geceleri uyumayan insanların gündüze sığmayan acıları vardır / Gece Uyumayan Insanlarin Gündüze mp3 mp4 flv webm m4a hd video indir

Geceleri Uyumayan Insanların Gündüze Sığmayan Acıları Vardır

geceleri uyumayan insanların gündüze sığmayan acıları vardır

Gece Sözleri

Bu sayfamızda; Gece Sözleri, Gece İle İlgili Sözler, Gece Sözleri Kısa, Gece Sözleri Yeni, Gece Sözleri Facebook, Gece Sözleri Twitter yer almaktadır.

Gece, düşüncelerin anasıdır.

Gece, hayırlı öğütler verir.

Gecenin binlerce gözü vardır.

Gecenin öbür ucu şiir. Kaan İnce

Gece ilerledikçe mum küçülür. Litaipo

Gece hırsızın, ışık gerçeğin dostudur.

Gündüzden kovsam geceden gelir hatıran.

Gece, neye gebeyse onu doğurur. Mevlana

Gecenin uzunluğunu hastalar bilir. Sadi

Gece, büyük ve kara renkli bir yapraktır.

Bu gece de hayallerimi hayal ediyorum işte.

Gece yalnızlığın üzerine dökülen asfalttır.

Ay ancak geceleyin cilvelenir. Baki apaydın

Gece; kadınlarla, yıldızları güzel gösterir.

Güzel gelecek günlerin gecesi sisli olurmuş.

Kalem yorgun, gece uzun. Hikmet anıl öztekin

Rüyalar, gecelerin akvaryumudur. Victor Hugo

Kömür gözlüm, bugün gece gözlerinden bile kara.

Kim demiş ki geceler uyumak için? Marilyn Monroe

Gecenin en karanık anı şafak sökmeden az öncedir.

Gecenin kara pelerini, herkesi aynı şekilde örter.

Uykuyu unutmuş bir insana; -“iyi geceler diyemezsin.

Gece, budalalıkları örtmekten hoşlanır. Haldun Taner

Gece ümitsizlerin kalbinden karanlıktı. Sabahattin ali

Sensiz uyanmamak için bu gecede uyunmadı. Ceyhun Yılmaz

Geceleriniey gündüz gel demekle israf etme. Cahit Kulebi

Ve eğer dünyada gece olmasaydı, sabah hiç mi hiç olmazdı.

Her gece bir hüzün, bir keder çöküyor üzerime. Orhan Pamuk

Çünkü aşkın olduğu yerde asla gece olmazdı. Guillaume Musso

Geceyi hüznün taklidi olarak Gece Sözleri kabul ediyorum.

Gece ne kadar karanlıksa, yıldızlar o kadar parlaktır. Petöfi

Bazı gecelerin sabahı yoktur yalnızca karanlık olarak kalırlar.

Yıldızların aydınlığı gecenin karanlığındandır. Nazan Bekiroğlu

Ne geceden günü, ne günden geceyi çıkarabildim. M. Cevdet Anday

Melankoli, bir kış gecesinin çıkardığı seslerdir. Virginia Woolf

Umudunda kuşluğu büyütenlerin en iyi bildikleri, aslında gecedir.

Ben eğilmem gündüz ama ; geceleri kanatırım kendimi. Metin Altıok

En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar. Victor Hugo

Ertesi gün sana kavuşmayacağım için uyuyamadığım geceler var benim.

Gece aklına gelen kişi ya seni çok funduszeue.infolu etmiştir ya da çok üzmüştür.

Susmak gece gibidir bazen en siyah renkleri bile örter. 

Gece radyoda çalan parçaların arasına kim sakladı seni? İrfan kurudirek

İstemem istemem gece olmasın. İşim daha güzel, rüyalarımdan…

Geceler, sonsuz gibi görünür fakat geceler, sonsuz değildir. Albert Camus

Gündüz kandilini hazırlamayan, gece karanlığa razı demektir.

Geceler ne denli sıcak olursa olsun, gidememek donmak demektir. Halil Cibran

Gece hepimizi korkularımıza, acılarımıza daha bir yakınlaştırır. Alper Canıgüz

Sustuk. Yıldızlar çıkmadı daha. Geceyi bekliyoruz sessizce. Servet Somuncuoğlu

Severim geceyi çaresiz, korktuğumdan değil, güzelliğinden.

Aynı karanlık da örtse üstümüzü, herkes kendi gecesinde izler başka bir gökyüzü.

Geceyi seviyorum. Karanlık olmasaydı, yıldızları asla göremezdim. Stephenie Meyer

Söylenilmemiş mısralar bilirim, hüzün dolu yağmurlu gecelerde. Ümit Yaşar Oğuzcan

Geceyi seviyorum. Fazla ve kalabalık ne varsa bir kenara çekiliyor. Mehmet Deveci

Sırf birisi ‘iyi geceler’ demediği için, iyi geçmeyen geceler vardır. Pablo Neruda

Yeterince gece oldu; artık sessizliği sonuna kadar açabilirsiniz. İbrahim Tenekeci

Ey hırs gecesinde uykuya dalan kişi, ecel sabahın ağardı gündüzünden kork. Mevlana

Geceye dedim ki uzan uzanabildiğin kadar, şimdi o dolunay uykudadır. Şems-i Tebrizi

Her gece uykuya dalınca ölüyorum. Ve her sabah uyandığımda yeniden doğuyorum. Gandhi

Gecenin, orkestranın orta yerine dalması ve onu mahvetmesi dileklerimle. André Breton

Yarınki güne umutla bak. Gecenin ne doğuracağını tahmin bile edemezsin! İskender Pala

Yaşamda kalmanın en zor olduğu an gecedir. tüm sırlarımı biliyor. Poppy z. Brite

Kötü yola düşmüş gecelerden geliyorum. Kusura bakma gözlerim biraz kirli. Küçük İskender

Bir anlık iyi düşünce, bir gece sabaha kadar yapılan ibadetten hayırlıdır. Hadis-i Şerif

Hayatının yıldızlarına ulaşmak istiyorsan; içindeki geceye razı olmalısın. Mustafa Ulusoy

Bozuk dualar halinde yorgun ve ürkek, gecenin sehpalarına bembeyaz asıldılar. Attila İlhan

Karanlığın ortaya çıkabilme ihtimalidir, gün saatlerini bu denli parlak yapan. Stephen King

Ve gece boyunca korktuğumuz her şey, günün doğmasıyla karşımıza çıkıyor. 

İnsanlar matbaayı keşfettiğinden beri, geceler tamamen karanlık değildir. Christopher Morley

Bu gece yarısında iki kişi uyanık; biri benim biri de uzayan kaldırımlar. N. Fazıl Kısakürek

Sevgili dost, dostluk gündüz görünmez; o, ateşböceği gibi yalnız geceleri parlar. A. Ali Ural

Bir zamanlar tüm yıldızlar geceden daha karanlıktı, ta ki gece uyanana kadar. Dejan Stojanovic

Gecenin acısını çekmeyen bilemez sabahın ne kadar tatlı ve kıymetli olabileceğini. Bram Stoker

Uyumanın lüks olduğu geceler vardır. O kötü rüyadan uyanabilmek için uyumak. Frederic Beigbeder

Gecesini dirlitmeyenin, gündüzü de ölmüştür. Gündüzün yiğidi olmak, gecenin abidi olmaktan geçer.

O uyuduysa benim için gün bitmiştir diyenlere sesleniyorum yalnızlar için gece daha yeni başladı.

Lşık saçmıyor ayrılık gecesinin yıldızı, çık kasrın damına, yükselt ayın çerağını. Hafız-ı şirazi

Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır. Sezai Karakoç

Gece gelecek ve önemli hiçbir şey olmayacak, umut sönecek ve belki yürek susacak. Ataol Behramoğlu

Elinde değildir akşam serinliğinde üşürsün. Eylülden itibaren geceler hazindir, uzundur. Atilla İlhan

Gönül yan, senin yanışın nice işler halleder, gece yarısı bir dua nice yüz belayı defeder. Sadi-i şirazi

Gece vakti huzura ulaşamamak insanı öldüren bir şeydir. Herkes uyuyor ve sen bir şey arıyorsun. Tarık Tufan

Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın. Necip fazıl kısakürek

Beden için dağlara çıkıp spor yapmak ne ise, ruh için büyük kitapların okunmasına ayrılmış bir gece de odur.

Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim, sözler vardı içimde işe yaramayan sözlerle konuştum karanlıkla …

Gece mesajlaşırken konunun en tatlı yerinde sizi ot gibi ortada bırakıp uyumaya giden kişiye sevgili denir.

Bu gece pencereni açık bırak, bir kuş uçurdum, biraz yorgun, biraz ıslak, baş ucuna bir tutam sevgi bırakacak.

Ben ölünce, hiç değilse bir fener olsam; kapında dursam, soluk donuk geceyi, aydınlığa boğsam… wolfgang Borchert

Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır.

Bir demet sevmek, sevmek ne demek? Kimine göre sancılı geçen geceler, kimine göre bir gecede söylenen saçma heceler.

Her gece onu düşünmekten saatim ilerlemez oldu. Kim sorarsa saat kaç diye, cevabım hep aynı; ona doğru. Cemal Süreya

Yağmurlarda ıslanmak, rüzgarlarda savrulmak, serserice sokaklarda dolaşmak istiyorum bu gece, bu gece yandım bu gece.

Gece; sevgilinin endamını olduğundan daha güzel, düşmanını daha güçlü, derdini daha büyük, sevincini daha küçük gösterir.

Bu kadar yürekten çağırma beni! Bir gece ansızın gelebilirim. Beni bekliyorsan, uyumamışsan, sevinçten kapında ölebilirim.

Seni öpebilir miyim o halde? Bu acınası kağıtların üzerinde ya da camı açar, gecenin soğuk havasını öperim ben! Franz Kafka

Gece oldu mu, pişmanlık çağrılmadan çıkagelir ve insanlar derin uykularından uyanıp kendilerine baksınlar ister. Halil Cibran

Gece gözlerimin içine baktı; biçimsiz, kör, sonsuz ve sınırsız. Hiçbir şey dokunamadı karşımda duran geceye o an. Stanisław Lem

Dolu dolu yaşa hayatı, dilini keşkeler sarmasın. Ve öyle birini sev ki; gündüz güneşe, gece yıldıza ihtiyaç kalmasın. Can Yücel

Gece loş bir ışıkta sadece müziğin sesi ile uzanıp düşürüyorum. O duvarlara uzun uzun bakmamı sağlayan bir şey var, eksik bir şey.

Sakın ölümü unutmayınız her gece onu hatırlayınız. Hesabınızı yapınız olur ki tövbe edince allah da sizi af eder. Hacı Bayram Veli

Her kışın yüreğinde titreyen bir bahar vardır. Her gecenin peçesinin ardında da tebessümle bekleyen bir şafak vardır. Çin Atasözü.

Hayatımın hem anlamı hem neşesi oluverdin, seni gördüğüm günden beri, şarkılarda seni düşündüm, gecelerimin parlayan yıldızı oldun.

Bütün bir geceyi uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri bir nefeste anlatamazsın. Önce içine atarsın, sonra da susarsın. Murathan Mungan

Aynı günde dört mevsime şahit olmak gibi bir şey bu, önce özlüyor, sonra ağlıyor, akşamları küsüyor ve geceleri çok seviyorum. Özdemir Asaf

Yoldaşım sokak lambaları geceler sırdaşım oldu, gözlerin çıkarken gözlerimin sınırdışına, ayyaş rüzgarlar öpüyor dudaklarımı. Atakan Korkmaz

Geceleri penceremden dışarı baktığımda, dünyada ne bir kötülüğün ne de bir acının olamayacağını hissediyorum. Sonra gün başlıyor. Jane Austen

Gökyüzü biraz daha karanlıklaştı, mavi üstüne mavi, her saniye biraz daha mavi ve daha derin, çok daha derin gölgeleri gecenin. Haruki Murakami

Bir şimşek, sonra gece! Ey kadın, uzaklaşan, o bakışları bana dünyalar bağışlayan, görmemek ne zor böyle artık seni bir daha. Charles Baudelaire

İşte sona geldik. Şimdi yalnızca gün aşkı tatmayacak fakat aynı zamanda gece ruh bulacak ve kutsanacak; tüm korkular uçup gidecek. J.r.r. Tolkien

Bu yüzden kalabalık gündüzlerin arkasından gecelerin yalnızlığını giderek daha çok sever oldu mücellâ gecesiyle gündüzünü ayırdı. Nazan Bekiroğlu

Gecenin karanlığı altında kanatsız bir gece kuşuydum artık ben, sokaksız bir sokak kuşuydum, ya da dünyanın içinde kaybolmuş bambaşka bir kuştum.

Ne tuhaf! Gündüzün bakıldığını düşünerek gece kuşlarından söz etmek… gece kuşlarının gözünü karanlıkta kim görmüş­tür avlarından başka? Bilge Karasu

Geceye inat gün ağarmakta, ağaca inat dal çoğalmakta, ölüme inat insanlar çoğalmakta, bense sana inat seni sevmekteyim, inat bu ya, hep de seveceğim.

Uykunun karşısında saygı,utanç duymalı kişi! İşin özü bu! Yine de uyuyamayanların ve geceleri uyanık olanların önünden çekilin. Nietzsche

Geceleriyse uzun tırnaklarıyla hayatı kazımaya çıkardı.bilirdi, dışarıda ki gece ,uzun tırnaklı bir kadının tırnaklarına istisnasız boyun eğerdi. Mine Söğüt

Neden beni bıraktın? Tanrı aşkına sana ne oldu böyle bütün geceler içinde, tam da o gece nasıl böyle birşey yapabildin? Tanrım bunu nasıl yaptın? Alyson Noel

Şaşırdım kaldım nasıl atsam adım; gün kasvet gece kasvet. Bulutlar, sisler içinde bunaldım; gök mavisine hasret. Olmuyor seni düşünmemek.

Gün bir gün sevdalanmış geceye, gece de yakamoz düşürmüş denize, o günden bugüne geceyle gündüz ayrılmaz olmuş, ta ki güneş tutulup gölge düşürene dek sevdalara.

Gece olup, güzel gözlerin yenik düştüğünde uykusuzluğa, seni gökyüzünden alıp, düşlerime emanet ediyorum, gözlerimden uzaksın belki ama daima yüreğimdesin unutma.

Gece diyorum. Ne güzel kucaklıyor hüzünleri, ya yalnızlık? Siyah bir iplik gibi sarıyor yürekleri. Peki, ya dua? Ah, dua olmasa, nasıl görürdü umutlarımız güneşi?

Eğer geceler uzun geliyorsa, sevgilin arayıp sormuyorsa, bir gün düşlerinde kavuşacağının yini vermişsen gönülden, işte, o zaman sen deliler gibi seviyorsun arkadaş.

Gece midir insanı hüzünlendiren, yoksa insan mıdır hüzünlenmek için geceyi bekleyen? Gece midir seni bana düşündüren yoksa ben miyim seni düşünmek için geceyi bekleyen?

Plaklarım, kitaplarım olur. İstediğimi okurum, istediğim zaman yatarım, istediğim zaman evden çıkarım. Yalnız gecelerde biter çocukluğumun soğuk geceleri de. Tezer Özlü

Her gece yatmadan okuduğum bir kitap olmanı isterdim. Kırardım; ışıkları söndürmeden, yarım kalan sayfanın ucunu ki sen buna; tenim kırışıyor, yaşlanıyorum derdin. Sunay Akın

Aşk gelince burukluğun şiirinde hüzün dokur heceler ve azarlanmış kalpleri ısırır tam yarısında geceler. Saban onunla sürerse toprağı koşarak, ancak o vakit yeşerir taze bir başak. İskender Pala

Gece, korku vaktidir. Göz artık vazifesini yapamadığı için yanlış şeyler görmeye başlar. Her gölge oyunu, her ot titreyişi, her yaprak kımıldayışı bir düşman yaklaşması hissini verir. Ahmet Haşim

Büzüşüp kaldığım gecelerde yıllar öncesine gidip birkaç anı getirdim geriye. Uyku tutmayan yastığa serptim o anıları. Uyur, bir rüyada bile olsa yüzüne rastlarım diye umdum. Bilmedim, meğer beni bir feryada yazmışlar!

Geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum. Gündüzleri hafif, çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım. Gece beni taş ezer. Gündüz rüzgar devirir. Kanadıkça kanarım. Hayallerimi o yüzden kanla yazarım. Mine Söğüt

Geceleri yalnız geçen geceleri ne yapacaktıfunduszeue.info pencereyi açıp “yeter artık,yeter diye bağırasım geliyor. Bağırmadım. Yumruğumu ağzıma bastırıp gözyaşlarımı sildim. Ah bu küçük kasabalar. Her biri bir gizli sevda cehennemi. Karşılıksız aşkların törpülediği gençlik.

Servet-i Fünûn Şiir ve Mensur Şiirinde Hayal-Hakikat (Yüksek Lisans Tezi)

Şairlerin karakterleri, hayat tarzları, hayal dünyaları her zaman ilgi çekici olmuş, araştırma konusu yapılmıştır. Onların poetik anlayışları, hayal dünyaları ve yaratma faaliyetleri sadece poetik yazılarda değil, edebî türlerde de yer almıştır. Bu bağlamda şairleri anlatan onlarca romanın varlığından da söz edebiliriz. Bu tezin konusu da şair ve şiir konusuna odaklanan romanlardır. “Şair kimdir?”, “Şairleri diğer sanatçılardan ayıran özellikler var mıdır?”, “Şiir nedir?” ve “Nasıl yazılır?” gibi sorular bu tezin yazılış amacını teşkil etmektedir. Bu bağlamda tez üç ana bölümden oluşmaktadır. Şair tiplerini sınıflandıran bölüm tezin birinci bölümüdür. Bu bağlamda Türk romanına yansıyan yönleriyle dört tip şairin olduğu görülmüştür. Bunlar, romantizmin etkisindeki melankolik şairler, kahraman özelliği gösteren şairler, havaî bir hayat yaşayan rind-meşrep şairler ve geleneğin etkisinde şiirler yazan Divan şairleridir. Yine romantik şairleri taklit eden müteşairler de tezimize dâhil edilmiştir. Bu şair figürleri incelendikten sonra beslendiği kaynaklar, Divan şiirine, halk şiirine ve Batı şiirine yaklaşımları üzerinde durularak şair figürlerinin poetikası üzerinde çalışılmıştır. Yaratıcılık başlığı altında ise şairlerin eserlerini yaratma süreçleri, yaratma sancıları değerlendirilmiş, yaratıcılığın deha, delilik ve narsisizmle olan bağlantısı incelenmiştir. Bu çalışmada Tanzimat dönemi romanlarından Cumhuriyet dönemi romanlarına kadar değişen, dönüşen şair imajı ve şiir anlayışı ele alınmıştır.

(Mahmut Kaya) İslâmî Edebiyatta Şaheserler

%(1)% found this document useful (1 vote)
3K views pages

Description:

İslâm kültür ve medeniyetinin gelişip serpilmesinde, dinî duygu ve düşüncenin kitleler arasında yaygınlık kazanarak gönülleri fethetmesinde şiir sanatının etkili bir güç olduğunu gören müslüman şâirler, Kur ân-ı Kerim’de ifadesini bulan tevhid merkezli varlık anlayışını, dünya görüşünü ve Hz. Peygamber’in (sav) şahsında billurlaşan ahlâkî güzellikleri şiirleştirerek bizlere örneğine az rastlanan çok zengin bir edebî miras bırakmışlardır.

Original Title

[Mahmut Kaya] İslâmî Edebiyatta Şaheserler

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

Description:

İslâm kültür ve medeniyetinin gelişip serpilmesinde, dinî duygu ve düşüncenin kitleler arasında yaygınlık kazanarak gönülleri fethetmesinde şiir sanatının etkili bir güç olduğunu gören müslüman şâirler, Kur ân-ı Kerim’de ifadesini bulan tevhid merkezli varlık anlayışını, dünya görüşünü ve Hz. Peygamber’in (sav) şahsında billurlaşan ahlâkî güzellikleri şiirleştirerek bizlere örneğine az rastlanan çok zengin bir edebî miras bırakmışlardır.

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd
%(1)% found this document useful (1 vote)
3K views pages

Original Title:

[Mahmut Kaya] İslâmî Edebiyatta Şaheserler

Description:

İslâm kültür ve medeniyetinin gelişip serpilmesinde, dinî duygu ve düşüncenin kitleler arasında yaygınlık kazanarak gönülleri fethetmesinde şiir sanatının etkili bir güç olduğunu gören müslüman şâirler, Kur ân-ı Kerim’de ifadesini bulan tevhid merkezli varlık anlayışını, dünya görüşünü ve Hz. Peygamber’in (sav) şahsında billurlaşan ahlâkî güzellikleri şiirleştirerek bizlere örneğine az rastlanan çok zengin bir edebî miras bırakmışlardır.

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd

Mahmut Kaya
TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI:
Edebiyat Sanat Serisi : 24
Kitabın Adı : İSLÂMÎ EDEBİYATTA ŞAHESERLER
Hazırlayan : Prof. Dr. Mahmut Kaya
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü,
Türk İslâm Düşüncesi Tarihi Anabilim Dalı (Em. Öğr. Üyesi)
Özgün Dili : Arapça, Farsça, Osmanlı Türkçesi, Kürtçe
Yayın Hazırlık : Hüseyin Örs, Yazma Eser Uzmanı
Son Okuma : İsmet İpek, Yazma Eser Uzmanı
Kitap Tasarım : Yüksel Yücel
Baskı : Karakış Basım Matbaa Amb. ve Rekl. San. Tic. Ltd. Şti.
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi No: 1BF1, Zeytinburnu/İST.
T: 58 20 funduszeue.info Sertifika No:
Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul
Baskı Miktarı : 1. Baskı, adet

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI


Library of Congress A CIP Catalog Record
Mahmut Kaya
İslâmî Edebiyatta Şaheserler
1. Şiir, 2. Edebiyat, 3. Antoloji, 4. Türk Edebiyatı, 5. Arap Edebiyatı,
6. Fars Edebiyatı, 7. Kürt Edebiyatı, 8. Urdu Edebiyatı
ISBN:

Copyright © Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Her hakkı mahfuzdur.


Bütün yayın hakları Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na aittir. Başkanlığın izni olmaksızın
tümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz.

T.C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı


Süleymaniye Mh. Kanuni Medresesi Sk. No: 5 Fatih / İstanbul
Tel.: +90 () 36 37
Faks: +90 () 37 00
[email protected]
funduszeue.info
İslâmî Edebİyatta
Şaheserler

Mahmut Kaya
TAKDİM

İnsanlık tarihi, akıl ve düşünce sahibi bir varlık olan insanın kurduğu me-
deniyetleri, medeniyetler arasındaki ilişkileri anlatır. İnsan, zihnî faaliyetlerde
bulunma kabiliyetiyle bilim, sanat ve kültür değerleri üretir, ürettiği kültür
ve düşünce ile de tarihin akışına yön verir.

Medeniyetler, kültürler, dinler, ideolojiler, etnik ve mezhebî anlayışlar ara-


sındaki ilişkiler kimi zaman çatışma ve ayrışmalara, kimi zaman da uzlaşma
ve iş birliklerine zemin hazırlamıştır.

İnsanların, toplumların ve devletlerin gücü, ürettikleri kültür ve mede-


niyet değerlerinin varlığıyla ölçülmüştür. İnsanoğlu olarak daha aydınlık bir
gelecek inşâ edebilmemiz, insanlığın ortak değeri, ortak mirası ve ortak kaza-
nımı olan kültür ve medeniyet değerlerini geliştirebilmemizle mümkündür.

Bizler, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar büyük devletler


kuran bir milletiz. Bu büyük devlet geleneğinin arkasında büyük bir mede-
niyet ve kültür tasavvuru yatmaktadır.

İlk insandan günümüze kadar gök kubbe altında gelişen her değer, haki-
katin farklı bir tezahürü olarak bizim için muteber olmuştur. İslam ve Türk
tarihinden süzülüp gelen kültürel birikim bizim için büyük bir zenginlik
kaynağıdır. Bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih
boyunca sevgiyi, hoşgörüyü, adaleti, kardeşlik ve dayanışmayı ön planda tut-
muştur.

Gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve âlem tasav-


vurumuzun temel bileşenlerini oluşturan bu eşsiz mirasın etkin bir şekilde
aktarılmasını sağlamaktır. Bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geçmi-
şimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi idrak
edilmesine ve sahiplenilmesine bağlıdır.
Felsefeden tababete, astronomiden matematiğe kadar her alanda, Me-
dine’de, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta, Buhara’da, Semerkant’ta, Horasan’da,
Konya’da, Bursa’da, İstanbul’da ve coğrafyamızın her köşesinde üretilen de-
ğerler, bugün tüm insanlığın ortak mirası hâline gelmiştir. Bu büyük ema-
nete sahip çıkmak, bu büyük hazineyi gelecek nesillere aktarmak öncelikli
sorumluluğumuzdur.

Yirmi birinci yüzyıl dünyasına sunabileceğimiz yeni bir medeniyet pro-


jesinin dokusunu örecek değerleri üretebilmemiz, ancak sahip olduğumuz
bu hazinelerin ve zengin birikimin işlenmesiyle mümkündür. Bu miras bize,
tarihteki en büyük ilim ve düşünce insanlarının geniş bir yelpazede ürettikleri
eserleri sunuyor. Çok çeşitli alanlarda ve disiplinlerde medeniyetimizin en
zengin ve benzersiz metinlerini ihtiva eden bu eserlerin korunması, tercüme
ya da tıpkıbasım yoluyla işlenmesi ve etkin bir şekilde yeniden inşâ edilmesi,
Büyük Türkiye Vizyonumuzun önemli bir parçasıdır. Bu doğrultuda yapıla-
cak çalışmalar, hiç şüphesiz tarihe, ecdadımıza, gelecek nesillere ve insanlığa
sunacağımız eserleri üretmeye yönelik fikrî çabaların hasılası olacaktır. Her
alanda olduğu gibi bilim, düşünce, kültür ve sanat alanlarında da eser ve iş
üretmek idealiyle yeniden ele alınmaya, ilgi görmeye, kaynak olmaya başla-
yan bu hazinelerin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni
ederim. Aziz milletimiz, bu kutsal emaneti yücelterek muhafaza etmeyi sür-
dürecektir.
Recep Tayyip Erdoğan
Cumhurbaşkanı
Merhum anne ve babamın
aziz hatıralarına…

Mahmut Kaya
İÇİNDEKİLER

TAKDİM 4
SÖZBAŞI 9
GİRİŞ
Arap Edebiyatı 13
Fars Edebiyatı 22
Türk Edebiyatı 26
Kürt Edebiyatı 27
Urdu Edebiyatı 28

ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER


Bânet Suâd Kasîdesi / Kâ‘b b. Züheyr 30
Kasîde-i Bürde / Muhammed el-Bûsîrî 62
Kasîde-i Bürde’ye Nazîre / Ahmed Şevkî
el-Kasîdetü’l-Hamriyye-1 / İbnü’l-Fârız
el-Kasîdetü’l-Hamriyye-2 / Ebû Medyen et-Tilimsânî
Kasîde-i Münferice / İbnü’n-Nahvî
Endülüs’e Ağıt / Ebü’l-Bekâ er-Rundî
Ruh Kasîdesi / İbn Sînâ
İhtiyarlık Üzerine / İbn Sînâ

FARS EDEBİYATINDAN SEÇMELER


Rubâîler / Ömer Hayyâm
Mahzenü’l-Esrâr / Genceli Nizâmî
Mesnevî / Mevlânâ
Bostân / Sa‘dî-i Şîrâzî
Gülşen-i Râz / Mahmûd-i Şebüsterî
Dîvân / Hâfız-i Şîrâzî

TÜRK EDEBİYATINDAN SEÇMELER


Nesîmî
Şeyhî
Fâtih Sultan Mehmed (Avnî)
Ahmed Paşa
Ali Şîr Nevâî
Necâtî Bey
Fuzûlî
Hayâlî
Kânûnî Sultan Süleyman (Muhibbî)
Taşlıcalı Yahyâ
Bâkî
Ruhî-i Bağdâdî
Nef‘î
Şehyülislâm Yahyâ
Nâilî-i Kadîm
Neşâtî
Niyâzî-i Mısrî
Nâbî
Nedîm
Râgıb Paşa
Şeyh Gâlib
Şinâsî
Ziyâ Paşa
Es‘ad Erbilî
Ahmed Remzî Dede
Yahya Kemal Beyatlı

KÜRT EDEBİYATINDAN SEÇMELER


Baba Tâhir Uryânî
Seyyid Ekâbir-i Hâmûşî
Faki-yi Teyrân
Melâ-yi Cizrî
Şeyh Şemseddin-i Ahlâtî
Ahmed-i Hânî
Tâhir-i Şûşî
Cesîm-i Celîl
Cigerhûn

URDU EDEBİYATINDAN SEÇMELER


Hicaz Armağanı / Muhammed İkbâl
SÖZBAŞI

İslâm kültür ve medeniyetinin gelişip serpilmesinde, dinî duygu ve düşüncenin


kitleler arasında yaygınlık kazanarak gönülleri fethetmesinde şiir sanatının etkili
bir güç olduğunu gören müslüman şâirler, Kur ân-ı Kerim’de ifadesini bulan
tevhid merkezli varlık anlayışını, dünya görüşünü ve Hz. Peygamber’in (sav)
şahsında billurlaşan ahlâkî güzellikleri şiirleştirerek bizlere örneğine az rastlanan
çok zengin bir edebî miras bırakmışlardır. Bu konuda şiirin önemine dikkat
çekmek üzere Resûlullah da “Öyle şiirler vardır ki sırf hikmettir.” buyurarak
şiirin bir söz sanatı olmanın ötesinde ulvî bir işlevinin bulunduğuna işaret et-
miştir. Buradan hareketle denebilir ki şiir, varlıktaki derûnî hikmetleri sezebilme
cehdi, hilkatteki akılları hayran bırakan âhengi görebilme gayreti ve insan ru-
hunu derinden sarıp sarmalayan güzellikleri keşfederek bunları demet demet ve
rengârenk nadide çiçekler şeklinde dizelerle terennüm etme sanatıdır. İşte şâir,
böylesine yücelik, derinlik ve güzellikleri dile getiren bir söz sultanıdır. Dolayı-
sıyla, duyusal varlıkların tasvirine takılıp kalmayan şâir, bir yandan hayalin nâ-
mütenâhî ufkunda gezinirken, öte yandan ruhun derinliklerine daldıkça dalar
ve geçici varlıklardan, iğreti hazlardan, solan ve pörsüyen geçici güzelliklerden
ezelî güzelliğe yükselmenin zevkine erer. Kâinattaki muhteşem âhengi temaşa
ettikçe, ilahî kudret ve hakikati sezebilmenin verdiği neşeyle tarifi imkânsız bir
hazla mutlu olur. İşte dizelerinde bu gibi ulvî duygu ve düşünceleri gergef gergef
işleyen şâirler dilin gücü ve sanatın kudretiyle gönüllerimizi titretirken İslâm’ın
şiir kültürüne ve estetik zevkine unutulmaz eserler kazandırmışlardır.
O halde şiiri sadece eğlendirici ve coşturucu bir sanat, vezin ve kafiyeli bir
söz dizisi şeklinde görmek şiire haksızlık olur. Çünkü şiir Arapça bir kelime
olup anlamak, kavramak ve bilmek anlamında şe‘ara fiilinden gelmektedir, ay-
rıca hissetmek ve farkına varmak anlamında da kullanılmaktadır. Öyleyse şâir
başkalarının hissedemediği, farkına varıp anlayamadığı incelik ve güzellikleri bi-
lip hissettiği için bu adla anılmaktadır. Demek oluyor ki, şiirin amacı hakikati
keşfetmek değil, varlık, insan ve hayata ait olgu ve olayları dil ve sanatın gücüyle
daha farklı ve daha çarpıcı bir söylemle terennüm etmektir.
10 SÖZBAŞI

Şiirin konusu din olmamakla birlikte din ve kutsalla ilgili her türlü mesaj ve
güzelliği, duygu ve düşünceyi idealize ederek onları şiirin ruhu coşturan diliyle
paylaşmak şâirin vazgeçemeyeceği zevkli bir görevdir. Bu yüzden şâir sözkonusu
dinî değerleri ve kutsal kavramları kendi hayal dünyasında kurgular ve onları
edebî sanatlarla süsleyip örer, yüceltir ve destanlaştırır; bu onun en doğal hakkı-
dır. Bir rivayete göre Hz. Peygamber (sav) “Arşın altında Allah’ın [hikmet] hazi-
neleri vardır; onların anahtarı şâirlerin elindedir” buyurarak bir yandan şâirlere
büyük bir pâye verirken, bir yandan da şiir açısından metafiziğin hazine değe-
rinde vazgeçilmez bir alan olduğu gerçeğine işaret buyurmaktadır. Öyleyse şâir,
dilin büyüsüne kapılarak sınırlı ve sonlu bir alanda eşya ve olayların tasviriyle
yetinmeyip metafiziğin o engin deryasına dalarak nadide inciler devşirebilmeli-
dir. Yahya Kemal Bey:
Esrâr-ı nazmı şerhedemez akl-ı dünyevî
Eflâke perr ü bâl açan efkâr söylesin
derken herhalde bu gerçeği dile getirmek istiyordu.
Burada şu hususu belirtmeliyiz ki, insanın bedîî ve estetik duygularını tatmi-
nin yanısıra başlangıçtan beri şiirin bir de eğitici, öğretici ve yönlendirici işlevi
bulunmaktadır. Bu yüzden ortaçağ İslâm toplumunda gerek dinî gerek dindışı
bilimlere ait metinler büyük ölçüde şiirle yani nazım halinde yazılmıştır. Bu-
nunla, kolay ezberleme, uzun süre hafızada tutma ve okuyucuda dil zevkini
geliştirme amaçlanmıştır ki, bu durum aynı dönemde Latin dünyasında da yay-
gın bir anlayıştır. Bu nedenle müslüman şâir ve sanatkârlar dilin büyüsünden
şiirin ritim ve âhenginden yararlanarak dinin inanç esaslarını ve dine ait bü-
tün değerleri, bu arada Efendimizin örnek şahsiyetini, güzel ahlâkını, başarı ve
mûcizelerini konu alan pek güzel şiirler kaleme almış ve bu alanda çok zengin
bir manzum literetür ortaya koymuşlardır. Bu cümleden olmak üzere tevhidler,
manzum siyerler, kasîdeler, na‘tlar, şemâil ve hilyeler, mevlidler, mirâciyyeler,
ramazâniyye, recebiyye, şabâniyye ve ‘îdiyyeler bu konuda ilk hatıra gelenlerdir.
Bilindiği üzere dini kaynağından öğrenmek kadar önemli olan diğer husus, dinî
hayatın canlı, coşkulu ve bütün güzellikleriyle yaşatılmasıdır. Bunu gerçekleş-
tirmenin öncelikli yolu ve yöntemi ise edebiyat ve sanattan geçer. Çünkü din,
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 11

ancak kültür dediğimiz olguyla ete ve kemiğe bürünür. Aksi halde dini soyut bir
gerçeklik ve yalın bir bilgi olarak halka indirgemek gerçekten zordur. Atalarımı-
zın şiirde, mûsikide, mimaride, hat ve tezyînî sanatların her dalında bu hususu
fazlasıyla gerçekleştirdiklerini görmekteyiz.
Burada önemli bir hususa işaret etmek gerekiyor ki, nazım olsun nesir ol-
sun dinî edebiyat alanındaki eserler didaktik amaçla kaleme alındığı için sanat
kaygısı ikinci planda gelir. Çoğunlukla bu tür eserlerde vezin ve kafiye fazla-
ca öne çıkarılmışsa da şiirde aslolan bâkir duygular, edebî sanatlar ve kelime
oyunlarıdır. İstiâre, mecâz, kinâye, temsîl, tevriye, cinâs, tenâsüb, telmîh, îmâ ve
hüsn-i ta‘lîl gibi sanatların ihmal edildiği şiirler manzum bir söz olmaktan öte
bir anlam ifade etmez. Bütün bunlar bir yana, genç şâirlerimiz yeni arayışlar ve
yeni söylemler geliştirirken zengin şiir mirasımızla bir şekilde temas kurmaları
kültürün devamı açısından önemli olduğu gibi tarihe ve medeniyetimize saygı-
nın bir ifadesidir ve bu ihmal edilmemesi gereken bir husustur.
Bu çalışmada İslâmî edebiyatın paydaşlarından olup Arapça, Farsça, Türkçe,
Kürtçe ve Urduca yazan şâirlerin eserlerinden yaptığımız seçkiler İslâmî Ede-
biyatta Şaheserler başlığı altında bir araya getirilmiştir. Bunu yaparken Asr-ı
Saâdet’ten beri tarihin akışı içinde müslüman toplumlarca sevilip çok okunan,
edebiyat ve sanat çevrelerince büyük takdir toplayan; hatta üzerlerine tahmîsler,
şerhler ve nazîreler yazılan, çeşitli zamanlarda dünya kültür dillerine çevrilmiş
olan kasîde, gazel, rubâî ve mesnevî türünden eserler tercih edildi. Önce beytin
veya rubâînin aslı, Türkçe’ye çevirisi ile birlikte verildikten sonra, orada işlenen
tema, mâna ve muhteva dikkate alınarak yeni baştan inşa edilip şiirleştirilmiştir.
Çoğunlukla Arapça kasîdelerde beytin karşılığını a a a, b b ve a a a, c c şeklinde
beş mısra ile, bazen de a a b a olarak dörtlük şeklinde vererek muhtevanın daha
zengin ve anlaşılır olması, ayrıca hedef kitle olan halkımızın dil ve edebî zevki
dikkate alınmıştır. Rubâîler ise Türkçe dörtlükler tarzında tercüme edilmiştir.
Bir kasîdesi dışında Nizâmî’nin ve Sa‘dî’nin mesnevîleri ile Hâfız’ın gazelleri
yine beyitler halinde ifade edilmiştir. Divan şâirlerinden seçtiğimiz gazellerin
aslı ve güncelleştirilmiş şekli karşılıklı sayfalarda verilirken, bu sadeleştirme ve
güncellemelerin günümüz gençliği açısından yararlı olacağı düşünülmüştür.
12 SÖZBAŞI

Aslında tercümenin ne kadar zahmetli ve zor bir iş olduğunu dil ve ede-


biyat kültürüyle ilgilenenler iyi bilir. Özellikle sözkonusu şiir çevirisi olunca
durum daha da hassasiyet arz eder. Zira bir şiiri sözlük anlamıyla birebir çevir-
mek onu katletmekten farksız bir şeydir. Çünkü çeviri ile birlikte ana metin-
deki dil estetiği, cinas, tevriye, tenâsüp, telmih, vezin ve kafiye gibi şiirin ana
unsurları ortadan kalkmakta ve sadece anlamı kalmaktadır. Deyim yerinde ise
bu durum, kralı muhteşem kıyafetinden soyup onu sıradanlaştırmaktan fark-
sızdır. Biz çalışmamızda bu tehlikeye düşmemek veya sözkonusu sakıncaları
asgariye indirmek için ele aldığımız şiiri Türkçe’nin selâseti ve ifade gücüyle
yeniden inşa ve ibdâ etmeye çalıştık. Dolayısıyla bu ne bir tercüme ne uyar-
lama ne de bir şerhtir. Belki Türk edebiyatı geleneği içinde kendine özgü bir
tarz olarak değerlendirilebilir.

Bu çalışmanın gündeme gelmesi ve Türk okuyucusuyla buluşmasında teşvik-


leri ile bizi destekleyen Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı aziz kardeşim
Prof. Dr. Muhittin Macit Bey’e, Çeviri ve Yayım Dairesi Başkanı Doç. Dr. Fer-
ruh Özpilavcı’ya samimi teşekkürlerimi sunarım. Diğer çalışmalarımda olduğu
gibi bu eserin hazırlanmasında da büyük emeği geçen sevgili oğlum M. Cüneyt
Kaya’ya ve metinlerin aslının yazımında azamî gayret gösteren sevgili Hüseyin
Örs’e, İsmet İpek’e ayrıca Kürtçe metinlerin çevirisinde yardımını esirgemeyen
dostum Vahdettin İnce’ye teşekkür ederim.
GİRİŞ

ARAP EDEBİYATI

Kâb b. Züheyr: Dinî edebiyatımızın öncülerinden ve şâir sahabelerden


olan Kâ
b b. Züheyr cahiliye ve İslamî dönemde yaşamış “muhadramûn”
şâirlerindendir. Müzeyne kabilesine mensup şâir bir aileden gelmekte olan
babası Züheyr, Muallaka şâirlerindendir. Kardeşi Büceyr ile birlikte şiir kültü-
rünü babasından alan Kâ
b, genç yaşta şiir söylemeye başlar. Hz. Peygamber
Medine’ye hicret edince insanlar akın akın İslam’ı seçtiği halde Kâ
b ve bazı
şâirler Hz. Peygamber’i ve müslümanları ağır bir dille hicvediyorlardı. Niha-
yet Efendimiz bunların yakalanıp cezalandırılmasını istemişti. Günlerden bir
gün Kâ
b kardeşi Büceyr ile birlikte Ebraku’l-azzaf denen mevkide sürülerini
otlatırken Büceyr Kâ
b’e “Sen koyunlara mukayyet ol, ben gidip şu zatı din-
leyeyim, neler anlatıyor öğreneyim” der ve Medine’nin yolunu tutar. Büceyr,
Efendimiz’i tanıyınca hemen müslüman olur ve bir daha Kâ
b’ın yanına dön-
mez. Kâ
b kardeşinin müslüman olduğu haberini alınca beş beyitten ibaret şu
şiiri ona gönderir:
Büceyr’e bu mektubu iletin ve deyin ki
Yazık sana vah sana, sözünde durmadın ki…
Açıkla bize eğer sen yapmadınsa bunu
Seni yönlendiren kim, bilmek isteriz onu
Böyle bir davranışı babamdan görmedim ben
Benimsemezdi baban böyle bir şey, düşün sen
Üzülecek değilim şayet sen yapmadınsa
Belki ayağın sürçtü diyemem her nasılsa
Kadeh kadeh sununca sana içkiyi Me mun
Sen ondan helak oldun, helak olmuştu Me mun
Şiir Büceyr’e ulaşınca Efendimiz’den gizlemek istemez ve Resûlullâh’ın
huzurunda okumaya başlar. “Kadeh kadeh sununca sana içkiyi Me mun” dizesini
duyunca Efendimiz: “O Me mun benim, kendisi yalancı ama sözü doğru”,
14 GİRİŞ

“Böyle bir davranışı babamdan görmedim ben” dizesini dinleyince de Resûlul-


lâh “Evet, babası ve annesi böyle bir şeyi bilmezlerdi” buyurur.
Bunun üzerine Büceyr kardeşine gelip teslim olmasını, kendisinin bağışla-
nacağını bildiren bir mektup gönderir ve Kâ
b’ın şiirindeki iddialara şu şiirle
karşılık verir:
Kim ulaştırır Kâ
b’e söyleyeceklerimi?
Me mun’u eleştirmek sen gibiye düşer mi?
Bâtıl dediğin o zât, bir Allah’a inanır
Getirdiği hak dinde Lât ve Uzza kınanır
Vazgeç artık inattan, geçen geçmişte dursun
Teslim olursan eğer, ebedî kurtulursun
Bir gün vardır ki, ancak temiz kalpli insanlar
Kurtulacaktır elbet o günde müslümanlar
Züheyr’in dini ise din adına bir ardır
Ebû Sülmâ’nın dini artık bana haramdır.
Bu mektubu alan Kâ
b, kendi kabilesinden bazı dostlarına sığınmak is-
ter, fakat hiçbirinden olumlu cevap alamaz. Nihayet hicretin 9. yılında ()
Medine’ye gelen Kâ
b, kendi kabilesinden tanıdığı birine misafir olur. O da
şâiri alarak birlikte sabah namazına giderler. Kendisine öğretildiği üzere, na-
mazdan sonra Resûlullâh’a yaklaşarak mübarek elini tutar ve “Yâ Resûlallâh!

b b. Züheyr geldi, sizden eman ve özür dileyip müslüman olmak istiyor; size
getirsem kabul eder misiniz?” deyince, Efendimiz’in “Evet” cevabını vermesi
üzerine “Yâ Resûlallâh! Kâ
b b. Züheyr benim” der. Sonra mescidde halkın hu-
zurunda Efendimiz için yazdığı kasîdeyi ayakta okur. “Peygamber, Hint yapımı
kılıç gibi parıltısıyla aydınlatan Allah’ın yalın bir kılıcıdır” beytini okuyunca
Resûlullâh hırkasını çıkarıp şâirin omuzlarına koymak suretiyle onu onurlan-
dırır. İşte bundan dolayı edebiyat tarihinde bu kasîde Kasîdetü’l-Bürde adıy-
la meşhur olmuş, ancak kasîdenin ilk beytindeki “Bânet Suâdu” ifadesinden
dolayı daha çok bu isimle anılmıştır. Burada şu hususu da belirtelim ki, son-
raları Mısırlı Muhammed Bûsîrî’nin (ö. ) Efendimiz için yazmış olduğu
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 15

el-Kevâkibü’d-Dürriyye fî Medhi Hayri’l-Beriyye adlı kasîdesi de yine Kasîdetü’l-


Bürde adıyla anılacaktır.
Emeviler döneminde Muâviye, Kâ
b’a hediye edilen bu hırkayı dir-
hem karşılığında satın almak istemiş, fakat şâir “Resûlullâh’ın bu aziz armağa-
nını dünyalara değişmem” diyerek teklifi reddetmiştir. Şâirin vefatından son-
ra Muâviye, onun vârislerinden, zikredilen para karşılığında bu hırkaya sahip
olmuştur. Sonraki tarihlerde Abbasi halifelerine intikal eden bu hırka, bugün
Topkapı Sarayı’nda Mukaddes Emanetler dairesinde korunmaktadır.
Hicrî 26 yılında () vefat eden şâirin 58 beyitten oluşan bu kasîdesi muh-
teva itibariyle üç kısma ayrılabilir. İlk on dört beyit nesîb yani şâirin sevgilisi
Suâd’a olan aşkını, duygu ve sitemlerini dile getiren gazel (tegazzül) tarzındadır.
Yirmi bir beyit, onu sevgilisi Suâd’a götürecek devenin ince ve ilginç tasvirleriyle
ilgilidir. Son yirmi dokuz beyit ise Efendimiz’in şefkat, merhamet ve bağışlama
gibi meziyetleri ile sahâbenin İslam’ı yayma konusunda gösterdikleri yiğitlik ve
mertlik gibi üstün vasıflarını dile getirmektedir.
Bu kasîde İslam milletlerinin konuştuğu dillere manzum ve mensur olarak
tercüme edildiği gibi, dünyanın başlıca kültür dillerine de çevrilmiştir. Birçok
İslam şâiri için ilham kaynağı olan bu kasîdeye nazîreler yazılmış, tahmîs ve
diğer nazım şekilleriyle yeniden terennüm edilmiştir. Üzerine yazılan şerhle-
rin sayısı ise yüz civarındadır. Osmanlılar döneminde Muhammed Bûsîrî’nin
aynı adla anılan kasîdesi çeşitli şâirler tarafından manzum olarak çevrildiği hal-
de Kâ
b b. Züheyr’inki her nedense çevrilmemiştir. Sezai Karakoç’un kendine
özgü nazım-nesir arası modern şiir tarzında bir denemesi dışında, tarafımızdan
yapılan çeviri, söz konusu kasîdeyi yeniden inşa edip güncelleme adına bir ilk
sayılabilir.
Muhammed Bûsîrî: / tarihinde Yukarı Mısır’daki Behnesâ şehrine
bağlı Behşim’de doğdu. Kendisi Berberî asıllı bir aileden gelmektedir. Tahsilini
erken yaşta geldiği Kahire’de tamamladı. Bir süre devlet büyüklerinin himaye-
sinde çalıştıktan sonra uzun yıllar maliye işlerinde kâtiplik ve muhasiplik yaptı.
Bu arada hayatı maddi sıkıntılarla geçen şâir, uzunca bir ömür sürdükten sonra
/’de İskenderiye’de vefat etti.
16 GİRİŞ

Coşkun bir peygamber şâiri olan Muhammed Bûsîrî Hz. Peygamber için
birçok kasîde yazmıştır. Fakat onu şöhretin zirvesine taşıyan Kasîde-i Bürde’dir.
Şâirin el-Kevâkibü’d-Dürriyye fî Medhi Hayri’l-Beriyye adını verdiği bu kasîde
onun olgunluk döneminin bir ürünüdür. Onun İslamî edebiyat alanında bu
kadar çok tanınmasının ve menkıbelere konu olmasının nedeni, sonradan şâire
isnad edilen bir rüya olayıdır.

Rivayete göre hayatının sonlarına doğru felç hastalığına yakalandığı bir sıra-
da akşam yatarken Cenab-ı Hakk’a dua ve niyazda bulunan şâirin rüyasına Hz.
Peygamber girer ve ondan kendisi için yazdığı kasîdeyi okumasını ister. Bunun
üzerine Bûsîrî: “Yâ Resûlallah, ben sizin için birçok kasîde yazdım, hangisini
emredersiniz” deyince Hz. Peygamber, kasîdenin ilk beytini okuyarak isteğini
belirtir. Şâir kasîdesini okumaya başlar, Resûlullah da duyduğu memnuniyetten
dolayı iki yana salına salına büyük bir zevkle dinler. Bitince de hasta şâirin üze-
rine hırkasını örter ve eliyle vücudunu sıvazlar. Bûsîrî heyecanla uyanır; gördü-
ğü bu mutlu rüyanın zevkiyle toparlanmaya çalışırken vücudunda felçten eser
kalmadığını farkederek sevincinden ne yapacağını şaşırır ve şükür için secdelere
kapanır.

Kasîde zaman içinde şâirin verdiği isimle değil, rüyada Hz. Peygamber tara-
fından üzerine örtülen hırka (bürde) sebebiyle Kasîdetü’l-Bürde adıyla anılmaya
başlar. Kasîde hastalıktan kurtulmaya vesile olduğu gerekçesiyle Kasîde-i Büre
ve Kasîde-i Büriyye şeklinde isimlendirilmişse de edebiyat dünyasında Kasîde-
tü’l-Bürde olarak tanınmaktadır.

beyit ve 10 bölümden oluşan kasîde aruzun basît bahriyle yazılmış olup
yapı ve üslup bakımından son derece sağlam ve liriktir. Bu yüzden asırlardır
İslam coğrafyasının her bölgesinde büyük bir ilgi görmüş, dinî toplantılarda,
mübarek gün ve gecelerde, sünnet, düğün ve bayram merasimlerinde okuna-
gelmiştir. Günümüzde de bazı çevrelerde haftalık evrad olarak ve beyitten
itibaren de felçlilere şifa maksadıyla okunmaktadır.

İslam dünyasında Kasîde-i Bürde kadar meşhur olan, onun kadar çok oku-
nan ve üzerine şerh, hâşiye, tahmîs, tesdîs, tesbî‘, taştîr ve nazîreler yazılan bir
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 17

başka kasîde yoktur. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla kasîde üzerine ’den faz-
la şerh, 58 tahmîs, 8 tesbî‘, 18 taştîr, 2 tezyîl ve birçok nazîre yazılmıştır.
yüzyıldan itibaren de aynı vezin ve kafiye ile birçok Türkçe manzum tercümesi
yapılmıştır. Ayrıca İslam milletlerinin konuştuğu hemen hemen bütün dillere
çevirildiği gibi Grekçe, Latince, İtalyanca, Fransızca, İngilizce ve Almanca’ya
yapılan tercümeleri de bulunmaktadır.

Ahmed Şevkî: Uzun süren bir durgunluk döneminden sonra Arap edebiyatı-
na yeni bir hayatiyet kazandıran Ahmed Şevkî ’de Kahire’de doğmuş ve kü-
çük yaştan itibaren Hidiv İsmail Paşa’nın sarayında büyüdüğü için çok iyi bir eği-
tim görmüştür. Doğuştan şiir yeteneğine sahip olmakla birlikte, başladığı hukuk
tahsiline, dört yıl kaldığı Paris Üniversitesinde devam ederken Batı edebiyatını
yakından tanıma imkânını elde etmiştir. Mısır’a döndükten sonra çeşitli görevler-
de bulunmuş, I. Dünya Savaşı sırasında Hidiv Abbas Hilmi Paşa taraftarı olmakla
suçlanarak İngilizler tarafından İspanya’ya sürülmüş () ve bu dönemde
kadim Endülüs medeniyetini, Arap ve Batı edebiyatını her yönüyle incelemişti.
Mısır’a dönünce bir kahraman gibi karşılanan Ahmed Şevkî, sonraki yıllarda Âyan
Meclisi üyeliğine getirilmiş, nihayet ’de Kahire’de vefat etmiştir.

İslâm toplumunun en bunalımlı döneminde yaşamasına rağmen Arap


edebiyatına olan katkısı, özellikle şiir alanındaki üstün başarısından dolayı
kendisine “Sultânu’ş-şuarâ” unvanı verilmiş olan Ahmed Şevkî, şiirlerinde dinî
konuları ve peygamber sevgisini büyük bir coşkuyla dile getirmesi onu şöhretin
zirvesine taşıyan hususların başında gelmektedir. Nitekim o, Muhammed
Bûsîrî’nin Resûlullah Efendimiz için yazdığı iki kasîdesine birer nazîre yazmış-
tır. İlki Nehcü’l-Bürde, ikincisi de el-Hemziyyetu’n-Nebeviyye’dir. Bu çalışmada,
beyitten oluşan Nehcü’l-Bürde’nin metin ve tercümesi Türkçe manzum söy-
leyişiyle birlikte sunulmaktadır. Kasîdenin metninde herhangi bir bölümleme
bulunmamakla birlikte okuyucuya kolaylık olsun diye, konular dikkate alınarak
on altı ara başlıkla bir bölümlemeye gidilmiştir. Beyit sayısı ve muhteva bakı-
mından Bûsîrî’nin kasîdesinden daha geniş olan Şevkî’nin bu nazîresi, üslûp ve
rahat söyleyiş itibariyle onun düzeyinde değildir ve bunu şâirin kendisi de dile
getirmektedir.
18 GİRİŞ

İbnü’l-Fârız: İlâhî aşkı şarapla temsil ederek onu lirik üslubuyla ve engin hayal
gücüyle terennüm eden İbnü’l-Fârız’ın asıl ismi Ömer olup /’de Kahire’de
doğdu ve ilk tahsilini kadı nâibi olan babası Ali b. Mürşid’den gördü. Geleneksel
dinî eğitim içinde Şâfiî fıkhı ile hadis ilimleri alanında iyi yetiştiği anlaşılmakta-
dır. Babasından izin alarak genç yaşta tasavvufa yönelerek inzivaya çekilen İbnü’l-
Fârız, bununla yetinmeyip Mekke’ye giderek çevredeki vâdilerde onbeş yıl süren
çileli bir inziva hayatında ruhî sükûnet ve tatmin aradı. Bu yalnızlığın ona ne gibi
ulvî duygular ve ilhamlar kazandırdığını, yüksek bir aşkın ve coşkun bir imanın
eseri olan şiirlerinden anlamak mümkündür. Eyyûbîler döneminde yaşamış olan
şâir Mısır’a döndüğünde devlet büyüklerinden saygı görmüş, fakat onların yardım
tekliflerini geri çevirmiştir. Vaktini Ezher Camii’nde vaaz ve sohbetlerle geçiren bu
ünlü sûfî-şâir nihayet /’te Kahire’de vefat etmiştir.
Tasavvuf çevrelerince “Sultânu’l-âşıkîn” unvanıyla anılan İbnü’l-Fârız, her
varlık türünde ilâhî kudreti temâşa eden, her şeyde bir güzellik görerek heyecan-
lanıp coşan, dinlediği her nağmeyle kendinden geçen ve nice zaman sonra ken-
dine gelen ruhî bir hassasiyete sahipti. Yüksek ruhî hallerini, coşkun duygularını
sembollerle ve gayet kıvrak bir üslupla dile getiren şâirin el-Kasîdetü’l-Hamriy-
ye adlı eseri kırk beyitten ibaret olup aruzun tavîl kalıbıyla yazılmıştır. Bizim
manzum çevirimiz “Kutsal Aşkın Destanı” başlığı altında ve dörtlükler halinde
Türkçeleştirilmiştir. Duygu ve estetik değeri bakımından başkasıyla kıyaslanma-
yacak kadar fevkalâde başarılı olan kasîdede her beytinde revî harfi “mim” ile
bittiği için el-Kasîdetü’l-Mîmiyye adıyla da anılmaktadır.
Çeşitli dillere nazım ve nesir halinde çevrildiği gibi üzerine pek çok nazîre,
tahmîs ve şerhler yazılmıştır. Ayrıca, başta İbn Teymiyye olmak üzere “Hulûl ve
ittihâdı savunuyor” iddiasıyla pek çok çevrelerce şiddetle eleştirilmiştir. Halbuki
şâir, el-Kasîdetü’t-Tâiyye adlı meşhur eserinde hulûl ve ittihad akidesini şiddetle
reddettiği gibi o, İbnü’l-Arabî’deki vahdet-i vücûd fikrine hayli uzaktır.
Ebû Medyen et-Tilimsânî: Aslen Berberî olup Cezayir’in Tilimsan şehrin-
de /’da dünyaya geldi. Tasavvuf kültürünün çok yaygın olduğu o dö-
nemde, temel eğitimini böyle bir muhitte tamamladıktan sonra mürşid aramak
arzusuyla sefere çıkan şâir, on üçüncü yüzyılda önemli bir ilim ve kültür merkezi
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 19

olan Konya’ya gelerek aslen Mağribli olan Sadreddin Konevî’nin ders halkasına
katılır. ’te üstadıyla birlikte gittiği Kahire’de farklı tasavvuf çevrelerini tanı-
ma imkânı bulur. Sonra ailesiyle birlikte Şam’a giden Tilimsânî, Memlüklüler
idaresinde vergi toplama işlerinde üstlendiği göreve devam ederken /’de
vefat eder.
Tasavvuf edebiyatında ilahî aşkı şarapla sembolize eden İbnü’l-Fârız’a aynı
isimle el-Kasîdetü’l-Hamriyye şeklinde elli iki beyitten oluşan ve aruzun tavîl
kalıbıyla bir nazîre yazan Tilimsânî, itiraf etmek gerekir ki, aynı temayı işle-
mekle birlikte edâ ve üslûp açısından İbnü’l-Fârız kadar başarılı değildir. Ayrıca
Tilimsânî koyu bir vahdet-i vücûdçu olarak tevhid, huzur, gaybet, hayret ve
fenâ gibi tasavvuf terimlerine fazlaca yer verirken İbnü’l-Fârız’ın kasîdesinde bu
kavramlara rastlanmaz; zira onun kendine has bir terminolojisi vardır ve bu
yüzden şârihler anlamak ve tevil etmekte hayli zorlanmışlardır. Tilimsânî’nin
çağdaşı olan İbn Teymiyye, vahdet-i vücûd anlayışını benimseyenler içinde en
ağır dille Tilimsânî’yi eleştirir ve onun İbâhîliğe varan bir fikre sahip olduğunu
iddia ederek kanıt göstermeden suçlar. Belki de bu yüzden başka dillere çevirisi,
tahmîs, nazîre ve şerhleri pek yaygın değildir.
İbnü’n-Nahvî: /’de Tunus’un Tevzer kasabasında doğan Yusuf b.
Muhammed, dil ve grameri konu alan nahiv ilmini fazlaca önemsediği için İb-
nü’n-Nahvî künyesiyle tanınmaktadır. Tevzer’de başladığı tahsilini Kayrevan’a
giderek orada tamamlamıştır. Bir müddet Tunus’ta müderrislik yaptıysa da yö-
neticilerle anlaşamadığı için gittiği Benî Hammâd Kalesi’ne yerleşmiştir. Ken-
disi sert ve uzlaşılması zor bir mizaca sahip olduğu için gezip dolaştığı yerlerde
uzun süre kalamıyordu. Nihayet hac farîzasını îfadan sonra Benî Hammad Ka-
lesi’ne dönmüş ve /’da burada vefat etmiştir.
İbnü’n-Nahvî’yi üne kavuşturan eseri, burada tercümesini verdiğimiz el-
Kasîdetü’l-Münferîce’dir. Kırk beyitten oluşan kasîdenin Arap edebiyatında çok
az kullanılan ve “Feilün” kalıbının sekiz defa tekrarından oluşan “habeb” bah-
riyle yazılmış olması, ayrıca beyitlerde revî olarak cim (c) harfinin kullanılması,
esere hareketli bir ritm ve bir seyyâliyet kazandırmıştır. Şâirin, Tevzer dışında
iken malının gasbedildiğini ve çiftliğine el konulduğunu öğrenmesi üzerine hay-
20 GİRİŞ

li üzülmüş, fakat o, bu durumu tevekkülle karşılayarak kasîdesinde “Şiddetini


artır ey bunalım, nasıl olsa çekip gideceksin” dizesiyle kendini teselli etmeye ça-
lıştığı anlaşılmaktadır. Durum böyle olmakla birlikte, Sübkî gibi bazı müellifler
bu kasîdenin ism-i A‘zamı içerdiğine dair rivayetler nakletmeleri nedeniyle bir
menkıbeye bürünerek üne kavuşmuş, üzüntü ve sıkıntıdan kurtulmak isteyen-
lerin virdi haline gelmiştir. Adı geçen müellif, kasîdeyi dua niyetiyle okuyanların
duasının mutlaka kabul edileceğini eklemeyi de ihmal etmemiştir. el-Kasîdetü’l-
Münferice üzerine yapılan şerh, tahmîs, tesbî‘, teştîr, nazîre ve tazmîn tarzındaki
çalışmalar ve çeşitli dillere olan tercümeleri hayli yekün tutmaktadır. Bu çalış-
maların önemli kısmı yayımlanmıştır.
Ebü’l-Bekâ er-Rundî: Endülüs’te bazı şehirlerin düşman eline geçmesi üze-
rine yazdığı ağıt nedeniyle ünü yayılan Salih b. Yezîd /’te Runde’de
(Ronda) doğdu. Soyu Berberî kabilelerinde Nefze’ye dayanmaktadır. Önceleri
Ebu’t-Tayyib künyesiyle anılmaktayken on yedinci yüzyıldan itibaren özellikle
Doğu İslâm dünyasında Ebü’l-Bekâ olarak tanınmaktadır. İlk tahsilini babasın-
dan gördükten sonra Endülüs’ün ilim ve kültür merkezi niteliğindeki şehirlerin-
de bulunarak tahsilini tamamladı. Gırnata’da Benî Ahmer hükümdar ve vezirle-
rine yazdığı medhiyelerden saraya olan yakınlığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında
hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan şâir /’te vefat etmiştir.
Yazdığı medhiye, gazel, rubâî ve mersiyeleriyle kendisinden söz ettiren Ebü’l-
Bekâ’nın şaheseri Risâü’l-Endülüs’tür. Hıristiyanların ele geçirdikleri bölgelerde
işledikleri cinayetleri dile getiren bu ağıt, günümüze gelinceye kadar İslâm coğ-
rafyasının işgale uğrayan her bölgesinde gündeme gelmiş ve cihad ruhunu
harekete geçirmek üzere yapılan toplantılarda okunmuştur. Kırk üç beyitten
oluşan kasîde muhteva bakımından üçe ayrılabilir. Devletlerin sürekli el de-
ğiştirdiği gerçeğine ve tarihte ünlü hükümdarların ölümüne dikkat çekerek
saltanatın geçiciliği konusunda uyarıda bulunur. Ardından düşmanın işgaline
uğrayan Endülüs’teki şehirlerin ve bu felâketi yaşayan halkın çektiği acıları
dile getirir. Son kısmında ise Benî Merîn devlet adamlarını yardıma ve halkı
cihada çağırır. Şâirin burada yaptığı tasvirler ve dile getirdiği facialar gerçekten
yürek yakıcı ve uyarıcıdır.
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 21

İbn Sînâ: Asıl adı Hüseyin olan İbn Sînâ kültürlü bir ailenin çocuğu ola-
rak / yılında Buhara yakınlarındaki Efşene’de doğdu. İlk tahsilini ba-
bası Abdullah’tan görmüş ve on yaşında Kur ân’ı ezberlemiştir. Çağının eğitim
sisteminde yer alan dil, edebiyat ve dinî ilimlerin yanında matematik, astrono-
mi, mantık ve felsefe gibi aklî ilimler alanında belli bir düzeye geldikten sonra
tıp tahsiline yönelerek henüz on sekiz yaşında iken bu dâhî genç, o sırada
hasta olan Sâmânî emiri Nuh b. Mansur’u tedavi ettiği için saray hekimliğine
getirilmiştir.
Ortaçağ İslâm dünyasının yetiştirdiği filozof-hekim tipini tam anlamıyla
temsil eden İbn Sînâ, felsefe ve tıp alanlarında zengin bir külliyat vücuda
getirdiği gibi yazdığı felsefî şiirleriyle ve allegorik eserleriyle de örneğine az
rastlanan büyük bir şahsiyetti. Çeşitli ilim ve kültür merkezlerine seyahat eden
ve bir ara siyasetle de ilgilenen İbn Sînâ çalkantılı geçen bir ömür sürdükten
sonra /’de Hemedan’da vefat etmiştir.
Bu çalışmada yer alan el-Kasîdetü’r-Rûhiyye adlı eseri, felsefe tarihinde Efla-
tun’un gündeme getirdiği ruhun düşüşü sorununu İbn Sînâ güvercinle sem-
bolize ederek şiirleştirmiştir. Yirmi beyitten oluşan kasîde tarafımızdan ter-
cüme ve kısa açıklamalarla birlikte dörtlükler halinde sunulmaktadır. Ayrıca
filozof elli yedi yaşında vefat ettiği halde yani çok yaşlı sayılmamakla birlikte,
ihtiyarlık psikolojisini dile getiren ve ilginç tasvirlerde bulunan bir şiir yaz-
mıştır. Şiirin Arapça başlığı bulunmamakla birlikte biz onu Kasîdetü’l-Meşîb
adıyla yayınlıyoruz.
22 GİRİŞ

FARS EDEBİYATI

Ömer Hayyâm: Horasan eyaletinin merkezi olan Nişabur’da /


yılları arasında doğduğu kabul edilmektedir. Âlim, şâir ve filozof olarak
örneğine az rastlanan Hayyâm, aklî ve naklî ilimler alanında, özellikle matema-
tik, geometri ve astronomideki başarıları sonraki yüzyıllara ışık tutacak düzey-
de idi. Duygu ve düşüncelerini hiç kimseden çekinmeden özgürce rubâîleriyle
dile getiren şâir, hayatında devlet büyüklerine, seçkinlere övgüler düzmemiş ve
kasîdeler yazmamıştır. Bir ilim âşığı olarak Semerkant, Buhara, Belh ve Isfahan
gibi önemli merkezlerde araştırma yapmayı tercih etmiştir. Felsefede İbn Sînâ
geleneğini devam ettiren Hayyâm’ın / yılları arasında Nişa-
bur’da vefat ettiği sanılmaktadır.
Yazdığı rubâîlerin sayısı civarında olduğu kabul edilmekle birlikte,
günümüze yaklaştıkça bu sayının sürekli olarak arttığı, ’den ’e kadar çık-
tığı bilinmektedir. Bilge bir rind olan şâirin rubâîleri erken dönemden itibaren
çeşitli dünya dillerine çevrilmiş ve bu süreç devam etmektedir. Farklı bir ruh ya-
pısına sahip olan Hayyâm, rubâîlerinde kimi zaman hayata karşı kötümser, kimi
zaman iyimser, bazen kadere isyan sayılacak derecede serzenişlerde bulunur, ba-
zen günahkâr mümin edasıyla Allah’a niyazını arz eder ve af diler. Bununla bir-
likte şarap, hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Biz seçtiğimiz 85 rubâîsini çeşitli
başlıklar altında metin, tercüme ve dörtlükler şeklindeki Türkçe söyleyişleriyle
birlikte sunmaktayız.
Mevlânâ: Tasavvuf edebiyatının en büyük şâirlerinden olan Muhammed
Celâleddin /’de âlim ve ârif bir ailenin çocuğu olarak Belh’de dünyaya
geldi. Babası Bahâ-i Veled, ailesiyle birlikte bu şehirden /’te ayrılarak
uzun süren seyahatlerden sonra Anadolu’ya gelip Larende’den (Karaman) sonra
Konya’ya yerleşti. Selçuklu sultanlarından büyük himaye gören bu âlim zatın
oğlu Mevlânâ, Şam ve Halep’te yedi yıl süren tahsili esnasında Arap dili ve ede-
biyatı, fıkıh, tefsir, hadis ve kelâm gibi geleneksel İslâmî ilimler alanında çok
iyi yetiştikten sonra Anadolu’ya dönerken bir müddet Kayseri’de kalarak dö-
nemin ârif şahsiyetlerinden olan Seyyid Burhaneddin’den tasavvuf eğitimi aldı.
Çağının büyük mutasavvıflarından Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Sadreddîn-i Ko-
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 23

nevî, Sa‘deddîn-i Hamevî ve Evhadeddîn-i Kirmânî gibi şahsiyetlerle de görüşen


Mevlânâ, artık zâhir ve bâtın ilimlerini özümsemiş bir âlim ve bir mutasavvıftır.
Babasının /’de vefatından sonra onun yerine geçerek bir müderris ve
vâiz olarak hizmet ederken /’te Konya’ya gelen Şems-i Tebrîzî ile ta-
nışır. Bâtınî ve hurûfî bir derviş olan Şems, ilginç diyalektiği ve kadim Şark
mistisizmine ait kültürüyle âdeta Mevlânâ’yı büyüler ve cezbe halinin devamı
için semâ yapmasını telkin eder. Otuz sekiz yaşındaki Mevlânâ bu şahısla tanışıp
dost olduktan sonra, talebelerini, dostlarını ihmale başlar ve bu durum giderek
büyük huzursuzluğa neden olur. Nihayet bir muammaya dönüşen Şems-i Teb-
rîzî’nin ölümü Mevlânâ’nın hayatında yeni bir başlangıca yol açmıştır. Artık o
ne müderris ne şehir vâizidir. Yüksek duygu, engin düşünce ve âşıkâne özlemle-
rini şiirle terennüm ederek geriye ölümsüz bir külliyat bırakmıştır. Düğün gecesi
olarak nitelediği ölümle /’te karşılaşır ve hasretle beklediği vuslata erer.
Biz burada Mevlânâ’nın olgunluk döneminin ürünü ve baş eseri sayılan Mes-
nevî’nin ilk on sekiz beytini on birli, otuz beşinci beyte kadar olan kısmı ise on
dörtlü hece ölçüsüyle terennüm ederek güncellemeye çalıştık. Ayrıca onun de-
rin düşüncesini, hikmet anlayışını ve yüksek ilâhî aşkını yansıtan rubâîlerinden
seçtiklerimizi de dörtlükler halinde Türkçeleştirdik.
Nizâmî-i Gencevî: Fars edebiyatında büyük bir dehâ olan Nizâmî’nin do-
ğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle birlikte / ilâ / yılları
arasında yaşadığı söylenebilir. Bir Türk ailenin çocuğu olarak Gence şehrinde
doğmuş, geleneksel eğitimin yanı sıra mantık, felsefe, matematik, astronomi
ve mûsiki gibi aklî ilimlere de âşina olduğu anlaşılmaktadır. Farsça ve Arap-
ça’dan başka Süryanice, Ermenice ve Gürcüce gibi komşu dilleri de öğrenmişti.
Kendinden önceki ve sonraki şâirlerle kıyaslandığında Nizâmî’nin sünnî akide-
ye bağlı samimi bir dindar olduğu görülür. Kendi dönemindeki hükümdar ve
emirlere şiirler yazarak geçimini sağlamışsa da kimsenin himayesine sığınmadığı
için o bir saray şâiri değildir.
Fars edebiyatında beş manzum aşk hikayesini Hamse adıyla bir arada teren-
nüm eden Gencevî bu türün kurucusu olarak kabul edilir. Şiirlerindeki zengin
hayal gücü, mantık dokusu, kullandığı mazmunlar ve edebî sanatlar nedeniyle
24 GİRİŞ

aşk edebiyatının büyük üstadı ve dâhi şâir olarak tanınmaktadır. Bu çalışmada


onun Hamse’sinin ilk eseri olan Mahzenü’l-Esrâr mesnevîsinden seçtiğimiz bir
kasîde ve bazı hikemî ve ahlâkî hikâyeler sunulmaktadır.

Sa‘dî-i Şîrâzî: Şark’ın yetiştirdiği bilge şâirler arasında özel bir yere sahip
olan Sa‘dî’nin doğum ve ölüm tarihleri üzerindeki sis perdesi henüz tam ta-
mına kalkmış değildir. / yılları arasında Şîraz’da doğduğu
kabul edilmektedir. İlk öğrenimini memleketinde gördükten sonra /
yılı civarında Bağdat’a giderek Nizâmiye Medresesi’nde tahsilini tamamlamış
ve oradaki bazı medreselerde müderris olarak görev yapmıştır. Moğol istilası
dönemini yaşayan Sa‘dî’nin birçok ilim ve kültür merkezlerine seyahat ettiği bi-
linmektedir. On üçüncü yüzyılın meşhur âlim ve şâirleriyle tanışıp büyük takdir
toplayan bu dindar ve aynı zamanda büyük bir ahlâkçı olan şâirin /’de
vefat ettiği yönündeki görüş ağır basmaktadır.

Klasik edebiyatta gazel tarzını müstakil bir tür haline getiren Sa‘dî’yi şöhre-
tin zirvesine taşıyan onun Bostân ve Gülistân adlı eserleridir. Hiç zorlanmadan
çok kolay söyleyişi, dinî ve hikemî derin düşünceleri vulgarize ederek özdeyiş
halinde ifade etme yetisi bakımından emsallerine olan fâikıyyeti tartışılmaz. Bu
yüzden Sa‘dî “Şark’ın hakîmi” unvanıyla anılmayı hak etmiş büyük bir sanat ve
düşünce insanıdır. Biz burada onun Bostân’ından yaptığımız seçkileri Türkçe
terennümüyle birlikte sunuyoruz.

Mahmûd-i Şebüsterî: Tebriz civarındaki Şebüster’de /’de dünyaya


geldiği kabul edilen bu mistik şâir, Şehâbeddîn Sühreverdî ve İbnü’l-Arabî’nin
teosofik dünya görüşünü ve bu terminolojiyi manzum eserlerinde Farsça’ya ta-
şıyan sanatkâr bir sûfidir. Kısa süren ömründe Bağdat, Dımaşk, Hicaz, Mısır,
Endülüs ve Kafkasya gibi geniş İslâm coğrafyasını dolaştı. Attâr ve Mevlânâ gibi
aşk ve cezbe şâiri olan Şebüsterî’nin şiirleri gerçekten hakîmâne ve ârifânedir.
Mantık ve felsefe kültürüne bihakkın vâkıf olmakla beraber İbn Sînâ’dan ziyade
Gazzâlî’ye yakın durmaktadır. “Bir kimse mantık bilmekle veli olsaydı İbn Sînâ
olurdu” sözü ona aittir. Ele avuca sığmayan ve dehâ derecesinde bir zekâya sahip
olan Şebüsterî, otuz üç yaşında iken /’de vefat etmiştir.
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 25

Bu çalışmada onun, Horasan sûfîlerinden Herevî’nin sorularına cevap ola-


rak kaleme aldığı Gülşen-i Râz isimli Farsça mesnevîsinden yaptığımız seçmeleri
Türkçe söyleyişiyle birlikte sunmaktayız.
Hâfız-i Şîrâzî: Fars edebiyatının bu büyük ve lirik şâiri Şemseddîn Muham-
med’in hayatı hakkındaki bilgiler son derece sınırlıdır. Anlaşıldığı kadarıyla ba-
bası Fars atabekleri zamanında İsfahan’dan gelerek Şîraz’a yerleşmiştir. Onun
ölümünden sonra annesiyle birlikte geçim sıkıntısı çekmesine rağmen gelenek-
sel eğitimini bu şehirde almış ve bu sırada Kur ân-ı Kerîm’i ezberleyerek hâfız
olmuştur ve kullandığı Hâfız mahlasıyla şöhret bulmuştur. İlk gençlik yıllarında
geçimini sağlamak için fırınlarda hamurkâr olarak çalışmışsa da yazdığı gazellerle
dikkat çekerek devrin hükümdarları ve devlet adamları tarafından desteklenip
himaye görmüştür. Bununla birlikte, bir iki kasîde dışında câize almak için övgü
şiiri yazdığı söylenemez.
On dördüncü yüzyıla gelinceye kadar Fars edebiyatının ünlü şâirlerinin geri-
ye bıraktığı zengin şiir külliyatını tanıyan ve büyük ölçüde etkilendiği anlaşılan
Hâfız, onların bir sentezi olmaktan ziyade, şiire getirdiği yeni bir ses ve âhen-
giyle, olağanüstü lirizmiyle, dahası, mert edâsıyla diğerlerinden çok farklıdır. Bu
nedenle o “Lisânü’l-gayb” yani metafiziğin dili unvanıyla anılmayı hak etmiş bir
üstaddır. Her bakımdan rind şâir tipini temsil eden Hâfız, /’da Şîraz’da
vefat etmiştir. Bu çalışmada onun divanından yaptığımız seçkileri çevirirken,
onu özel kılan ses ve âhengin uçup gittiğini esefle itiraf etmeliyim.
26 GİRİŞ

TÜRK EDEBİYATI

On üçüncü yüzyılın sonlarından başlayarak on dokuzuncu yüzyılın ikinci


yarısına kadar devam eden yaklaşık altı yüzyıllık dönemde vücut bulan, nazım
ve nesir olarak çok bereketli ürünler veren Türk edebiyatı, paydaşı olduğu İslâmî
edebiyatın birer üyesi olan Arap ve Fars dillerinden seçerek aldığı kelime ve
kavramlarla gelişip zenginleşen muhteşem bir yapıya kavuşmuştur. Şiir alanın-
da kullandığı kelime kadrosunu aruz kalıpları içinde mûsikiye dönüştüren bu
edebiyat, gerek dinî gerek lâ-dinî alanda her türlü şiire yer vererek insanımızın
estetik zevkini besleyip geliştirmiş, düşünce ve duygu dünyasını zenginleştirmiş-
tir. Bu söz saltanatında gazel, kasîde, mesnevî, kıt‘a, müstezâd, rubâî, murabba,
tahmîs, teştîr, terkîb-i bend, tercî-i bend gibi birçok nazım şekli boy göstermek-
tedir.
Bilindiği gibi şiir büyük ölçüde geleneğe dayanır; böylesine zengin bir gele-
neği tanımadan, onun lezzetini tatmadan şiir alanında yeni açılımlar yapmak
imkânsız değilse bile çok zordur. Ne var ki, dîvân edebiyatı dediğimiz kadim
şiirimizin dili Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla örülü olduğundan genç
nesiller anlamakta güçlük çekmektedir. İnsan doğal olarak anlamadığı şeye ilgi
duymaz ve sevmez. Bu sorunu bir ölçüde çözebilmek ve şiir mirasımızı güncel-
leyip anlaşılmasını sağlamak üzere, ağdalı bir dille yazılan metinleri bugünün
diliyle yine manzum olarak terennüm etmeye çalıştık. Okuyucuya kolaylık ol-
sun diye her iki metin karşılıklı sayfalar halinde verilmiştir. Bu arada Seyyid
Nesîmî’den Yahya Kemal’e kadar gerek dîvân gerek Tanzimat sonrası yirmi altı
şâirimize ait çoğu gazel olmak üzere yaptığımız seçkiyi, aruzu anımsattığı dü-
şüncesiyle on dörtlü hece ölçüsüyle güncelledik. Şâirler bilindiği için de onların
hayatına dâir bilgi verme ihtiyacı duymadık.
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 27

KÜRT EDEBİYATI

Kürt şiirinin, Kürt halklarının zengin sözlü kültürünün bir ürünü olarak ge-
liştiği bilinmektedir. Bu toplumun yazılı kültürlerinin hangi tarihte ortaya çık-
tığı konusunda elimizde yeterli veri bulunmamakla birlikte, on ikinci yüzyıldan
itibaren Baba Tâhir-i Uryânî, Seyyid Kebîr-i Hâmûşî, Fakî-yi Teyrân, Melâ-yi
Cizrî, Şeyh Şemseddîn-i Ahlâtî, Ahmed-i Hânî ve daha başka kudretli şâirleri
yetiştiren bu havzanın yazılı kültüre bîgâne kaldığı düşünülemez. Dolayısıyla
medreselerdeki ders programlarında yer alan Arapça metinlerin, tekke ve zâvi-
yelerdeki evrâd ve ezkârın yanında Kürtçe dinî ve edebî metinlerin yer alması
gayet doğaldır. Meselâ on beşinci yüzyılda yaşamış olan ve Türk şiirinde Fuzûlî
ve Bâkî’yi anımsatan Melâ-yi Cizrî’yi yetiştiren bu kültürün arka planının hayli
zengin olduğu rahatça söylenebilir. Aruzu çok başarılı kullanan Melâ’nın klasik
edebiyatımızdaki zengin mazmunları, ince edebî sanatları, İslâm kültürüne ait
kavram ve telmihleri kullanması ve bütün bunları şiirinde dantel gibi işlemesi
onu Kürt şiirinin zirvesine taşımıştır.
Gelin görün ki, on ikinci yüzyıla kadar uzanan Kürtçe edebiyat ürünlerinin
başka dillere çevrilmeyişi onun yerel bir kültür olarak kalmasına neden olmuştur.
Nitekim yüzyıllardır birlikte yaşadıkları halde Kürtçe’den Türkçe’ye yapılan şiir çe-
virilerinin tarihi çok yenidir. Bunda Kürt toplumunun farklı ülkelere dağılmış ve
farklı lehçelere bölünmüş olmasının, ayrıca Kürtçe’nin resmî eğitim dili olmayışının
yanında siyasî kısıtlamaların da elbette ki rolü vardır. Bu konuda bir başka husus da
medreselerdeki eğitim dilinin baştan beri Arapça olması ve melaların bu zengin dil
ve kültürle formasyon kazandıktan sonra, grameri ve lügati henüz yazılmamış olan
kendi ana dilleriyle eser vermeleri gerçekten zordu. Nitekim Türk kültüründe de
aynı sıkıntı bir zaman yaşanmıştır. Her şey bir yana, Kürt sanatkârlar, birlikte yaşa-
dıkları toplumların diliyle, meselâ Türkçe, Arapça ve Farsça yazdıkları çok başarılı
şiirleriyle paydaşı oldukları İslâmî edebiyata önemli katkılarda bulunmuşlardır. Gü-
nümüzde de bu durumun devam etmekte olduğunu memnuniyetle görmekteyiz.
Biz bu çalışmada Selim Temo’nun Kürt Şiir Antolojisi’nden yaptığımız sekiz
şâire ait seçkileri Türkçe terennümleriyle birlikte arz ederken, Cigerhûn mahla-
sıyla tanınan Mardinli Mela Şehmuz’un orijinaline ulaşamadığımız şiirlerinden
ikisine nazîre yazmakla yetindik.
28 GİRİŞ

URDU EDEBİYATI

Hulefâ-yi Râşidîn döneminde İslâm’la tanışan, Gazneliler tarafından fethe-


dildikten sonra Türk devletleri tarafından devam ettirilen bu harekette, Hind alt
kıtasında farklı dinlerle bir arada yaşayan müslümanlar, bulundukları bölgelerde
çok değişik lehçelerde zengin bir kültür ve edebiyat meydana getirdiler. ’de
bağımsızlığına kavuşan Pakistan’ın nüfusu, Hint alt kıtasından göç eden müs-
lüman nüfusla zenginleşirken bunların kültür ve edebî ürünleri de Pakistan’a
intikal etti. Bu ülkenin kültür ve edebiyatındaki renklilik ve canlılık bugün de
devam etmektedir.
Biz bu çalışmada, Pakistan’ın kuruluşunun fikir babası, büyük bir şâir ve bir
filozof olan Muhammed İkbâl’in () Armağan-ı Hicâz adlı eserinden
yaptığımız seçkilerle birlikte, yine onun özelde Hint, genelde dünya müslüman
toplumlarında gördüğü atâlet ve aymazlıkları, eğitim hayatındaki çıkmazları;
ayrıca, bencil Batı düşüncesinin insanlığın sorunlarını çözmek yerine nasıl ruhî
krizlere neden olduğunu kendine özgü lirik ve eleştirel bir dille kaleme aldığı
bazı şiirlerine de yer verdik. Burada şunu ifade etmeliyiz ki, Muhammed İk-
bâl şiirlerinin çoğunu Urdu diliyle değil Farsça yazmıştır. Bizim seçkimiz de
bu yönde olmuştur. Armağân-ı Hicaz’ı ’de Türkçe’ye çeviren Ali Nihad
Tarlan hocamızın bu çevirisini manzum çeviride esas aldık. İkbâl öncesi ve son-
rası Urduca yazan şâirlerden yaptığımız çevirilerin, orijinalini yazdırmaya fırsat
bulamadığımız için burada onlara yer veremedik.
ARAP EDEBİYATINDAN
SEÇMELER
BÂNET SUÂD KASİDESİ

Kâ‘b b. Züheyr

Kâ‘b b. Züheyr
‫َﻗ ِﺼﻴ َﺪ ُة َ ﻧَ ْﺖ ُﺳ َﻌﺎد‬

‫ﻛﻌﺐ ﺑﻦ زﻫﲑ‬
32 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

NESİB - GAZEL

‫َ ﻧَ ْﺖ ﺳُ ﻌَﺎ ُد َﻓ َﻘ ْﻠ ِﱯ ْاﻟ َﯿ ْﻮ َم َﻣ ْ ُﺒ ُﻮل‬


ُ ‫ُﻣ َ ٌﲓ ا ْ َﺮﻫﺎ ﻟَ ْﻢ ُﯾ ْﻔ َﺪ ﻣ َْﻜ ُﺒ‬
‫ﻮل‬
1. Ayrılıp gitti Suâd, bugün kalbim çok üzgün; onun peşinde ben azat kabul
etmez köleyim.
Sevdalı gönüllere şu dünya gerçekten dar
Nerede o sâdık dost, hani nerde o diyar?
En sonunda bulmuştum gönlümce bir nazlı yar
Bugün kalbim çok üzgün, gitti sevgilim Suâd
Kölesiyim ben onun, asla istemem âzâd

‫َوﻣَﺎ ﺳُ ﻌَﺎ ُد َ َﺪا َة ْاﻟ َﺒ ْ ِﲔ ا ْذ َر َ ُﻠﻮا‬


‫ﯿﺾ اﻟﻄ ْﺮ ِف ﻣ َْﻜﺤُ ُﻮل‬ ُ ِ‫ٕاﻻ َﻏﻦ َﻏﻀ‬
2. Ayrılık sabahında Suâd giderken, sürmeli gözleriyle, mağrur bakışıyla çevreyi
süzüyor ve (avcıdan kaçan ceylan misali) boğuk boğuk inliyordu.

Avcısından kaçmakta Suâd ceylan misali


Boğuk boğuk inlerken tükenmişti mecali
Gördükten sonra artık unutamam o hali
Sürmeli gözleriyle o ne mağrur bakıştı
Çöken ayrılık hüznü yüzüne pek yakıştı
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 33

‫َﻫ ْﯿ َﻔﺎ ُء ﻣُﻘ ِ َ ً َ ْﲺ َﺰا ُء ﻣ ُْﺪ ﺑِـ َﺮ ًة‬


‫ﴫ ِﻣ ْ َﳯﺎ َو َﻻ ُﻃ ُﻮل‬ ٌ َ ‫َﻻ ُﺸ َﺘ َﲃ ِﻗ‬
3. Önden bakınca ince belli, arkadan bakınca kalçalar tombul tombuldu; boyu
ise ne uzundu ne de kısa.

Nedir güzellik dersen, gel onu Suâd’da bul


Önden ince bellidir, kalçalar tombul tombul
Hangi âşık istemez, olmaz böylesine kul?
O ne boy pos ya Rabbi… ne uzundur ne kısa
Kim görmüş böyle endam, göstersin eğer varsa

‫َ ْﲡ ُﻠﻮ َﻋ َﻮا ِر َض ِذي َﻇ ْ ٍﲅ ا َذا ا ْﺑ َ َﺴ َﻤ ْﺖ‬


ُ ‫َ ﻧ ُﻪ ُﻣ ْ ـ َﻬ ٌﻞ ِ ﻟﺮاح َﻣ ْﻌ ُﻠ‬
‫ﻮل‬ ِ
4. Gülümseyince o, ağız suyuyla parlayan dişleri sanarsın şarapla ıslanmış.

Şarapla mı ıslanmış, o ne güzel dudaklar


Dalından yeni kopmuş elma gibi yanaklar
Benden kıskandığını bilsem kim için saklar?
Gülümseyince parlar dişleri kar beyazdır
Güzele yakışan da hem nezaket hem nazdır
34 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫ُﺷـﺠ ْﺖ ﺑِ ِﺬي َﺷ َ ٍﻢ ِﻣﻦْ ﻣَﺎ ِء ﻣَﺤْ ِﻨ َﯿ ٍﺔ‬


ُ ‫ﲵـﻰ َو ْﻫ َﻮ ﻣ َْﺸﻤ‬
‫ُﻮل‬ َ ْ َ‫ﺎف ﺑ ﺑ َْﻄـﺢ‬
ٍ َ‫ﺻ‬
5. Ağzındaki ıslaklık, çakıllı geniş vadiden sızan suların kuşluk vaktinde esen
kuzey rüzgârlarıyla serinlemiş hali kadar saf ve berraktır.

Onun ağız suyundan dudakları ıslaktır


O su, vadiden sızan sular kadar berraktır
Esen kuzey rüzgârı serinletmiş apaktır
O dudak İsa gibi ölüye hayat verir
Gülümseyince Suâd o an yüreğim erir

‫ﺗَ ْﻨ ِﻔـﻲ اﻟ ِّﺮ َ حُ ْاﻟ َﻘ َﺬى َﻋ ْﻨ ُﻪ َو ْﻓ َﺮ َﻃ ُﻪ‬


‫ﯿﺾ ﯾَﻌﺎﻟِ ُﯿﻞ‬ ٌ ِ‫ِﻣﻦْ ﺻَ ْﻮ ِب ﺳَ ﺎ ِر َﯾ ٍﺔ ﺑ‬
6. Gece ak dağların başına yağan sağanak yağmur sonucu, o berrak su üzerinde
toplanan çerçöpü esen rüzgâr temizler.

Gece boşalan bulut ak dağların başına


Ne kadar arı duru, benziyor gözyaşına
Pınardaki çerçöpün kapılma telaşına
Esen rüzgâr temizler orda birikenleri
Yağmurla esen rüzgâr gidermekte kirleri
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 35

‫ْﻛ ِﺮ ْم ِ َﲠﺎ ُ ً ﻟَ ْﻮ َﳖﺎ ﺻَ َﺪﻗ َ ْﺖ‬


‫ﻣ َْﻮ ُﻋﻮ َدﻫﺎ ْو ﻟَ َﻮ ان اﻟﻨﺼْ ﺢَ َﻣ ْﻘ ُ ُﻮل‬
7. Ne iyi sevgilidir Suâd, şayet sözünde dursaydı veya öğüt dinleseydi.

Ne iyi dosttu Suâd, sadakat gösterseydi


Bana vadettiğini yerine getirseydi
Hiç olmazsa verilen öğüdü dinleseydi
Çekip gitti buradan şimdi uzaklardadır
Neyler ne işler bilmem, belki başı dardadır

‫ﯿﻂ ِﻣﻦْ َد ِﻣﻬَﺎ‬ َ ‫ِﻟﻜﳯﺎ ُ ٌ َﻗ ْﺪ ِﺳ‬


‫َﻓﺠْ ٌﻊ َو َو ْﻟ ٌﻊ َوا ْ َﻼ ٌف َوﺗَ ْﺒ ِﺪ ُﯾﻞ‬
8. Fakat o öyle bir sevgilidir ki, âşığını üzmek, yalancılık, vefasızlık ve döneklik
onun kanına işlemiştir.

Ah Suâd, yaptıkların sanma kalır yanına


Yalancılık döneklik işlemiştir kanına
Hele sadakatsizlik, yakışır mı şânına
Canımdın, cânânımdın, neden beni terk ettin?
Hasretinle tutuşan bir yürek koyup gittin…
36 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

ُ ‫َﻓ َﻤﺎ ﺗَ ُﺪو ُم ََﲆ َ ٍﺎل ﺗَ ُﻜ‬


‫ﻮن ﺑِـﻬَﺎ‬
ُ ‫َﻛ َﻤﺎ ﺗَ َﻠﻮ ُن ﰲ ْﺛ َﻮ ِ َاﲠﺎ ْاﻟ ُﻐ‬
‫ﻮل‬ ِ
9. Hiçbir zaman Suâd’ın halleri birbirini tutmaz; gulyabani gibi renkten renge,
şekilden şekle girer.

Bir hayalet mi Suâd, her bir şekle bürünür


Cilvesiyle âşığa farklı renkte görünür
Sevdasına yelenler mecnûn olup sürünür
Gel Suâdım gel canım, etme bize bu nazı
Âşığa zulmedenin kabul olmaz niyazı

‫َو َﻻ ﺗَﻤَﺴ ُﻚ ِ ْﻟ َﻮﺻْ ِﻞ ا ِي َز َ َﲻ ْﺖ‬


‫اﻻ َ َ ُﯾﻤ ِْﺴ ُﻚ ْاﻟ َﻤﺎ َء ْاﻟ َﻐﺮاﺑِ ُﯿﻞ‬
Onun vuslatı vâdeden sözüne güven olmaz. Kalburda su durursa ancak o
zaman Suâd durur sözünde!

Takdir bekler güzeller, söylemekten utanır


Asılsız övgüleri birer iltifat sanır
Ne aldatmaktan bıkar ne cilveden usanır
O bir yanar dönerdir, sadakat yok özünde
Su durursa kalburda Suâd durur sözünde
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 37

‫َﻓ َﻼ َﯾ ُﻐ ْﻧﺮ َﻚ ﻣَﺎ َﻣ ْﺖ َوﻣَﺎ َو ََﺪ ْت‬


‫ان ا ْ ﻣ َِﺎﱐ َوا ْ ْ َﻼ َم ﺗَ ْﻀ ِﻠ ُﯿﻞ‬
Onun vaadine kanıp da umuda kapılma sakın; zira ümitler ve rüyalar
aldatıcıdır.

Aldanıp da va‘dine hayaller kurma sakın


Bağladıysa ümide, bil ki dönmesi yakın
Sırılsıklam âşığın şu haline bir bakın
Yalan rüyalar gibi boşa çıkmış ümitler
Vefasızdan vefayı ancak saf olan bekler

ٍ ‫َﰷﻧَ ْﺖ َﻣ َﻮا ِﻋ ُﯿﺪ ُﻋ ْﺮ‬


‫ﻗﻮب ﻟَﻬَﺎ َﻣ َ ًﻼ‬
‫َوﻣَﺎ ﻣَﻮا ِﻋ ُﯿﺪ َﻫﺎ اﻻ ا ْ َ ِﻃ ُﯿﻞ‬
Suâd’ın vuslat vaadi Urkûb’un yalanları gibidir; onun bütün vaatleri asılsız
boş şeylerdir.

Vâdetse de vuslatı, inanma sözlerine


Gözler yalan söylemez, dikkat et gözlerine
Bu yalanlar korkarım duracak dizlerine
Urkûb’dan mı öğrendin usturuplu yalanı?
Sevdalı gönle karşı kim yapar bu talanı?!
38 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫رْﺟُ ﻮ َو ٓﻣ ُُﻞ نْ ﺗَ ْﺪ ُﻧ َﻮ َﻣ َﻮد ُ َﲥﺎ‬


‫َوﻣَﺎ ا َ ُﺎل َ َ ْﯾ َﻨﺎ ِﻣ ْ َﻚ ﺗَ ْﻨ ِﻮ ُﯾﻞ‬
Onun yakın sevgisini kazanmayı umuyor, fakat vuslatına ereceğimi hiç san-
mıyorum.

Kalbimdeki sevgisi her an artsın dilerim


Budur bütün emelim, gerisi Allah kerim
Şayet gönlünden beni silmişse ben n’iderim?
Sanmam ki vuslatına ermek pek mümkün olsun
Bari cenazeme gel, va‘din yerini bulsun

SUÂD’A GÖTÜREN DEVENİN NİTELİKLERİ

‫ﻣ َْﺴ ْﺖ ﺳُ ﻌَﺎ ُد ﺑِ ْر ٍض َﻻ ُﯾ َﺒ ِّﻠ ُﻐﻬَﺎ‬


‫ا ّﻻ ْاﻟ ِﻌ َﺘ ُﺎق اﻟﻨ ِﺠﯿ َﺒ ُﺎت ْاﻟ َﻤ َﺮ ِاﺳ ُﯿﻞ‬
Suâd şimdi öyle bir yerde akşamlamıştır ki, oraya ancak yürük dişi de-
velerle varılır.

Suâd’ın bulunduğu o diyara bir varsam


Akşam ıssızlığında halin ne diye sorsam
Hasta ise elimle bir yudumcuk su versem
Onca uzak ve ıssız yolu kim göze alır?
O vâhaya en güçlü develerle varılır
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 39

‫َوﻟَﻦْ ُﯾ َﺒ ِّﻠ َﻐﻬَﺎ ا ﻻ ُ َﺬ ا ِﻓ َﺮ ٌة‬


‫ِﻓ َﳱﺎ ََﲆ ا ْ ْ ِﻦ ا ْر َﻗ ٌﺎل َوﺗَ ْﺒ ِﻐ ُﯿﻞ‬
Onun bulunduğu yere varabilmek için yorulmak bilmeyen güçlü ve katır
gibi seken develer gerek.

Suâd’a götürecek hecin devesi gerek


Sağlam yapılıdır o, yorulmaz yürüyerek
Hem gider hem dinlenir katır gibi sekerek
Âşık engel tanımaz, çölleri aşar gider
Ölmek var dönmek yoktur, olsa da kanı heder

ّ ُ ْ‫ِﻣﻦ‬
‫ﰻ ﻧَﻀﺎ َ ِﺔ ا ِّ ْﻓ َﺮى ا َذا َﻋ ِﺮ َﻗ ْﺖ‬ِ
ُ ‫ُﻋ ْﺮ َﺿ ُﳤﺎ َﻃﺎ ِﻣ ُﺲ ا ْ َْﻼم ﻣَﺠْ ﻬ‬
‫ُﻮل‬ ِ
O deve öyle olmalı ki, terlediğinde kulaklarının arkasından ter fışkırmalı;
ıssız çölde kaybolan yolu izi kendi bulmalı.

Kilitlenip hedefe hızlıca yol almalı


Silinse bile izler, o yolunu bulmalı
Kulak altından terler fışkırıp damlamalı
Böyle soylu develer terledikçe açılır
Arap ya leyl!.. çekince yola neşe saçılır
40 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

َ ‫َ ْﺮ ِﻣﻲ ا ْﻟ ُﻐ ُﯿ‬
‫ﻮب ﺑِ َﻌ ْﯿ َ ْﲏ ُﻣ ْﻔ َﺮ ٍد ﻟَﻬ ٍَﻖ‬
ُ ‫ا َذا ﺗَ َﻮﻗ َﺪ ِت ْاﻟ ِﺤﺰ ُان َو ْاﻟﻤ‬
‫ِﯿﻞ‬
O sürüsünden geride kalan beyaz yaban öküzü gibi gözleri ufukta, kızgın
çölde sert zeminleri ve kum tepelerini hızlıca aşıp gitmeli.

Kızgın güneş altında sert zeminlerde bile


Aynı hızla yol alır; tasviri gelmez dile
Böylesi cins develer binde bir geçer ele
Yaban öküzü gibi gözler ufukta yürür
Zamanı mesafeyi kendi peşinden sürür

‫ﲶ ٌﻢ ُﻣ َﻘ ُ َﻫﺎ َﻋ ْ ٌﻞ ُﻣ َﻘ ُﺪ َﻫﺎ‬ َْ
‫َﻨﺎت ا ْﻟ َﻔ ْ ِﻞ ﺗَ ْﻔﻀِ ُﯿﻞ‬
ِ ‫ِﰲ َ ْﻠ ِﻘﻬَﺎ َﻋﻦْ ﺑ‬
Suâd’a götürecek deve, heybetli, bacakları güçlü ve dolgun gerdanıyla erkek
develerden üstün olmalı.

Sevgiliye götüren gerdanı dolgun deve


Erkeğinden de güçlü, alımlı olgun deve
Olunca böyle olsun, gerekmez yılgın deve
Alıp beni götürsün Suâd’ın obasına
Bulunmaz başka şifa çılgın aşk hastasına
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 41

‫َ ْﻠ َﺒﺎ ُء وَﺟْ َﺎ ُء ُ ْﻠ ُﻜﻮ ٌم ﻣ َُﺬﻛ َﺮ ٌة‬


‫ِﰲ َد ِّﻓﻬَﺎ ﺳَ ﻌ ٌَﺔ ُﻗﺪا َﻣﻬَﺎ ِﻣ ُﻞ‬
O deve, uzun ve kalın boynu, gayet dolgun çehresi ve dolgun böğürleriyle
erkeği andırmalı. Adımlarının arası da bir mil tutmalı.

Anımsatır erkeği o muhteşem cüssesi


Uzun ve kalın boynu, gayet dolgun çehresi
Aldırmaz zorluklara, tıkanmaz hiç nefesi
Bir mil tutar her iki adımının arası
Sanmayın ki bu sözüm bir Acem palavrası

‫َو ِ ْ ُ َﻫﺎ ِﻣﻦْ ُﻃ ٍﻮم ﻣَﺎ ﯾ ُْﺆ ِﺴُ ُﻪ‬


‫ول‬ُ ‫َﻃ ْﻠﺢٌ ﺑِ َﻀ ِﺎﺣ َ ِﺔ ا ْﻟ َﻤ ْﺘ َﻨ ْ ِﲔ َﻣﻬ ُْﺰ‬

Onun deniz kaplumbağası gibi (kalın ve kaygan) derisine zayıf keneler bile
yapışamaz.

Deniz kaplumbağası gibi parlak derisi


Şayet kalınlığını görmüş olsa birisi
Der ki, filinki bile ancak bunun yarısı
Zayıf keneler dahi yapışmaz derisine
Pislik böceği ürker, yaklaşamaz tersine
42 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫ﺣَ ْﺮ ٌف ُﺧﻮ َﻫﺎ ﺑُﻮ َﻫﺎ ِﻣﻦْ ُﻣﻬَﺠ َﻨ ٍﺔ‬


‫َو َﲻﻬَﺎ َ ُﺎﻟﻬَﺎ َﻗ ْﻮ َد ا ُء ِ ْﴰ ِﻠ ُﯿﻞ‬
Hecin cinsi ve heybetli bu devenin kardeşi babasıdır, amcası da dayısıdır.
Boyu uzun, endamlı, soyu sopu bellidir.

Hecin cinsi bir deve, iri dedikçe iri


Her organı uyumlu, düzgün yapılı biri
Boynu uzun, endamlı, kalmaz kervandan geri
Kardeşi babasıdır, soyuna diyecek yok
Amcası dayısıdır; bunu bilmeyenler çok

‫َﯾ ْﻤ ِﴚ ْاﻟ ُﻘ َﺮا ُد ََﻠ ْ َﳱﺎ ُﰒ ُ ْﺰﻟِ ُﻘ ُﻪ‬


‫اب َز َﻫﺎﻟِ ُﯿﻞ‬ ٌ ‫ِﻣ ْ َﳯﺎ ﻟَ َﺒ ٌﺎن َو ْﻗ َﺮ‬
O öylesine semirmiştir ki, göğsünde ve böğürlerinde dolaşan keneler bile
kayıp düşer.

Öyle semirmiştir ki, görenler onu şaşar


Sanma ki gövdesinde cılız haşere yaşar
Üzerinde gezinen keneler kayıp düşer
Gayet dolgun etine, her bakımdan kusursuz
Aynı hızla yol alır kalsa da on gün susuz
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 43

‫َْﲑاﻧَ ٌﺔ ُﻗ ِﺬ َﻓ ْﺖ ﻟﻨﺤْ ِﺾ َﻋﻦْ ُﻋ ُﺮ ٍض‬


ُ ُ ‫ﺎت اﻟﺰ ْو ِر َﻣ ْﻔ‬
‫ﻮل‬ ِ ‫ِﻣ ْﺮ َﻓ ُﻘﻬَﺎ َﻋﻦْ ﺑَ َﻨ‬
Onun hareketleri yaban eşeğininki gibi kıvrak ve karın etleri çekik; göğsüyle
ön ayakları arası da açıktır.

Yaban eşeği gibi hareketli ve dıvrak


Karın etleri çekik, yürüyüşü pek kıvrak
Göğsüyle ön ayaklar arası hayli uzak
Böylesi bir deveyle yolculuğa ne denir?
Hayran kalır görenler, biniciye imrenir

‫ﺎت َﻋ ْﯿ َ ْ َﳱﺎ َوﻣ َْﺬ َ َﲝﻬﺎ‬َ ‫َ ن ﻣَﺎ َﻓ‬


‫ِﻣﻦْ َﺧ ْﻄ ِﻤﻬَﺎ َو ِﻣﻦَ اﻠﺤْ َﯿ ْ ِﲔ ِ ْﺮ ِﻃ ُﯿﻞ‬
Gözleriyle gırtlağı ve başının yular takılan yeri ile çenesi arası, uzunluk
açısından palandız taşını andırmalıdır.

Tecrübeli bir deve ortaya yakın yaşı


Sanarsın ki kafası uzun palandız taşı
Tutam tutam kirpikler, belli belirsiz kaşı
Göz hizasından burna, oradan da gırtlağa
Dolanan yular çeker çevirir sola sağa
44 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫ُﺗ ِﻤﺮ ِﻣ ْ َﻞ َﻋ ِﺴ ِﺐ اﻟﻨ ْ ِﻞ َذا ُﺧﺼَ ٍﻞ‬


ُ‫ِﰲ َ ﺎ ِر ٍز ﻟَ ْﻢ َ َﲣﻮ ْﻧ ُﻪ ا ْ َ ﺎ ﻟِﯿﻞ‬
Hurma dalı gibi püsküllü kuyruğu hafifçe memesine dokundurmalı ve bu
dokunuşlar sütü eksiltmemeli.

Kuyruğunun püskülü sanarsın hurma dalı


Meme üstüne sarkıp hafifçe dokunmalı
O narin dokunuşlar sütü fışkırtmamalı
Tamahım yok sütüne, bir şey gelmez yâdıma
Yeter ki kavuştursun sevgili Suâdıma

‫َﻗ ْ َﻮا ُء ِﰲ ﺣُ ﺮ َ ْ َﳱﺎ ِ ْﻠ َﺒﺼِ ِﲑ ِ َﲠﺎ‬


‫ِﻋ ْﺘ ٌﻖ ُﻣ ِ ٌﲔ َو ِﰲ ْاﻟ َ ﺪ ْ ِﻦ َ ْﺴ ِﻬ ُﯿﻞ‬
Deveden anlayan onun asaletini kemer gibi burnu ile kulaklarından ve
uzunca çehresinden tanır.

Soyuna çekmiş belli, kemer burunlu deve


Kulaklarını gören anlar kurumlu deve
Yanakları pürüzsüz yoldan sorumlu deve
Kim istemez böyle bir deveye sahip olmak
Büyük talihsizliktir bundan mahrum bulunmak
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 45

‫ﴪ ٍات َو ْﻫ َـﻲ َﻻ ِﺣ َﻘ ٌﺔ‬


َ َ َ ‫َ ْﲣ ِﺪي ََﲆ‬
‫َذ َوا ﺑِ ٌﻞ َو ْﻗ ُﻌﻬُﻦ ا ْ ْر َض َ ْﲢ ِﻠ ُﯿﻞ‬
Yürüyüşü öyle hızlıdır ki, mızrağı andıran ince ve güçlü bacaklarıyla ayak-
larını yere basıp kaldırması bir anda gerçekleşir.

Gayet ince ve güçlü ayaklar yolu tanır


Öylesine hızlı ki, gören uçuyor sanır
Böyle rahvan deveye uzun yol mu dayanır
Yemin etse günaha girmez uçuyor diyen
Varsa böyle devesi, bahse girsin dileyen

‫ُﲰ ْـ ُﺮ ْاﻟ ُﻌ َ ﺎ َ ِت ﯾ ْ َُﱰ ْﻛـﻦَ ْاﻟﺤَ ﺼَ ﺎ ِز َﯾ ًﻤﺎ‬


‫وس ا ْ ْﻛ ِﻢ ﺗَ ْﻨ ِﻌ ُﯿﻞ‬ َ ‫ﻟَ ْﻢ َﯾ ِﻘ ِﻬﻦ ُرُؤ‬
Ayağını basınca, çivi gibi toynakları çakıl taşlarını parçalar; bunun için
ayrıca ayaklarının papuca ihtiyacı yoktur.

Mızrak gibi bacaklar güven verir bakınca


Yolda çakıl taşları teşkil etmez sakınca
Parçalayıp dağıtır ayağını basınca
Taşırgamaz ayaklar, gerek yoktur pabuca
Aldırmaz yürür gider bir uçtan öbür uca
46 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

ْ‫َ ن ْو َب ِذ َرا َﻋ ْ َﳱﺎ ا َذا َﻋ ِﺮ َﻗﺖ‬


‫َو َﻗ ْﺪ ﺗَ َﻠﻔ َﻊ ِ ْﻟ ُﻘﻮ ِر ْاﻟﻌ ََﺴﺎ ِﻗ ُﻞ‬
O deve, yakan güneş altında terledikçe hızlanır. Bu sırada serap tepeleri
tutuşturmuştur.

Yakan güneş altında terledikçe hızlanır


Yol boyunca tepeler serapla sarmalanır
O yılmadan yürürken başkaları darlanır
Sayılmaz adımları o derece süratli
Ona kavuşmak için olmalı Arap atlı

‫ﯾ َْﻮﻣًﺎ ﯾ ََﻈﻞ ﺑِ ِﻪ ْاﻟ ِﺤ ْﺮ ُء ﻣُﺼْ َﻄ ِﺨ ًﻤﺎ‬


ُ ‫َ ن َﺿ ِﺎﺣ َ ُﻪ ِ ﻟﺸ ْﻤ ِﺲ َﻣ ْﻤ ُﻠ‬
‫ﻮل‬
Öyle bir gün ki, güneşin hararetinden kertenkelenin sırtı, âdeta külde pişen
ekmeğe dönmüştür.

Kertenkelenin sırtı güneşin şiddetinden


Külde pişmiş ekmeğe döner hararetinden
Böyle bir günde bile o düşmez süratinden
Bu nasıl bir metanet, sakın nazar değmesin
Ateşe dayanıklı yoksa semender misin?
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 47

‫َو َﻗ َﺎل ِ ْﻠ َﻘ ْﻮ ِم َ ﺎ ِد ِﳞ ْﻢ َو َﻗ ْﺪ ﺟ َﻌ ََﻠ ْﺖ‬


‫ْوُر ُق ا ْﻟﺠَ ﻨﺎ ِد ِب َ ْﺮ ُﻛ ْﻀﻦَ ا ْﻟﺤَ ﺼَ ﺎ ِﻗ ُﻠﻮا‬
Bu sırada mor kanatlı çekirgeler bile çakıl taşlarına serilip debelenmekte;
kervancı ise kafileyi “Bu sıcakta gidilmez, istirahat ediniz” diye uyarmakta-
dır.

Mor kanatlı çekirge uçamaz o sıcakta


Serilir çakıllara güç bitince bacakta
Aranır bir sığınak münasip bir bucakta
Der ki kervancı başı, develeri yed’iniz
Bu sıcakta gidilmez, istirahat ediniz

‫َﺷﺪ ا ﳯﺎ ِر ِذ َرا َﺎ َﻋ ْﯿ َﻄ ٍﻞ ﻧَﺼَ ٍﻒ‬


‫َﻗﺎﻣ َْﺖ َﻓ َ ﺎ َو َﲠﺎ ُ ْﻜ ٌﺪ َﻣ َﺎ ِﻛ ُﯿﻞ‬
Güneş yükseldiğinde bile o deve, çocuğu ölen orta yaşlı bir kadının uzun
kollarıyla çırpınıp diz ve sîne dövüşü gibi hızlı hızlı yol alır.

Kafileye kervancı sıcakta mola vermiş


Sanarsın bizim deve o yola henüz girmiş
Hani vardır ya kadın, çocuğunu yitirmiş
Feryat ederek onun diz ve sîne dövüşü
Benzer ona devenin süratli yürüyüşü
48 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫َﲔ ﻟَ ْ َﺲ ﻟَﻬَﺎ‬
ِ ْ ‫ﻧَﻮا َ ٌﺔ ِر ْﺧ َﻮ ُة اﻟﻀ ْﺒﻌ‬
َ ‫ﻟَﻤﺎ ﻧَﻌَﻰ ِ ْﻜ َﺮﻫﺎ اﻟﻨ‬
‫ﺎﻋﻮن َﻣﻌ ُْﻘ ُﻮل‬
Ağıtlarla yavrusuna ağlayan o kadının aklı başından gitmiş ve dövünmekten
kolları yorgun düşmüştür.

Ağıtlarla annenin o döktüğü dilleri


Şuursuzca çırpınıp yorgun düşen kolları
Yürek mi dayanır hiç görünce bu halleri
Kimisi yavrusunun ardından yanar ağlar
Kimisi sevgiliyi hasretle anar ağlar…

‫ﺒﺎن ِ َﻜﻔ ْ َﳱﺎ و ِﻣ ْﺪ َر ُﻋﻬَﺎ‬


َ ‫ﺗَ ْﻔ ِﺮي اﻠ‬
‫ﻣ َُﺸﻘ ٌﻖ َﻋﻦْ َ َﺮا ِﻗﳱﺎ َر َﺎﺑِ ُﯿﻞ‬
O kadın çırpınarak elleriyle göğsünü döverken, gömleğinin ön kısmı param-
parça olmuştur.

Kurşun yemiş av gibi şuursuzca dönerek


Yakasını bağrını parçalar dövünerek
Kalmamış gözünde yaş ağlayıp sürünerek
Evlat acısı derler, acıdan da acıdır
Ölüm karşısında kul, şaşkın ve duacıdır
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 49

HZ. PEYGAMBER’İN HUZURUNA VARIRKEN

‫َ ْﺴﻌَﻰ ْاﻟﻮُﺷﺎ ُة ﺟَ َﺎ َ ْ َﳱﺎ َو َﻗ ْﻮ ُﻟ ُﻬ ُﻢ‬


ُ ‫ٕاﻧ َﻚ َ ْﻦَ ﰊ ﺳُ ْﻠ َﻤﻰ ﻟَ َﻤ ْﻘ‬
‫ﺘﻮل‬ ِ
Devenin çevresinde koşup duran söz taşıyıcılar diyordu ki: Ey Ebû Sülmâ’nın
oğlu, kesinlikle öldürüleceksin!

Devenin çevresinde, söz taşıyıp öç alan


Bu toplanan gürûhun söyledikleri yalan
Bilir misin dediler, kim sana haber salan?
Peygamber’in emridir, derdest edileceksin
Ebû Sülmâ’nın oğlu, sen kesin öleceksin!

ُ ُ ‫ﻠﯿﻞ ُﻛ ْﻨ ُﺖ ٓ ُﻣ‬
ٍ َ ‫ﻗﺎل ﰻ‬
ُ َ ‫َو‬
‫َﻻ ْﻟ ِﻬ َﯿﻨ َﻚ ٕا ِّﱐ َﻋ ْﻨ َﻚ ﻣَﺸ ْ ُﻐ ُﻮل‬
Yardımlarını umduğum her dostum bana: “Seninle uğraşacak değilim” dedi.

Aldım acı haberi, dostlarımı dolaştım


Elimden tutar diye nicesine ulaştım
Ümit vermedi kimse, gerçekten buna şaştım
Bana söyledikleri “Bizden sana fayda yok”
Nihayet anladım ki, sözde dostlarım pek çok!
50 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫َﻓ ُﻘ ْﻠ ُﺖ َ ﻠﻮا َﻃﺮﯾﻘﻲ َﻻ َ ﻟَ ُﻜ ﻤُﻮ‬


ُ ‫َﻓ ُﲁ ﻣَﺎ َﻗﺪ َر اﻟﺮﺣْ ُﻤﻦ َﻣ ْﻔﻌ‬
‫ُﻮل‬
Bunun üzerine dedim ki: “Çekilin yolumdan ey soysuzlar; Rahmân ne di-
lediyse o olur.”

Dedim ki o gürûha, ey küstah babasızlar!


Çekiliniz yolumdan, sizi gidi arsızlar!
Kalbiniz kinle dolu, imanda kararsızlar!
Hiç mi duymadınız siz, bunda herkes birleşir
Rahmân’ın her takdiri, mutlaka gerçekleşir

‫ُﰻ ا ْ ِﻦ ْﻧ َﱺ َوانْ َﻃﺎﻟَ ْﺖ ﺳَ َﻼ َﻣ ُ ُﻪ‬


ُ ‫ﯾ َْﻮﻣًﺎ ََﲆ َ ٍ َ ْﺪ َ َء ﻣَﺤ ْﻤ‬
‫ُﻮل‬
Anasından her doğan uzun yaşasa bile, sonunda o kambur âlete (tabut)
binecektir.

Anasından her doğan uzun yaşasa bile


Binecek tahta ata bekler zamanı gele
Ömürdür çabuk geçer, günler savrulur yele
Ayrılmak kaçınılmaz, ıssız kalır ocağı
Her şey aslına döner, toprak ana kucağı…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 51

‫ﷲ ٔ ْو ََﺪ ِﱐ‬ َ ُ‫ْﻧ ِﺒ ْ ُﺖ ن رَﺳ‬


ِ ‫ﻮل‬
ُ ‫ﷲ َﻣ ﻣ‬
‫ُﻮل‬ ِ ُ‫َو ْاﻟ َﻌ ْﻔﻮُ ِﻋ ْﻨ َﺪ رَﺳ‬
ِ ‫ﻮل‬
Resûlullâh’ın beni cezalandıracağı haberini aldım. Ancak Resûlullâh’ın şâ-
nına yakışan aftır.

Haber geldi, Peygamber ceza verecek sana


Baş üstüne kararı, kanım helaldir ona
Bilirim Resûlullâh daima aftan yana
O kerem sahibidir sığınanı bağışlar
Bağışlanan bahtiyar, hayata yeni başlar

‫َﻣﻬ ًْﻼ َﻫ َﺪ َاك ا ِي ْﻋ َﻄ َﺎك َ ِﻓ َ َ ْال‬


‫ﯿﻆ َوﺗَ ْﻔﺼِ ُﯿﻞ‬ ٌ ‫ُﻗﺮ ٓ ِن ِﻓ ـﻬَﺎ َﻣ َﻮا ِﻋ‬

Acele etme hele! Hidayeti lutfeden sana Kurân’ı verdi; onda ne öğütler, nice
açıklayıcı bilgiler vardır.

Hidayeti lutfeden sana Kur ân’ı verdi


Hikmetle, öğütlerle hakikati gösterdi
Sayende bunca insan zulmetten nura erdi
N’olur yâ Resûlallâh, biraz mühlet ver bana
Hakkımda yalan haber uçuranlar çok sana
52 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

َ ‫َﻻ ﺗَ ُ َﺬ ِّﱐ ﺑِ ْﻗ َﻮ ِال ْاﻟ‬


‫ﻮُﺷﺎ ِة َوﻟَ ْﻢ‬
‫ْذﻧِ ْﺐ َوﻟَ ْﻮ َﻛ ُ َﱶ ْت َﻋ ِّﲏ ا ْ َﻗﺎ ِو ُﯾﻞ‬
Her ne kadar hakkımdaki dedikodular çoksa da ben günah işlemedim. Aley-
himde bulunanların sözüyle beni hesaba çekme.

Her ne kadar çoksa da hakkımda dedikodu


Bunların tamamını hasımlarım uydurdu
Mert olana sözüm yok, fakat arkadan vurdu
Kıskançlık, koğuculuk hiç sığar mı Kitab’a
Hasmımın sözü ile çekme beni hesaba

ِ‫ﻟَ َﻘ ْﺪ ُﻗﻮ ُم َﻣ َﻘﺎﻣًﺎ ﻣَﺎ ﻟَ ْﻮ ﯾ َُﻘﻮ ُم ﺑِﻪ‬


ُ‫َرى َو ْ َﲰ ُﻊ ﻣَﺎ ﻟَ ْﻮ َ ْﺴ َﻤ ُﻊ ْاﻟ ِﻔ ﻞ‬
Öyle müşkil durumdayım ki, görüp işittiklerimi, yemin ederim ki, fil işitmiş
olsa o bile dayanamazdı.

Yemin olsun, yerimde bir başkası olsaydı


Bulunduğum konumda şayet fil bulunsaydı
Görüp duyduklarımın yarısını duysaydı
Eminim ki heybeti karşısında titrerdi
Ne muhteşem şahsiyet… O bir eroğlu erdi!
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 53

ُ َ ‫ﻮن‬ َ ‫ﻟَ َﻈﻞ ُ ْﺮ َُﺪ ٕاﻻ نْ َ ُﻜ‬


‫ﷲ ﺗَ ْﻨ ِﻮ ُﯾﻞ‬
ِ ‫ﻮل ِ ْذ ِن‬
ِ ُ‫ِﻣﻦَ اﻟﺮﺳ‬
Ve o fil, heybeti karşısında tir tir titrerdi; meğer ki, Allah’ın izniyle Resûlullâh
onun sağlığını bağışlasın.

Resûlullâh affeder Allah izin verince


Korkuya gerek yoktur, o araya girince
Tevbende samimiysen bu en büyük güvence
İnsan her an kendiyle söyleşip yüzleşmeli
Ruh ikliminde yeni boyutlar gelişmeli

‫ﺣَ ﱴ َو َﺿﻌ ُْﺖ َﯾﻤ ِِﯿﲏ َﻻ َ ِز ُ ُﻪ‬


ٍ ‫ِﰲ َﻛ ِّﻒ ِذي ﻧَ ِﻘ َﻤ‬
‫ﺎت ِﻗ ُ ُ ْاﻟ ِﻘ ُﻞ‬
İşte ben kendi isteğimle geldim ve sağ elimle Resûlullâh’ın elini tutarak biat
ettim ki, o adildir, onun sözü sözdür.

Resûl’ün huzuruna ben isteğimle gittim


Sağ elimle elini tutarak biat ettim
İşte o an kendimi en bahtiyar hissettim
Söz onun, meydan onun, kapalı cümle kapı
Açıktır insanlığa onun kurduğu yapı
54 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫َ َ َاك ْﻫ َﯿ ُﺐ ِﻋ ْﻨ ِﺪي ا ْذ َ ِّﳇ ُﻤ ُﻪ‬


ُ ‫ﻮب َوﻣ َْﺴ ُﺆ‬
‫ول‬ ٌ ُ‫َو ِﻗ َﻞ ٕاﻧ َﻚ َﻣ ْ ﺴ‬
Konuşurken onunla “Anlatılanları yapan sensin ve sorumlusun!” derse diye
çok korktum.

Konuşurken onunla “anlat bakalım” derse


Duyduklarını bir bir o an önüme serse
“Sorumlusun” diyerek hakkımda karar verse
Başım eğik huzurda heybetinden eririm
“Utanmadın mı” derse ben ne cevap veririm?

‫ﴐا ِء ا ْ ﺳْ ِﺪ َﻣ ْ َﺪرُ ُﻩ‬


َ ِ ْ‫ِﻣﻦْ َﺿ ْﯿ َﻐ ٍﻢ ِﻣﻦ‬
ُ‫ِﰲ ﺑ َْﻄ ِﻦ ََﱶ ِﻏ ٌﯿﻞ ُد وﻧَ ُﻪ ِﻏﯿﻞ‬
Bu korku Asser’in ortasında, fundalıklar arasında yavrularını besleyen as-
landan da dehşetli idi.

Bence sevgili Resûl, merkezinde Asser’in


Sarmaşık ormanında yavrularından emin
Yatmakta olan aslan, keyf eder serin serin
Böylesi bir aslandan daha heybetlidir o
Evet heybetli fakat, gayet şefkatlidir o
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 55

‫َﲔ َ ْ ُﺸ ُﻬ َﻤﺎ‬
ِ ْ ‫ﴐ ﺎﻣ‬ ْ ِ ‫َﯾ ْﻐ ُﺪو َﻓ َ ْﻠﺤَ ُﻢ‬
‫ﻟَﺤْ ٌﻢ ِﻣﻦَ ْاﻟ َﻘ ْﻮ ِم َﻣ ْﻌ ُﻔﻮ ٌر َﺧ َﺮا ِد ُﯾﻞ‬
Erkenden ava çıkan o aslan, parçaladığı kimselerin toza toprağa belenmiş
etlerini iki yavrusuna yedirir.

Erkenden ava çıkar, ünlüdür savletiyle


Yakaladığı avı parçalar kuvvetiyle
İki yavrusunu da besler insan etiyle
Toprağa belense de parçaladığı eti
Yedirir yavrusuna, bu aslanın âdeti

ُ َ ‫ا َذ ا ُ َﺴﺎ ِورُ ِﻗ ْﺮ ً َﻻ َ ِﳛﻞ‬


‫نْ ﯾ ْ َُﱰ َك ْاﻟ ِﻘ ْﺮ َن اﻻ َو ْﻫ َﻮ َﻣ ْﻔ ُﻠ ُﻮل‬
O, rakibi aslanla karşılaşacak olsa, kesinlikle onu hurdahaş eder.

Duyunca ürperirsin onun kükreyişini


Bu bir peşrev sayılır, mutlu eder eşini
Karşılaşsa hasmıyla tez bitirir işini
Süzülerek hedefe kurşun hızıyla gider
Bir göğüs çarpmasıyla hasmı hurdahaş eder
56 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫ِﻣ ْ ُﻪ ﺗَ َﻈﻞ ِﺳ َﺒ ُﺎع ْاﻟﺠَ ِّﻮ َﺿﺎ ِﻣﺮ ًة‬


‫َو َﻻ ﺗَ َﻤﴙ ﺑِ َﻮا ِدﯾ ِﻪ ا ْ َر ِاﺟ ُﻞ‬
Bu yüzden, o bölgeden geçen canavarlar bile sessizce geçip gider. Yolcular ise
o vadiye zaten ayak basamaz.

Öyle bir aslan ki o, her ortamda avlanır


Çöller vahalar onun, fütürsuzca dolanır
Görse yaban eşeği, o an mıhlanıp kalır
Bulunduğu vadiye insan ayak basamaz
Yaklaşırsa semtine imkânı yok yaşamaz

‫َو َﻻ َ َﺰ ُال ﺑِ َﻮا ِدﯾ ِﻪ ُﺧﻮ ﺛِ َﻘ ٍﺔ‬


‫ﻣ َُﻄﺮحُ ا ْﻟ َ ِّﱫ َوا ِّرْﺳَ ِﺎن َﻣ ُﻛ ُﻮل‬
Kendine güvenen bir yiğit o vadiye ayak basacak olsa, geriye parçalanmış
elbisesi ile yenen vücudundan artıklar kalır.

Kendisine güvenen varsa yiğidim diye


Gidecek olsa onun yaşadığı vadiye
Sadece parçalanmış zırhı kalır geriye
O aslana yaklaşan derhal belasın bulur
Paramparça vücudu kurda kuşa yem olur
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 57

‫ﻮل ﻟَ َﺴ ْﯿ ٌﻒ ُ ْﺴ َﺘ َﻀﺎ ُء ﺑِ ِﻪ‬


َ ُ‫ان اﻟﺮﺳ‬
‫ﻮل‬ُ ‫ﷲ ﻣ َْﺴ ُﻠ‬ ِ ‫ﻮف‬ ِ ‫ُﻣﻬَﻨ ٌﺪ ِﻣﻦْ ُﺳ ُﯿ‬
Şüphesiz ki peygamber, Allah’ın aydınlatmak üzere çekilmiş yalın kılıcıdır.

Şüphe yok Resûlullâh aydınlatan bir nurdur


Onunla aydınlanmak bulunmaz bir huzurdur
Ümmetinden sayılmak başlıca bir gururdur
Gerçi Hint işi kılıç değerlidir, pek çoktur
O Allah’ın kılıcı, onun gibisi yoktur

‫ِﰲ ُﻋﺼْ َﺒ ٍﺔ ِﻣﻦْ ُﻗ َﺮْ ٍﺶ َﻗ َﺎل َﻗﺎﺋِ ُﻠ ُﻬ ْﻢ‬


‫ﺑِ َﺒ ْﻄ ِﻦ ﻣَﻜ َﺔ ﻟَﻤﺎ ﺳْ َﻠﻤُﻮا ُز ُوﻟﻮا‬
Mekke vadisinde Kureyş’ten Müslüman olan soylu bir topluluğa, sözcüleri
“Artık buradan hicret edin!” demişti.

Kureyş’ten bir topluluk kutsal Mekke şehrinde


Seçmişlerdi İslam’ı putperestlik devrinde
Müşrikler hayat hakkı vermedi evlerinde
Peygamber buyurdu ki, artık burdan gidiniz
Peyderpey Medine’ye kalkıp hicret ediniz
58 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

‫َزا ُﻟﻮا َﻓ َﻤﺎ َز َال ٔ ْ َﲀ ٌس َو َﻻ ُﻛ ُﺸ ٌﻒ‬


‫ِﻋ ْﻨ َﺪ ا ِّﻠ َﻘﺎ ِء َو َﻻ ِﻣ ٌﻞ َﻣﻌَﺎ ِز ُﯾﻞ‬
Göçüp gittiler; ancak geride, düşmana karşı koyamayacak kadar güçsüzler
ve silahsızlar vardı.

Nurdan bir kervan gibi çekilip gitti onlar


Önlerine çıkacak düşmanla çarpışanlar
Yalnız güçsüz, silahsız, mecalsizdi kalanlar
En sonunda müşrikler her taraftan sarıldı
Sabreyle kutlu Kâbe, şirkin beli kırıldı

‫ُﴌ ْاﻟ َﻌ َﺮا ﻧِ ِﲔ ٔ ﺑ َْﻄ ٌﺎل ﻟَ ُﺒﻮﺳُ ُﻬ ُﻢ‬


َ َ ‫ِﻣﻦْ َ ْﺴ ِﺞ َداوُ َد ِﰲ ا ْﻟ َﻬ ْﯿ َ ﺎ‬
‫ﴎاﺑ ِ ُﯿﻞ‬
Kahraman muhacirin başı dik, gayet vakur; savaşta giydikleri zırh ise sanki
Davud peygamberin ördüğü zırhlardandır.

Kahraman muhacirin başı dik, gayet vakur


Sanarsın ki zırhını Davud peygamber dokur
Kuşanmış silahını dilinde tevhid okur
Bekle İran ve Bizans sıra size gelecek
Allah’ın va‘di haktır, fetih gerçekleşecek
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 59

‫ﯿﺾ ﺳَ َﻮاﺑ ُﻎ َﻗ ْﺪ ُﺷﻜ ْﺖ ﻟَﻬَﺎ َ َﻠ ٌﻖ‬


ٌ ِ‫ﺑ‬
‫ول‬ُ ‫َ َﳖﺎ َ َﻠ ُﻖ ْاﻟ َﻘ ْﻔﻌَﺎ ِء َﻣ ْ ُﺪ‬

O zırh, gayet sıkça örülmüş ve uzundur; halkaları ise Kaf ’a ağacının boğum-
ları gibi parlak ve kaygandır.

Gayet sıkça örülü o zırh düğüm düğümdür


İç içe halkaları sanki boğum boğumdur
Ok işlemez denen zırh işte bu kördüğümdür
O mübarek sahâbe ikmalde kusur etmez
Tam tekmil donanmadan asla savaşa gitmez

‫ﻮن ا َذا َ ﻟَ ْﺖ ِرﻣَﺎ ُ ُ ُﻢ‬ َ ُ‫َﻻ َﯾ ْﻔ َﺮﺣ‬


‫َﻗ ْﻮﻣًﺎ َوﻟَ ْ ﺴُ ﻮا َﻣ َ ﺎ ِزﯾﻌًﺎ ا َذا ﻧِ ُﯿﻠﻮا‬
O muhacirin attığı oklar düşmana saplanınca pek sevinmezler; yenildikle-
rinde de fazla üzülmezlerdi.

Attıkları her okun hedefini bulması


Mutlu etmez onları düşmanın vurulması
Savaştan beklenen şey, barışın kurulması
Hedef Hakk’ın rızası, başka gaye gütmezler
Mağlup olsalar bile pek fazla üzülmezler
60 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Kâ‘b b. Züheyr

ِ ‫َﴚ ْاﻟ ِﺠ‬


‫ﲈل اﻟﺰ ْﻫ ِﺮ َﯾﻌْﺼِ ﻤُـ ُﻬ ْﻢ‬ َ ‫َﯾﻤ ُْﺸ‬
َ ْ ‫ﻮن ﻣ‬
‫ﴐ ٌب ا َذ ا َﻋﺮ َد اﻟﺴﻮ ُد اﻟﺘ َﻨﺎ ﺑِ ُﯿﻞ‬ َْ
Onlar, heybetli beyaz develer gibi kendinden emin, vakarla yürür giderler.
Bu develer kısa boylu siyah develer gibi kamçıyla yola gelen türden değildir.

Beyaz develer gibi yürürken gayet emin


Ürpermekte görenler, titremektedir zemin
Gerektiğinde serttir, yerine göre nermin
Ashâbın tekbirlerle meydana çıkışını
Gören siyah düşmanın seyreyle kaçışını

‫َﻻ َﯾ َﻘ ُﻊ اﻟﻄﻌ ُْﻦ ا ﻻ ِﰲ ُ ُﳓﻮ ِر ِ ُﱒ‬


ِ َ ‫َوﻣَﺎ ﻟَ ُﻬ ْﻢ َﻋﻦْ ِﺣ‬
‫ﺎض ْاﻟ َﻤ ْﻮ ِت َ ْﲥ ِﻠ ُﯿﻞ‬
O sahabiler savaşta sadece göğüslerinden vurulurlar; onlar, ölüm meydanla-
rında korku ve ürküntü nedir bilmezlerdi.

Ne ürküntü ne korku ölüm denizlerinden


Galibiyet sevinci okunur yüzlerinden
Yürüyecek nesiller onların izlerinden
Arkadan vurulmanın hesabı ağır olur
Yiğitler ya göğsünden ya alnından vurulur
KASÎDE-İ BÜRDE

Muhammed el-Bûsîrî

Muhammed el-Bûsîrî
‫َﻗ ِﺼﻴ َﺪ ُة اﻟُﺒـ ْﺮَدة‬

‫ﳏﻤﺪ اﻟﺒﻮﺻﲑي‬
64 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

NESÎB-GAZEL

‫ٔ ِﻣﻦْ ﺗَ َﺬ ﻛ ِﺮ ِ ﲑ ٍَان ﺑِ ِﺬ ي ﺳَ َ ٍﲅ‬


‫َﻣ َﺰﺟْ َﺖ َد ْﻣﻌًﺎ ﺟَ َﺮى ِﻣﻦْ ُﻣ ْﻘ َ ٍ ﺑِ َﺪ ِم‬
1. Ey gönül, Selemlileri1 anmaktan mı gözünden kanlı yaş akıtıyorsun?
Hasret ateşine yanmaktan mı ki
Aşkın neşesine kanmaktan mı ki
Selemli dostları anmaktan mı ki
Kanlı gözyaşları akar gözünden
Âşıksın ey gönül, belli yüzünden

‫ٔ ْم َﻫﺒ ِﺖ اﻟ ِّﺮ ُﱖ ِﻣﻦْ ﺗِ ْﻠﻘﺎ ِء َﰷ ِﻇ َﻤ ٍﺔ‬


َ ْ ْ
ِ ‫َو ْوﻣ ََﺾ اﻟ َﱪ ُْق ِﰲ اﻟﻈﻠ َﻤﺎ ِء ِﻣﻦْ ا‬
‫ﰥ‬
2. Yoksa Kâzıma2 tarafından rüzgar mı esti, yahut karanlıklar içinde Izam
Dağı’ndan3 şimşek mi çaktı?

Ruhunda duyduğun hâlâ o sesti


Neylersin engeller yolunu kesti
Yoksa Kâzıma’dan rüzgar mı esti
Çakan şimşek miydi Izam dağından
Haber mi getirdi nur kaynağından

1 Selem: Arap edebiyatında sevgilinin yaşadığı hayâlî ülkenin adıdır. Burada kastedilen ise Medine-i
Münevvere’dir.
2 Kâzıma: Medine’nin bir başka adıdır.
3 Izam Dağı: Medîne çevresindeki dağlardan biri.
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 65

‫َﻓ َﻤﺎ ﻟِ َﻌ ْﯿ َ ْ َﻚ ٕانْ ُﻗ ْﻠ َﺖ ْاﻛ ُﻔ َﻔﺎ َ َﳘ َﺘﺎ‬


‫َوﻣَﺎ ﻟِ َﻘ ْﻠ ِﺒ َﻚ ٕانْ ُﻗ ْﻠ َﺖ ْاﺳ َﺘ ِﻔ ْﻖ َ ِﳞ ِﻢ‬
3. Gözlerine n’oldu ki “dur, ağlama!” desen yaş döker, kalbine
n’oldu ki “ayıl, kendine gel!” desen coşup kendinden geçer.

Öyle içlisin ki gören şaşıyor


“Dur” dedikçe gözyaşları taşıyor
“Kendine gel” desen kalbin coşuyor
Ağlasan da inlesen de yeridir
İnsan değil, bu aşk dağlar eritir

‫َﳛ ْ َﺴ ُﺐ اﻟﺼﺐ ن ْاﻟﺤُ ﺐ ُﻣ ْ َﻜ ِ ٌﱲ‬


‫ﻣَﺎ ﺑ ْ ََﲔ ُﻣ ْ َﺴ ِﺠ ٍﻢ ِﻣ ْ ُﻪ َوﻣ ُـ ْﻀ َﻄ ِﺮ ِم‬
4. Yanıp tutuşan kalp ve akan gözyaşı karşısında âşık sevginin gizli kalacağını
mı sanır?!

Paslanan dağlardan güneş batarken


Dalgın dalgın ufuklara bakarken
Izdırapla gözyaşları akarken
Âşık sanır mı ki aşk gizli kalır
Ârifler âşığı yüzünden tanır…
66 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫ﻟَ ْﻮ َﻻ ا ْﻟ َﻬ َﻮى ﻟَ ْﻢ ُ ِﺮ ْق َد ْﻣﻌًﺎ ََﲆ َﻃ َﻠ ٍﻞ‬


‫َو َﻻ ِر ْﻗ َﺖ ِ ِ ْﻛ ِﺮ ْاﻟ َﺒ ِﺎن َو ْاﻟﻌ َ َِﲅ‬
5. Aşk olmasaydı, sevgilinin harap olan yurdundaki izlere yaş dökmez, sorgun
ağacı ile o dağı anarak geceler boyu uykusuz kalmazdın.

Vîrâne görünce yar otağını


Aşktır hatırlatan sevgi çağını
Sorgun ağacıyla Alem dağını
Anar anar uyku girmez gözlere
Bakar ağlar dosttan kalan izlere

‫َﻓ َﻜ ْ َﻒ ُﺗ ْﻨ ِﻜ ُﺮ ﺣُ ﺎ ﺑَﻌ َْﺪ ﻣَﺎ َﺷ ِﻬ َﺪ ْت‬


‫ول ا ْﻣ ِﻊ َواﻟﺴ َﻘ ِﻢ‬ ُ ‫ﺑ ِﻪ ََﻠ ْﯿ َﻚ ُ ُﺪ‬

6. Gözyaşı ve hastalık aleyhinde âdil şâhit iken sevgini nasıl inkâr edebilirsin?!

İnkâr edemezsin artık bu işi


Besbelli ki sarmış aşkın ateşi
Sapsarı bir çehre, akan gözyaşı
İki âdil şâhit olduktan sonra
Gül benzin sararıp solduktan sonra
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 67

‫َو ْﺛ َ َﺖ ْاﻟ َﻮ ْ ُﺪ َﺧﻄ ْﻲ ْ ََﱪ ٍة َو َﺿ ًﲎ‬


‫ِﻣ ْ َﻞ ا ْ َﳢﺎ ِر ََﲆ َ ﺪﯾ َْﻚ َو ْاﻟﻌ َ َ ِﲌ‬
7. Aşkın ıstırabı yanaklarında sarı papatya ve anem1 gibi iki çizgi halinde beli-
rirken sevgini nasıl inkâr edebilirsin?!

Bu aşkın elinden n’olmuşsun gönül


Henüz gonca iken solmuşsun gönül
Izdıraba sahne olmuşsun gönül
Kan çanağı gözler, sapsarı çehre
Daha böyle âşık gelmedi dehre

‫ﻧَ َﻌ ْﻢ َﴎَى َﻃ ْﯿ ُﻒ َﻣﻦْ ْﻫ َﻮى َﻓ ر َﻗ ِﲏ‬


‫ات ِ ْ ﻟَ ِﻢ‬ِ ‫َو ْاﻟﺤُ ﺐ َﯾ ْﻌ ـَ ِﺮ ُض ا‬
8. Evet, gece sevgilimin hayali geldi ve beni uykusuz bıraktı; çünkü aşk, zevk ve
elemle karışıktır.

Gece geldi sevgilinin hayali


Beni benden aldı o nur cemâli
Tatmayan bilmezmiş bu mutlu hâli
Aşksız geçen her an ömre zarardır
Sevgide hem lezzet hem elem vardır
1 Anem: Hicaz’da yetişen ve meyvesi kızıl olan bir ağaç adıdır. Sevgilinin kınalı parmaklarını ona benze-
tirler.
68 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َ َﻻﺋِ ِﻤﻲ ِﰲ ْاﻟ َﻬ َﻮى ْاﻟﻌ ُْﺬ ِر ِّي َﻣﻌ ِْﺬ َر ًة‬
‫ِﻣ ِّﲏ ا ﻟَ ْﯿ َﻚ َوﻟَ ْﻮ ْﻧﺼَ ْﻔ َﺖ ﻟَ ْﻢ ﺗَ ُ ِﲅ‬
9. Uzre1 aşkı gibi bir aşka tutulduğum için ey beni kınayan! Mâzur gör, eğer âdil
davransaydın beni kınamazdın.

Sevda derler buna can dayanır mı?


Diz çöksem yalvarsam yar inanır mı?
Âşık olan kimse hiç kınanır mı?!
Uzreliler gibi âşıkım diye
Dillere düşürüp kınamak niye?

‫ﴎي ﺑِﻤ ُْﺴ َﺘ ِ ٍﱰ‬ ِّ ِ ‫ََﺪ ْﺗ َﻚ َ ِﺎﱄ َﻻ‬


‫َﻋ ِﻦ ْاﻟﻮُﺷﺎ ِة َو َﻻ َد ِاﰄ ﺑِ ُﻤ ْﻨﺤَ ِﺴ ِﻢ‬
Benim hâlim sence mâlum Sırrım da dedikoduculardan gizli değil, derdim
ise bitmez tükenmez

Birden can evime saplandı bir ok


Halim sence malum, ızdırabım çok
Benim koğucudan saklım gizlim yok!
Neler çektim neler saymakla bitmez
Gönül yarasına merhem kâr etmez…

1 Uzre: Yemen’de tertemiz aşklarıyla meşhur olan bir kabilenin adıdır.


İslâmî Edebiyatta Şaheserler 69

‫ﻣَﺤ ْﻀ َﺘ ِﲏ اﻟﻨﺼْ ﺢَ ِﻟﻜﻦْ ﻟَ ْﺴ ُﺖ ْ َﲰ ُﻌ ُﻪ‬


‫ٕان ْاﻟﻤ ُِﺤ ِّﺐ َﻋﻦْ ْاﻟﻌُﺬ ِال ِﰲ َﲳ َ ِﻢ‬
Sen bana samimi öğütte bulundun, fakat ben onu dinleyecek halde değilim;
çünkü âşığın kulağı öğüt verenlere karşı sağırdır.

Sevdadır bu canım, artırır derdin


İçin için yakar, inletir derdin
Sen bana en içten öğütler verdin
Ne çare sağırdır âşık işitmez
Verilen öğüde aldırış etmez

‫ٕا ِّﱐ ّ َاﲥ ْﻤ ُﺖ ﻧَﺼِ ﯿﺢَ اﻟﺸ ْ ِﺐ ِﰲ ََﺬ ِﱄ‬


‫َواﻟﺸ ْ ُﺐ ْﺑﻌ َُﺪ ﰲ ُﻧﺼْ ٍﺢ َﻋ ِﻦ ا َﳤ ِﻢ‬
Ak saçların beni uyaran öğüdünü suçladım, hâlbuki ak saç öğüt hususunda
suçlanmaktan çok uzaktır.

Simsiyah saçlarım tel tel ağardı


Dile gelip her tel beni uyardı
Sağır bile bu ikazı duyardı!
Bunca uyarıyı hep yalanladım
Fakat doğru imiş, çok geç anladım
70 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

NEFİSTEN ŞİKAYET

‫َﻓﺎن ٔﻣﺎ َر ِﰐ ِ ﻟﺴﻮ ِء ﻣَﺎ اﺗﻌ ََﻈ ْﺖ‬


‫ِﻣﻦْ َ ْ ِﻠﻬَﺎ ﺑِ َﻨ ِﺬ ِﺮ اﻟﺸ ْ ِﺐ َو ْاﻟﻬَـ َﺮ ِم‬
Kötülüğü emreden nefsim, cehâletinden dolayı, ak saçların ve ihtiyarlığın
uyarısından ders almadı.

Bir zamanlar şendi, gülşendi ilim


Güç vardı dizimde, tutardı elim
Şimdi saç ağardı, büküldü belim
Cahil nefsim bundan ibret almadı
Kendi bildiğinden geri kalmadı

ِ ‫َو َﻻ َﺪ ْت ِﻣﻦَ ا ْﻟ ِﻔﻌ ِْﻞ ا ْﻟﺠَ ﻤ‬


‫ِﯿﻞ ِﻗ َﺮى‬
‫َﺿ ْﯿ ٍﻒ ﻟَﻢ ِ َﺮ ِﳼ َ ْ ِﲑ ُﻣ ْ َ ِﺸ ِﻢ‬
Nefsim, misafir (olan ihtiyarlığa) ziyafet için hiçbir güzel amel hazırlamadı;
o da ansızın gelip başıma konuverdi!..

Yaşlılık bir konuk, başa gelince


Birden şaşakaldım onu görünce
Ağırlayamadım kendi gönlümce
N’ola yollarına güller sereydim
O aziz konuğun kadrin bileydim
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 71

‫ﻟَ ْﻮ ُﻛ ْﻨ ُﺖ ْﻋ َ ُﲅ ِّﱐ ﻣَﺎ َو ِّﻗ ُﺮ ُﻩ‬


‫َﻛ َﺘ ْﻤ ُﺖ ِﴎا ﺑ ََﺪا ِﱄ ِﻣ ْ ُﻪ ِ ْﻟ َﻜ َ ِﱲ‬
O misafire gereken saygıyı gösteremeyeceğimi bilmiş olsaydım, onun eseri olan
ak saçları boyayıp gizlerdim.

Bir bilseydim onun geleceğini


Gitmemek üzere kalacağını
Saygıda kusurum olacağını
Boyayıp bir güzel gizlerdim onu
Neylersin gençliğin bu imiş sonu

‫َﻣﻦْ ِﱄ ِ َﺮ ِّد ِ َﲨ ٍﺎح ِﻣﻦْ َﻏﻮا َ ِﳤﺎ‬


‫َ َ ُ َﺮد ِ َﲨﺎحُ ْاﻟ َﺨ ْﯿ ِﻞ ﻠﺠُ ِﻢ‬
Huysuz atın dizginle çevrilmesi gibi azgın nefsi sapıklığından çevirmede kim
bana yardım edecek!

Huysuz olan ata dizgin vurulur


Küheylanlar koşar koşar yorulur
Ya bu azgın nefsim nasıl durulur?
Onu yanlış yoldan kim çevirecek
Putlaşan benliği kim devirecek!
72 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫ﴪ َﺷ ْﻬ َﻮ ِﲥﺎ‬َ ْ ‫َﻓ َﻼ َ ُﺮ ْم ِ ْﻟ َﻤﻌ َِﺎﴆ َﻛ‬


‫ان اﻟﻄﻌَﺎ َم ُﯾ َﻘ ِّﻮي َﺷﻬْـ َﻮ َة ا ِﳯ ِﻢ‬
Nefsin kötü isteklerini kırmayı günahlarda arama! Çünkü yemek oburluk
arzusunu güçlendirir.

Açgözlüdür nefis ne verirsen yer


Yedikçe semirir, daha var mı der
Dilersen önüne dünyaları ser
Günaha doyurup çatlatamazsın
Ne yaman sinsidir aldatamazsın!

‫َواﻟﻨ ْﻔ ُﺲ َﰷ ِّﻟﻄ ْﻔ ُﻞ انْ ُ ْﲥ ِﻤ ْ ُ َﺷﺐ ََﲆ‬


‫ﺿﺎع َوانْ ﺗَ ْﻔ ِـﻄ ْﻤ ُﻪ َﯾ ْﻨ َﻔ ِﻄ ِﻢ‬
ِ ‫ﺣُ ِّﺐ اﻟﺮ‬
Nefis emzikli çocuk gibidir, onu kendi haline bırakırsan daha çok emmek
ister; sütten kesersen vazgeçiverir.

Nefis çocuk gibi, ihmâle gelmez


Emdikçe güçlenir, doymak ne, bilmez
O oburla Hakk’a doğru gidilmez!
Hemencecik sütten kesiver gitsin
Biraz dizginini kısıver gitsin
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 73

‫ﺎﴏ ْف َﻫ َﻮا َﻫﺎ َو َ ﺎ ِذ ْر نْ ُﺗ َﻮﻟِّ َﯿ ُﻪ‬


ِ ْ ‫َﻓ‬
‫ان ْاﻟ َﻬ َﻮى ﻣَﺎ ﺗَ َﻮﱃ ﯾُﺼْ ِﻢ ْو ﯾَﺼِ ِﻢ‬
Nefsi bayağı isteklerinden çevir, onun seni yönlendirmesinden sakın; çünkü
nefsânî istekler, hâkim olduğu kimseyi ya helâk yahut rezil eder.

Aldanıp uyarsan nefsin sözüne


Asla bakamazsın dostun yüzüne
Ne durursun yönel kendi özüne!
Nefsini yenmeyi kolay iş sanma
Sakın bu savaştan yılma, usanma!

‫ﱔ ِﰲ ا ْ ْﻋ َﻤ ِﺎل ﺳَ ﺎﺋِ َﻤ ٌﺔ‬ َ ْ ‫َو َرا ِﻋـﻬﺎ َو‬


‫ﱔ ْاﺳ َﺘ ْ َﻠ ِﺖ ْاﻟ َﻤ ْﺮ َﻋﻰ َﻓ َﻼ ُﺗ ِﺴ ِﻢ‬
َ ِ ْ‫َوان‬
Nefis çeşitli amellerde otlarken onu kollayıp güt; eğer otlağı tatlı bulursa
otlatma!

Sen ister sofu ol, istersen molla


Çoban ol, nefsini gözetip kolla!
Islahına çalış mâkul bir yolla
Çok sevdiği şeyi vermemelisin
Çekiver gemini hizaya gelsin
74 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

ً َ ِ‫َﻛ ْﻢ ﺣَ ﺴ َﻨ ْﺖ َ ًة ِ ْﻠ َﻤ ْﺮ ِء ﻗﺎ ﺗ‬
‫ِﻣﻦْ ﺣَ ْ ُﺚ ﻟَ ْﻢ ﯾ َْﺪ ِر ن اﻟﺴﻢ ِﰲ ا ﺳَ ِﻢ‬
İnsan, zehirin yağda olduğunu farketmediği için, nefis ona nice öldürücü
lezzetleri güzel göstermiştir.

Sen öğüt versen de nefis duyar mı


Aklına eseni arda koyar mı
Yer içer, eğlenir, zevke doyar mı?!
Bilmez ki damarlar nehir gibidir
Kandaki yağ atık zehir gibidir!

‫َو ْاﺧ َﺶ ا ﺳﺎ ِ َﺲ ِﻣﻦْ ﺟُ ٍﻮع َو ِﻣﻦْ ِﺷ َﺒ ٍﻊ‬


‫َﻓ ُﺮب ﻣ َْﺨ ﻤَﺼَ ٍﺔ َﴍ ِﻣﻦَ اﻟﺘ َﺨ ِﻢ‬
Açlık ve tokluğun hilelerinden kork, nice açlık vardır ki tokluktan daha
zararlıdır!

Ne açlar ağlasın, ne azsın toklar


Her ifrat özünde tehlike saklar
Ne büyük tuzaktır aşırılıklar!
Az mı çekti ümmet yoktan yokluktan
Daha zararlıdır açlık tokluktan
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 75

‫َﲔ َﻗ ِﺪ ا ْﻣ َ ْت‬ ٍ ْ ْ‫َو ْاﺳ َﺘ ْﻔ ِﺮ ِغ ا ْﻣ َﻊ ِﻣﻦ‬


‫ِﻣﻦَ ْاﻟ َﻤ ﺎ ِر ِم َو ْاﻟ َﺰ ْم ِ ْﲪ َﯿ َﺔ اﻟﻨ َﺪ ِم‬
Haramlarla dolmuş olan gözden yaş akıt ve pişmanlık perhizine yapış.

Yıllarca aradım bir iz, bir nişan


Oyaladı beni şöhret ile şan
Şimdi bir müflisim, hâlim perişan
Ağla gözüm ağla, günah diz boyu
Seni kurtaracak nedâmet suyu

‫َو َ ﺎﻟِ ِﻒ اﻟﻨ ْﻔ َﺲ َواﻟﺸ ْﯿ َﻄ َﺎن َو ْاﻋﺼِ ِﻬ ِﻤﺎ‬


ِ ‫َو ٕا نْ ُ َﳘﺎ ﻣَﺤ َﻀ َﺎك اﻟﻨﺼْ ﺢَ َﻓ‬
‫ﺎﲥ ِﻢ‬
Nefis ve şeytana muhalefet ederek onlara başkaldır; her ne kadar sana samimi
öğütte bulunsalar da onlara güvenme.

Şeytana isyan et, nefse başkaldır


Fırsat verme hasma, daima saldır
Ne sinsidir onlar, sanma aptaldır!
Hele bir hatırla Âdem’e n’oldu
Uyunca şeytana cennetten oldu…
76 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َو َﻻ ُﺗ ِﻄ ْﻊ ِﻣ ْ ُﳯ َﻤﺎ َﺧﺼْ ًﻤﺎ َو َﻻ ﺣَ َ ًﳬﺎ‬


‫َﻓ ْﻧ َﺖ ﺗَ ْﻌ ِﺮ ُف َﻛ ْﯿ َﺪ ْاﻟ َﺨﺼْ ِﻢ َو ْاﻟﺤَ َ ِﲂ‬
Nefis ve şeytana düşman olarak da hakem olarak da boyun eğme; çünkü sen
hasmın da hakemin de hilesini bilirsin.

İster hasım tanı ister hakem bil


Onlara uymayı düşüncenden sil
Ezelî düşmandan olur mu vekil?!
Nefis ve şeytanla mücadelesi
Şu insanoğlunun bitmez çilesi

َ ‫ْﺳ َﺘ ْﻐ ِﻔ ُﺮ‬
‫ﷲ ِﻣﻦْ َﻗ ْﻮ ٍل ﺑِ َﻼ َ َﲻ ٍﻞ‬
‫ﻟَ َﻘ ْﺪ َ َﺴ ْ ُﺖ ﺑِﻪ َ ْﺴ ًﻼ ِ ِ ي ُﻋ ُﻘ ِﻢ‬
Amelsiz sözden Allah’a sığınırım. Şüphesiz bu halimle ben, iğdiş olan kimseye
soy isnat etmiş oldum.

Öğüt vermek kolay, ne amel ettim!


Bu tutarsızlıkla neyledim n’ettim
Âdetâ iğdişe soy isnâd ettim…
Ben bende değilim hayli zamandır
Bağışla Allah’ım halim yamandır
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 77

‫ﻣ َْﺮ ُﺗ َﻚ ْاﻟ َ ْ َﲑ ِﻟﻜﻦْ ﻣَﺎ ا ْﺋ َﺘ َﻤ ْﺮ ُت ﺑِﻪ‬


‫َوﻣَﺎ ْاﺳ َﺘ َﻘ ْﻤ ُﺖ َﻓ َﻤﺎ َﻗ ْﻮ ِﱄ َ َ ْاﺳ َﺘ ِﻘ ِﻢ‬
Sana iyiliği emrettim, lâkin emrettiğim şeyi ben yapmadım ve dürüst dav-
ranmadım. Öyleyse benim sana “doğru ol” demem neye yarar?!

Doğru ol, dürüst ol, hayırdan kalma


İncitme kimseyi, sakın âh alma
Bunları hep sana söyledim amma
Kendim yapmadıkça yarar mı sağlar?!
Şu benim halime günahlar ağlar…

ً ‫َ َﺰو ْد ُت َﻗ ْ َﻞ ْاﻟ َﻤ ْﻮ ِت َ ِﻓ‬ ‫َو َﻻ‬


ُِ ‫ﺻَ ِّﻞ ِﺳ َﻮى َﻓ ْﺮ ٍض وﻟَ ْﻢ‬
‫ﰡ‬ ‫َوﻟَ ْﻢ‬
Ölümden önce nâfile ibadet olarak bir hazırlık yapmadım; farz olandan
başka ne namaz kıldım ne de oruç tuttum.

İlimden uzağım, meylim yok meşka


Ürperip de birgün gelmedim aşka
Ne namaz, ne oruç farzlardan başka
Âhirete azık ne gezer bende
N’eylerim bilmem ki o gün gelende
78 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

HZ. PEYGAMBER’E ÖVGÜ

‫َﻇ َﻠ ْﻤ ُﺖ ُﺳ ﻨ َﺔ َﻣﻦْ ﺣْ َﺎ اﻟﻈﻼ َم ٕا َﱃ‬


‫ِن ْاﺷ َﺘ َﻜ ْﺖ َﻗ َﺪﻣَﺎ ُﻩ اﻟﴬ ِﻣﻦْ َو َر ِم‬
Karanlık geceleri, ayakları şişip ağrıyıncaya kadar ibadetle geçiren o Peygam-
ber’in sünnetine ihanet ettim.

Resûl haz duyardı gece kalmaktan


Hakk’ın huzurunda fazla kalmaktan
Ayaklar şişerdi namaz kılmaktan!..
Yazık bana yazık, aykırı gittim
Onun sünnetini çok ihmal ettim

‫َو َﺷﺪ ِﻣﻦْ ﺳَ َﻐ ٍﺐ ﺣْ َﺸﺎ َء ُﻩ َو َﻃ َﻮى‬


‫َ ْﲢ َﺖ ْاﻟ ِﺤ َ ﺎ َر ِة َﻛ ْﺸ ً ﺎ ﻣ ْ َُﱰ َف ا َدم‬
O, açlığını hissetmemek için böğürlerinin nazik derisini dürüp bükerek kar-
nına taş bağladı.

Kolay mı sanarsın nefisle savaş


Günlerce evinde kaynamazdı aş
Açlıktan karnına bağlıyordu taş!
O bir peygamberken böyle yaşardı
İşte bu sebeple zoru başardı…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 79

‫َو َرا َو َد ْﺗ ُﻪ ا ْﻟ ِﺠ َﺒ ُﺎل اﻟﺸﻢ ِﻣﻦْ َذﻫ ٍﺐ‬


‫َﻋﻦْ ﻧَ ْﻔ ِﺴ ِﻪ َﻓ َرا َﻫﺎ ٔ ﯾ َﻤﺎ َ َﴰ ِﻢ‬
Altundan yüksek dağlar onu kendilerine cezbetmek istedi; o buna aldırış
etmeyerek yüksekliğin nerede ve nasıl olduğunu onlara gösterdi.

Dağlar altın olup arz etti kendin


Elinin tersiyle reddeden sendin
Allah büyük vekil, o yeter derdin
Onlara gösterdin yücelik neymiş
Soyluluk, ululuk, cücelik neymiş

‫ﴐو َر ُﺗ ُﻪ‬ُ َ ‫َو ﻛ َﺪ ْت ُز ْﻫ َﺪ ُﻩ ِﻓ ـﻬَﺎ‬


‫ﻟﴬو َر َة َﻻ ﺗَﻌ ُْﺪو ََﲆ ا ْﻟ ِﻌﺼَ ِﻢ‬
ُ ‫ان ا‬
Geçim sıkıntısı çektiği halde onun bu teklife aldırış etmeyişi, dünyaya önem
vermediğini bir kere daha pekiştirmiştir. Kuşkusuz sıkıntı çekmek namusa
etki edemez

Yaşadığı hayat, çektiği çile


Zühdünün delili sayılsa bile
Hepsini anlatmak gelmez ki dile
“Fakirlik övüncüm” diyebilene1
Belâlar bal olur yiyebilene!..
1 “Fakirlik benim övüncümdür” hadis meâli.
80 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

ُ َ ‫َو َﻛ ْﯿ َﻒ ﺗَ ْﺪ ُﻋﻮ ا َﱃ ا ْﻧ َﯿﺎ‬


ْ‫ﴐورُ ُة َﻣﻦ‬
‫ﻟَ ْﻮ َﻻ ُﻩ ﻟَ ْﻢ َ ْﲣ ُﺮ ِج ا ْﻧ َﯿﺎ ِﻣﻦَ ْاﻟﻌ ََﺪ ِم‬
Kendisi olmasaydı, dünyanın yokluktan varlık alanına çıkamayacağı bir
şahsın çektiği sıkıntı, onu dünyaya nasıl bağlayabilir ki

Vahdet sarayına mahrem olanın


İlhamını dâim Arş’dan alanın
Hatırına dünya yaratılanın
Hak’dan başkasına meyli mi olur?!
O en büyük hazzı kullukta bulur

‫ﻣُﺤَ ﻤ ٌﺪ َﺳ ِّﯿ ُﺪ ْاﻟ َﻜ ْﻮﻧَ ْ ِﲔ َواﻟﺜ َﻘ َﻠ ْ ِﲔ‬


‫َو ْاﻟ َﻔ ِﺮﯾ َﻘ ْ ِﲔ ِﻣﻦْ ُﻋ ْﺮ ٍب َو ِﻣﻦْ َ َﲺ ِﻢ‬
Hz. Peygamber iki dünyanın, insanların ve cinlerin, Arap ve Arap olmayan
her iki kesimin de efendisidir.

Hazret-i Muhammed Hakk’ın sesidir


Her iki dünyanın efendisidir
Arap-Acem onun bir bendesidir
Zaman o gül gibi gül görmüş değil
Sen de o güzelin önünde eğil!
1 Kudsî hadis diye nakledilen “Sen olmasan sen olmasan ben bu felekleri yaratmazdım” meâlindeki
rivayete telmih yapılmaktadır.
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 81

ٌ‫ﻧَ ِﺒ َﺎ ا ْ ٓ ِﻣ ُﺮ اﻟﻨ ِﺎﱔ َﻓ َﻼ َ ﺪ‬


‫ٔ ﺮ ِﰲ َﻗ ْﻮ ِل َﻻ ِﻣ ْ ُﻪ َوﻻ ﻧَﻌ َِﻢ‬
Peygamberimiz iyilikle emreden, kötülükten nehyedendir. “Evet” veya “ha-
yır” diye karar veren hiçbir kimse onun kadar doğru karar vermiş değildir.

Sevgili Peygamber gerek duyarsa


Emreder veyahut yasak koyarsa
Deme ki “kabulüm, bana uyarsa!”
İster evet desin isterse hayır
Elbette hepsinde vardır bir hayır…

‫ُﻫ َﻮ ا ْﻟﺤَ ﺒ ُﺐ ا ِ ي ُ ْﺮ َ َﺷ َﻔﺎ َﻋ ُﺘ ُﻪ‬


ّ ُِ
‫ﲁ َﻫ ْﻮ ٍل ِﻣﻦَ ا ْ ْﻫ َﻮ ِال ُﻣ ْﻘ َﺘﺤَ ِﻢ‬ِ
O öyle sevgili bir peygamberdir ki, (kıyamet günü) dehşetli korkulardan
herhangi biri hücum ettiği zaman onun şefaati umulur.

Hakk’ın Habibi’dir dertlere derman


Şefaat yetkisi elinde ferman
İmdada yetişir dilediği an!
Mahşeri andıkça sarar bir sızı
Kurbanın olayım unutma bizi
82 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

َ ‫ﷲ َﻓﺎ ْﻟﻤ ُْﺴ َﺘﻤ ِْﺴ ُﻜ‬


‫ﻮن ﺑِ ِﻪ‬ ِ ‫َد َﺎ ٕاﱃ‬
َ ‫ﻣ ُْﺴ َﺘﻤ ِْﺴ ُﻜ‬
‫ﻮن ِ َﲝ ْﺒ ٍﻞ َ ْ ِﲑ ُﻣ ْ َﻔﺼِ ِﻢ‬
Hazret-i Peygamber (bütün insanları) Allah’a davet etti. O’na sarılanlar
kopmayan sağlam bir ipe yapışmışlardır.

İnsanları davet etti Allah’a


Kulluk etmesinler başka ilaha
Sapmasınlar küfre, şirke bir daha
Ona sarılanlar güvenliktedir
Her iki dünyada esenliktedir

‫َﻓ َﺎق اﻟﻨ ِﺒ ِّ َﲔ ِﰲ َ ْﻠ ٍﻖ َو ِﰲ ُ ُﻠ ٍﻖ‬


‫َوﻟَ ْﻢ ﯾ َُﺪ ا ُﻧﻮ ُﻩ ﰲ ِ ْ ٍﲅ َو ﻻ َﻛ َﺮ ِم‬
Yaratılışta ve ahlâkta bütün peygamberlerden üstündür. İlim, asâlet ve cö-
mertlikte hiçbir peygamber onun mertebesine yükselmiş değildir.

Bütün nebîlerden üstündür elhak


Bir başka özenle yaratmıştı Hakk
Hele bir ilmine keremine bak!..
Onun kemâline eren olmadı
Daha öylesini gören olmadı
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 83

‫ﷲ ﻣ ُْﻠ َ ِﻤ ٌﺲ‬ ُ
ِ ‫ﻮل‬ ِ ُ‫َوﳇ ُﻬ ْﻢ ِﻣﻦْ رَﺳ‬
‫َﻏ ْﺮ ًﻓﺎ ِﻣﻦَ ا ْﻟ َﺒﺤْ ِﺮ ْو َر ْﺷ ًﻔﺎ ِﻣﻦَ ا ِّ َ ِﱘ‬
Bütün peygamberler Resûlullah’ın (irfan) denizinden bir avuç veya cömertlik
yağmurundan bir yudum su istemektedir.

Bütün nebîlerin sensin ulusu


İrfan denizinden avuç dolusu
Kerem sağnağından bir tek yudum su
İstiyorlar senden yâ Resûlallah!
Sunuver kansınlar, elhamdülillah

‫ﻮن َ َ ْﯾ ِﻪ ِﻋ ْ َﺪ َ ِّﺪ ِ ُﱒ‬ َ ‫َو َو ا ِﻗ ُﻔ‬


‫ِﻣﻦْ ُﻧ ْﻘ َﻄ ِﺔ ا ْﻟ ِﻌ ْ ِﲅ ْو ِﻣﻦْ َﺷ ْ َﳫ ِﺔ ا ِﳊ َ ِﲂ‬
Diğer peygamberler Resûlullah’ın huzurunda, dereceleri bakımından, ilmin
noktası veya hikmetin harekesi gibi kalırlar.

Görmemiştir varsa feleğin gözü


Duymamıştır asla böyle bir sözü
Sen ilmin kaynağı, hikmetin özü
Diğerleri ancak nokta gibidir
Üç beş harekeden sade biridir!..
84 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َﻓ ْﻬ َﻮ ا ِ ي َﰎ َﻣ ْﻌ َﻨﺎ ُﻩ َوﺻُ ﻮ َر ُﺗ ُﻪ‬


‫ُﰒ اﺻْ َﻄ َﻔﺎ ُﻩ ﺣَ ﯿ ًﺒﺎ َ ِر ُئ اﻟ َﺴ ِﻢ‬
O öyle bir peygamberdir ki, maddesi ve mânası tam kemâle ermiş, sonra da
insanı yaratan Allah onu kendine sevgili seçmiştir.

Sîret ve sûreti tamam olunca


Nebîler fihristi hitam bulunca
En sonra o geldi vakit dolunca
Arınıp süzüldü, kemâle erdi
Bu sebeple Allah habibim derdi

‫ﴍ ٍﯾﻚ ِﰲ َﻣ َ ِﺎﺳ ِﻨ ِﻪ‬ ِ َ ْ‫ﻣ َُﲋ ٌﻩ َﻋﻦ‬


‫َﻓﺠَ ْﻮ َﻫ ُﺮ ْاﻟﺤُ ْﺴ ِﻦ ِﻓ ﻪ َ ْ ُﲑ ُﻣ ْ َﻘ ِﺴ ِﻢ‬
O, güzelliğinde ortağı olmayandır. Ondaki güzellik cevheri de bölünmüş
değildir.

Âlemde hüsnüne yoktur bir bedel


Böyle hükmeylemiş takdîr-i ezel
Son Resûl olmalı güzelden güzel!
Feyzini güzeller hep senden alır
Yanında güzellik pek sönük kalır!
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 85

‫َد ْع ﻣَﺎ اد َﻋ ْﺘ ُﻪ اﻟﻨﺼَ ﺎ َرى ِﰲ ﻧَ ِّ ِﳱ ُﻢ‬


‫وَاﺣْ ُ ْﲂ ﺑِ َﻤﺎ ِﺷ ْ َﺖ ﻣ َْﺪ ً ﺎ ِﻓ ِﻪ وَاﺣْ َ ِ ِﲂ‬
Hıristiyanların kendi peygamberleri hakkındaki (aşırı) iddialarını bırak da
Hazret-i Peygamber hakkında dilediğin gibi hüküm ver.

Şu hıristiyanlar gör ki n’eyledi


Tevhide aykırı sözler söyledi
“İsa ilah” deyip bühtân eyledi
Ayrı tut ilahtan âciz beşeri
Övebildiğince öv peygamberi…

‫ﴍ ٍف‬ َ َ ْ‫َوا ْﺴُ ْﺐ اﱃ َذاﺗِ ِﻪ ﻣَﺎ ِﺷ ْ َﺖ ِﻣﻦ‬


‫َوا ْﺴُ ْﺐ ٕاﱃ َﻗ ْﺪ ِر ِﻩ ﻣَﺎ ِﺷ ْ َﺖ ِﻣﻦْ ِﻋ َﻈ ِﻢ‬
Onun şahsına dilediğin üstün hasletleri izafe et, Onun kadrini dilediğin
büyüklük sıfatları ile yücelt.

Ulvî dileklerle, aydın yüzlerle


Titreyen dudaklar, nemli gözlerle
Adını anarken kutlu sözlerle
Sakın bu övgüde aşırı gitme
Şirki andıracak sözü sarfetme!
86 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

ُ ‫ﻮل ﷲ ﻟَ ْ َﺲ‬ ِ ُ‫َﻓﺎن َﻓ ْﻀ َﻞ رَﺳ‬


‫َ ﺪ ﻓ ُ ْﻌ ِﺮ َب َﻋ ْﻨ ُﻪ َ ِﻃ ٌﻖ ﺑِ َﻔ ِﻢ‬
Resûlüllah’ın fazâletinin bir hududu yoktur ki, konuşan kimse o fazileti dile
getirebilsin

Onun irfanını kim sezebilir


Kim anlatabilir, kim yazabilir
Söz incilerini kim dizebilir?!
Divanlar dolusu bunca emekler
Yine de bu meydan şâiri bekler…

‫ﻟَ ْﻮ َ ﺳَ َ ْﺖ َﻗ ْﺪ َر ُﻩ ٓ ُﺗ ُﻪ ِﻋ َﻈ ًﻤﺎ‬
ُ ْ ‫ٔﺣْ َﲕ‬
‫اﲰ ُﻪ ِﺣ ـﻦَ ﯾ ُْﺪ َﻋﻰ َدا ِر َس اﻟ ِّﺮﻣ َِﻢ‬
Onun mûcizeleri büyüklük bakımından zâtı derecesinde olsaydı, ismi anıl-
dığı zaman çürüyen kemikleri bile diriltirdi!..

Bütün bunlar ona Hak’tan inâyet


Gösterdiği bunca mûcize, âyet
Zâtı kadar büyük olsaydı şayet
İsmi anılınca yer yarılırdı!
Çürüyen kemikler hep dirilirdi…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 87

‫ﻮل ﺑِ ِﻪ‬ ُ ‫ﻟَ ْﻢ َﯾ ْﻤ َﺘ ِﺤﻨﺎ ﺑِ َﻤﺎ ﺗَﻌ َْﲕ ْاﻟﻌ ُُﻘ‬


‫ِﺣ ْﺮﺻً ﺎ ََﻠ ْﯿ َﻨﺎ َﻓ َ ْﲅ َ ْﺮﺗَ ْﺐ َوﻟَ ْﻢ ﻧَـ ِﻬ ِﻢ‬
Bize olan aşırı sevgisinden dolayı o, aklın almadığı şeyle bizi imtihan etmedi.
Biz de şüpheye düşmedik ve şaşırıp bir hata yapmadık.

Mutluluk, esenlik onun izinde


Her ilkesi mâkul, her emri zinde
Akla güç gelenin yeri yok dinde!
Onun her sözüne “âmennâ” dedik
Ne şüpheye düştük ne de gevşedik

‫ٔ ْﻋ َﯿﺎ ْاﻟ َﻮ َرى َﻓ ْﻬ ُﻢ َﻣ ْﻌ َﻨﺎ ُﻩ َﻓ َﻠ ْ َﺲ ُ َﺮى‬


‫ِﰲ ْاﻟ ُﻘ ْﺮ ِب َو ْاﻟ ُﺒﻌ ِْﺪ ِﻓ ِﻪ َ ْ ُﲑ ُﻣ ْ َﻔ ِﺤ ِﻢ‬
Onun kemalini anlamak bütün varlıkları âciz bıraktı. Ona yakın ve uzak
olanlarda hayret ve acizden başka bir şey görülmez!

Bir bilsem ki ona bende olanın


Yanında bulunup feyiz alanın
Farkı mı var ondan uzak kalanın?!
Onu anlamaktan âcizdir beşer
Kemâlini gören akıllar şaşar…
88 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫ُﺑﻌ ٍُﺪ‬ ْ‫َﰷﻟﺸ ْﻤ ِﺲ ﺗَ ْﻈﻬ َُﺮ ِ ْﻠ َﻌ ْﯿﻨ ِﲔ ِﻣﻦ‬


‫ﻣ َِﻢ‬ ْ‫ﺻَ ِﻐﲑ ًة َو ُ ِﲁ اﻟﻄ ْﺮ َف ِﻣﻦ‬

Hazret-i Peygamber, uzaktan gözlere küçük görünen, fakat yakından (ve
doğrudan bakılınca) gözü kamaştıran güneş gibidir.

Bir ışık ki yansır Arş’a ulaşır


Anlatmak ne mümkün, dilim dolaşır
O bir güneş, bakan gözler kamaşır!
Nuruna pervane âşık gönüller
Sevdasıyla açıp solmada güller…

‫َو َﻛ ْ َﻒ ﯾ ُْﺪ ِر ُك ِﰲ ا ْﻧ َﯿﺎ ﺣَ ِﻘ َﻘ َ ُﻪ‬


‫َﻗ ْﻮ ٌم ﻧِ َﯿﺎ ٌم َ َﺴﻠ ْﻮا َﻋ ْﻨ ُﻪ ْﻟ ُ ُ ِﲅ‬
Uyuyan ve gördüğü düşle avunanlar, dünyada onun yüce varlığını nasıl
anlayabilir?!..

Varlığı sadece dıştan görenler


Uyurgezer gibi ömür sürenler
Işıktan çok karanlığı sevenler
Ne bilsin Muhammed Mustafa kimdir
Nübüvvet nasıl bir nurlu iklimdir!..
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 89

ٌ َ َ‫َﻓ َﻤ ْﺒ َﻠ ُﻎ ْاﻟ ِﻌ ْﲅ ِﻓ ِﻪ ﻧ ُﻪ ﺑ‬
‫ﴩ‬ ِ
‫ﷲ ُ ِّﳇ ِﻬ ِﻢ‬
ِ ‫َو ﻧ ُﻪ َ ْ ُﲑ َ ْﻠ ِﻖ‬
Onun hakkında ilmin varabildiği en son netice, onun bir beşer ve Allah’ın
yarattığı bütün varlıkların en hayırlısı olduğudur.

Elbet anlatamaz şâir böylesin


Nutku tutulmuştur, kalem n’eylesin
Bırak da son sözü ilim söylesin
Âdem evladının o en hasıdır
Yaratılmışların en âlâsıdır…

‫َو ُﰻ ٓ ٍي ٔ َﰏ اﻟﺮﺳْ ُﻞ ْاﻟ ِﻜﺮا ُم ِ َﲠﺎ‬


‫َﻓﺎ ﻧ َﻤﺎ اﺗﺼَ َﻠ ْﺖ ِﻣﻦْ ُﻧـﻮ ِر ِﻩ ِ ِﲠ ِﻢ‬
Bütün peygamberlerin getirdiği mûcizeler, onlara, ancak onun nurundan
ulaşanlardan ibarettir.

İnsanlık lâhuttan beklerdi haber


Kurtuluş dilerdi nice derbeder
Mûcizeyle gelen bunca peygamber
Hep senin nurunu yansıtıyordu
Müjdeciyiz, önce geldik diyordu…
90 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َﻓﺎﻧ ُﻪ َ ْﴰ ُﺲ َﻓ ْﻀ ٍﻞ ُ ْﱒ َﻛ َﻮا ِﻛ ُ َﳢﺎ‬


‫ﺎس ِﰲ اﻟﻈ َ ِﲅ‬ ِ ‫ﯾ ُْﻈ ِﻬ ْﺮ َن ْﻧ َﻮا َر َﻫﺎ ِﻠﻨ‬
Çünkü o bir fazilet güneşidir; diğer peygamberler ise (güneş batınca) karan-
lıkta insanlara parıltısını gösteren yıldızlar gibidir.

Doğar güneş, mahcup yıldız saklanır


Yıkanır güneşle, yunup paklanır
Akşamla birlikte çıkıp aklanır
Güneş sensin, onlar birer yıldızdır
Nurundan yansıyan parlak yaldızdır!..

‫ْﻛ ِﺮ ْم ِ َﲞ ْﻠ ِـﻖ ﻧَ ِ ٍّﱯ َزا ﻧَ ُﻪ ُ ُﻠ ٌﻖ‬


ِ ْ ِ ‫ِ ْﻟﺤُ ْﺴ ِﻦ ﻣ ُْﺸ َﺘ ِﻤ ٍﻞ ِ ْﻟ‬
‫ﴩ ُﻣ ِﺴ ِﻢ‬
Güzel ahlâkın kendisini süslediği Peygamber’in yaratılışı Allah’ın ne büyük
ikramıdır! Güzellik onu bürümüş ve güzel yüz ona nişan olmuştur.

Bir fıtratı var ki özel mi özel


Kudret hiç üstünden çekmemiştir el!
Hilkati ne güzel, huyu ne güzel
O bize Allah’ın büyük lutfudur
Şans denen şey varsa eminim budur
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 91

‫ﴍ ٍف‬ َ َ ‫َﰷﻟﺰ ْﻫ ِﺮ ِﰲ َ َﺮ ٍف َو ْاﻟ َﺒ ْﺪ ِر ِﰲ‬


‫َو ْاﻟ َﺒﺤْ ِﺮ ِﰲ َﻛ َﺮ ٍم َوا ْﻫ ِﺮ ِﰲ ِ َﳘ ِﻢ‬
Hz. Peygamber yumuşaklıkta çiçek, şerefte dolunay, cömertlikte deniz, him-
met hususunda sonsuz zaman gibidir.

Açtıkça çiçekler hep onu ansın


Dolunay görsün de haline yansın
Keremi yanında derya utansın!..
Zaman da öğrensin enginlik neymiş
Sonluluk, sonsuzluk, dinginlik neymiş…

‫َ ﻧ ُﻪ َو ْﻫ َﻮ َﻓ ْﺮ ٌد ِﻣﻦْ َ َﻼ ﻟَ ِﺘ ِﻪ‬
‫ِﰲ َﻋ ْﺴ َﻜ ٍﺮ ِ َﲔ ﺗَ ْﻠ َﻘﺎ ُﻩ َو ِﰲ ﺣَ َﺸ ٍﻢ‬
Onunla yalnızken karşılaştığın zaman, heybetiyle sanki O, bir ordu veya
emrine âmâde olanlar arasında gibidir.

Ürperir ilk gören, sert biri sanır


Tanıyınca sever, heyecanlanır
Asaleti karşısında utanır
O bir kral değil, hak peygamberdi
Sahte ünvanları hep yere serdi
92 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

ٍ‫ﻮن ِﰲ ﺻَ َﺪف‬ ُ ُ ‫َ ٔ ﻧﲈ اﻠﺆ ُﻟ ُﺆ ْاﻟ َﻤ ْﻜ‬


‫ِﻣﻦْ َﻣﻌ ِْﺪ َ ْﱐ َﻣ ْ ِﻄ ٍﻖ ِﻣ ْ ُﻪ و ُﻣ ْ َ َﺴ ِﻢ‬
Sedef içinde gizli inciler, sanki onun söz ve tebessümünden oluşmuştur.

Sedeftir, esrarı saklıyor özü


Hikmetin kaynağı incidir sözü
Aydan da aydınlık mübarek yüzü
Özüne sözüne hayranım ey dost!
Yolunun tozuna kurbanım ey dost!

‫ْﻋ ُﻈ َﻤ ُﻪ‬ ‫ﯿﺐ َﯾﻌ ِْﺪ ُل ُ ْﺮ ً َﰥ‬ َ ‫َﻻ ِﻃ‬


‫َوﻣ ُْﻠ َﺘ ِ ِﱸ‬ َ ‫ُﻃ‬
‫ﻮﰉ ﻟِ ُﻤ ْﻨ َ ِﺸ ٍﻖ ِﻣ ْ ُﻪ‬
Onun kemiklerini saran toprağa denk olacak hiçbir koku yoktur: Onu kok-
layana ve öpene ne mutlu!..

Düşde gördüğümü gerçekte bulsam


Gül olup Ravzanda açılıp solsam
N’ola toprağında bir tek kum olsam
Toprağın ıtrıyla kâinat dolsun
Onu öpüp koklayana aşkolsun!..
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 93

HZ. PEYGAMBER’İN DOĞUMU

ِ ‫َ َن ﻣ َْﻮ ِ ُ ُﻩ َﻋﻦْ ِﻃ‬


ِ ُ ‫ﯿﺐ ُﻋ ْﻨ‬
‫ﴫ ِﻩ‬
َ ‫َ ِﻃ‬
‫ﯿﺐ ُﻣ ْ َﺘ َﺪ ٍٔ ِﻣ ْ ُﻪ َوﻣ ُْﺨ َﺘ َ ِﱲ‬
Allah onun doğumunu tertemiz soyundan meydana getirdi; ne güzel bir
başlangıç ve ne güzel bir son

Atası İbrahim, soyu ne güzel


Tertemiz mayası, huyu ne güzel
Serviler de hayran, boyu ne güzel
Müjde dostlar müjde, doğdu o güzel!
Başlangıcı ne hoş, sonu ne güzel…

‫ﯾ َْﻮ ٌم ﺗَ َﻔﺮ َس ِﻓ ِﻪ ْاﻟ ُﻔ ْﺮ ُس ُﳖ ُﻢ‬


‫ﻠﻮل ا ْﻟ ُﺒ ْﺆ ِس َواﻟ ِّﻨ َﻘ ِﻢ‬
ِ ‫َﻗ ْﺪ ْﻧ ِﺬرُوا ِ ُﲝ‬
(Onun doğduğu gün) Öyle bir gündür ki, o gün İranlılar, keder ve azapların
gelişiyle korkutulduklarını sezdiler.

Olayları doğru okuyan Persler


Diyordu ki gece gündüzü besler
Uyarıdır bize bu gelen sesler
Uyan İran uyan, uyuyor musun
Gelen hakkın sesi duyuyor musun!.
94 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫ﴪى َو ْﻫ َﻮ ُﻣ ْ ﺼَ ِﺪ ٌع‬ َ ْ ‫َو َ َت اﯾ َﻮ ُان ِﻛ‬


‫ﴪى َ ْ َﲑ ﻣ ُْﻠ َﺘ ِ ِﱦ‬
َ ْ ‫ﺎب ِﻛ‬ ِ ‫ﲱ‬َ ْ ‫َﻛ َﺸ ْﻤ ِﻞ‬
Kisra’nın adamlarının bir daha bir araya gelmeyecek şekilde dağıldığı gibi
onun sarayı da öylece yarılıp ayrıldı.

Talihi Kisrâ’nın ona darıldı


Sarayının sütunları yarıldı
Adamları birer birer dağıldı
Bekle gör vaktini ey köhne İran!
Kurtaramaz seni Şah Enuşirvân

‫ﺎس ِﻣﻦْ ﺳَ ٍﻒ‬ ِ ‫َواﻟﻨﺎرُ َ ﺎ ِﻣ َﺪ ُة ا ْ ْﻧ َﻔ‬


ِ ْ ‫ََﻠ ْﯿ ِﻪ َوا ْﳯ ُﺮ ﺳَ ِﺎﱔ ْاﻟﻌ‬
‫َﲔ ِﻣﻦْ ﺳَ َﺪ ِم‬
Onun doğumuna duyduğu eseften dolayı (taptıkları) ateşin nefesi kesilip
söndü. Nehirleri de öfke ve üzüntüsünden kaynak ve yatağını değiştirdi.

Bütün mecûsîler şaşkına döndü


Taptıkları ateş ansızın söndü!..
Öfkeyle mûbedleri hayli dövündü
Nehrin uğradığı deprem müthişti
Hem kaynağı hem yatağı değişti
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 95

‫وَﺳَ ﺎ َء ﺳَ ﺎ َو َة ٔنْ َ َﺎﺿ ْﺖ ُ َﲝ ْﲑ َُﲥﺎ‬


‫وَرُ د َوا ِر ُدﻫﺎ ِ ْﻟ َﻐ ْﯿ ِﻆ ِ َﲔ َﻇ ِﻤﻲ‬
Göllerinin yere batması Savalıları ümitsizliğe düşürdü ve susadıkları zaman
göle gidenler öfkeyle geri döndüler.

Kaynıyordu İran, pek huzursuzdu


Savalılar üzgün ve umutsuzdu
Gölleri kurumuş, Sava susuzdu!
Koşup suya giden eli boş döndü
Susuz Savalılar çılgına döndü!

‫َ ن ِ ﻟﻨﺎ ِر ﻣَﺎ ِ ْﻟ َﻤﺎ ِء ِﻣﻦْ ﺑ ََﻠ ٍﻞ‬


ِ‫ﴐم‬َ َ ْ‫ﺣُ ْﺰ ً َو ِ ْﻟ َﻤﺎ ِء ﻣَﺎ ِ ﻟﻨﺎ ِر ِﻣﻦ‬
Sanki ateşte, sudaki ıslaklık (ve söndürme) özelliği varmış gibi üzüntüsünden
(söndü). Su da ateşteki alev (ve yakma) özelliğine sahip gibiydi.

Neler oldu o gün bir düşün hele


Doğumu âleme saldı velvele
Ola ki insanlık kendine gele!
Ateş su kesildi bir anda sanki
Sular ateş olup yaktı inan ki…
96 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َو ْاﻟ ِﺠﻦ َ ْﲥ ِﺘ ُﻒ َوا ْ ْﻧﻮارُ ﺳَ ِﺎﻃﻌ ٌَﺔ‬


‫َو ْاﻟﺤَ ﻖ ﯾ َْﻈﻬ َُﺮ ِﻣﻦْ َﻣﻌ ًْﲎ َو ِﻣﻦْ َ ِﳇ ِﻢ‬
Onun doğduğu gün cinler sevinç cığlıkları atıyor, nurlar yükselip yayılıyor,
hakikat mânada ve sözde ortaya çıkıyordu.

Cinler sevincinden çığlık atıyor


Yükselen nur ruha neşe katıyor
Bâtılın yıldızı sönmüş batıyor!
Artık cihan hep şen, güldür, çemendir
Madde ve mânada hak egemendir

‫َ ُﲻﻮا َو َﲳﻮا َﻓﺎ َْﻼ ُن ا ْﻟ َﺸﺎ ِ ِﺮ ﻟَ ْﻢ‬


‫ُ ْﺴ َﻤ ْﻊ َو َ ِر َﻗ ُﺔ ْاﻻ ْﻧ َﺬا ِر ﻟَ ْﻢ ُ َﺸ ِﻢ‬
Kör ve sağır kesildiler de müjdelerin ilânı işitilmedi ve korku şimşekleri
görülmedi.

Ârif her olaydan bir şeyler sezer


Gâfiller yer içer âvâre gezer
Uyarıya kulak veren ne gezer!..
Sağırdırlar sanki, kördü gözleri
Karanlıktı gece ve gündüzleri
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 97

‫ِﻣﻦْ ﺑَﻌ ِْﺪ ﻣَﺎ ْ َ َﱪ ا ْ ْﻗ َﻮا َم َﰷ ِﻫ ُ ُﳯ ْﻢ‬


‫ﺑِ ن ِد َ ُﳯ ُﻢ ْاﻟ ُﻤ ْﻌ َﻮج ﻟَ ْﻢ ﯾ َُﻘ ِﻢ‬
Kavimlere, eğri dinlerinin devam edemeyeceğini kâhinleri haber verdikten
sonra dahi uyarıları fark edemediler.

Kâhinler kavmini uyarıyordu


Bu din böyle devam etmez diyordu
Gelin Hakk’a diye yalvarıyordu
Yürekler pas tutmuş, silemediler
Hak nedir, bâtıl ne, bilemediler…

‫َوﺑَﻌ َْﺪ ﻣَﺎ َﺎ َﯾ ُﻨﻮا ِﰲ ا ْ ْﻓ ِﻖ ِﻣﻦْ ُﺷﻬ ٍُﺐ‬


‫ُﻣ ْ َﻘﻀ ٍﺔ َو ْﻓ َﻖ ﻣَﺎ ِﰲ ا ْ ٔ ْر ِض ِﻣﻦْ ﺻَ َ ِﲌ‬
Yerdeki putların (yüz üstü) düştüğü gibi ufukta yıldızların akmasını gördük-
leri halde yine fark edemediler.

Yere serilmişti Kâbe’de putlar


Şaşkındı müşrikler, kırık umutlar
Kâinatsa yeni doğuşu kutlar
Yıldızlarda cümbüş, kayan kayana
Her şeyde ibret var, fakat duyana!..
98 ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫ﺣَ ﱴ َ َﺪا َﻋﻦْ َﻃ ِﺮ ِﯾﻖ ْاﻟ َﻮ ْ ِ ﻣ ْ َُﳯ ِﺰ ٌم‬


‫ِﻣﻦَ اﻟﺸ َﯿ ِﺎﻃ ِﲔ َﯾ ْﻘ ُﻔﻮ ا ْ َﺮ ﻣ ْ َُﳯ ِﺰ ِم‬
Öyle ki şeytanlar (yıldızların akması karşısında) vahiy yolundan dönüp
peşpeşe kaçışıyorlardı.

Vahiy kapısını şükür açana


Artık geçit yoktur fesat saçana
Şeytanlarda panik, kaçan kaçana
Zaman zaman İblis kursa da pusu
Daha tutunamaz şeytan ordusu!

‫َ ٔ ُﳖ ْﻢ َﻫــ َﺮ ً ﺑ َْـﻄ ُﺎل ﺑْـ َﺮ َﻫ ٍﺔ‬


‫ْو َﻋ ْﺴ َﻜ ٌﺮ ِ ْﻟﺤَ َﴡ ِﻣﻦْ َراﺣَ َ ْﯿ ِﻪ رُ ِﻣﻲ‬
Onlar âdeta Ebrehe’nin yiğit erleri (!) veya (Hz. Peygamber’in) avuçlarından
atılan çakıl taşları karşısındaki (bozguna uğrayan) asker gibiydiler.

Kaçıp kurtulmaya yoktu ferleri


Sanki Ebrehe’nin yiğit erleri (!)
Hayrete düşürdü hep görenleri
Resûlün attığı çakıl taşları
Nasıl eğdirmişti mağrur başları…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler 99

HZ. PEYGAMBER’İN MÛCİZELERİ

‫ﻧَ ْﺒ ًﺬا ﺑِ ِﻪ ﺑَﻌ َْﺪ َ ْﺴ ِ ٍﺢ ﺑِ َﺒ ْﻄ ِ ِﳯ َﻤﺎ‬


‫ﻧَ ْﺒ َﺬ ا ْﻟﻤ َُﺴ ِّﺒ ِﺢ ِﻣﻦْ ﺣْ َﺸﺎ ِء ﻣ ُْﻠ َﺘ ِﻘ ِﻢ‬
Hz. Peygamber’in avuçlarındaki çakıl taşları, tesbih ettikten sonra, tıpkı
tesbih eden Hz. Yûnus’un, kendini yutan balığın karnından atıldığı gibi
atıldılar.

Balık değil sanki bu bir okyanus


Tesbih etmekteydi karnında Yunus
Emir Hak’tan geldi: Yuttuğunu kus!
Tıpkı Yunus gibi avucunda taş
Tesbih ediyordu sessiz ve yavaş…

‫َ ﺎء َْت ِ َ ْﻋ َﻮﺗِ ِﻪ ا ْ ْ َﴭﺎرُ ﺳَ ﺎ ِ َﺪ ًة‬


‫ﺗَ ْﻤ ِﴚ ٕاﻟَ ْﯿ ِﻪ ََﲆ ﺳَ ٍﺎق ﺑِ َﻼ َﻗ َﺪ ِم‬
O’nun davetine ağaçlar secde ederek ve ayaksız, kökleri üstüne (sürünerek)
yürüyüp geldiler.

Bütün varlık onu tanır bilirdi


Davet etse ağaç yürür gelirdi
Yürürken toprakta izi kalırdı
Nübüvvetin nuru her şeyi bürür
Mûcize olunca ağaçlar yürür…
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َ ﻧﲈ ﺳَ َﻄ َﺮ ْت ﺳَ ْﻄ ًﺮا ﻟِ َﻤﺎ َﻛ َﺘ َ ْﺖ‬


‫ُﻓ ُﺮ ُوﻋﻬﺎ ِﻣﻦْ ﺑ َِﺪ ِﯾﻊ ْاﻟ َﺨ ِّﻂ ِﰲ اﻠ َﻘ ِﻢ‬
Ağaçlar öyle çizgi çizdiler ki, sanki kökleriyle yol ortasına en güzel yazıyı
yazmışlardı.

Nice bin kez dünya boşalıp dolmuş


Son Resûlle insan ufkunu bulmuş!
Ağacın kökleri bir kalem olmuş
En güzel yazıyla anlatır onu
Bahtiyardır bence okuyan bunu

‫ِﻣ ْ َﻞ ْاﻟ َﻐ َﻤﺎ َﻣ ِﺔ ﱏ ﺳَ ﺎ َر ﺳﺎ ِ َﺮ ٌة‬


‫ﺗَ ِﻘ ِﻪ ﺣَ ﺮ َو ِﻃ ٍﺲ ِ ْﻠ َﻬ ِ ِﲑ َ ِﲪﻲ‬
(Ağaçların hareketi) bulut gibi idi; o nereye gitse bulut da gider ve onu, gü-
nün en sıcak vaktinde fırın gibi kızgın güneşin hararetinden korurdu.

Sütannesi her an kol kanat germiş


Çocuk bu ya oynar, kıra gidermiş
Bir ak bulut ona eşlik edermiş!
Onunla birlikte gider dururmuş
Yakıcı güneşten onu korurmuş
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

ُ َ ‫ِ ْﻟ َﻘ َﻤ ِﺮ ا ْﻟ ُﻤ ْ َﺸ ّﻖ ان‬ ‫ٔ ْﻗ َﺴ ْﻤ ُﺖ‬
ِ
‫ِ ْﺴ َﺒ ًﺔ ﻣ َْﱪُو َر َة ْاﻟ َﻘ َﺴ ِﻢ‬ ‫ِﻣﻦْ َﻗ ْﻠ ِﺒ ِﻪ‬
Yarılan aya yemin ederim ki onun Hz. Peygamber’in kalbine bir benzerliği
vardı.

Bu gerçeği bir de siz benden duyun


Yemin ederim ki yarılan ay’ın
Resûle benzeyen yanı olayın
Onun da mübarek kalbi yarılmış
İman, hikmet konup sonra sarılmış

‫َوﻣَﺎ ﺣَ َﻮى ْاﻟ َﻐﺎرُ ِﻣﻦْ َ ْ ٍﲑ َو ِﻣﻦْ َﻛ َﺮ ٍم‬


‫َو ُﰻ َﻃ ْﺮ ٍف ِﻣﻦَ ْاﻟ ُﻜﻔﺎ ِر َﻋ ْ ُﻪ َ ِﲻﻲ‬
Hayır ve kerem sahibini (Hz. Peygamber’i) mağaranın saklayışı ve kâfirlerin
bütün gözlerinin ona karşı kör kesilişi onun mûcizelerindendir.

Sevir Dağı bence dağlar yücesi


Mağara önünden hicret gecesi
Kâfirlerin gelip geçti nicesi
İçerde peygamber, bilemediler
Kör oldu gözleri göremediler
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

َ ‫اﻟﺼ ِّﺪ ُﯾﻖ ﻟَ ْﻢ ُ َﺮ‬


ِّ ‫ﺎﻟﺼ ْﺪ ُق ِﰲ ْاﻟ َﻐﺎ ِر َو‬ِّ ‫َﻓ‬
‫ﻮن ﻣَﺎ ِ ْﻟ َﻐﺎ ِر ِﻣﻦْ ِر ِم‬ َ ‫َو ُ ْﱒ ﯾ َُﻘ ُﻮﻟ‬
Onlar, mağarada hiç kimse yok derken, sâdık olan Hz. Muhammed (s.a.v.)
ile sıddık olan Ebû Bekir mağarada (bulundukları halde) görülmediler.

Diz dize iki dost bu izbe yerde


Müşrikler yok diyor kimse içerde
Sanki gözlerine inmişti perde
Teselli ederdi Resûl azimle
Korkma Ebû Bekir, Allah bizimle!

‫ﻮت ََﲆ‬ َ ُ ‫َﻇﻨﻮا ا ْﻟﺤَ َﻤﺎ َم َو َﻇﻨﻮا ا ْﻟ َﻌ ْﻨ َﻜ‬


‫َ ْ ِﲑ ْاﻟ َ ِﱪ ِﯾّ ِﺔ ﻟَ ْﻢ ﺗَ ْ ﺴُ ﺞْ َوﻟَ ْﻢ َ ُﲢ ِﻢ‬
Müşrikler, mahlûkâtın en hayırlısının üzerine örümceğin ağını örmediğini
ve güvercinin uçup dolaşmadığını sandılar.

Böyle mûcizeyi acep kim görmüş


Bir örümcek gelip ağını örmüş
Orada güvercin bir yuva kurmuş
Resûlullah sakin, ne gam ne telaş
Müşrikler öfkeli, dolaş ha dolaş…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﷲ ْﻏ َﻨ ْﺖ َﻋﻦْ ﻣ َُﻀﺎ َﻋ َﻔ ٍﺔ‬ِ ‫ِو َﻗﺎﯾ َُﺔ‬


‫رُوع َو َﻋﻦْ ٍَﺎل ِﻣﻦَ ا ْ ُﻃ ِﻢ‬ِ ‫ِﻣﻦَ ا‬
Allah’ın (onu) koruması, kat kat zırhlara ve sağlam kalelere ihtiyaç bırak-
madı.

Gönüller tevhidle buluşur bir gün


İnsanlar barışıp uzlaşır bir gün
Bu din hedefine ulaşır bir gün
Erişince Hak’dan bunca inâyet
Zırh üstüne zırh giymeye ne hâcet!

‫ﻣَﺎ ﺳَ ﺎﻣ َِﲏ ا ْﻫ ُﺮ َﺿ ْﯿ ًﻤﺎ َو ْاﺳ َﺘﺠَ ْﺮ ُت ﺑِ ِﻪ‬


‫ٕا ﻻ َوﻧِ ْﻠ ُﺖ ِﺟ َﻮا ًرا ِﻣ ْ ُﻪ ﻟَ ْﻢ ﯾ َُﻀ ِﻢ‬
Zamanın bana zulmederek zarar vermesinden dolayı her ne vakit ona sığın-
dımsa, onun tam bir himayesinden başka bir şey bulmadım.

Neler çektim neler dehrin elinden


Ne sitemler duydum nâdân dilinden
Tutmaz oldu kimsecikler elimden
İltica edince Resûlullah’a
Ne lütuflar gördüm, şükür Allah’a…
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َو َﻻ ا ْﻟ َﺘﻤ َْﺴ ُﺖ ِﻏ َﲎ ا ا َرْ ِﻦ ِﻣﻦْ ﯾ َِﺪ ِﻩ‬


‫اﻻ ْاﺳ َﺘ َﻠ ْﻤ ُﺖ اﻟﻨ َﺪى ِﻣﻦْ َ ْ ِﲑ ﻣ ُْﺴ َﺘ َ ِﲅ‬
Her ne zaman onun elinden iki dünyanın zenginliğini istedimse, kendisin-
den iyilik görülenlerin en hayırlısı olandan (Hz. Muhammed’den) bol bol
ihsan aldım.

Bir ömür boyunca uğraştım durdum


Yıllar yılı nice hayaller kurdum
Dünya ve ahrete dâir umudum
Onun sayesinde hep gerçek oldu
Gözüm gönlüm şimdi huzurla doldu

ُ َ ‫َﻻ ُﺗ ْﻨ ِﻜ ِﺮ ْاﻟ َﻮ ْ َ ِﻣﻦْ ْرُؤ َ ُﻩ ٕان‬


‫َﻗ ْﻠ ًﺒﺎ ا َذا َ ﻣ َِﺖ ا ْﻟ َﻌ ْﯿ َﻨ ِﺎن ﻟَ ْﻢ ﯾ َ َِﲌ‬
Onun rüyasında meydana gelen vahyi inkâr etme; çünkü onun, gözleri uyu-
duğu zaman uyumayan bir kalbi vardır.

Bir tuzaktır evham, fâsit çemberdir


Unutma ki o bir hak peygamberdir
Rüyada gördüğü gerçek haberdir
Onun duyduğunu herkes duyamaz
Gözü uyusa da kalbi uyumaz…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ُﻠﻮغ ِﻣﻦْ ُﻧ ُﺒﻮﺗِ ِﻪ‬ َ َ


ٍ ‫َوذاك ِ َﲔ ﺑ‬
‫َﻓ َﻠ ْ َﺲ ُﯾ ْﻨ َﻜ ُﺮ ِﻓ ِﻪ َ ُﺎل ﻣُﺤْ َﺘ ِ ِﲅ‬
(Rüyada olan) bu vahiy, onun peygamberlik mertebesine erdiği bir zamanda
idi. O halde böyle bir zamanda rüya görenin hâli inkâr olunamaz.

Vahye gebe ruhu onu yakardı


Çıkıp derin derin ufka bakardı
Gördüğü rüyalar bir bir çıkardı
Rüya olgunluğun göstergesidir
Nübüvvet beşerin son rütbesidir

‫ﷲ ﻣَﺎ َو ْ ٌ ﺑِﻤ ُْﻜ َ َﺴ ٍﺐ‬


ُ ‫ﺗَ َﺒﺎ َر َك‬
‫َو َﻻ ﻧَ ِﱯ ََﲆ َﻏ ْ ٍﺐ ﺑِﻤ َُﳤ ِﻢ‬
Hâşâ vahiy çalışıp kazanmakla elde edilmiş değildir ve hiçbir peygamber de
gâibden verdiği haberde yanlış yapmaz.

İnsanlığı irşad etsinler diye


Gaybın kapıları ancak nebiye
Açılır, sunulur nice hediye
Peygamberlik -hâşâ- çabayla değil
Dervişlik, sofuluk abayla değil!
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َ ْﰼ ٔ ْ َﺮ ْت َوﺻِ ًﺒﺎ ﻠ ْﻤ ِﺲ رَاﺣَ ُ ُﻪ‬


‫َو ْﻃ َﻠ َﻘ ْﺖ ِر ً ِﻣﻦْ ِرْﺑ َﻘ ِﺔ ا ﻠ َﻤ ِﻢ‬
Onun eli, nice hastayı dokunmakla iyileştirdi ve nice şifaya muhtaç olan
kimseyi cinnet bağından kurtarıp salıverdi.

Her buyruğu onun derde devâdır


Gül kokan nefesi câna şifadır
Ona Lokman demek bence hatadır!..
Kime dokunduysa mübarek eli
Şifaya kavuştu bir nice deli…

‫َو ﺣْ َ ِﺖ اﻟﺴ َﻨﺔ ا َﻟﺸ ْﻬ َﺒﺎ َء َد ْﻋﻮ ُﺗ ُﻪ‬


َ
‫ﴫ ا ُ ِﱒ‬ ِ ُ ‫ﺣَ ﱴ ﺣَ ﻜ ْﺖ ُﻏﺮ ًة ِﰲ ا ْ ْﻋ‬
Onun duası nice kıtlık ve kuraklık yılını ihya etti. Hatta o sene, karanlık
asırlar içinde bembeyaz parlayan bir yıla benzedi.

Görülmedik âfet Hicaz’ı vurur


Müthiş bir kuraklık kasar kavurur
Nihayet Peygamber duaya durur
Duasıyla sanki gök iner yere
Ola ki gâfiller mûcize göre…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﺑِﻌَﺎ ِر ٍض َ ﺎ َد ْو ِ ْﻠ َﺖ ْاﻟ ِﺒ َﻄﺎحَ ِ َﲠﺎ‬


‫ﺳَ ْ ٌﺐ ِﻣﻦَ ْاﻟ َ ِّﲓ ْو َﺳ ْﯿ ٌﻞ ِﻣﻦَ اﻟ َﻌ ِﺮ ِم‬
(Resûlullah’ın duası üzerine) sağanak yağdıran bir bulut sebebiyle derelerden
akan suyu, denizden bir ırmak veya Arim1 vadisinden gelen sel zannedersin.

Niyaz eyledikçe ulu hazrete


İnmiş sağnak yağmur âciz ümmete
Yağmur sele dönmüş, seller rahmete
Derya gibi seli görenler şaşmış
Sanarlar ki Arim göleti taşmış

‫َد ْﻋ ِﲏ َو َوﺻْ ِﻔﻲ ٓ َ ٍت َ ُ َﻇ َﻬ َﺮ ْت‬


‫ُﻇﻬُﻮ َر َ ِر ْاﻟ ِﻘ َﺮى ﻟَ ْﯿ ًﻼ ََﲆ َ َِﲅ‬
Bırak beni de onun, gece yüksek dağ başında yakılan ziyafet ateşi gibi besbelli
olan mûcizelerini anlatayım.

N’ola şu aczimi bir atabilsem


Güç verip şiire ses katabilsem
Mûcizelerini anlatabilsem
Bana bir şey deme, duyamıyorum
Onu anlatmaya doyamıyorum…

1 Arim: Kur ân-ı Kerîm’de geçtiğine göre Yemen’deki Sebe’ kavmini cezalandırmak üzere şiddetli yağmur-
ların sebep olduğu bir seldir (Sebe’ 34/16).
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َﻓﺎ ر َ ْﺰ َدا ُد ﺣُ ْﺴ ًﻨﺎ َو ْﻫ َﻮ َﻣ ْ َﺘ ِﻈ ٌﻢ‬


‫َوﻟَ ْ َﺲ َﯾ ْﻨ ُﻘ ُﺺ َﻗ ْﺪ ًرا َ ْ َﲑ َﻣ ْ َﺘ ِﻈ ِﻢ‬
Muntazam olarak dizilen inci daha güzeldir; bununla beraber dizilmemek
incinin kıymetini eksiltmez.

“Şiirde hikmet var” diyordu Resûl


Kâinatta nizam, her şeyde usûl
İnsan için hedef kemâle vusûl
Ne kadar güzeldir inci, dizince
Değeri mi düşer dizilmeyince?!

‫َﻓ َﻤﺎ ﺗَ َﻄﺎ َو َل ٓﻣ َُﺎل ْاﻟ َﻤ ِﺪ ِﱖ ا ﱃ‬


‫ﻣَﺎ ِﻓ ِﻪ ِﻣﻦْ َﻛ َﺮ ِم ا ْ ْ َﻼ ِق َو ِّاﻟﺸ َ ِﲓ‬
Şairin hayal gücü, ondaki yüksek ahlâkı ve temiz huyu anlatmaya yetmez.

Sanatkârın işi gerçekten zormuş


Ruh sancılarıyla kıvranıp durmuş
Onu övmek için hayaller kurmuş
Nerde peygamberin yüksek meâli
Nerde şâirlerin kısır hayali…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

KUR
ÂN’IN FAZİLETİ

‫ٓ َ ُت ﺣَ ٍّﻖ ِﻣﻦَ اﻟﺮ ْﲪ ِﻦ ُﻣ ْ َﺪﺛَ ٌﺔ‬


‫ﻮف ِ ْﻟ ِﻘ َﺪ ِم‬ِ ُ‫َﻗ ِﺪﳝَ ٌﺔ ﺻِ َﻔ ُﺔ ْاﻟ َﻤ ْﻮﺻ‬
Allah’ın hak olan âyetleri (lafız itibariyle) sonradan, (mana itibariyle)
ezelîdir; çünkü kadîm olan Allah’ın sıfatıdır.

Âyet âyet inen Kur ân’ın özü


Ezelîdir, zirâ Rahmân’ın sözü
Sonradandır lafza bürünen yüzü
Mâna da lafız da birer mûcize
Nice münkirleri getirdi dize…

َ ‫ﱔ ُ ْﲣ ِ ُﱪ‬
َ ْ ‫ﻟَ ْﻢ ﺗَ ْﻘ َ ِﱰنْ ِ َﺰﻣ ٍَﺎن َو‬
‫َﻋ ِﻦ ْاﻟ َﻤﻌَﺎ ِد َو َﻋﻦْ َﺎ ٍد َو َﻋﻦْ ٕا َر ِم‬
Kurân âyetleri bize âhiretten, Âd ve İrem kavimlerinden haber vermeleri
itibariyle (mânası ve hükümleri) belirli bir zamana ait değildir.

Nasıl var olmuştu âlem ilk baştan


Haber vermektedir yaratılıştan
Kürsü’den, Kalem’den, Levh ile Arş’tan
Evrenseldir Kur ân, zamana sığmaz
Değil bir bölgeye, mekâna sığmaz!
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َداﻣ َْﺖ َ َ ﯾْﻨﺎ َﻓ َﻔﺎ َﻗ ْﺖ ُﰻ ُﻣﻌ ِْﺠ َﺰ ٍة‬


‫ِﻣﻦَ اﻟﻨ ِﺒ ِّ َﲔ ا ْذ َ ﺎء َْت َوﻟَ ْﻢ ﺗَ ُﺪ ِم‬
Onlar, bugün hâlâ elimizde bulunmakta olup diğer peygamberlerin mûci-
zelerinden üstündür; çünkü onların mûcizeleri (belirli bir zamanda gelmiş)
ve devam etmemiştir.

Bütün mûcizeler Kur ân yanında


Başlayıp bitmiştir vukû ânında
Yalnız Kur ân’dır ki, onun şânında
Ebedî yaşayan mûcize denmiş
Son Kitap olarak dünyaya inmiş

‫ﺎت َﻓ َﻤﺎ ُﯾ ْﺒ ِﻘ َﲔ ِﻣﻦْ ُﺷ َﺒ ٍﻪ‬ٌ ‫ﻣُﺤَ َﳬ‬


‫ِ ِ ي ِﺷ َﻘ ٍﺎق َوﻣَﺎ َﯾ ْﺒ ِﻐ َﲔ ِﻣﻦْ ﺣَ َ ِﲂ‬
Onlar, şüpheye yer vermeyen ve (kendisinin üstünde) hiçbir hakem kabul
etmeyen muhkem âyetlerdir.

Nice âyetleri kesin ve muhkem


Şüpheye yer yoktur, gerekmez hakem
Kısır anlayışa etmekte sitem
Yazık o iklime girmeyenlere
Ondaki esrârı görmeyenlere…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﻣَﺎ ﺣُ ﻮ ِرﺑ َْﺖ َﻗﻂ ٕاﻻ َﺎ َد ِﻣﻦْ ﺣَ َﺮ ٍب‬


‫َْﺪى ا َﺎ ِدي ا َ ْ َﳱﺎ ﻣ ُْﻠ ِﻘ َﻲ اﻟﺴ َ ِﲅ‬
Her ne zaman Kurân âyetlerine harp ilan edilecek olsa, sonunda en azılı
düşmanlar bile gerçeği görerek ona teslim olmuşlardır.

Ona savaş açan azılı düşman


Anlayınca hakkı, olur bin pişman
Ürperir vicdanı, der ki el emân!
Bağışla Allahım küstahlık ettim
Benlik gayyâsında şüphe ürettim…

‫َرد ْت ﺑ ََﻼ َﻏ ُﳤﺎ َد ْﻋ َﻮى ﻣُﻌﺎ ِرﺿِ ﻬَﺎ‬


‫َرد ْاﻟ َﻐ ُﯿﻮ ِر ﯾ ََﺪ ْاﻟ َ ﺎﱐ َﻋ ِﻦ ْاﻟﺤُ َﺮ ِم‬
Namusuna düşkün kimsenin kendi hareminden câninin elini çekip defettiği
gibi, Kurân’ın belâgatı da muarızlarının iddiasını öylece reddetmiştir.

Kelâm-ı ezelî lafza can verdi


Belâgat Kur ân’la kemâle erdi
Mûcize ne imiş insanlık gördü
İtiraza mahal kalmadı hasma
İdrâki kıtlara pek kulak asma!
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫ﻟَﻬَﺎ َﻣﻌ ٍَﺎن َ َﳈ ْﻮ ِج ْاﻟ َﺒﺤْ ِﺮ ِﰲ ﻣ ََﺪ ٍد‬


‫َو َﻓ ْﻮ َق ﺟَ ْﻮ َﻫ ِﺮ ِﻩ ِﰲ ْاﻟﺤُ ْﺴ ِﻦ َو ْاﻟ ِﻘ َ ِﲓ‬
Kurân âyetlerinin, deniz dalgaları gibi birbirini destekleyen mânaları var-
dır, fakat onlar güzellik ve değer bakımından denizin cevherinden daha üs-
tündür.

Art arda âyetler ruhları bürür


Sanarsın okyanus coşmuş köpürür
Şirkin izlerini siler süpürür
Allah Allah, o ne müthiş belâgat!
Beşer kudretinin üstünde kat kat

‫ُﺗﻌَﺪ َو َﻻ ُ ْﲢ َﴡ َ َﲺﺎ ِ ُﳢﺎ‬ ‫َﻓ َﻤﺎ‬


‫ُ َﺴﺎ ُم ََﲆ ْاﻻ ْﻛ َﺜﺎ ِر ِ ﻟﺴ ِم‬ ‫َو َﻻ‬

Kurân ayetlerinin olağanüstülükleri saymakla bitmez ve çok okumakla bıkıp


usanılmaz.

Kur ân’la tanışan başka söz anmaz


Okudukça okur, bıkmaz usanmaz
O iksirden ruhu içmekle kanmaz
Kur ân’ın esrârı hiç sayılır mı
O esrârı tadan hiç ayılır mı?!
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

ُ َ ‫َﲔ َﻗﺎ ِر َﳞﺎ َﻓ ُﻘ ْﻠ ُﺖ‬


ُ ْ ‫َﻗﺮ ْت ِ َﲠﺎ‬
ِ ‫ﻟَ َﻘ ْﺪ َﻇ ِﻔ ْﺮ َت ِ َﲝ ْﺒ ِﻞ‬
‫ﷲ َﻓ ْﺎﻋ َﺘﺼِ ِﻢ‬
Kurân’ı okuyanın gözü ve gönlü onunla tatmin olmuştur. Onu okuyana
dedim ki: Allah’ın ipi olan Kurân sayesinde isteğine ulaştın, artık ona sımsıkı
sarıl.

Gördüm okuyordu, dedim ki ona


Gözün aydın olsun, ne mutlu sana!
Kur ân sebîlinden iç kana kana
Buyruğunu tut ki mutlu olasın
Kaygıdan kurtulup huzur bulasın

‫ﺣَ ِّﺮ َ ِر ﻟَ ًﻈﻰ‬ ْ‫ٕا نْ ﺗَ ْﺘ ُﻠﻬﺎ ِﺧ َﻔ ًﺔ ِﻣﻦ‬


‫ِو ْر ِدﻫﺎ اﻟﺸ ِ ِﱬ‬ ْ‫ْﻃ َﻔ َت َ َر ﻟَ ًﻈﻰ ِﻣﻦ‬
Eğer onu lezâ1 ateşinin hararetinden korktuğun için okursan, onun serin
suyuyla cehennem ateşini söndürürsün.

Oku, yay feyzini bütün cihana


İmrenir melekler ehl-i Kur ân’a
Endişen olmasın ahretten yana
Zebânîler bile dönüp bakamaz
Bin cehennem olsa seni yakamaz!..

1 Lezâ: Cehennemin isimlerinden biridir.


ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َ َﳖﺎ ْاﻟﺤَ ْﻮ ُض ﺗَ ْ َﺾ ْاﻟﻮُﺟُ ﻮ ُﻩ ﺑِ ِﻪ‬


‫ِﻣﻦَ ْاﻟﻌُﺼَ ﺎ ِة َو َﻗ ْﺪ َ ُﺎؤو ُﻩ َﰷ ْﻟﺤُ َﻤ ِﻢ‬
Kurân âyetleri havz-ı kevser gibidir. Günahkârlar ona kömür gibi simsiyah
girseler dahi yüzleri ak pâk olarak çıkarlar.

Ondaki mânaya, üslûba bir bak


Sanarsın derinden akan bir ırmak
Havz-ı Kevser gibi leziz ve berrak
Simsiyah yüzleri tertemiz yıkar
Günahkâr girenler pâk olup çıkar

ً َ ‫ﲒان َﻣ ْﻌ ِﺪ‬ َ ِ ‫َو َﰷ ّﻟﴫ‬


ِ ‫اط َوﰷ ْﻟ ِﻤ‬ ِ
ِ ‫َﻓﺎ ْﻟ ِﻘ ْﺴ ُﻂ ِﻣﻦْ َ ْ ِﲑ َﻫﺎ ِﰲ اﻟﻨ‬
‫ﺎس ﻟَ ْﻢ ﯾ َُﻘ ِﻢ‬
Onlar Sırat ve Terazi gibi dosdoğrudur. İnsanlar arasında onun gösterdiği
adaletin dışında bir adalet sürekli değildir.

Terazidir Kur ân gayet duyarlı


Kılı kırka yaran hakka ayarlı
Onu hakem bilen ne kadar kârlı
Adâlet biricik tutunacak el
Güneşin altında yok ondan güzel…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫َﻻ ﺗَ ْﻌ َ َ ْﱭ ﻟِﺤَ ﺴُ ﻮ ٍد رَاحَ ُﯾ ْﻨ ِﻜ ُﺮ َﻫﺎ‬


ُ ْ ‫َ َﲡ ُﺎﻫ ًﻼ َو ْﻫ َﻮ‬
‫َﲔ ْاﻟ َ ﺎ ِذ ِق ْاﻟ َﻔ ِﻬ ِﻢ‬
İyi anladığı ve tam erbabı olduğu halde, bilmezlikten gelerek onu inkâra
yeltenen kıskancın haline sakın şaşma!..

Niceleri onu kıskanıp durmuş


Bilerek gerçeği yalan uydurmuş
Kendince Kur ân’a tuzaklar kurmuş
Nur engellenir mi bak şu şaşkına
Bırak o şaşkını Allah aşkına!

ُ ْ ‫َﻗ ْﺪ ُﺗ ْﻨ ِﻜ ُﺮ ا ْﻟﻌ‬
‫َﲔ َﺿ ْﻮ َء ا ِّﻟﺸ ْﻤ ِﺲ ِﻣﻦْ َرﻣ ٍَﺪ‬
‫َو ُﯾ ْﻨ ِﻜ ُﺮ ْاﻟ َﻔ ُﻢ َﻃ ْﻌ َﻢ ْاﻟ َﻤﺎ ِء ِﻣﻦْ ﺳَ َﻘ ٍﻢ‬
Bazan ağrı yüzünden göz güneşin ışığını ve hastalıktan dolayı ağız suyun
tadını inkâr eder.

Kapatınca ruhun penceresini


Karanlıkta bulur o kendisini
Artık dinleyemez Kur ân sesini
Kaçar aydınlıktan, hastadır gözü
Bir türlü gerçeğe inanmaz özü
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

MİRÂC MÛCİZESİ

َ ‫َ َ ْ َﲑ َﻣﻦْ ﯾَﻤ َﻢ ْاﻟﻌَﺎ ُﻓ‬


‫ﻮن ﺳَ ﺎﺣَ َ ُﻪ‬
‫ﰟ‬ُِ ‫ﻮن ا ْ ْﯾ ُﻨ ِﻖ اﻟﺮ‬
ِ ُ ‫ﺳَ ْﻌ ًﯿﺎ َو َﻓ ْﻮ َق ُﻣ‬
Ey ihtiyaç sahiplerinin koşarak ve bastığı yerde iz bırakan güçlü develere
binerek kapısına yöneldiği kimselerin en hayırlısı (olan Peygamber)!

Sendedir hamiyet, mürüvvet, mertlik


Kurbanın olayım bu ne cömertlik
Özlem burcu burcu, bitmez hasretlik
Kervan katar katar yola koyulmuş
Canlar kurtuluşu kapında bulmuş

‫َو َﻣﻦْ ُﻫ َﻮ ا ْ ٓﯾ َُﺔ ْاﻟ ُﻜ ْﱪَى ﻟِ ُﻤ ْﻌ َﺘ ِ ٍﱪ‬


‫َو َﻣﻦْ ُﻫ َﻮ اﻟ ِّﻨ ْﻌ َﻤ ُﺔ اﻟﻌ ُْﻈ َﻤﻰ ﻟِ ُﻤ ْﻐ َﺘ ِ ِﲌ‬
İbret almak isteyenler için senden başka varlığı en büyük âyet kim olabilir?!
Ve ganimet bilenler için senden başka en yüce nimet kim olabilir?!

Raksedip felekler döndükçe dönsün


Aşkınla tutuşan canlar övünsün
Bırak nasipsizler varsın dövünsün!
Senden daha büyük âyet mi olur
Senden daha aziz nimet mi olur?!
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﴎﯾ َْﺖ ِﻣﻦْ ﺣَ َﺮ ٍم ﻟَ ْﯿ ًﻼ ٕا َﱃ ﺣَ ـ َﺮ ٍم‬


ََ
‫َ َ َﴎَى ْاﻟ َﺒ ْﺪرُ ِﰲ َد ٍاج ِﻣﻦَ اﻟﻈ َ ِﲅ‬
Sen, zifiri karanlık bir gecede dolunayın gidişi gibi bir Harem’den diğer
bir Harem’e gittin.

Mirâc için Hak’dan davet gelince


Gündüze dönmüştü karanlık gece
Utandı dolunay seni görünce
Kutsal yolculukta bineğin Burak
Başlangıcı Kâbe, Kudüs ilk durak

ً َ ‫َوﺑِﺖ َ ْﺮ َﰵ ا َﱃ ٔ نْ ﻧِ ْﻠ َﺖ ﻣ ْ َِﲋ‬
‫ﺎب َﻗﻮْﺳَ ْ ِﲔ ﻟَ ْﻢ ُﺗ ْﺪ َر ْك َوﻟَ ْﻢ ُ َﺮ ِم‬
ِ ‫ِﻣﻦْ َﻗ‬
Sen (Mirâc gecesi) Kâbe-kavseyn denilen öyle bir mertebeye yükseldin ki, o
mertebe (diğer peygamberler tarafından) ne ulaşıldı ne de istenebildi.

O gece gökleri gezip dolaştın


Sonsuz mesafeyi Refref ’le aştın
Kâbe-kavseyn makamına ulaştın
Yayın uçlarına hele bir bakın
Allah’a ondan da olmuştu yakın…
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َو َﻗﺪ ﻣ ْ َﻚ َﲨِﯿ ُﻊ ا ْ ْﻧ ِ َﺎ ِء ِ َﲠﺎ‬


‫َواﻟﺮﺳْ ِﻞ ﺗَ ْﻘ ِﺪ َﱘ َﻣ ْ ُﺪ ٍوم ََﲆ َ َﺪ ِم‬
(O gece) bütün nebî ve resûller, hizmetçinin efendiyi öne geçirdiği gibi seni
öne geçirdiler.

Enbiya ervâhı saf saf oldular


Görüp kemâlini donakaldılar
Buyur edip seni öne aldılar
Yürü var dediler, meydan senindir
Artık bundan sonra devran senindir…

ِّ ‫َو ْﻧ َﺖ َ ْﲣ َ ِﱰ ُق اﻟﺴ ْﺒ َﻊ‬


َ ‫اﻟﻄ‬
‫ﺒﺎق ِ ِﲠ ْﻢ‬
‫ﻌﲅ‬ َ ‫ﰲ ﻣ َْﻮ ِﻛ ٍﺐ ُﻛ ْﻨ َﺖ ِﻓ ِﻪ ﺻَ ِﺎﺣ َﺐ ْاﻟ‬
ِ ِ
Sen, kalabalık bir topluluk içinde sancak sahibi olarak onlara uğrayıp yedi
kat gökleri yarıp gittin.

Cebrail rehberin, yedi kat gökler


Selama durmuştu bütün melekler
Nicedir gök ehli gelişin bekler
Nebîler kervanı, sen alemdârsın
Tevhid meydanında bir şehsuvârsın…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﺣَ ﱴ ا َذا ﻟَ ْﻢ ﺗَ َﺪ ْع َﺷ ًوا ﻟِﻤ ُْﺴ َ ِ ٍﻖ‬


‫ِﻣﻦَ ا ُﻧ ِّﻮ َو َﻻ ﻣ َْﺮ ًﰵ ﻟِﻤ ُْﺴ َ ِ ِﲌ‬
Allah’a yaklaşmak üzere yükselmek isteyenlere yükselecek bir yer ve ileri
geçmek isteyenlere bir nihayet bırakmayıncaya dek yükseldin.

Tur’da Musa niyaz etti, görmedi


İsa göğe ağdı, fakat ermedi
Hiçbir nebî böyle devran sürmedi
Makamlar son buldu, bitti rütbeler
Vuslat gerçekleşti, indi perdeler…

‫َﺧ َﻔ ْﻀ َﺖ ُﰻ َﻣ َﻘ ٍﺎم ِ ْﻻ َﺿﺎ َﻓ ِﺔ ٕا ْذ‬


‫ﯾﺖ ِ ﻟﺮ ْﻓ ِﻊ ِﻣ ْ َﻞ ْاﻟ ُﻤ ْﻔ َﺮ ِد ْاﻟﻌ َ َِﲅ‬
َ ‫ُﻧﻮ ِد‬
Sen Mirâc’a davet olunduğunda, bir sancak gibi kendi makamına nisbetle
bütün makamları aşağıda bıraktın.

Yön nedir, mekân ne, hepsi izâfî


Yükselince Hakk’a o rûh-ı sâfî
Mirâc için bence bu bile kâfî!
Ufuklarda bayrak, rehbersin bize
Seni tam anlamak ne haddimize
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫َﻛ ْﯿ َﻤﺎ ﺗَ ُﻔﻮ َز ﺑِ َﻮﺻْ ٍﻞ ِّي ﻣ ُْﺴ َﺘ ِ ٍﱰ‬


‫ﴎ ِّي ﻣ ُْﻜ َ ِ ِﱲ‬ ِ ‫َﻋ ِﻦ ْاﻟ ُﻌ ُﯿ‬
ٍّ ِ ‫ﻮن َو‬
Gözlerden ne yaman gizli olan Allah’a kavuşmak ve nice önemli sırları
anlamak için mirâc ettin.

Vuslatın hazzına eresin diye


Bir nice esrârı göresin diye
Ümmetine müjde veresin diye
Mirâcla taçlandı peygamberliğin
Âlemlere rahmet o rehberliğin…

‫َ ْ َﲑ ﻣ ُْﺸ َ َﱰ ٍك‬ ‫َﻓﺤُ ْﺰ َت ُﰻ َﻓ َ ﺎ ٍر‬


‫ْ ْ َﲑ ﻣ ُْﺰ َدﺣَ ِﻢ‬ ‫وَﺟُ ْﺰ َت ُﰻ َﻣ َﻘ ٍﺎم‬
Kimse sana ortak olmadan bütün övünülecek sıfatları kendinde topladın
ve her makamı tek başına geçtin.

Zâtına nisbetle her rütbe engin


Ruh iklimin ey dost ne kadar zengin!
Esrâra mahremsin, bulunmaz dengin
Melek deyip hata eder kimisi
Sensin insanlığa Allah vergisi…
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

َ ِّ‫َو َ ﻞ ِﻣ ْﻘ َﺪارُ ﻣَﺎ وُ ﻟ‬


‫ﯿﺖ ِﻣﻦْ رُﺗَ ٍﺐ‬
َ ِ‫َو َﻋﺰ ٕا ْد َر ُاك ﻣَﺎ وﻟ‬
‫ﯿﺖ ِﻣﻦْ ﻧِﻌ َِﻢ‬
Senin sahip olduğun mertebelerin derecesi yüce ve sana verilen nimetleri
hakkıyla anlamak zordur.

Senden önce her şey hayaldi, zandı


Seninle rütbeler anlam kazandı
Allah ile vuslat ne kutlu andı!
Kıskansa yeridir seni melekler
Bildim neden döner böyle felekler

‫ْﴩ ْاﻻﺳْ َﻼ ِم ان ﻟَ َﻨﺎ‬ َ َ ‫ﴩى ﻟَ َﻨﺎ َﻣﻌ‬ َ ُْ


‫ِﻣﻦَ ْاﻟ ِﻌ َﻨﺎ َﯾ ِﺔ رُ ْﻛ ًﻨﺎ َ ْ َﲑ ﻣ ْ َُﳯ ِﺪ ِم‬
Ey İslâm toplumu! Allah’ın ezelî bir lutfu olarak bizim yıkılmayan bir
dayanağımız vardır, ne mutlu bizlere

Müjde müslümanlar, ne mutlu bize!


Hele bir bakınız tarihimize
Gülümser sayfalar hep yüzümüze
Bu muhteşem saray yıkılır sanma
Fakat düşün, çalış, yılma, usanma!
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

ُ ‫ﻟَﻤﺎ َد َﺎ‬
‫ﷲ دا ِﻋﯿﻨﺎ ﻟَ َﻄﺎ َﻋ ِﺘ ِﻪ‬
‫ﺑِ ٔ ْ َﺮ ِم اﻟﺮﺳْ ِﻞ ُﻛﻨﺎ ْ َﺮ َم ا ﻣ َِﻢ‬
Allah bizleri, peygamberlerin en şereflisi olan Hz. Muhammed vasıtasıyla
kendine itaate davet edince, biz de ümmetlerin en şereflisi olduk.

Bizlere Allah’ı tanıtan sensin


Ümmetine rahmet ve güvencesin
Bizi bizden daha fazla seversin
Bu ne büyük şeref, ne kutlu nimet
Ne şanlı peygamber, ne şanslı ümmet!…

CİHADIN ÖNEMİ

َ ‫َرا َﻋ ْﺖ ُﻗ ُﻠ‬
‫ﻮب ْاﻟ ِﻌ َﺪا ْﻧ َﺒﺎ ُء ﺑِ ْﻌ َﺜ ِﺘ ِﻪ‬
‫َﻛ َﻨ ْﺒ ٍة ﺟْ َﻔ َﻠ ْﺖ ُﻏ ْﻔ ًﻼ ِﻣﻦَ ْاﻟ َﻐ َ ِﲌ‬
Arslanın kükreyişi, bir şeyden habersiz otlayan koyun sürüsünü ürküttüğü
gibi, onun peygamberlik haberleri de düşmanların kalplerine öylece korku
saldı.

Aslanın duyunca kükreyişini


Seyreyle sürünün titreyişini
Bir de Peygamber’in, sen, gelişini
Duyan düşmanların halini düşün!
Artık kapanmıştır yolu dönüşün
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

ّ ُ ‫ﺎﱒ ﰲ‬
‫ﰻ ُﻣﻌ َ َْﱰ ٍك‬ِ ِ ْ ُ ‫ﻣَﺎ َز َال ﯾ َْﻠ َﻘ‬
‫ﰥ‬ َ ‫ﺣَ ﱴ ﺣَ َﻜ ْﻮا ِ ْﻟ َﻘ َﺎ ﻟَﺤْ ًﻤﺎ ََﲆ َو‬
ِ
Hz. Peygamber her savaşta düşmanla karşılaşmaktan geri kalmadı; öyle ki,
mızrak ile (öldürülen düşmanlar), kasap kütüğünde doğranan ete benzedi.

Harp değildi maksat, şirke son vermek


Mazluma, âcize kol kanat germek
Düşman için onu savaşta görmek
En feci ölümdü her bölüğünde
Kıyılmaktı sanki et kütüğünde…

‫ﻮن ﺑِ ِﻪ‬َ ‫َودوا ْاﻟ ِﻔ َﺮا َر َﻓ َﲀ ُدوا َﯾ ْﻐ ِﺒ ُﻄ‬


‫ْﺷ َﻼ َء َﺷﺎﻟَ ْﺖ َﻣ َﻊ ْاﻟ ِﻌ ْﻘ َ ِﺎن َواﻟﺮ َﺧ ِﻢ‬
Düşmanlar, karakuş ve kartalların (savaş meydanından) kapıp kaldırdığı
et parçalarına özenircesine harpten kaçmak isterlerdi.

Mücahitler hamle yaptığı zaman


Sığınacak delik arardı düşman
Bir de kartalları görünce o an
N’ola der, beni de kapıp kaldırsa
Bir an için rahat nefes aldırsa…
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

‫رُون ِ ﺪ َ َﲥﺎ‬َ ‫ﯿﺎﱄ َو َﻻ ﯾ َْﺪ‬ ِ ‫ﺗَ ْﻤ ِﴤ ا ﻠ‬


‫ﯿﺎﱄ ا ْ ْﺷ ُﻬ ِﺮ ْاﻟﺤُ ُﺮ ِم‬َ‫ﻣَﺎ ﻟَ ْﻢ َ ُﻜﻦْ ِﻣﻦْ ﻟ‬
ِ
Haram aylarının geceleri olmadıkça düşmanlar, gelip geçen gecelerin sayı-
sını bilmezlerdi.

Fark edemezlerdi gece gündüzü


Anlayamazlardı söylenen sözü
Donuktu düşmanın sararan yüzü
Beklerlerdi haram ayları gelsin
Gelsin de birazcık yüzleri gülsün

‫َ ٔﻧ َﻤﺎ ا ِّ ُﻦ َﺿ ْﯿ ٌﻒ َ ﻞ ﺳَ ﺎﺣَ َ ُﳤ ْﻢ‬


ّ ُِ
‫ﲁ َﻗ ْﺮ ٍم ٕا َﱃ ﻟَﺤْ ِﻢ ْاﻟ ِﻌ َﺪ ا َﻗ ِﺮ ِم‬ِ
İslâm dini sanki düşmanların etine iştahlı, bütün kumandanlarla, onların
üzerine inen misafir gibidir.

Bayram ederlerdi olunca sefer


Kükreyen aslandı sanki her nefer
Sonucudur elbet imanın zafer!
Bürünmüş zırhına hepsi maşlahlı
Ziyafete gider gibi iştahlı
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

َ ِ َ‫َ ُﳚﺮ َ ْﲝ َﺮ َ ِﲬ ٍﺲ َﻓ ْﻮ َق ﺳ‬
‫ﺎﲝ ٍﺔ‬
‫َ ْﺮ ِﻣﻲ ﺑِ َﻤ ْﻮ ٍج ِﻣﻦَ ا ْ ﺑ َْﻄ ِﺎل ﻣ ُْﻠ َﺘ ِﻄ ِﻢ‬
Hz. Peygamber at üzerinde, dalgalar gibi art arda ok yağdıran kahraman-
lardan oluşan deniz gibi bir orduyu sevk ve idare ediyordu.

Asker dalga dalga denizdir sanki


Heybetinden düşman titrer inan ki
Resûl’ün önünden geçtiği anki
Yükselen tekbirler coşturur arş’ı
Bundan sonra tekbir ordunun marşı…

‫ﰻ ُﻣ ْ َﺘ ِﺪ ٍب ِ ﻣُﺤْ َ ِﺴ ٍﺐ‬ ّ ُ ْ‫ِﻣﻦ‬


ِ
‫َ ْﺴ ُﻄﻮ ﺑِﻤ ُْﺴ َﺘ ﺻِ ٍﻞ ِ ْﻠ ُﻜ ْﻔ ِﺮ ﻣُﺼْ َﻄ ِ ِﲅ‬
O kahramanlar, küfrün kökünü kazımak için hücum ederler, sevabını
yalnız Allah’tan bekler ve O’nun her davetini hemen kabul ederlerdi.

Haykırır mücahit aşka gelerek


Küfrü tâ kökünden kazımak gerek
Zira yayılmasın, mikrop, giderek!
Ne gözünde dünya ne şan ne şeref
Hakk’ın rızasıdır biricik hedef
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

َ ْ ‫ﺣَ ﱴ َ َﺪ ْت ِﻣ ُ ْاﻻﺳْ َﻼ ِم َو‬


‫ﱔ ِ ِﲠ ْﻢ‬
‫ِﻣﻦْ ﺑَﻌ ِْﺪ ُﻏ ْﺮ َ ِ َﳤﺎ ﻣ َْﻮﺻُ ﻮ َ َ اﻟﺮ ِﺣ ِﻢ‬
Nihayet İslâm milleti garip kaldıktan sonra o kahramanlar sayesinde hısım
ve akrabalarına kavuştu.

Hani Mekke devri ne gündü o gün


Garipti müslüman, yılgın ve üzgün
Anavatanından edildi sürgün
Yiğitler ne yaman plan kurdular
İslâm’ı yurduna kavuşturdular

‫ﻣ َْﻜ ُﻔﻮ َ ً ﺑ ًَﺪا ِﻣ ـ ُﻬ ْﻢ ِ َﲞ ْ ِﲑ ٍب‬


‫َو َ ْ ِﲑ ﺑَﻌ ٍْﻞ َﻓ َ ْﲅ ﺗَ ْ َ ْﱲ َوﻟَ ْﻢ ﺗَ ِ ِﱦ‬
(Çocuk ve kadınlar) en hayırlı baba ve kocaların sayesinde (düşmanlardan)
ebediyyen korunarak yetim ve dul kalmadı.

Mübarekti onlar, eroğlu erdi


Kelle koltuğunda cihad ederdi
Bu sayede canlar huzura erdi
Güvenlikte artık yurdum, milletim
Kadınlar dul kalmaz, çocuklar yetim
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

ُ ‫ُ ُﱒ ْاﻟ ِﺠ‬
‫ﺒﺎل َﻓ َﺴ ْﻞ َﻋ ْ ُﳯ ْﻢ ﻣُﺼَ ﺎ ِد َﻣ ُﻬ ْﻢ‬
‫ﰻ ﻣُﺼْ َﻄ َﺪ ِم‬ ّ ُ ‫ﻣ ََﺎذا َر ى ِﻣ ْ ُﳯ ُﻢ ﰲ‬
ِ ِ
Mücahitler dağlar gibidir. Şimdi sen, her savaşta onlardan neler gördükle-
rini düşmanlarından sor.

Sıra dağlar gibi mücahit, dimdik


İzin vermez surda açılsın gedik
Bu ne kahramanlık, bu ne yiğitlik
Asıl sen onları bir de hasma sor
Neler görmüş neler, anlatması zor

‫وَﺳَ ْﻞ ﺣُ َ ْﯿ ًﻨﺎ وَﺳَ ْﻞ ﺑ َْﺪ ًرا وَﺳَ ْﻞ ُ ًﺪا‬


‫ﻮل ﺣَ ْ ٍﻒ ﻟَ ُﻬ ْﻢ ْد َﱓ ِﻣﻦَ ْاﻟ َﻮ َﺧ ِﻢ‬َ ُ‫ُﻓﺼ‬

Düşmanlar için vebadan daha tehlikeli birer felaket mevsimi olan savaşları
sen Huneyn’den, Bedir’den ve Uhud’dan sor.

Bedir’den Uhud’dan sor sen onları


Söyler sana Huneyn, hep olanları
Vebadan beterdi harbin sonları
Her mevsim onlara ölüm getirdi
O şirk ruhlarını yedi bitirdi…
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

َ ‫ا ْﻟﻤُﺼْ ِﺪ ِري ا ْﻟ ِﺒ‬


‫ﯿﺾ ُ ْﲪ ًﺮا ﺑَﻌ َْﺪ ﻣَﺎ َو َر َد ْت‬
‫ِﻣﻦَ ْاﻟ ِﻌ َﺪ ا ُﰻ ﻣ ُْﺴ َﻮ ٍّد ِﻣـﻦَ ا ِّﻠ َﻤ ِﻢ‬
Onlar, düşmanların sarkan saçlarıyla simsiyah olan ense köküne beyaz
olarak indirdikleri kılıçları kıpkızıl olarak kaldıranlardır.

Siperlerden başlar bir bir söküne


Aldırmaz mücahit, bakar yeküne
Düşmanın simsiyah ense köküne
İner eğri kılıç, bembeyaz iner
Bitirir işini, kıpkızıl döner…

‫َوا ْ َﲀﺗِ ِﺒ َﲔ ﺑِ ﺴُ ْﻤ ِﺮ ْاﻟ َﺨ ِّﻂ ﻣَﺎ َ َﺮ َﻛ ْﺖ‬


‫ٔ ْﻗ َﻼ ُﻣ ُﻬ ْﻢ ﺣَ ْﺮ َف ِﺟ ْﺴ ٍﻢ َ ْ َﲑ ُﻣ ْ ﻌ َِﺠ ِﻢ‬
Hatt1 oklarıyla yazı yazan mücahidlerin kalemleri, düşmanın vücudunun
hiçbir tarafında noktasız yer bırakmamıştır.

Can alıp verirler, bu bir pazardı


Yiğitler mızrakla yazı yazardı
Karşısında düşman candan bezerdi
Peşpeşe hedefe oklar gidende
Noktasız yer bırakmazdı bedende…

1 Hatt: Bahreyn ve Uman’da birkaç kasaba ve köyün adıdır. Hindistan’dan getirilen oklar bu liman kasa-
balarında pazarlandığı için kasabanın adıyla anılırdı.
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﻼح ﻟَ ُﻬ ْﻢ ِﺳ ﳰَﺎ ُﺗ ِﻤ ِّ ُﲒ ُﱒ‬ ِّ ‫َﺷ ِﺎﰾ‬


ِ ‫اﻟﺴ‬
‫ْﺘﺎز ِ ِّﻟﺴ ﳰَﺎ َﻋ ِﻦ اﻟﺴ َ ِﲅ‬ ُ ‫َو ْاﻟ َﻮ ْر ُد َﯾﻤ‬
Nasıl ki gül, güzel manzarasıyla palamut ağacından seçilirse, keskin silahlı
mücahidler de kendilerini başkalarından ayıran bir görünüme sahiptirler.

Bellidir yüzünden kimdir mücahit


Hem gâzidir onlar hem şanlı şehit
Kim görmüş tarihte böyle bir yiğit!
Kıyaslanır mı hiç çalı ile gül
Nerde haylaz karga, nerede bülbül…

ِ ْ ‫ُ ْﲥ ِﺪي اﻟَ ْﯿ َﻚ ِر َ حُ اﻟﻨ‬


َ َْ ‫ﴫ‬
‫ﴩ ُ ُﱒ‬
‫َﻓ َﺤْ َﺴ ُﺐ اﻟﺰ ْﻫ َﺮ ِﰲ ا ْ ْ َ ِم ُﰻ َ ِﳈﻲ‬
Zafer rüzgarları sana onların güzel kokusunu sunuyor. Zırhına bürünen
her kahramanı henüz kılıfından çıkmamış çiçek sanırsın.

Bak işte esiyor zafer yelleri


Estikçe titriyor gönül telleri
Fethetmişti o ruh bunca illeri
Bürünmüş zırhına sanki Herküldür
Hayır, açılmamış bir gonca güldür!..
ARAP EDEBİYATINDAN SEÇMELER - Muhammed el-Bûsîrî

ً ُ‫َ ُﳖ ْﻢ ﰲ ُﻇﻬُﻮ ِر ْاﻟ َﺨ ْﯿ ِﻞ ﻧَ ْ ُﺖ ر‬


ِ
‫ِﻣﻦْ ِﺷﺪ ِة ْاﻟﺤَ ْﺰ ِم َﻻ ِﻣﻦْ َﺷﺪ ِة ْاﻟﺤُ ُﺰ ِم‬
Atların sırtında, kolanların sıkı bağlanmasından değil, azim ve sebatla-
rının kuvvetli oluşundan dolayı sanki mücahitler yükseklerde biten kökleri
sağlam ağaçlar gibidir.

Fırtına gibiydi at binişleri


Sağdan hamle yapıp sol dönüşleri
Bir darbede hasmı indirişleri
Şaşkına çevirdi şövalyeleri
Kaçarken çığlıktı velveleleri

ُ ‫َﻃﺎ َر ْت ُﻗ ُﻠ‬
‫ﻮب ا ْﻟ ِﻌ َﺪا ِﻣﻦْ ﺑَ ِﺳ ِﻬ ْﻢ َﻓ ْﺮ ًﻗﺎ‬
‫َﻓ َﻤﺎ ُﺗ َﻔ ِّﺮ ُق ﺑَ ْ َﲔ ا ْ َ ْﳢ ِﻢ وا ْ ُ َﳢ ِﻢ‬
Mücahitlerin şiddetli hücumundan korkan düşmanların kalpleri uçtu da
yiğitle kuzuyu ayırt edemez oldular.

Haykırsa yürekler güp güp hoplardı


Korkudan düşmanın ödü patlardı
Uçuşan havada yalnız oklardı
Ayırt edemezdi kuzuyla kurdu
Kurtuluşa artık yoktu umudu
İslâmî Edebiyatta Şaheserler

‫ﴫُﺗ ُﻪ‬ َ ْ ‫ﷲ ُﻧ‬ ُ


ِ ‫ﻮل‬ ِ ُ‫َو َﻣﻦْ َﻜﻦْ ِ َﺮﺳ‬
‫ٕانْ ﺗَ ْﻠ َﻘ ُﻪ ا ْ ﺳْ ُﺪ ِﰲ ٓ َ ﺎ ِﻣﻬَﺎ َ ِﲡ ِﻢ‬

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası