayet edilen hadislerden hareket eden âlimler, ezan işitildiği zaman müezzine icabet etmenin, söylediklerini tekrar etmenin vacip olduğunu söylemişlerdir. Fakat, çoğunluğun kabul ettiği görüş, müezzinin okuduğu ezanın tekrar edilmesinin sünnet olduğudur. (Neseî, Ezân: 33.)
Mümkün mertebe ezan okunurken başka bir şeyle meşgul olmamalı. Ezan okunurken konuşmaya, meşguliyetlere ara verilmeli. Bir hürmet ve tâzim içinde, huşû içinde ezanı dinlemeye çalışmalı. Bedaiu’s-sanâî ve el Fetâva’l-Hindiyye gibi fıkıh kaynaklarında şöyle denmektedir:

“Ezan okunurken müezzinin söylediklerini tekrar etmekten başka bir şeyle meşgul olmak, konuşmak uygun değildir.”

“Hattâ, Kur’ân okunurken bile olsa, durup ezanı dinlemek, icâbet etmek daha faziletli olur.” (Bedayi, I/155)

Fakat, yetiştirilmesinde âciliyet olan bir işi bir an önce bitirmeye çalışmak gibi meşrû meşguliyetlerde bulunan bir kimsenin, ezan okunurken işine devam etmesi onu günaha sokmaz. Yatıldığı yerde ezanı dinlemenin de bir sakıncası yoktur. Niyetinde ezana karşı bir hürmetsizlik bulunmadığı müddetçe bir mesuliyet getirmez. Zaten insanın yatarken zikir, tesbih, tekbir getirmesi, hatta Kur’ân âyet ve sûrelerini okuması bile câizdir. Peygamber Efendimizin (asm) bazen yatağa girdikten sonra duâ âyetleri okuduğunu biliyoruz.
Ezan kelimeleri tekbir ve şehadetlerden ibarettir. Bunlar da yatakta iken dinlenebilir. Ancak imkân nisbetinde kalkıp oturarak dinleyip icabet etmek daha uygundur.

Gerek bir ihtiyaç için, gerekse abdeste hazırlık için ezan okunurken tuvalete girmek, tuvalette bulunmak bir mahzur teşkil etmez. Zâten insan tuvalette iken namazın farzlarından birisi olan necâsetten tahareti gerçekleştirmekte, temizlik yapmaktadır. Orada tabiî bir ihtiyaç telâfi edilmektedir.

Hülâsa, ezan okunduğu esnâda, insan müsait olduğu ve imkân bulduğu zaman durur, ezanı dinler, icâbet eder. (bk. Mehmed Paksu, Aileye Özel Fetvalar)

Fıkıh kitaplarımıza baktığımızda "Ezana İcabet" konusunda söylenenler arasında şunlar vardır:

Ezana icabet aslında, ezanla çağrılan namaza gitmektir, bizzat ezanın sözlerini dinleyip müezzinin söylediklerini söylemek de icabetin bir parçasıdır. Hatta bu yüzdendir ki, cünup olan kimse ezan okunurken onun sözlerini tekrarlar..

Resulullah Efendimiz (sav) buyurur.:
Ezanı duyduğunuzda müezzinin dediği gibi deyin."(Müslim, Salat 7)

Buna göre Hanefiler bunun, vacip olduğunu söylerler, çünkü emir "vücup" ifade eder. Malıkilerden bazıları ve Zahirilerin mezhebi de budur. İmam Malik, Şafii, Ahmed ve Hanefilerden Tahavî'nin de içinde bulunduğu cumhura göre sözle icabet vacip değil, müstehaptır. (Davudoğlu, VI/27; lbn Hacer, Fethu'1-Bârî, N/92-93; Aynî, IV/280)

Kendi kendine Kur'an okuyan ve tesbih çeken kimse de bunları bırakıp ezana icabet etmelidir. Ama mescidde (başkaları dinlerken) Kur'an okuyan, okumasına devam edebilir.

Dini bir konuda konuşan ve vaaz eden de konuşmasına devam edebilir mi?

Herhalde vaazlarda anlatılan şey Kur'an'ın açıklaması olduğu, daha doğrusu olması gerektiği için, ona kıyasla bu tür konuşmalar devam ettiriliyor olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında İslam'ın her hangi bir müessesesini ya da bir meselesini inceleyen seminerler, ya da paneller de böyle sayılabilir. Zaten ezan esnasında konuşmanın mekruh olmadığı da söylenmiştir.(bk. Bilmen, İlmihal 128)

Ama okunmakta olan ezana hiçbir türlü icabet etmemek, bir an için olsun durup ona iştirak etmemek mahzursuzdur denemez. Bunun için elbette ezanın, lahnsiz, tegannisiz, yani sünnet üzere okunan bir ezan olması gerekir. Böyle sünnet üzere olmayan ezanı dinlemek zorunlu değildir.(Tahtavî, s.162)

Ayrıca, hepsini dinlemesi gerekir diyenler varsa da, sadece ilk duyduğu ezanı ya da sadece kendi mescidinin ezanını dinlemesi yeterli olur. (Hindiyye, I/57)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Çuf çuf

Hikâye bu ya...
1960’lı yıllarda, Elazığ Akıl Hastanesi’nden deliler kaçar, şehrin cadde ve sokaklarına dağılır.
Sayım yapılır.
423 deli kaçmıştır.
Zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin baş hekimidir.
Doktor Bey’e “Ne yapalım?” diye sorarlar.
Mutemet Bey “Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin” der.
Doktor önde, birkaç personeli arkasında “trencilik oynayarak” Elazığ’ı dolaşmaya başlar.
“Çuf çuf” sesini duyan bütün deliler kuyruğa girerek peşinde vagon olur.
Hastaneye geldiklerinde sayarlar.
Kuyrukta 612 kişi vardır!
* * *
Meraklısı varsa denesin.
Alsın düdüğü, çıksın sokağa.
Mutemet Bey gibi üç beş mutemet bulmaya da gerek yok.
İlk düdükten sonra nasıl olsa birileri yapışacaktır kuyruğuna.
Başlasınlar “çuf çuf” diye bağırmaya.
Bir düdük.
Bir çuf çuf...
Bir düdük.
Bir çuf çuf...
Hele baştaki bir de “Çekilin yoldan, geliyor dan dan” narasını atarsa arada sıradaÖ
Bakın manzaraya!
* * *
Herhangi bir şehrin, herhangi bir yerinde yapacakları üç beş saatlik turun ardından dönüp arkalarına baktıklarındaÖ
Eminim peşlerindeki vagon sayısını saymakla bitiremezler!
Üstelik vagonlar şahlanmıştır.
Hep bir ağızdan “çuf çuf” diye bağırmaktadır.
“Çekilin yoldan, geliyor dan dan” çağrısı yeri göğü ayağa kaldırmaktadır.
* * *
“Neden?” derseniz.
Çaresizliğin büktüğü beller büyük çoğunluğu oluşturmuşsa, millet vagon olmaya çoktan hazırdır çünkü.
Yeter ki...
Başı çeken bir lokomotif olsun!

Tek karelik saat!

Çuf çuf


Güçlü bir bilek aranıyor!

Resmini gördüğünüz o saat var ya o saat, bedeli 750 bin Euro, yani 1 milyon 875 bin lira.
Vacheron Constantin markasının 250’nci yılı şerefine 55 adet üretilmiş.
44 milimetre çapında platin bir kasa çevrelenen saat 410 parçadan oluşuyormuş.
Saatte 4 ayrı çark varmış ve elle kurulduktan sonra yaklaşık 270 saat çalışıyormuş.
Fakat firma bir espri yapmış 250’inci yıl şerefine.
Üretilen bu model 250’inci saatin sonunda kendiliğinden duruyormuş.
Büyük marifet doğrusu!
Ama asıl marifet 1 milyon 875 bin lirayı bileğinde taşıyacak babayiğitte.
Hem parası çok olacak.
Hem de bileği güçlü.
Çünkü işin ucunda bir gece yarısı, bir köşe başında “Eller yukarı, donlar aşağı” diyecek birinin karşısına çıkma ihtimali de var!
Bu arada...
O saatlerden biri İstanbul Kanyon’da alıcısını bekliyormuş.
Parası çok ve bileği güçlü olanlara duyurulur.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası