jan jak russo toplum sözleşmesi özet / Jean-Jacques Rousseau - Türk Dili ve Edebiyatı

Jan Jak Russo Toplum Sözleşmesi Özet

jan jak russo toplum sözleşmesi özet

Jean-Jacques Rousseau Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Jean-Jacques Rousseau (d. 28 Haziran , Cenevre &#; ö. 2 Temmuz , Ermenonville, Fransa) Fransız yazar, filozof ve siyaset kuramcısı.

Aydınlanma çağında yetişmiş olmakla birlikte, uygarlık eleştirisi ve doğaya dönüş önerisiyle romantik akıma öncülük etmiş, monarşiye karşı halk iradesinin üstünlüğünü savunmasıyla da Fransız Devrimi&#;ni ve özellikle Jakobenleri etkilemiştir.

Annesi doğum yaparken ölmüş, saatçilik yapan babası da tutucu Cenevre&#;nin toplumsal hiyerarşisine ters düşen davramşlarından ötürü hapse girmemek için kentten kaçmıştı. Annesinin zengin akrabalarının yalımda ezilen Rousseau 16 yaşında Cenevre&#;den ayrıldı. Kalvencilikten Katolikliğe dönerek Sardinya ve Fransa&#;da yaşamaya başladı. Savoie&#;da Madame de Warens&#;le tanışması yaşamında bir dönüm noktası oldu. Daha önce hiç okula gitmemiş olan Rousseau Madame de Warens&#;in evine yerleştikten sonra tutkuyla okumaya başladı. Genç Protestan erkekleri Katolik yapmayı görev edinen koruyucusunun sevgilileri arasına katıldıktan sonra bile onun ahlak anlayışından rahatsız olmakla birlikte, bu akıllı, kültürlü, zevk sahibi kadın sayesinde yeteneklerini geliştirme fırsatını buldu.

Rousseau 30 yaşında Paris&#;e gittiğinde artık başkentin gittikçe liberalleşen kültür yaşamını etkileyebilecek bir düşünür, yazar ve müzikçiydi. Burada tanıştığı Denis Diderot&#;yla birlikte, Aydınlanmanın temel yapıtlarından olan Encyclopedie&#;nin çevresinde toplanmış &#;filozoflar&#; arasında sivrildi.

Diderot&#;nun yayın yönetmenliğini üstlendiği Encydopedie&#;nin müzik maddelerini yazmaya başladı ve güçlü, akıcı üslubuyla çok geçmeden grubun en göze çarpan üyesi haline geldi. Bu arada beste de yapıyordu. Le Devin du village (; Köy Kâhini) adlı operası sarayda çok beğenilmiş, ama Rousseau saray bestecisi olarak rahat bir yaşam sürebilecekken bunu seçmemişti. Les Confessions&#;da (; İtiraflar, ,; , 2 cilt) yazdığına göre 37 yaşında, Vincennes&#;da tutuklu bulunan Diderot&#;yu görmeye giderken birden &#;korkunç bir aydınlanma&#; yaşamış ve çağdaş uygarlığın insanı iyileştirmek yerine yozlaştırdığını anlamıştı.

Rousseau, uygarlıkla ilgili düşüncelerini ilk kez &#;de, Dijon Akademisi&#;nin &#;Bilim ve sanattaki gelişmeler, ahlaki yaşamda bir gelişme sağlamış mıdır?&#; konulu tartışması için yazdığı Discours sur les Sciences et les arts&#;da. İlim ve Sanatlar Hakkında Nutuk, /Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, ,) açıklama fırsatı buldu. Ödül alan bu denemesinde insanın doğal durumda iyi olduğunu, ama toplum ve uygarlığın gelişmesiyle kötüleştiğini, yozlaştığını savundu. Bu düşüncesini &#;de ünlü Fransız müzikolog Rameau&#;yla polemiğinde de dile getirdi. O yıl bir İtalyan opera topluluğu, Pergolesi ve Scarlatti gibi İtalyan bestecilerin operalarını seslendirmek üzere Paris&#;e gelmiş, bu da operada İtalyan tarzını savunanlarla Fransız geleneğini savunanlar arasında bir kamplaşmaya yol açmıştı.

Venedik&#;te Fransız elçisinin sekreterliğini yaptığı sırada () Italyan müziğini yakından tanıyan Rousseau bu tartışmada Fransız klasikçiliğinin en güçlü temsilcisi olan ve müzikte armoninin melodiden önemli olduğunu savunan Rameau&#;yu hedef aldı. Armonidense melodiye, biçimsel kurallara bağlılıktansa yaratıcılığın özgür ifadesine öncelik verilmesinde direterek sonradan romantik akımın özelliği olarak kabul edilen bir görüşü dile getirdi. Müzikte ussal ya da düşünsel öğe yerine duyguyu ve kendiliğindenliği vurgulayarak özgürleşmenin temsilcisi oldu ve yeni bestecileri etkiledi. Ülkenin en önemli opera bestecisi olarak Rameau&#;nun yerini alan Gluck onun düşüncelerinden etkilendiğini belirtirken Mozart da tek perdelik operası Bastien und Bastienne&#;in metninde Le Devin du village&#;ı temel aldı.

Paris&#;in gösterişli yaşamından sıkılan Rousseau &#;te cahil bir çamaşırcı olan metresi Therese Levasseur&#;ü de alarak Cenevre&#;ye döndü ve yeniden Kalvenciliği benimseyerek yurttaşlık haklarını geri aldı. Bu arada Dijon Akademisi&#;nin ortaya attığı &#;İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kökeni nedir ve bu eşitsizlik, doğal hukuk açısından doğru mudur?&#; sorusunu yanıtlayan Discours sur l&#;origine et les fondements de l&#;inegalite parmi les hommes&#;u (; İnsanlar Arasında Müsavatsızlığın Doğuşu ve Esasları Hakkında Nutuk, /İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeli Üzerine Konuşma, ,) yazdı. İlk denemesindeki görüşünü geliştirdiği başyapıt niteliğindeki bu çalışmasında insanların doğuştan gelen beden ve zekâ farklılıklarını bir yana bırakarak sonradan edinilmiş eşitsizlikleri tartışmaya açtı.

&#;Doğal düzen&#; içindeki insanların topluluk halinde değil, yalnız yaşayan varlıklar olduğunu, ama mutlu, sağlıklı, iyi yürekli ve özgür olduklarını ileri sürdü. İnsanı kötüleştiren topluluk yaşamıydı. Komşuluk ilişkisi, insanın kendi durumunu başkalarınınkiyle karşılaştırmasına, bu da haset ve kıskançlığın, rekabetin ve zenginleşme hırsının doğmasına yol açıyordu. Yozlaşmanın ikinci adımı olan mülkiyet, eşitsizliği daha da ileri götürüyordu. İnsanlar, mülkiyeti korumak için yasal ve siyasal bir düzen kuruyor, böylece dünyanın hiç kimseye ait olmadığı doğal durumdan biraz daha uzaklaşıyorlardı. Ayrıca bu yasal çerçeve, çıkarıldığı tarihte zaten mülk sahibi olanların işine yarıyordu. Öte yandan bu tür bir sivil toplumda yalnızca yoksullar için değil, mülk sahipleri için de gerçek bir mutluluktan söz edilemezdi, çünkü toplumsal insan her zaman doyumsuzdu. Çıkarları çatışıyor, birbirlerine düşmanlıkları ancak bir nezaket maskesi ardında gizlenebiliyordu. Dolayısıyla insanlar arasındaki eşitsizlik ayrı bir sorun olarak değil, insanın doğallığını ve saflığını yitirmesine yol açan uzun toplumsallaşma sürecinin parçası olarak görülmeliydi.

Bununla birlikte Rousseau tümüyle umutsuz değildi. Fransız Devrimi&#;ni hazırlayan temel metinlerden olan Du Contrat social&#;de (; Mukavele-i İçtimaiye, / Toplum Anlaşması, , yb Toplum Sözleşmesi, ,) &#;İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.&#; dedikten sonra insanın özgürleşmesinin koşulunu da belirtti. İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı&#;nda sözünü ettiği sahte toplum sözleşmesinin yerine, genel iradeyi (volonte generale) dile getiren gerçek bir toplum sözleşmesi yapılabilirse, özgür bir kamu düzeni kurulabilirdi. Gerçek bir toplum sözleşmesine dayalı sivil toplumda her birey, kendi haklarını kamuya devredecek, ama kamu genel iradeyi temsil edeceğinden insan gene kendi koyduğu yasalara uymuş olacaktı. İnsan doğal haklarından vazgeçip yurttaşlık haklarını kazanarak girdiği sivil toplumda, daha anlamlı olan siyasal özgürlüğe kavuşacaktı. Rousseau geçerli hukukla gerçek hukuk arasında da ayrım yapıyor; geçerli hukuku yalnızca statükonun koruyucusu olarak görürken genel iradeden kaynaklanan gerçek hukukun adaletine inanıyordu. Bu arada uygulamada genel iradenin, ahlaki temelinin sağlamlığına karşın yanlış olabileceğini de kabul ediyor, ama bu sorun karşısında yalnızca Solon ya da Calvin gibi yasa koyucuların gerekliliğinden söz ediyordu.

Rousseau yurttaşlık haklarını kazandıktan sonra Cenevre&#;den ayrılarak Paris&#;e dönmüş, ama özellikle din konusundaki görüş ayrılıkları ve d&#;Alembert&#;in yazdığı &#;Cenevre&#; maddesi yüzünden Encyclopedie çevresinden uzaklaşmıştı. &#;da Paris&#;ten ayrılarak Montmorency&#;de bir kır evine yerleşmişti.

Toplum Sözleşmesi&#;nin yanı sıra Julie: oula nouvelle Heloise (; Julie yahut Yeni Heloise, ,) adlı romanını ve Emile: ou, de Veducation (; Emil yahut Terbiyeye Dair, /Emile ya da Eğitim, ) adlı yapıtını da Montmorency yıllarında yazdı.

Toplum Sözleşmesindeki gibi kamu yaşamının değil, aile yaşamının konu alındığı Julle, duyguların özgürce ifadesine yer veren, geniş okur kitlesi kadar edebiyatın gelişimini de derinden etkileyen bir roman oldu. Roman olduğu için de Toplum Sözleşmesi ve Emil gibi yasaklanmadı; yakılması ve yazarının tutuklanması kararlan verilmedi. Romanla öğretici deneme türleri arasında bir yapıt olan ve bazen Toplum Sözleşmesinin cumhuriyetçi, bazen de Julie&#;nin aristokrat ahlak anlayışına seslenen Emil ise eğitimin amacı ve yöntemi üzerinde duruyordu. Kötülük ve yanlışın çocuğun doğasında bulunmadığını, eğitimcinin bunlara yol açan dış etkenlere karşı koyarak çocuğun doğaya uygun yetişmesini sağlaması gerektiğini savunuyordu. Toplum Sözleşmesi özgürlüğe, Emil ise mutluluk ve bilgeliğe ulaşmakla ilgiliydi. Rousseau&#;nun kişisel din anlayışının da ana çizgilerini içeriyordu.

Kilise ve yönetimin şiddetli tepkisi yüzünden artık ne Fransa&#;da, ne de İsviçre&#;de barınabilen Rousseau, Lettres ecrites de la montagne&#;de (; Dağdan Yazılmış Mektuplar, , ) Cenevre&#;yi İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı&#;ndaki gibi örnek bir cumhuriyet değil, bir despotluk yönetimi olarak betimledi. İngiltere&#;ye giderek David Hume&#;un yanına sığındıysa da orada kendisiyle eğlenildiğini düşünerek bir yıl sonra gizlice Fransa&#;ya döndü (). Son 10 yılında daha çok otobiyografik ürünler verdi. İtiraflar&#;ın yanı sıra Rousseau juge de Jean-Jaeques&#;ı (; Jean-Jacques&#;ın Yargıcı Rousseau) ve Les Reveries du promeneur solitaire&#;i (; Yalnız Gezerin Hayalleri, /Yalnız Gezen Adamın Hayalleri, ) yazdı. Özellikle bu son yapıtında önceki tutkulu üslubunun yerini huzurlu, lirik bir anlatım aldı. Büyük bir içtenlikle, kendi ruhuyla başbaşa, doğruyu dile getiren Rousseau&#;nun İtiraflar&#;ı edebiyatta Stendhal&#;den Baudelaire, Gide ve Jean Genet&#;ye kadar uzanan bir çizginin başlangıcını oluşturdu.

Rousseau&#;nun toplu yapıtlarının (Oeuvres completes) basımına &#;da başlanmış, yazışmalarının da 43 cildi yayımlanmıştır.

Başlıca Önemli Eserleri

Deneme:

  • Discours sur les sciences et les arts (Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev). ()
  • Discours sur l&#;origine et les fondements de l&#;inégalité parmi les hommes (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri) ()
  • Discours sur l&#;économie politique (Politik Ekonomi Üstüne Söylev) ()
  • Lettres morales (Ahlak Prensipleri Mektupları) ()
  • Lettre sur les spectacles (Etkinlikler Gösterileri Üstüne Mektup) ()
  • Du Contrat Social (Toplum Sözleşmesi) ()
  • Émile ou De l&#;éducation (Emile ya da Eğitim Üzerine) ()
  • Lettres écrites de la montagne (Dağda Yazılmış Mektuplar) ()
  • Projet de constitution pour la Corse (Korsika İçin Anayasa Projesi) ()
  • Considérations sur le gouvernement de Pologne (Polonya Hükümeti Üstüne Düşünceler) ()
  • Essai sur l&#;origine des langues (Dillerin Kökeni Üstüne Deneme) ()

Otobiyografi:

  • Les Confessions (İtiraflar) ()
  • Rousseau juge de Jean-Jacques (Jean-Jacques&#;ı Yargılayan Rousseau) ()
  • Les Rêveries du promeneur solitaire (Yalnız Gezenin Düşleri) ()

Roman-Şiir:

  • Julie ou la Nouvelle Héloïse (Julie ya da yeni Heloise ()
  • Le Lévite d&#;Éphraïm (Leviler Kabilesinden Efraim) ()

Tiyatro ve Müzik:

  • Système de notation musicale de Jean-Jacques Rousseau (Jean-Jacques Rousseau Tarafından Bulunmuş Olan Müziksel Notasyon Sistemi) ()
  • Les Muses galantes (Hanımefendi Müzler) ()
  • Le Devin du village (Köy Kahini) opera ()
  • Narcisse ou l&#;Amant de lui-même (Narkissos veya öz Sever Kişi) ()
  • Lettre sur la musique française (Fransız Müziği Üstüne Mektup) ()
  • Pygmalion ()

Kaynakça: Temel Britannica & seafoodplus.info

Dünya Edebiyatı

Toplum Sözleşmesi - Jean-Jacques Rousseau Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar:Jean-Jacques Rousseau

Çevirmen: Vedat Günyol

Orijinal Adı: Du contrat social; ou Principes du droit politique

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN:

Sayfa Sayısı:

Toplum Sözleşmesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Jean-Jacques Rousseau (): Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev'den Emile'e, İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı'ndan İtiraflar'a, insanlık tarihinde çığır açan Aydınlanma düşüncesinin en önemli Romantik düşünür-yazarıdır.

Toplum Sözleşmesi'yse () yayımlandığı günden bugüne toplumların birarada yaşayışlarına ilişkin en temel düşünce yapıtlarından biri olma özelliğini sürdürmektedir.

Vedat Günyol (); Kültür tarihimizin Tercüme Bürosu ruhunu, sonraki dönemlerde yayıncısı olduğu Yeni Ufuklar dergisi ve Çan Yayınları'yla sürdüren en önemli üyelerinden biridir. Rabelais'den Rousseau'ya T. More'dan M. Gandhi'ye uzanan "yalnız ve birlikte" çevirilerinin yanısıra, kendi denemeleri de yirmiyi aşkın kitapta toplanmıştır.

Toplum Sözleşmesi Alıntıları - Sözleri

  • İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.
  • Kendimiz için koyduğumuz yasalara boyun eğmekse özgürlüktür.
  • Çökmekte olan bir devlette suçların çokluğu cezasız kalmalarına yol açar.
  • İlk köleleri köle yapan kaba güçse, onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur.
  • İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.
  • Insan özgür doğar ama her yerde zincire vurulur.
  • seafoodplus.info güç bir hak yaratmaz..
  • Bir gün gelirde insanlar sağduyu ve iyi niyete tekrar kavuşurlarsa o zaman devrim yapabilirler.
  • İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.
  • İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.
  • İlk köleleri köle yapan kaba güçse, onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur.
  • Krallık gücünü zorla ele geçirene tiran, egemen gücü zorbalık ve düzenle kendine mal edene de despot diyeceğim. Tiran, yasalara göre yönetme hakkını yasalara aykırı olarak kendine mal eden kimsedir. Despot ise, kendini yasaların üstüne çıkaran kişidir. Demek ki, tiran despot olabilir; despot ise her zaman tirandır.

Toplum Sözleşmesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Rousseau'yu oldum olası sevmişimdir. Kendisi bir filozof olmaktan çok adeta hikaye anlatıcısı gibidir. Herhangi bir filozofun eseri düşünüldüğünde ilk akla gelenlerden biri metnin aşırı yoğunluğu ve ağırlığıdır. Rousseau'da bu durum farklı. Kendisi çok samimi bir dille ifade ettiği düşüncelerini adeta bir keşif süreciymiş gibi anlatır. Okurunu kendisinin çıkacağı düşünce keşfine davet eder. Bu keşiflerin ucu kimi zaman ilk insanlara dek giderken (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı), kimi zaman da modern toplumun düzenine gider. Toplum Sözleşmesi denildiğinde isim olarak bildiğim ama içerik olarak bihaber olsam da ağır, kalın ve nitelikli bir eser beklentisi içine giriyordum. Halbuki bu istemsizce içine girmiş olduğum beklentilerin ikisi hakkında yanıldığımı eseri okuduğumda çok iyi anladım. Toplum Sözleşmesi genel olarak, haklı ve doğru bir toplumun temellerinin atılmasını amaçlar. Aynı zamanda bu eser maalesef tamamlanamamış daha kapsamlı başka bir eserin yalnızca bir kısmını oluşturur. Rousseau bu yapıtları tamamlayabilseydi şayet modern düzen hakkında bu denli nitelikli olan yalnızca tek bir eserle yetinmeyecektik adeta. Rousseau ilk olarak modern toplumlardaki insanların köleleşmesini inceler. Ama bunun nasıl olduğunu değil bunu yasallaştıran ilkeler ile ilgilenir bu eserde Rousseau. Konunun kökenlerine bu eserinde değil de İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'nda bolca değinecektir. Zaten bu açıdan bakıldığında da Toplum Sözleşmesi'ni İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı'ndan sonra okumak gerektiğini düşünüyorum. Rousseau, aileleri ve devletleri olgusal olarak karşılaştırır. Ebeveynlerin çocuklarına gösterdiği sevgisi, onlar için ortaya koyduğu özeni adeta karşılamaktadır. Yani elde edilen ve devam ettirilen sevgi, özen için gösterilen çabayı bilfiil karşılıksızlaştırır. Buradaki ifadeden kastım kasıtlı bir çıkar görülmemesidir. Bir dersimizde bunun çok benzeri bir konuda, sevgi duymanın da bir çıkar olup olmayacağı konusunda uzun bir tartışmaya girmiştik. Bu durumda sevgi kasıtlı olmaktan çıkmakta, kasıtsız, amacı kurulmadan, adeta olgunun sonunda açığa çıkan bir duygu haline gelmektedir. Yani bizim sevgiyi de salt bir çıkar olarak göremememizin ana sebeplerinden birisi zannımca sevginin bu kasıtsız açığa çıkışında yatmaktadır. Fakat bu durum devlette ise farklılaşarak devlet başkanın bizatihi kendisinde yine kendi halkına beslemediği bu sevginin yerini bir hükmetme zevki alır. Buna sevgi bile demez Rousseau, sadece zevk der. Bir ebeveyn en baştan sevgi duyma amacıyla çocuğunun başını okşamaz, sevgi adeta en başta açığa çıkan bir durum değildir. Bir amaç içerisinde olma sevgi duyma yetisi ile alakalı değildir. Fakat devlet başkanının bu hükmetme zevki devleti bir noktadan sonra salt bu zevki hissetmek için her şeyi meşrulaştıran bir sistemler bütünü haline getirir. Rousseau daha sonrasında güç-hak ilişkisini inceler. Güçlü olana boyun eğmek bir ödev ahlakı olamaz ona göre. İnsan boyun eğmeye zorlanıyorsa şayet boyun eğmek zorunda değildir. Ama daha sonrasında güçlü haklı ise o zaman güçlü olmaya bakılması gerektiğinden söz eder. Buraya birazdan tekrar döneceğiz çünkü bu noktada Rousseau çelişkili gibi gözükse de kendini bütüncül olarak destekleyen bir olgular sisteminden bahseder. Fakat güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkacak olana halen daha hak diyip diyemeyeceğimizi de sorar. Demek ki hak, ona hükmeden gibi kabul edilenler yok olsa dahi ortadan kalkmayan, yok olmayan bir olgudur. Ortadan kaldırılamaz olandır. Son zamanlarda sıkça duyduğum bir sözü anımsattı bu da bana. Hak alınmaz, diye bir söz. Evet hak alınmaz, verilemez de. Hak zaten en başından beri vardır, yasa koyucunun yaptığı iş bu hakkı bulmaktır, yoktan var etmek değil. Haklar insan çeşitliliği arttıkça kendi kendilerini siyaset ve ahlak felsefesi açısından adeta türetmekte, hak koruyucularının ve yasa koyucuların yaptığı iş de bunları keşfetmeyi kendilerine ilke edinmektir. Rousseau mükemmel bir benzetme yapar. Başkasının kölesi olmak, topluma dinginlik, huzur veriyormuş gibi gözükse bile bu köleliğe değer mi? İnsanın zindanda da sessizlik, dinginlik içinde yaşadığından bahseder ama bu orayı özlenir, aranır bir yer yapmaya yeter mi diye sorar. Hayır. Köle mutluluğu dediğimiz bir kavram var. Eğer bir insan köleliğini yaptığı kişiyi tatmin ederse mutlu olur bu olguya göre. Dolayısıyla burada da başkalarına bağlanan bir mutluluk duygulanımı görüyoruz. Duygulanımlar insanın içinden geldiği için, bu tüm duygulanımların tek tek bütünü toplum sözleşmesini oluşturmaktadır, bir tek uğruna hissedilen duygulanımlar değil. Başka bir deyişle, eğer siz toplumdaki belirli bir kesimden iseniz, salt bu kesimin mutluluğu ile toplumun bütünü huzura kavuşamaz. Toplum sözleşmesi olarak anılan düzen öyle üst düzey bir düzendir ki toplumun her kesimi başka herhangi bir kesimden kendini gerek maddi gerekse de manevi olarak soyutlamaz. Bunun aksinin yaşandığı yüzyılların sonucunu Rousseau belki de göremedi ama o ana kadar yaşanmış olan yaşanmaması gereken şeyleri çok nitelikli olarak izah edebildi. Savaşa yol açan insanlar arasındaki ilişkiler değil, olaylar arasındaki ilişkidir. Burada o, "olaylar" kelimesi ile mülkiyeti kastetmiştir. Gerçekten de öyle, dünya savaşlarında gereksiz yere ölen milyonlarca insanı düşününce, mikro açıdan, yani bizzat bir askerin açısından başka hiç kimse ile hiçbir sorunlu ilişkisi yoktu. Sorunlu ilişkiler devletlerin birbirleri ile olanlardı ve bu makro sorunlu ilişkiler bütünü, adeta mikro ilişkiciklere mal ediliyordu. Ki zaten insanlık da bu anlayıştan yıllardır çıkamadı, çıkamıyor da. Doğal yaşam halinde nasıl savaş çıkmıyorsa, her şeyin yasa gücüne bağlı olduğu toplumda da savaş olamaz ona göre. Zaten üstte bahsettiğim gibi savaşlar da insanla insan arasında değil, devletle devlet arasında olmaktadır. Bu durumda insanlar da birbirlerine insan olarak değil, asker olarak; yurdun üyesi olarak değil, koruyucuları olarak saldırır. Özleri birbirinden ayrı olan şeyler arasında hiçbir gerçek ilişki kurulamaz Rousseau'ya göre. Buradan hareketle de insan-asker kavramının ilişkisizliğinden bahsedebiliriz. Önceki çağlarda iki devlet aralarında savaş kararı almışsa bu kadar önceden her iki devlete de bildirilirdi. Bu ön uyarı devletlerden çok insanları uyarmak için idi. O yüzden tarihte insanları, uyrukları da öldürüp hapsedenler Rousseau'ya göre haydutturlar, hükümdar değil. Kölelik ve hak kelimelerinin zaten en başta çelişmeli kelimeler olduğunu, birinin bulunduğu yerde ötekinin bulunmayacağından söz eder. Toplumun üyelerinden her biri bütün haklarıyla kendini "bir" olan topluma adarsa şayet durum herkes için "bir" haline gelir. Böyle bir "bir"lik olunca da bunu başkalarının zararına çevirmekte de kimsenin bir çıkarı olamaz zaten en baştan. Çünkü "bir" olmaklığın bozulması bu "bir"i oluşturanların tamamını etkilemektedir. Bu açıdan aristokrasi ve burjuvazinin yanlışlığını görüyoruz aslında. Toplumda belirli seçkin bir kesimin çıkarı için toplumun geri kalanının tamamı adeta feda edilmektedir her defasında. Bu da zaten bu anlayışa hakim toplumların baştan "bir" olamadıklarının bir göstergesidir. Rousseau'nun toplumunda her kesimden insan diğerinin kötü yola düşmesinden çıkar sağlamaz, çünkü bu bütünlüğü yok eder. Bu açıdan bakıldığında da kendini topluma bağlayan kişi aslında kendini bilfiil hiç kimseye bağlamamış olur. İşte tam da burada ilk başta bahsettiğimiz güçlü olmaya bakılmalı sözünün asıl anlamı da ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda güçlü olmak da zaten "bir" olmaklıkla açığa çıkmaktadır. Burada bir de Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi olgusunun bir tür özet cümlesini de paylaşmak istiyorum: "Her birimiz bütün varlığımızı ve bütün gücümüzü bir arada genel istemin buyruğuna verir ve her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz." İşte Rousseau tam da bu tüzel bütünlüğü kasteder. Bu tüzel bütünlük de zorunlu bir yasa değildir. En baştan bir gönül işidir. Bütünün birliğinin devamı bireylerin de devamı anlamına gelmektedir. Doğal yaşamdan toplumsal yaşama geçiş insanda çok önemli bir değişiklik yapar. Davranışındaki içgüdünün yerine adaleti koyar, böylece daha önce yoksun olduğu değer ölçüsünü verir ona. Rousseau toplumunda bir "ilk oturma hakkı"ndan söz eder. Bir kişi ilk nereye yerleştiyse orada kalmalı, daha fazlasını talep etmemelidir. Toplum ve genel irade de aynı zamanda kişilerin mallarını kabul etmekle onların, bu malları yasal bir biçimde ellerinde tutmalarını sağlıyor. Zorbalıkla ele geçirme diye bir mevzu da kalmıyor. Yeri gelmişken belirtelim. Rousseau bu eserinde sonradan doğası bozulmuş olan insanın, girebileceği muhtemel en iyi halinin bir tablosunu çizmektedir bize. Çünkü ona göre insanlar ilk başta barış halinde yaşarlarken yanlış bir gelişim sergileyip bugünkü hallerine gelmişlerdir. İşte onun Toplum Sözleşmesi de tam da burada başlar. Bu geri döndürülemez yanlış gelişimi ne denli daha az zararlı hale gelebileceğini tasarlar Rousseau. Bu yanlış yola neden ve nasıl girildiğinden de incelememin başında bahsettiğim gibi İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni adlı eserinde izah eder. O esere ayrı bir inceleme yapmak istediğim için pek ayrıntıya girmeyeceğim. Rousseau'ya göre bu sözleşme doğal eşitliği ortadan kaldırmaz, aksine maddesel eşitsizlik yerine manevi ve haklı bir eşitlik getirir. İnsanlar da güç ve zeka bakımından olmasalar da sözleşme ve hak-hukuk yoluyla eşit olurlar. Bu toplumda çıkarlar arasında da bir ortaklık vardır. Bunlar birbirinden ayrı çıkarlar dahi olsa eninde sonunda birleştikleri ortak bir noktada mevcuttur. Bu da genel istem kavramını meydana getirmektedir. En temel çıkar bütünlüğün devamının sağlanması olarak kalmaktadır. Dolayısıyla her türlü bireysel gibi gözüken çıkar da bir noktada mutlaka ortak çıkara ulaşacaktır. Basit bir örnek verecek olursak, bir kişi fizikten hoşlanıyorsa bu ona bir haz verecek ama eninde sonunda topluma, devlete faydalı olacaktır. Ya da bir çiftçi ektiği ile kendi karnını doyuracak ama gelişerek toplumun bütününe de yarar sağlayacaktır. Genel istemin kendini dile getirebilmesi için de ayrı ayrı birleşmeler olmamalıdır. Her yurttaş kendi görüşüne göre fikrini söyleyebilmelidir. Şayet ille de parça parça birleşmeler olursa da bu defa da birleşmelerin sayısı artırılmalıdır. Toplumdaki birleşmeler sadece çok az sayıda sınırlı kalırsa eğer tıpkı aristokrat sınıfı gibi bir birleşmenin oluşup toplumun geri kalan kısmını birleşmeye fırsat bile vermeden kullanması içten bile değildir. Yetki verme genel istemin yönetimi altında olunca da bu elbette ki egemenlik halini alacaktır. Bu sistemde herkes başkalarına sunduğu koşullara ister istemez kendisi de uyar. Bu açıdan herkes kendi için istemeyeceği şeyi başkası için en baştan isteyemez. Bu adeta çıkar ile adaletin uyuşmasıdır Rousseau'ya göre. Egemenlik işlemi de dolayısıyla ast-üst ilişkisini değil, bütünün tüm üyelerinin birbirleriyle yaptığı bir sözleşmedir. Temeli toplum anlaşmasıdır. Ayrıca bu sözleşmede, kabul edilmesi bakımından bireylerin haklarından vazgeçme söz konusu değildir. Onlar vazgeçme yerine değiş tokuş yapmışlardır, çünkü durumları öncekinden de iyi olmuştur adeta. Toplum sözleşmesinin bir amacı da sözleşmeyi yapanların korunmasıdır bu yüzden de. Adaletin uygulanabilirliği için de ilk başta karşılıklı olarak kabul edilmesi gerektiğinden söz eder Rousseau. Yasama ile yönetme farkı önemlidir. Yasacıyı makineyi bulan, icat eden bir mühendis, yöneticiyi ise yalnızca onu kurup işleten olarak görür Rousseau. Dolayısıyla hükümet, makinenin mucidi olan egemen varlık ile karıştırılmamalıdır. Aynı zamanda Rousseau aristokrasiyi toplum kurumlarının yarattığı eşitsizliğin, doğal eşitsizliğe üstün gelmesiyle açığa çıkan bir durum olarak ifade eder. Bu fark oldukça önemli. Burada kurumların yaşattığı eşitsizliğin ne olduğunu az çok tahmin edebiliriz; zenginlik. Doğal eşitsizlik ise yaş ve tecrübe olarak örneklendirilebilir. Böylece kendisinin ifadesiyle babanın varı yoğu oğula geçti, böylece bu aileleri soylulaştırıp yönetimi de babadan oğula geçer bir hale getirdi. Bu noktada Rousseau üç çeşit aristokrasiden de söz eder: Doğal aristokrasi; ki bu basit halklar içindir, seçime bağlı aristokrasi ve soydan gelme aristokrasi. Sonsuza kadar sürecek bir devlet yoktur. Şayet böyle olmasaydı ütopyaların imkansızlığı da söz konusu olmazdı. En iyi ihtimalle bir devlet diğerlerinden daha geç ölür, ama her devlet eninde sonunda ölecektir Rousseau'ya göre. Politik bütün, adeta doğduğu anda bir anlamda ölmeye başlayan bir insan bedeni gibidir. İyi bir devlette işler parayla dönmez. Mesela parayla asker tutulmaz, paralı bir temsilci olunamaz. O devlette yurttaşlar ödevlerinden kurtulmak için değil, onu bizatihi kendileri yapmak için para verirler. Rousseau temsili demokrasinin de bir yönünden söz eder. İnsanlar temsili demokraside ancak bu temsilcileri seçerken özgürlerdir. Bu kısa süren özgürlük anlarını insanlar o kadar kötüye kullanırlar ki onu böyle yitirmeyi de adeta hak ederler zaten Rousseau'ya göre. Çünkü bir temsilci ne kadar nitelikli olursa olsun bütünün tüm ayrıntılarını temsil edemeyecektir. Mutlaka bir eksiklik olacak, unutulan ya da göz ardı edilen bir kesim mutlaka olacaktır. Ayrıca yürütme gücünü elinde tutanlar halkın efendileri değil, görevlileridir. Bu ayrım çok önemli, bu görevi kendilerine hükümdarlık anlamı gibi mal eden kimi liderler oldukça dünyada en iyi yönetim, toplum düzeni bile hiçbir işe yaramaz hale gelecektir. Toplumda yeni bir yasa konulma zorunluluğu doğarsa da bu zorunluluğu herkes hissetmelidir. Başkalarının koyduğu yasaları bizlerin ihtiyacına göre denk gelip gelmemesi adeta şans işi haline gelmiştir modern çağda. İşte Rousseau'nun toplumu bu işi asla şansa bırakmaz. Modern çağda iş öyle bir noktaya gelir ki, bir raddeden sonra verilen oylar devlet bekası ya da genel istenç için değil, şu adam ya da şu parti için söz konusu olmaya başlar. Son olarak Rousseau'nun derin tarih bilgisinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Rousseau eserinde Roma İmparatorluğu'ndan birçok ayrıntılı örnekler verir. Ona göre Roma İmparatorluğu toplum sözleşmesine bazı açılardan en çok yaklaşabilmiş devlettir. Rousseau eserinde son olarak din konusuna da değinir. Dinlere saygının çok önemli olduğunu belirtmenin yanında egemen varlığın yurttaşların yalnızca yaşamdaki halleriyle ilgilendiğini söyler. Egemen varlık bile olsa insanların dinsel inancına karışamaz der. Bu ayrım zannımca günümüzde de çok önemli. Din, anlamı itibariyle hayatı anlamlandıran, hakikatleri açıklama iddiasıyla ortaya çıkan inanç sistemidir. Fakat felsefeyi bir dini ya da aşkın varlığı, yaratıcıyı (nasıl isimlendirirseniz) kanıtlama ya da çürütme adına araç olarak kullanma baştan mantıksal olarak pek akılcı gelmiyor bana. Kanıtlama dediğimiz olgu bu dünya olgularında gerçekleşen, bizatihi bu dünyaya bağlı olan bir durumdur. Fakat Tanrı kavramı aşkındır, bu kanıtlama olması ya da çürütme olması yönünde gerçekleşmez. Din zaten yapısı itibariyle kayıtsız şartsız bir teslim olma durumudur. Mantıklı olması da gerekmez, ama mantıklı ise bu inanmayı güçlü hale de getirebilir. Bu yüzden kişilerin neye inanılması ya da inanılmaması gerektiğini tartışmak zaten baştan anlamsız hale gelir. İnanç kişide başlar, bitecekse de kişide biter. Bu açıdan bir dinin ilkelerinin kanıtlanması da o inanan kişiden zaten istenemeyecektir, felsefe onun kendisi dışındaki tezleri tartışır. Dinin kendisini değil, onun evrene ya da topluma ilişkin söylemlerini, gerçekten de bu böyle midir diyerek tartışır felsefe. Çünkü toplum ve evren felsefenin konusu olduğu için bu açıdan ona söz hakkı doğmaktadır. Bu açıdan dindeki tutum ile felsefedeki tutum birbirinden farklılaşır. Dine inanan teslim olur, felsefeci ise bu teslim olma dışında sorular sorar. Din yaratıcının varlığını zorunlu kılar, felsefe böyle bir zorunluluğu onaylamaz, tartışır. Kişi inanmak istiyorsa inanır, felsefe buna karışmaz da, fakat inanan kişi ya da din öğretileri kişilere bir zorunluluk tanırsa bu mutlaklaştırmaya karşı çıkar ve bunu sorgular felsefe. Bir örnek verelim, kimi dini perspektiften bakanlar mesela şeriati tartışılamaz bir şey olarak görürler ama felsefe, şeriat toplumu ilgilendirdiği için sorgulamaya başlar. Kişinin kendisinden çıkıp başka olgulara dayandırılan şeyleri tartışır felsefe. Dikkat ediniz, reddetmez ama sorgular ve tartışır. İlkeler bireysel inanç olarak kaldığında sorun yoktur ama kişi veya din o ilkeleri başkalarına adeta olması gerekenmiş gibi lanse etmeye başladığında o zaman felsefeye söz hakkı doğar. Rousseau hakkında son bir yorumda bulunup incelememi sonlandırmak istiyorum. Rousseau bizzat insanlara yasalar vermek için Tanrıların gerekli olduğundan söz eder, çünkü yasacı insandan üstün olmalıdır ona göre. İnsan doğasını bilmesine rağmen onunla ilişiği olmayan üstün bir akıl olması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Rousseau'nun sürekli olarak bahsettiği "egemen varlık" ya da "yasacı" kavramlarının Tanrısal bir bağlantısı da kuruluyor. Bunun iki sebebi var, ya kendisinin de bahsettiği gibi bu düzeni ancak bir Tanrı sağlayabilir ya da bu toplumsal sözleşme insanların uygulayabileceğinden çok daha üstün bir şeydir, bu yüzden de bir ütopya haline gelmektedir. Kendisinin demokrasinin belirli uygulanışlarını eleştirdiğinden de söz etmiştik. Ancak ona göre toplum sözleşmesini destekleyen ideal bir demokrasi anlayışı da vardır. O yüzden şunları dile getirir Rousseau: "Bir Tanrılar ulusu olsaydı demokrasi ile yönetilirdi. Böylesi olgun bir yönetim insanların harcı değil." Ne dersiniz, belki de en baştan beri imkansız olanı belirtmeye çalışıyordu Rousseau. Ya da düşünce keşfinde o denli uzaklara gitti ki insanlıkla bağlantısını kaybetti artık. Emin değilim, ama şundan şüphem yok: Her ne şekilde olursa olsun Rousseau'nun sizi çıkaracağı düşünsel keşiften asla pişman olmayacaksınız, bu keşfi kaçırmamanız dileğiyle (Nympheutria)

günümüzde de etkisi halen sürmekte.: "Amacım, insanları olduğu gibi, yasaları olacakları gibi ele alarak toplumsal düzende geçerli ve kesin yönetim kurallarının olup olmayacağını araştırmaktır.”Toplumsal düzen, doğada bulunmaz, yalnızca sözleşmelere dayanır. Yine de o kutsal bir hak olarak var olmaktadır. Toplumsal düzen, özgür doğan; fakat her yerde köle olan insanın belirli kurallar çerçevesinde özgürlüğünü ve mutluluğunu sağlamak amacıyla kurulmuş düzenden ibarettir."Tüm toplumsal birlikler arasında tek doğal olan birlik ailedir." Siyasetin güncel konuları ve sorunlarıyla yakından alakalı olan bir felsefe/düşünce kitabı olduğu için, bazı temel meseleleri ve problemleri anlamak adına okunması zorunlu klasiklerden biridir. (Ayşe Baykuş)

İnsan insanın kurdudur Yerleşik hayata geçme Göbekli Tepe keşfine kadar çiftçilikle bağdaştırılıyor olsa da bu keşiften sonra amacını değiştirmiş ve insanların bir araya gelmesi, iç içe yaşaması tapınaklara yakın olabilme isteği amacını ortaya çıkarmıştır. Göbekli Tepe’de bulunan T Sütunları ilk insanların sosyalizasyon nedenidir. Dinsel ritüeller aracılığıyla insanlığın yavaş yavaş yerleşik hayata geçmeleri kişileri gruplara, grupları topluluklara ve toplulukları da devlet haline getirme gerekliliği doğurmuştur. İnsanların toplum olma isteği ihtiyaçtan, devlet olma isteği ise toplumun daimi olabilmesi gerekliliğinden doğmuştur. Devlet olma gerekliliği de yanında birçok şeyi beraberinde getirir. Bu gerekliliğin en önemlisi de yasa adı altında bulunan genellikle devletin ve uyruklarının yararına olan yazılı kararlardır. Kişilerin özgürlüğünü ve eşitliğini temel alarak her uyruğa hitap ettikleri su götürmezdir. Yazarımız hakkında söylenecek çok şey vardır. Ancak bu lezzeti siz okurların İtiraflarım adlı eserinden okumanızı tavsiye ederim. Bunun nedeni ise Jean-Jacques Rousseau’yu tanımayan ya da yüzeysel tanıyanların asla inanamayacakları bir yaşam öyküsüdür. Romantik felsefe anlayışının fikir babası ya da öncüsü olması ise gözlemlediği her şeyin batmakta olduğu düşüncesini bütün eserlerinde okurlarına romantik bir dille anlattı. Rousseau’yu diğer filozoflardan ayıran en temel özellik ise kullandığı dilin yalın, arı ve anlaşılır olmasıdır. Kendisinden sonra gelen birçok aristokrat/filozofların fikir babası ya da eleştiri kaynağı olmuştur. Okuma-Yazma bilmeyen bir kadın ile evliliğinden beş çocuğunun olması ve bu çocuklarının her birini yetimhanelere bırakması, Emile gibi bir kitabın ise böyle bir düşünce yapısından çıkıp, eğitim alanında yazılmış en iyi kitap olması yazarın talihi midir yoksa kaderin oyunu mudur? Bunu bilmem ama iyi bir gözlemci, etrafındaki her hareketi iyi okuma ve duygudaşlık gibi meziyetler kişi aristokrat olmasa da güzel düşünceleri ortaya dökebileceğine bir kanıt olduğudur. Doğayı kendine rehber edinen bir iki filozoftan birisidir. Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev eserinin yazılması; yazarın evden işe giderken yaya yolunu tercih etmesinden Dijon Akademisi’nin yayımlamış olduğu dergide “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir?” sorusu etken olmuş ve yazarın hayatını baştan sona değiştirmiştir. Sorunun cevabını dillere destan olacak bir biçimde olumsuz olarak cevaplamıştır. Bu eser Rousseau’nun miladı sayılabilir. Toplum sözleşmesi siyaset ve devlet yönetimi alanında yazılmış en temel ve en iyi kitapların başında gelir. Egemenliğin ve mutlak gücün tanımlarının yapıldığı, devlet yapılarının harika bir şekilde tanımlandığı bu eser, herkesin ilgi alanı olan siyaseti en iyi vurgulayan cümle topluluklarıdır. İçerisinde bol eleştiri ve yazarın yorumlarından çıkarılacak sayısız ders vardır. Ancak bu eseri ele almandan önce Platon’un Devlet adlı eserini okumak okur için faydalı olacaktır. Her halkın kral olduğu demokrasi, sadece aydın kişilerin yönetime giriştiği aristokrasi ve sadece kralın kral olduğu monarşi gibi devlet yönetim şekillerini de gördüğümüz kitap okuruna toplum sözleşmesi okumadan önce ve toplum sözleşmesi okuduktan sonra ciddi manada bir fikir farklılığı sunuyor. Yasaları ile gerçek bir devlet babası olan Lykurgos, Atinalı Solon gibi kanun koyucularından bahsinin geçtiği eserde Sulla, Sezar gibi monark liderlere de yer veriyor ve yönetimin nasıl yıkıldığı biz okurlarına haklı sebeple göstererek sunuyor. Unutulmaması gereken şey ise her yönetim şekli yıkımına doğru başka bir yönetim şeklinin zemini oluşturuyor olmasıdır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir vurgusunu ancak bilinçli toplumlarda görebiliriz. Aksi olduğu sürece yönetim şekli demokrasi olsa bile yürütme mekanizması bir monarşiden farksız olur. Despot, diktatör ya da Yunanlarda gördüğümüz tiranlar gibi halkın ezilmesine ve bütün yükün uyrukların sırtında olmasına sebebiyet verir. Ancak bilinçli bir toplumdaki uyruklar yürütme mekanizmasında bulunan kişilerin görevli olduğunu bilir ve en kısa zamanda gereğini yaparak hükümet değişikliğine gider. Demokrasi ortamı kadar hiçbir yönetim şekli isyana açık bir şekil değildir. Kitabım Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan, çevirisi yerinde ve okur tarafından anlaşılmayacak hiçbir yazımı yoktur. Kitap dört bölüm halinde sunulmuştur. Sayfa kalitesi standart okurunu üzmeyecek şekildedir. Kitabın tek kötü tarafı bu güzel anlatım diliyle daha fazla zaman geçiremeyecek olmanızdır. Ancak bu kadar az sayfada bile birçok şeyi özleyecek ve bakış açınızı daha da genişleteceksiniz. Sözün özü; siyaset toplum içerisinde yaşayan herkesin içerisinde bulunması gereken bir anlayıştır. Siyasetle ilgilenmiyorum demek ciddi oranda yaşamıyorum demekle aynı şeyi ima eder. Bu sebeple siyaset alanında fikir sahibi olmak, bu güzel yazar ile tanışmak için kitap kesinlikle okunulası ve şiddetle tavsiye edilesidir. Sevgi ile kalın. Son olarak bir kuş katliamında söz etmek isterim. Her yönetici kararı tabi ki de yasa değildir ve her yasa topluma hayırlı olacak diye de bir kaide içermemektedir. Yüzyıl Çin lideri Mao Zedung Çin’de iyi bir tarım ortamı yaratmak isteğiyle hemen reformlara başladı. Serçelerin tarım alanlarına zarar vermesinden dolayı ise serçelerin öldürülmesi gerektiğini beyan edip, halka bu seferberliğin başladığını duyurdu. Hatta öyle bir hal aldı ki bu iş; en çok serçe öldürenler ödüllere layık görüldü. Tahminen 2 milyar serçe katliamı yapıldı. Ancak sonuç beklendiği gibi olmadı. Serçelerin olmayışı tarım alanlarında böceklerin türemesine ve tarım alanlarını mahvetmesiyle ciddi bir kıtlık meydana getirdi. Çin halkı ve lideri yaptıkları yanlışı anladılar, geç olsa da serçelere değer vermeye kutsal saymaya başladılar. Ama iş işten geçmişti. Daha sonrasında ise Rusya’dan serçe ithal edip hayatlarına devam ettiler. Tarihe ise en büyük kuş katliamı olarak yansıdı. Neyse Hobbes'in dediği gibi insan insanın kurdudur. (Tayfun)

Kitabın Yazarı Jean-Jacques Rousseau Kimdir?

İsviçre'nin Cenevre kentinde doğmuştur. Bir saatçinin oğludur. Babası Topkapı Sarayı'nda saat tamirciliği yapmıştır. On yaşında eğitimine bir din adamının yanında başlayan Rousseau, daha sonra bir gravürcü ustasının yanında çalışmıştır. yılları arasında, sekreterlik, müzik hocalığı ve tercümanlık yaparak, Fransa, İtalya ve İsviçre'de dolaşmıştır. Fransa'da yazıları yasaklanınca daha sonra aralarının açıldığı dostu David Hume'un daveti üzerine İngiltere'ye gitti. Daha sonra Batı İsviçre'de Neuchatel'e sığındı. Kalvenist olarak vaftiz olmuştu. Torino'da Katolikliğe geçti, daha sonra tekrar Kalvenist oldu. Bu sebeple doğduğu şehir olan Cenevre'de ateist suçlamalarına mâruz kaldı. 'da Ansiklopedinin müzik bölümünü kaleme almıştır.

Jean-Jacques Rousseau'nun yapıtlarındaki karmaşıklık onun; doğal hukuk kuramcısı, doğal hakları yadsıyan biri, aydınlanmacı, aydınlanma ilkelerini yerle bir eden biri, demokrasinin inançlı savunucusu, demokrasiyi ayaklar altına alan biri, burjuva liberal devriminin hazırlayıcısı, öte yandan böyle bir devrimin olumsuzluklarını çok önceden gösteren, hatta reformculuğu bile benimseyen biriymiş gibi birbiriyle çelişen ve çatışan çok karşıt düşüncelerle yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu sebeple Rousseau anlaşılması güç bir düşünür olmuştur. Kendisini hep halktan birisi olarak görmüş, halktan kişiler arasında daha rahat etmiştir.

Rousseau, doğru bir siyasal toplumun temellerini ortaya koyabilmek için olguların bir yana bırakılması gerektiğini belirtir. Çünkü ona göre salt olgulardan hareket edildiğinde, çıkarlar, yararlar ön plana yerleştirilmekte ve böylece adalet, hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Rousseau, güçlünün haklı kabul edildiği, siyasal toplumun kökenine olguları yerleştiren, olgusal verileri ve kuramları eleştirmektedir. Yurttaşı, ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir toplum sözleşmesini ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dahil olması gerektiğini savunur. Halk olmanın temelinde egemenliğin var olması gerektiğini düşünür. Yasaların olmadığı bir yerde devletten söz edilemeyeceğini savunmuştur. Yasaların, halkın tümü için geçerli olması gerektiğini düşünmektedir.

Halk sayısı arttıkça, yönetici sayısının azalması gerektiğini savunan Rousseau, demokrasi, aristokrasi, monarşi” şeklindeki sınıflandırmayı benimsemiştir. Rousseau'ya göre demokrasi biçimindeki hükümette yönetici, halkın tamamı ya da büyük bir kısmıdır. Aristokrasi biçimiyse küçük bir azınlığın yönetimidir. Monarşik hükümette ise yönetme yetkisi tek bir kişidedir.

Rousseau'ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Ayrıca devletin temelinde dinin de olması gerektiğini savunur. Rousseau; devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir.

Jean-Jacques Rousseau Kitapları - Eserleri

  • İtiraflar seafoodplus.info
  • İtiraflar 1. Cilt
  • Toplum Sözleşmesi
  • İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
  • Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev
  • Dillerin Kökeni Üstüne Deneme
  • Yalnız Gezenin Düşleri
  • Émile
  • Siyasal Fragmanlar
  • İçimizde Gezinen Sessizlik
  • Yeni Heloise (2 Cilt Takım)
  • Ekonomi Politik
  • 6 Kitabile Rousseau
  • Narsist
  • Anayasa Projeleri
  • Neden Mutsuzdur İnsan?
  • Dağdan Yazılmış Mektuplar
  • Siyasal Gövde
  • Kırdan Mektuplar Dağdan Mektuplar
  • Bir Yalnız Gezerin Düşleri

Jean-Jacques Rousseau Alıntıları - Sözleri

  • senli benli konuşmalarını dinlemek zorunda kalmam, beni rahatsız etmeye başladı. (Yalnız Gezenin Düşleri)
  • Tüm bilgeliğimiz kölece önyargılara bağlılıktan ibaret; tüm alışkılarımız yalnızca bağımlılık, sıkıntı ve baskı. Uygar insan kölelik içinde doğar, yaşar ve ölür. Doğuşunda bir kundak içinde dirilir; öldüğünde bir tabutun içinde çivilenir; insan şeklini koruduğu sürece, kurumlarımız tarafından zincirlenir. -- (Émile)
  • Soyluluğu dikkat çekmeyen güzel kadın yüzünü süslemekten hoşlanır. (Narsist)
  • Tanrının bende gördüğü akıl ve hikmet üstünlüğü sadece benim bilmediğimi bilmediğimden emin oluşumdur.” (Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev)
  • Ah, gerçek aşkı duymakta bu kadar geciktim ama gönlüm ve duyularım aşka bu gecikmenin cezasını bol bol ödediler. Paylaşılmayan bir sevgi bile insanı bu hale getirirse, ya bizi seven bir sevgilinin yanında duyacağımız heyecanlar ne olmalı acaba? (İtiraflar seafoodplus.info)
  • Nesnelerin resmedilmesi vahşi halklara, sözcüklerin ve önermelerin işaretlerle gösterilmesi barbar halklara, alfabe de uygarlaşmış halklara uygundur. (Dillerin Kökeni Üstüne Deneme)
  • Ey hırslı önderler! Bir çoban da köpeklerini ve sürülerini pekala idare eder, ama yine de insanlar arasında en aşağıdadır. Buyruk vermek güzel şeyse de, ancak itaat edenler buyruk vereni onurlandırdığı takdirde öyledir: Öyleyse yurttaşlarınıza saygılı olun, siz de saygıdeğer olursunuz; özgürlüğe saygılı olun, gücünüz, iktidarınız, günden güne artacaktır; haklarınızı aşmayın, çok geçmeden sınırsız olduklarını göreceksiniz. (Ekonomi Politik)
  • Temkinli olmaya ağırlık verdikçe şans ıskalanır. (Siyasal Gövde)
  • Çökmekte olan bir devlette suçların çokluğu cezasız kalmalarına yol açar. (Toplum Sözleşmesi)
  • seafoodplus.info güç bir hak yaratmaz.. (Toplum Sözleşmesi)
  • İlk köleleri köle yapan kaba güçse, onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur. (Toplum Sözleşmesi)
  • o, yüreğimde, her zaman güvenebileceğim saflığını korudu. (Yalnız Gezenin Düşleri)
  • Kendimi sevmemek, yaşamımı daraltmak, sınırlamak olur. (Yalnız Gezenin Düşleri)
  • Uzlaşımın dili sadece insana aittir. (Dillerin Kökeni Üstüne Deneme)
  • Yeryüzünde benim için her şey bitti. Artık bana burada ne iyilik edebilirler, ne de kötülük. (Yalnız Gezenin Düşleri)
  • Bitkiler tarımla, insanlar eğitimle yetiştirilir. (Émile)
  • Sağlam yapılı bir devlette insanlar öyle eşittir ki ,kimse daha bilgili,hatta daha becerikli olduğu için ötekine yeğlenmez ,olsa olsa en iyisi olduğu için yeğlenir. (Narsist)
  • Ne zaman ki ilkelerime göre davranmam, işte o zaman düşüncelerimden ve ilkelerimden dolayı beni suçlamak haksız olmaz (Narsist)
  • Quaestor Cato'nun dürüstlüğün dikkatleri çekmesi ve bir imparatorun(Galba) da yetenekli bir şarkıcıyı bir kaç altınla ödüllendirirken bu paranın devlet hazinesinden değil kendi aile servetinden geldiğini belirtmek ihtiyacını duyması Roma için son derece onur kırıcı birer olaydır. Fakat Galba'lar bile nadirken Cato'ları nerede arayacağız? Kötü huy ve davranış onursuzluk nedeni olmaktan bir kez çıkınca, iyi niyetlerine emanet edilmiş kamu gelirlerine dokunmaktan kaçınacak ve çok geçmeden kendi boş ve rezil savurganlıkları ile devletin şanını yüceltmeyi ve kendi iktidarlarını yayma yollarıyla devletin gücünü arttırma çarelerini birbirine karıştırma görünümü içinde, bunları harcamayı adeta kendine görev saymayacak kadar ilkeli yöneticiler bulabilir miyiz acaba? (Ekonomi Politik)
  • Hor görülen bilgisizliğin yerine tehlikeli bir inançsızlık gelecek. (Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev)

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir