mehmet akif ersoy abdülhamit pişmanlığı / Ekrem Buğra Ekinci - AKİF’İN SULTAN HAMİD’E HUSUMETİ NEREDEN GELİYOR?

Mehmet Akif Ersoy Abdülhamit Pişmanlığı

mehmet akif ersoy abdülhamit pişmanlığı

ikinci abdülhamid e karşı sert eleştirileri ile bilinen mehmet akif ersoy un, sonraları kaleme aldığı dizelerde vurguladığı pişmanlıktır.

--spoiler--

giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi ?
ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi.

nasıl da kadrini vaktiyle bilemedik, tuhaf iş ;
semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!

--spoiler--

funduszeue.info&ArticleID=

abdülhamit'e methiyeler döktürdüğü filan yalandır. hani nerede o methiyeler?

abdülhamit'e "usta semerci" benzetmesi yaptığı şiiri methiye filan değildir. sadece gelenlerin zulmünün, gideninkinden fazla olduğunu anlattığı bir şiirdir. ama sonuçta mehmet akif'e göre arada nitelik farkı da olsa abdülhamit de, ikinci meşrutiyet yönetimi de semercidir, o kadar.

aslında "semercinin iyisini" arayan eşeklerin, mehmet akif'in yazdıklarından, onun da kendileri gibi "usta semercileri" takdir ettiği sonucunu çıkarmalarına şaşmamak lazım

oysa mehmet akif, büyük şair, haysiyetine düşkün bir insandı, usta semerci arayan bir eşek değildi.

ezcümle, insan olana, "iyi semerci" aramak değil, eşek yerine konmayı kabul etmemek yakışır vesselam

Fevzi KARADEMİR

Son zamanlarda, toplum nezdinde önem kazanmış şahıslara çamur atmak, onları değersizleştirmek moda oldu. Çamur atılan, değersizleştirilmek istenen şahıslardan biri de istiklal şairi Mehmet Akif’tir. Genel ağ ortamında Akif aleyhinde yazılan yazılar, yayınlanan videolar gırla. Bunlar, Akif’in öbür (haşa, kara, kirli) yüzünü keşfedip milletimize sunmanın, böylece milletimizi, özellikle de gençliğimizi dalaletten kurtarmanın şevki içinde. Zira bir mücrimi teşhir etmek, milletin onun arkasından gitmesine mani olmak büyük bir vazife, tebliğ, cihat (!)

Akif, daha önce dindarlığından dolayı mürteci olarak yaftalanıp eleştiriliyordu. Bugünse dindar olduğunu zanneden safdillerce Allah’a isyankâr, Abdülhamid düşmanı, İttihat-Terakkici, Vehhabî, reformist, sahabeyi küçümseyen, hafifmeşrep, Türk milletine korkma diyerek Türk milletini tahkir eden, oğlu, damadı ve arkadaşları pespaye bir kişi olarak teşhir edilmeye çalışılıyor. Eleştirilerinin mahiyetine bakıldığında Akif’i yerden yere vuran insanların önemli bir kısmının dinde hassas, akli muhakemede noksan kişiler olduğu göze çarpıyor. Bu tür kişileri, Bediüzzaman, sadîk-ı ahmak olarak niteliyor. Ona göre sadîk-ı ahmak adüvv-üd dinden daha muzırdır (Muhakemat, 34 ). Çünkü bunlar iyilik yapayım derken kötülük yapanlardır. Dine hizmet edeyim derken zarar verenlerdir.

Bazıları da önemli olmak, konuşulmak için ezberleri bozma edasında. Bunlar meşhur olmak için cami duvarını kirletmeyi mubah görenlerdir. Zira onlar için önemli birilerine dil uzatmak, kabulleri alt üst etmek, meşhur olmak için ucuz bir yol olarak görünüyor.

Kibir küpü kalemler, Akif’in mümince şu tezkiyesini -nefsini (Zira kendini kusursuz gören nefsin temizlenmesi, ancak onu kusurlu, kirli görmekle mümkün. bk. Sözler, )- suiistimal ederek, bakın, kendisi bile içinin karalığını, öteki yüzünü itiraf etmiş diyor:

Dış yüzüm böyle ağardıkça ağarmakta, fakat, 
Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası! 
Beni kendimden utandırdı, hakîkat şimdi, 
Bana hiç benzemeyen sûretimin manzarası.
 (funduszeue.info)

Görünen o ki, zıt kutuplar arasındaki çekişmeler azalınca kin ehli, kendi içinden, kinini yöneltecek bir karşı taraf üretme çabasında.

Nedir Akif’in günahları/cinayetleri

En büyük günahı Sultan Abdulhamid’e sövmek, onu tekfir etmek.

Doğrudur. Akif, Sultan Abdulhamid Han’a çok ağır hakaretler etmiştir. Şu sözler ona aittir:

Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi;
Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid, 
Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid. 

Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, 
Âkıbet çok kötü” dîbâce-i ma’lûmuyle, 

Ne edeb der, ne hayâ der, ne fazîlet, ne vakar; 
Geyirir leş gibi, mu’tâdı değil istiğfar. 
Aksırır sonra, fütûr etmeyerek, burnumuza 
Yutarız, çâre ne, mümkün mü ilişmek domuza?

Asım adlı şiirinin satır aralarında geçen bu ifadeler, bizim gibi tuzu kurular için yenilir, yutulur cinsten değildir. Zira bizim için (Türkiye’deki herkes için değil tabii ki) Abdulhamid Han, hasta döşeğinde can çekişen annemizi (vatanımızı/milletimizi) sayısız sırtlana rağmen hayatı pahasına uzun süre muhafaza edip hayatta tutmaya çalışmış, fedakâr, müşfik ve şuurlu bir Sultandır.

Ancak biz bunu her tarafın süt liman olduğu bir dönemde, yumuşak koltuklarımızda söylüyoruz. Oysa Akif’in feryat ettiği dönem böyle miydi?

Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler; 
Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar; 
Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar; 
Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar; kaynamaz kanlar; 
Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar; 
Tegallübler , esâretler; tehakkümler , mezelletler; 
Riyâlar; türlü iğrenç ibtilâlar; türlü illetler; 
Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar; 
Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar; 
Cemâ’atsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz başlar; 
“Gazâ” nâmıyle dindaş öldüren bîçâre dindaşlar; 
Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar; 
Emek mahrûmu günler, fikr-i ferdâ bilmez akşamlar!..

Geçerken, ağladım geçtim; dururken, ağladım durdum; 
Duyan yok, ses veren yok, bin perîşan yurda başvurdum.

İşte İslam coğrafyasını böyle görüyor Akif. Akif’in şiiri tarandığında daha nice buna benzer yürek acıtıcı manzara ile karşılaşılır.

Sultan Abdülhamid kim? Sorumluluk makamında oturan kişi. Müslümanların Sultanı, en önemlisi Halifesi.

Ya Akif,

Şiir için ‘göz yaşı’ derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem;
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizârım!

diyen hisli şair.

Onun idealindeki yönetim Ömer’ce bir yönetim:

Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, 
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu! 
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes’ul! 
Yetîmi, girye-i hüsrân alır, Ömer mes’ul! 
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse: 
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

O da tıpkı kızdığı Sultan Abdulhamid gibi sırtlanların farkında:

Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan! 
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan? 
Ne Araplık, ne de Türklük kalacak, aç gözünü! 
Dinle Peygamber-i Zîşân’ın ilâhî sözünü. 
Türk Arab’sız yaşamaz. Kim ki “Yaşar” der, delidir! 
Arab’ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir. 
Veriniz başbaşa Zîrâ sonu hüsrân-ı mübîn: 
Ne Hilâfet kalıyor ortada billâhi, ne din! 
“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor; 
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor. 
Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ, 
Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid da’vâ? 
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz 
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz! 
Bunu benden duyunuz, ben ki evet, Arnavud’um 
Başka bir şey diyemem İşte perîşan yurdum!..

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!” 
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Ancak düşündükleri çare farklı. Sultan Abdulhamid sırtlanlardan korumak için çareyi milleti çelik kafeste veya kollarında sıkıca muhafaza etmekte görüyor; Akif ise asıl bu çelik kafesin milleti mahvettiğini, milleti sıkan kolların onu nefessiz bırakıp öldüreceğini, çarenin onu özgür bırakmak, çalışmaya kamçılamakta olduğunu söylüyor:

“Devlet batacak!” çığlığı beyninde öter de, 
Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde! 
“Devlet batacak!” İşte bu öldürdü şebâbı; 
Git yokla da bak, var mı kımıldanmaya tâbı? 
Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik , 
Batmazdı bu devlet, “Batacaktır!” demeyeydik. 
Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır; 
Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır. 
Kâfî ona can vermeye bir nefha-i îman; 
Davransın ümîdin, bu ne heybet, bu ne hirman? 
Mâzîdeki hicranları susturmaya başla; 
Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşla, 
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol 
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

Doğduk, “Yaşamak yok size!” derlerdi beşikten; 
Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten! 
Telkîn-i hayât etmedi asla bize bir ses; 
Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes, 
Ye’sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı; 
Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!

Elbette ki Akif’in Abudulhamid’e yönelik ifadeleri ağırdır. Ortada anormal tepkiler vardır. Ancak bizlere düşen bu tepkilerin kendisini dilimize dolamak değil, onun arkasındaki saikleri anlamaya çalışmaktır. Bunun için öncelikle şu sorunun cevaplanması gerekiyor: Akif’in bu tepkileri şahsi ihtiraslardan mı yoksa dava ruhundan mı kaynaklanıyordu?

Akif’in bunu şahsi menfaatleri için yapmadığına fiilleri ve şiirleri şahittir. Zira Akif’in iyi bir söz ustası olduğu bilinen bir gerçektir. Şayet o, sözünü, kalemini menfaatleri için kullansaydı, birçok dalkavuk gibi başta Sultan Abdulhamid olmak üzere hemen her yöneticinin yakınına sokulabilir, yanlarında payedar olabilirdi. Ancak o, gerektiğinde menfaatlerini tepmiş; ümmetin derdi için risk almayı, rahatına yeğlemiştir. Kaldı ki, Akif sadece Sultan Abdulhamid’e değil, İttihad-Terakki ve Cumhuriyet yönetimlerine de gerektiğinde tavır almıştır:

Ağlasın milletin evlâdı da bangır bangır, 
Durma hürriyyeti aldık diye, sen türkü çağır! 
Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ, boğarım 
– Boğamazsın ki!

– Hiç olmazsa yanımdan koğarım! 
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; 
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. 
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle. 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle. 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum. 
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim. 
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. 
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım. 
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. 
Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu 
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?

Yine fiillerinden ve şiirlerinden hareketle diyebiliriz ki, onun derdi, genelde İslam ümmetinin, özelde Osmanlı devletinin perişaniyetidir. O, millete karşı yavrusunu kurtarmak için alevlerin içine atlayan, ölüm döşeğindeki yavrusuna deva bulmak için diyar diyar gezen, gerektiğinde yavrusu için arslanla pençeleşen müşfik, mustarip yürekli bir baba edasındadır:

Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım: 
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım: 
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki? 
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!.. 
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan 
Yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan?

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır? 
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır? 
Hayır, mâtem senin hakkın değil Mâtem benim hakkım: 
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! 
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; 
Bugün bir hânümansız serserîyim öz diyârımda! 
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı, 
Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! 
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu, 
Salâhaddîn-i Eyyûbî’lerin Fâtih’lerin yurdu. 
Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyni’nde Osman’ın; 
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın! 
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun; 
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! 
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın; 
Şenâ’atleri çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın! 
Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, 
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş! 
Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın; 
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın! 
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem 
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Bütün bunlara rağmen o ağır sözler keşke söylenmeseydi. Özellikle de fıkhî/itikadî manada alındığında ağır ve mesuliyetli bir söz olan kâfir sözü. Ancak dil içi ve dil dışı bağlam esas alındığında, Akif’in bu sözü Allah’ı (cc) inkâr manasında kullanmadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu düşüncemiz, zoraki bir tevile değil, bu sözün Türkçedeki kullanım keyfiyetine ve sözü söyleyenin bu inceliği anlayabilecek ilmi ve ahlaki dereceye sahip olduğu kanaatimize dayanıyor.

Konunun anlaşılması için kâfir sözünün sözlüklerdeki anlamlarına bakalım:

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat:

“(a. i. ve s. küfr ve küfran’dan. C. : kafirun, kefere, küffar): 1. Hakkı tanımayan, bilmeyen, 2. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan. 3. Küfreden, küfredici. 4. İyilik bilmeyen, nankör.” (Devellioğlu, ).

Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü:

“… Bazan sevgili aşığa ettiklerinden dolayı da kâfir olarak nitelenir. Bunda merhametsizlik, Müslümanlara musallat oluş, insanın imanını gidermesi, aşığı aşk şehidi etmesi, hileleri, zünnar saçları vs. hususiyetlerin rolü vardır.” (Pala, ).

Büyük Türkçe Sözlük:

Ar. kâfir a. (kâ:fir) 1. din b. Tanrı'nın varlığını ve birliğini inkâr eden kimse. 2. ünl. Sevilen birine takılmak, sitem etmek için kullanılan bir seslenme sözü. 3. mec. Acımasız, zalim kimse.4. hlk. Genellikle Müslüman olmayanlara verilen ad: Kâfirin güçsüz noktaları, köprüleri, kaleleri öğreniliyordu.-N. Araz.” (funduszeue.info).

Misalli Büyük Türkçe Sözlük:

“… 2. Tanımayan, bilmeyen kimse: Kafir- ihsan, kafir-i nimet 3. Yarı sitem yarı sevgi sözü olarak kullanılır: kâfir çocuk.. 4. Uğursuz, kahrolası: Vay mel’un kafir 4. sıf. Divan Edebiyatında siyah renk: Yahya, beni mi buldu hemân kâfir zülfü (Şeyhülislam Yahya).”  (Ayverdi, ).

Görüldüğü üzere, Türkçede kâfir sözü, “Allah’ı inkâr eden” manasının dışında “İyilik bilmeyen, nankör, merhametsiz, acımasız, Müslümanlara musallat olan, zalim, uğursuz, kahrolası kimse” gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

Şiirlerinin büyük ekseriyeti ayet ve hadislere dayanan, Kur’an-ı Kerim meali yazmış, Müslümanca yaşayışına yakın arkadaşları şahitlik etmiş bir kişinin, Müslümanların halifesi için kâfir sözünü “Allah’ı inkâr” eden manasında kullanmayacağı açıktır. Dönemin birçok Müslüman aydını gibi Akif de Sultan Abdulhamid’i, açlıktan midesi delinmekte olan hastayı aspirinle besleyen çaresiz bir doktor; işleyen zihinleri durduran, ışıldayan gözleri söndüren, konuşan dilleri susturan, hafiyeleri ile herkese korku salan, kimseyi dinlemeyen, hakikatlere kulak tıkayan (Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi. ), Müslümanlara musallat olmuş müstebid bir zalim olarak görmekte ve isyanını kâfir sözü başta olmak üzere türlü galiz tabirlerle ortaya koymaktadır.

Her müminin her hali, her fiili mümince olmayabilir. Bir mümin bazen bilerek veya bilmeyerek türlü günahlar işleyebilir, zulmedebilir. Ondan zarar gören bir mümin de onun o mümince olmayan hal ve fiilinden ötürü kâfire ait bir sıfatı ona atfedebilir. İstikameti bulduklarında her ikisi de samimi bir tövbe ve istiğfar ile kurtulabilir.

Akif’i eleştirenler, onun layüsel, layühti olmadığını söylüyorlar. Bu elbette ki doğrudur. Akif de bir kuldur. Hataları olabilir. Ancak bugün birçok yönden takdirle yâd edip saygı duyduğumuz Sultan Abdulhamid de layüsel, layühti değildir ve hiç olamaz. Zira 30 yıldan fazla (31 Ağustos – 27 Nisan ) koca bir imparatorluğa hükmetmiş bir yöneticinin hatadan hali olması düşünülemez. Birçok başarılarına rağmen ona mutlak bir muzafferiyet de atfedemeyiz. Zira öyle olsaydı, onun döneminde Ruslar İstanbul içlerine kadar giremez, kendisi tahttan indirilemez ve müreffeh ülkesinin mutlu hükümdarı olarak ömrü yettiğince tahtında kalırdı. Ama böyle olmamış. Peki, böyle olmaması, kendisinin tahttan indirilmesi, tamamen Akif’in veya Akif gibi düşünen bir kısım vatansever aydının suçu mu?

Sonuç

Bir söz değerlendirilirken o sözü kim söylemiş, ne zaman söylemiş, hangi makamda söylemiş, kime niçin söylemiş, sözün öncesi ve sonrasında ne var gibi ölçütler nazara alınmalıdır.  Eğer alınmazsa ve niyet de üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekse o zaman sözün hakiki mesajını değil, anlamak istediğimizi, eleştirimize malzeme oluşturacak olacak manayı anlarız.

Bugün Akif’i acımasızca eleştirenler onun yaşadığı atmosferi teneffüs etmedi. Teneffüs etselerdi nasıl bir tavır sergileyecekleri malum değil. O halde Akif’in, icraatlarından mustarip olduğu yöneticisine yönelik eleştirilerini değerlendirirken itidalli olmalı, belirtilen ölçütleri nazara almalıdır. Aksi halde suizan ve zulmetme ihtimali var.

Ayrıca unutulmamalıdır ki benzer haller Efendimizin (asm) semadaki yıldızlara benzettiği sahabeler arasında da geçmiş ve kendilerince hak bildikleri yolda mücadele eden sahabeler birbirini şehit etmişlerdir. Bize düşen bir tarafı tutup diğer tarafı tezyif ve tekfir etmek, gıybete girmek değil, iftiraktan ders çıkarıp onlara da dua etmektir.

Sözümüzü otuz yıllık yakın arkadaşı Mithat Cemal Kuntay’ın cümleleri ile bağlayalım:

“Bir de benim Akif’im var. Bu Akif, hayatımın otuz üç senesidir. Bu otuz üç senede, o, bir tek defa bayağı olmadı. Onun iç yüzüne baktığım vakit gökyüzüne, denize bakar gibi ferahlanırdım. Sonra onun altmış üç senelik hayatını öğrendim; bu, berrak altmış üç senedir, siyah ve pis tek bir dakikası yoktur.”

“İlk tanıdığımda ona inanmadım. Bir insan bu kadar temiz olamazdı; ’cabotin’di (oyuncu)  ve fena aktör, melek rolünü oynamaktan bir gün yorulacaktı, gayri tabi bir faziletten yorulan yüzünü  bir gün görecektim. Fakat otuz beş sene, bu gün gelmedi.”  (Kuntay, , ).

Not: Bu yazıda Akif’in eleştiri konusu olmuş bir yönü, Abdulhamid Han’a isyanı üzerinde duruldu. Eleştiriye medar diğer yönler kaldı. Zira bir yazının çerçevesi ancak bu kadarına yetti. Nasip olursa eleştiri konusu olmuş diğer yönleri de başka yazılarda ele alınacaktır. Bizim çabamız Akif avukatlığı yapmak değildir. Sadece İslamî bir değere yönelik dayanaksız, kötü niyetli eleştirilere karşı duyduğumuz vicdani rahatsızlığımızı beyan etmektir. Bu arada Akif’i acımasızca eleştiren yazılar burada anılmamıştır. Bunun nedeni, birileri ile anlamsız tartışmalara girişmemektir. İsteyen bunlara genel ağ sayfalarında ulaşabilecektir.

Kaynaklar
Ayverdi, İlhan (). Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Yayınları, İstanbul.
Devellioğlu, Ferit (). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara.
Kuntay, Mithat Cemal (). Mehmet Akif, Timaş Yayınları, İstanbul.
Pala, İskender (). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü (I-II), Akçağ yayınları, Ankara.
Said Nursi, Muhakemat, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
Said Nursi, Sözler, RNurOkuma4 (Risale-i Nur Külliyatı’nın elektronik sürümü).
funduszeue.info?bID=1&pID=41
funduszeue.info?option=com_bts&view=bts

İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un İslamcı bir dünya görüşüne sahip olmasına rağmen ümmetçiliği resmi bir ideoloji olarak benimseyen Sultan İkinci Abdülhamid'e karşı sert muhalefeti büyük bir tartışma konusudur.

Oysa İslamcılık çizgisinde olmasına rağmen Sultan Abdülhamid'e muhalefet eden tek kişi Akif değildi.

Said Nursi, Said Halim Paşa ve İskilipli Atıf Hoca başta olmak üzere birçok İslamcı ismin Sultan Abdülhamid'in istibdat ve hafiyecilik düzenine karşı olduğu biliniyor. 

said funduszeue.info


İsmail Kara, İslamcı dinamiğin Abdülhamid karşısında konumlanmasını anlamak için bugünün politik yargıları üzerinde yapılacak bir değerlendirmenin sağlıklı olmayacağını belirterek şu tespitleri yapar:

Cumhuriyet döneminde, özellikle tek partili yılların sonlarından itibaren muhafazakâr mütedeyyin kesimin tarih anlayışı büyük ölçüde Cumhuriyet ideolojisinin tarih anlayışının karşısında kurulup geliştiği için ve bunun uzantısı olarak bir tür Osmanlı sevdası veya hayranlığı üzerinden ifade edilmesi sebebiyle; diyelim ki İslamcı olarak bildiğimiz ilmiye yahut tarikat mensubu zevatın nasıl olup da Sultan Abdülhamid karşıtı olduğu meselesi zor anlaşılır bir mesele olarak kalmaktadır. Ama vakıa budur. Mehmet Akif, Bediüzzaman Said Nursi, Mustafa Sabri Efendi, Said Halim Paşa, Manastırlı İsmail Hakkı, İskilipli Atıf Efendi gibi aklımıza gelecek onlarca isim böyledir.

(İsmail Kara - Üç Devir, Üç Elmalılı Hamdi)

sultan abdüfunduszeue.info

Sultan Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia


Said Nursi, Sultan Abdülhamid'e sözünü esirgemeyen muhaliflerin başında geliyordu.

Nursi, Abdülhamid'in oluşturduğu korku ve baskı havasını kırarak Yıldız Sarayı'nı halka açmasını şu sözlerle tavsiye edecekti:

Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi'atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız'ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doludur; Yıldız'ı Dârül-Fünûn gibi yap.


Nursi, özellikle Cumhuriyet döneminde büyük baskılara maruz kalmıştı. Bu sebeple Sultan Abdülhamid dönemindeki muhalefetinin şahsi değil, ilkesel olduğunu açıklayarak kendisine karşı yürütülen kampanyayı istibdat olarak ele almıştı.

mehmet funduszeue.info

Mehmet Akif Ersoy / Fotoğraf: Twitter


Nursi, Akif'in bir beytine atıfta bulunarak Akif'in sert muhalefetini Cumhuriyet rejimi ile karşılaştırmış ve Sultan Hamid'in mazlumiyetine işaret etmişti:

Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın yani Abdülhamid'in yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün; 

Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhây-ı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.


Nursi, Sultan Abdülhamid'i kastederek kendisine karşı bilhassa İslamcı arkadaşlarının yürüttüğü sert muhalefetin yanlışlığını kendi değişimi üzerinden şu sözlerle dile getirecekti:

Eski Said, bâzı dâhî siyâsî insanlar ve hârika ediplerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdâdı hissedip ona karşı cephe almışlardı. O hiss-i kablelvukù tâbir ve te'vile muhtaç iken, bilmeyerek resmî, zayıf ve ismî bir istibdat görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı.

Hâlbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdatların zayıf bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksat doğru, fakat hedef hatâ…


Elbette Sultan Abdülhamid konusunda pişmanlık yaşayan yalnızca İslamcı aydınlar değildi. Örneğin Rıza Tevfik Bölükbaşı önceleri Sultan için şu ağır ifadeleri kullanacaktı:

Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin 
Fasl-ı dâva eylemekçün rûz-ı mahşerde kıyam!

Rıza Tevfik Bölükbaşı.jpg

Rıza Tevfik Bölükbaşı​​​​​​​ / Fotoğraf: Wikipedia


Oysa Hürriyet'in ilanından kısa bir süre sonra aynı Rıza Tevfik Bölükbaşı, Sultan Hamid konusunda nedamet getirerek şu ifadelere yer verecekti:

Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik, 
İhtilâle kıyam etmeli dedik; 
Şeytan ne dediyse, biz 'belî' dedik; 
Çalıştık fitnenin intibahına. 
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz, 
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz. 
Sade deli değil, edepsizmişiz. 
Tükürdük atalar kıblegâhına.


Mehmet Akif'in Sultan Abdülhamid karşıtlığı

Sultan Abdülhamid devrildikten sonra ona muhalif pek çok isim nedamet getirdi ve muhalefetlerinin yanlış olduğunu yazdı; oysa Akif, Sultan Abdülhamid'i asla affetmedi.

Merhameti ile bilinen Akif, Tevfik Fikret ile giriştiği tartışmaları içeren şiirlerin önemli bir kısmını Fikret'in ölümünden sonra kitaplarından çıkarsa da Sultan Abdülhamid aleyhinde yazdığı tek bir satırı silmedi. 

mithat cemal funduszeue.info

Mithat Cemal Kuntay​​​​​​​ / Fotoğraf: Twitter


Akif'in yakın dostu Mithat Cemal Kuntay; Mehmet Akif Ersoy'un hayatında Sultan Abdülhamid'i bir kez, o da Meşrutiyet'in ikinci defa ilanı sırasında Meclis-i Mebusan'da gördüğünü kaydeder.

Akif, Sultan Abdülhamid'in mecliste alkışlanması üzerine sinir harbi geçirerek oradan hemen ayrıldığını belirtir. Kuntay, Akif'in sultanlara karşı ruh halini şöyle betimleyecekti

Akif, üç padişahtan Reşad'a kızıyor, Hamid'den iğreniyor, Vahdeddin'e hem kızıyor, hem de iğreniyor.

ikinci meşfunduszeue.info

II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Meclis-i Umûmî denilen Osmanlı Meclisi'nin 17 Aralık 'deki açılış merasiminde, meclise gelen Sultan II. Abdülhamid'in mebuslar ve âyanlar tarafından selamlanışını gösteren bir kartpostal / Fotoğraf: K. Yusuf Ünal koleksiyonu 


Safahat'ta Abdülhamid ve İstibdat karşıtlığı

Mehmet Akif Ersoy, şiirlerinde ve yazılarında Sultan Abdülhamid'e oldukça ağır ifadeler kullanmıştır. Akif'in hışımla karşısında durduğu ilk uygulama istibdat rejimidir:

Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd 
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd! 
Diyor ecdâdımız makberlerinden: Ey sefil ahfâd, 
Niçin binlerce ma'sûm öldürürken her gelen cellâd, 
Hurûs etmezdi, mezbûhane olsun, kimseden feryâd?


Akif'in bir diğer rahatsızlığı doğrudan Sultan Abdülhamid'in kişiliğiydi. Sultan Abdülhamid'in şeriatı kendi emelleri doğrultusunda kullandığını düşünen Akif, şu sert ifadeleri kullanacaktı:

Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek, 
33 yıl bizi korkuttu 'Şeriat!' diyerek

mehmet funduszeue.info

Mehmed Âkif’in 23 Cemâziyelâhir  (26 Kasım ) tarihiyle Hilvan’dan torunu Ferda’ya gönderdiği imzalı fotoğrafı / Fotoğraf:
M. Ruyan Soydan koleksiyonu


Akif'e göre zulmün başı Sultan Abdülhamid idi ve onu cani olarak nitelemekten de çekinmeyecekti:

Mefâhir bekleyen abadan evladı hacil ettin;
Ne âli kavm idik; hayfa ki sen geldin sefîl ettin;
Bütün ümmîd-i istikbali artık müstahîl ettin;
Rezil olduk… Sen ey kâbus-i huni, sen rezil ettin!
Hamiyyetgamz eden bir pak alın her kimde gördünse,
'Bu bir cani!' dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.


Akif'in, Sultan Abdülhamid'in devrilmesinden sonra da öfkesi dinmiş değildi. Sultan Abdülhamd'i bu kez Firavun'a benzetecek ve ağır ithamlarını sürdürecekti; hatta Sultan Abdülhamid'e 'kâfir' imasını dahi kullanacaktı:

Hele Fir'avn'ın elinden yakamız kurtuldu; 
Hele mahvolmadan evvel sizi millet buldu. 
Ah efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi


'Yıldız'daki Baykuş' tartışması

TRT ekranlarında yayınlanan 'Payitaht Abdülhamid' isimli dizide Sultan Abdülhamid'i devirme planları yapan masonlardan bir tanesi Sultan Abdülhamid'i kastederek 'Yıldız'daki Baykuş' ifadelerini kullandı.


Bu ifade Akif'in bir şiirinde kullandığı sözleri akıllara getirdi.

Akif, Sultan Abdülhamid'i kastederek şu kelimeleri sarf edecekti:

-Ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler, 
Ah o Yıldız'daki baykuş ölüvermezse eğer, 
Akıbet çok kötü


Yapımcıların 'Yıldız'daki Baykuş' ifadesini kullanması, 'Akif'e mason mu denilmek istendi?' sorularını akıllara getirdi.

Akif'in Sultan Abdülhamid'e yönelik birçok ağır ithamı bulunuyordu. Örneğin, kalabalık bir kafile ile namazını dahi halktan kopuk kıldığını düşündüğü Sultan için şunları yazacaktı;

Kafes arkasında hanımlar gibi saklıydı Hamîd Koca şevketli! 
Hakikat bunu etmezdim ümîd. 
Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız; 
O silahşörler, o al fesli herifler sayısız. 
Neye mal olmada seyret, herifin bir namazı: 
Sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı! 
Hele tebziri aşan masrafı, dersen, sorma

mehmet akif funduszeue.info

Mehmed Akif’in Burdur mebusu iken çekilmiş bir fotoğrafı, / Fotoğraf: M. Ruyan Soydan koleksiyonu​​​​​​​


Tüm öfkesine rağmen Akif yalnızca hürriyet aşığı bir şairdi, istibdat onun tabiatına aykırı bir yönetim şekliydi.

Nitekim Meşrutiyet'in hemen ilanından sonra İttihatçılarla arasına mesafe koymuş ve onların uygulamalarını da sert bir biçimde eleştirmişti.

İttihatçıların 'mürtecilik' ithamı ile başlayan cadı avını şu ifadelerle yerden yere vuracaktı:

Kimse söyletmiyor artık bizi bak sen derde;
'Mürteci' damgası var şimdi ellerde.
Bir fenalık görerek, yapma desen alnına tâ,
İniyor hatt-ı celîsile hamîdî tuğra!
İşte gördün ya, herif 'saye-i-hürriyette'
Diyerek, başlamak üzereydi hemen tehdide!
Eskiden vardı ya meydanda gezen ipsizler:
Hani bir sâye-i şahane çekip her şeyi yer!
Onların birçoğu ahrar-ı izam oldu bugün
Mürteci, nah kafa, bizler… Kerem et, hâli düşün


Mehmet Akif Ersoy ölümüne kadar Sultan Abdülhamid'e sert muhalefetine dair asla nedamet getirmedi. Bu onu mason olarak itham etmenin ise bir gerekçesi olamaz.

Akif, İttihatçılara ve Cumhuriyet rejimine doğru yürüdükleri süre boyunca destek vermiş; ama kişi hak ve hürriyetinin kısıtlandığını sezdiği anda Sultan Abdülhamid'e gösterdiği muhalefetin bir benzerini sonraki rejimlere yönelik de sürdürmüştü. 

TRT'nin, dizide Akif'e atıf yapmasının altında yatan mesajın ne olduğu ise koca bir muamma olarak ortada kaldı; Akif'in Cemaladdin Efgani ve Muhammed Abduh'a karşı müspet duygulara sahip olması sebebiyle bazı kesimlerce sevilmediği bilinen bir gerçek.

'Bir masonun ağzına Akif'in sözlerini iliştirmek bu nefretin bir tezahürü mü?' türünden sorular ancak TRT'nin resmi açıklamasıyla giderilebilecek endişeler olarak karşımızda duruyor.

*Daha ayrıntılı bir okuma için İbrahim Halil Ozan'ın 'İkinci Meşrutiyet Dönemi İslamcılarına Göre Sultan İkinci Abdülhamid ve Dönemi' isimli detaylı çalışma incelenebilir.


*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Ya Abd&#;lhamid ya Mehmet &#;kif

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

İKİSİNİ de sevenler ne Sultan Abdülhamit’ten ne de İstiklal şairi Mehmet Akif’ten vazgeçebiliyor.

Haberin Devamı

Akif’in Safahat’ında pek de hoş sıfatlarla anılmaz oysa Abdülhamit Han. Hatta çoğu, yenilir yutulur cinsten değildir.

Hele ‘İstibdad’ şiirinde tasvir ettiği sahneler dehşet vericidir.

Abdülhamit’in kardeşi Reşat Efendi’nin kilercisiyle selamlaştı diye bir garibanın yaka paça, tekme tokat yerlerde sürüklenerek götürülüşünü anlatır.
Zalimanedir. Kahredicidir. Utanç vericidir. Nefret uyandırıcıdır.

Ya Abdülhamid ya Mehmet Âkif

Ve Akif, bütün bu hislerin okura geçmesini sağlamak için her ne ciğer paralayıcı detay lazımsa büyük bir öfkeyle hikaye etmiştir.

***

Haberin Devamı

Abdülhamit döneminde baskı, zulüm ve jurnalciliğin hangi raddeye vardığını gösteren detaylardan biridir. Veliaht Reşat Efendi’den sadece Efendi diye söz edilmektedir halk arasında.

Akif’in şiirinde de böyle geçer.

Çünkü sultanın korkulu rüyasıdır. Onu Dolmabahçe Sarayı’ndaki veliaht odasında gözetim altında tutmaktadır.

Halkın gönlüne girmesin, aklını çelmesin diye de her türlü teması yasaklanmıştır. Doğrudan sultana bağlı özel hafiye teşkilatı, veliahtın nefes alıp verişini bile izlemektedir.

Durumu acıyla tecrübe eden halk, korkudan Reşat Efendi’nin adını bile ağzına almamakta, icabında kısık sesle sadece ‘Efendi’ lakabını fısıldaşmaktadır.

İşte şairin tanık olduğu trajedideki kurban da uzaktan akrabası bir kilerciyle selamlaşırken muhbire yakalanmıştır.

***

Haberin Devamı

Akif, ‘zulmü sevecek, zalimi alkışlayacak’, ‘adam sen de’ deyip geçecek adam değildir.

Gördüğü baskın sahnesini dehşet içinde canlandırır; kenardan seyretmenin ıstırabıyla ‘Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak’ dizesini de nakşeder zihinlere.

Abdülhamit karşıtıdır artık.

‘Asım’ şiirinde de şiddetli yergiler vardır Sultan ‘Hamid’e.

Zalimdir, Yıldız’daki baykuştur, kadınlar gibi kafesler arkasına saklanandır, cuma selamlığında bile halka karışmaktan korkandır, ödlektir, saraydan dışarı çıkamayandır vesair.

***

Abdülhamit Han’ı ‘cennetmekan ulu hakan’ bilen Akif hayranlarının tek tesellisi şu inançtı:

Değerini sonradan anlamış ve ‘kadrini bilemedik’ mısrasıyla, ‘arar olduk eski semerciyi, rahmetlininki semer değil devletmiş’ göndermeleriyle dövünmüştür

Haberin Devamı

Feylesof Rıza’nın “Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdat” başlıklı meşhur özürnamesindeki gibi, Akif de satır aralarında nedamet bildirmiştir

Süleyman Nazif’in “Hasret olduk eski istibdada biz” nakaratlı “Sultan Hamid’e Şarkı”sındaki gibi derin bir pişmanlık yaşamış, Abdülhamit’in ruhaniyetinden af dilemiştir

Diğer düşmanları gibi, Akif de İttihat ve Terakki’nin bin beter istibdadını gördükten sonra Abdülhamit’e rahmet okumuştur

Ama içyüzü öyle mi?

***

İkisine de toz kondurmak istemeyenlerin sıkı sıkıya tutunduğu bu teoriyi, bir daha ayağa kalkmamak üzere yıkan bir eser duruyor elimde.

Yakın dostu, mücadele ortağı, kalem arkadaşı ve kabir komşusu Süleyman Nazif’in ‘Mehmed Akif’ adlı kitabını okuyorum.

Haberin Devamı

Akif henüz hayattayken hakkında yazılan bir risale. İlk basımı ’te. Yani vardıysa içinde bir Abdülhamit pişmanlığı, onu yansıtacak bir tarihte.

M. Ertuğrul Düzdağ’ın üstüne titreyerek yayına hazırladığı yeni baskısı yapıldı ve ’in sonlarında çıktı.

Süleyman Nazif, kimsenin itiraz edemeyeceği bir kesinlikte tartışmayı noktalıyor.

‘İstibdad’ şiirini kritik ederken ‘Abdülhamit dönemini arar oldukları’na dair bir cümlenin altına şu dipnotu düşüyor:

“Bu satırlar Mütareke’nin karanlık günlerinde yazıldı. Düşman askerlerinin çizmesi, tabiatıyla bize Kızıl Sultan’ın tüfekçilerinden daha ağır, daha haysiyet kırıcı gelmişti. Hakikatte bu izmihlali, o istibdat hazırlamış ve doğurmuştu. Fakat biz o sıralar bunu (başa gelenlerde Abdülhamit’in payını) düşünemeyecek kadar perişan ve ümitsiz bir durumdaydık.”

***

Haberin Devamı

Hasılı; o rahmet okumalar, arkasından tezahüratlar filan İttihat ve Terakki nefretindendir, Abdülhamit’e güzellemeden değil.

Fikir değiştirdiklerinden, hakkında yanıldıklarını, çok haksızlık ettiklerini düşündüklerinden hiç değil.

‘Ya şair ya sultan, birisinden birini seçin’ demiyorum size.

Şunu söylüyorum: Dili eski ve ağdalı, biraz emek istiyor ama bu kitabı okuduktan sonra ikisini birden sevmenin zorluğunu anlayacaksınız.

#Akif Beki#H&#;rriyet#Yazarlar

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

Yazarın Tüm Yazıları

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası