şeri deliller / Eskiyeni » Makale » Fıkıh Usulü Tarihinde Dört Temel Şerʿî Delil Tertibinin Gelişimi

Şeri Deliller

şeri deliller

ŞER'İ HÜKÜMLERİN DELİLLERİ1

(İslâm Hukukunun Kaynakları)1

§: İttifak Edilen Deliller:1

§: İhtilâf Konusu Olan Deliller:2

§: Bütün Delillere Ait Ortak Bilgiler:2

(İslâm Hukukunun Kaynakları)

Yüce Allah, insanları boş yere, gayesiz-hedefsiz yaratmamış ve onları başıboş bırakmamıştır. Bilâkis onlara mükellefiyetler yüklemiş, onların herbir fiiline, vücûb, hürmet, kerahet, sıhhat, fesad vb. şer'î hükümler bağlamış; bu hükümlerin kendilerinden çıkarılacağı deliller koymuştur. Ancak bu delillerden bazıları bilginlerin büyük çoğunluğuna göre hüccet sayılırken, bazıları hakkında bilginler ihtilaf etmişlerdir.

§: İttifak Edilen Deliller:

Bilginlerin, üzerinde ittifak ettikleri deliller dörttür:

1-Kitap,

2-Sünnet,

3-İcmâ',

4-Kıyâs,

Bu dört delilden birinin delâlet ettiği her hüküm, vâcibuM-ittibâ'dır; bu hükme uymak gerekir. Şu var ki, bu delillerin hepsi, hükümlere delâlette aynı derecede değildir. Bunlar şöyle bir sıraya tabidir: Kitap, Sünnet, icma, kıfunduszeue.info hükmü öğrenmek İsteyen kimse için, bu deliller içinde Kitâb ilk delil, başvurulacak ilk kaynaktır. Eğer karşılaşılan meselenin hükmünü burada bulursa, başka delile yonelmez. Burada çözümü bulamadığı takdirde, Sünnet'ten araştırır. Mesele ile ilgili bir Sünnet hükmü de bulamazsa icmâyı inceler. İcmâda yoksa kıyâsa başvurur. Kıyas ise, yukarıda zikredilen bütün delillerin funduszeue.infoâz b. Cebel'den rivayet edilen hadis de bu sıralamanın doğruluğunu göstermektedir:Hz. Peygamber (s.a.v) Muâz'ı Yemen'e, oranın halkına Kur'ân'i ve dinî hükümleri öğretmek ve aralarında yargı görevini ifâ etmek üzere gönderirken, kendisine sormuştu: Önüne bir uyuşmazlık getirildiğinde neye göre hüküm vereceksin?

-Allah'ın Kitabındaki ile.

- Allah'ın Kitabında yoksa?

- Allah Rasûlünün Sünneti ile.

- Allah Rasûlünün Sünnetinde de yoksa?

- Re'yimleictihad ederim ve vazgeçmem. (Muâz, nasslarda doğrudan hüküm yok diye meselenin hükmünü araştırmaktan ve ictihad etmekten geri durmam, demek istiyordu.)Bu konuşmayı naklettikten sonra Muâz şöyle demiştir: Bunun üzerine Hz. Peygamber fs.a.v) eliyle göğsüme vurdu ve "Allah Rasûlünün elçisini, Allah Rasûlünün hoşnut olduğu (cevaba) muvaffak kılan Allah'a hamdolsun" funduszeue.infoğavî de Meymûn b. Mehrân'ın şöyle dediğini nakletmiştir: Hz. Ebubekir'in önüne hasımlar geldiğinde, o Allah'ın Kitabına bakar, aralarındaki uyuşmazlığa çözüm getiren bir hüküm bulduğunda onunla hükmederdi. Allah'ın Kitabında bulamazsa Râsûlûllah'ın Sünnetine bakar, eğer" orada uyuşmazlığa çözüm geriten hüküm bulabilirse onunla hükmederdi. Râsûlûllah'ın Sünnetinde de çözüm bulamazsa toplumun ileri gelenlerini ve seçkinlerini toplar onlarla istişare ederdi. Onların görüşü bir noktada birleşince, bu görüşe göre hükmederdi. Hz. Ömer de aynı şekilde davranıyordu: Şayet Kur'ân ve Sünnet'te çözüm bulamazsa, Hz. Ebubekir'in bu konuda bir hükmü var mı diye araştırırdı. O'na ait bir hüküm bulursa onunla hükmeder, bulamazsa, toplumun ileri gelenlerini toplardı. Bir noktada birleşirlerse ona göre hüküm verirdi.

§: İhtilâf Konusu Olan Deliller:

İhtilâf konusu olan delilleri kimi bilginler hüküm için delil saymış, kimi bilginler ise delil saymamıştır.

Bu deliller şunlardır: Mesâlih-i mürsele, istihsân, istıshâb, Örf, şer'u men kablenâ (önceki ümmetlerin dinlerindeki hükümler), sahabî kavli.

§: Bütün Delillere Ait Ortak Bilgiler:

İttifak ve ihtilâf konusu olan delillerin herbirini müstakil başlıklar altında ele alacağız. Ancak ifade edelim ki, esasen bütün bu delillerin fonksiyonu, Yüce Allah'ın, elçisi Hz. Muhammed vasıtasıyla kullarını mükellef tuttuğu ilâhî hükümlerin gösterilmesi ve tanıtılmasıdır. İşte biz. bu itibarla bütün delillere şamil olan bazı ortak bilgilere başta yer vermek istiyoruz:

Birincisi: Şer'î deliller, naklî deliller ve aklî deliller olmak üzere iki nevidir. Naklî delillerin yolu nakildir, bunlann meydana gelmesinde müctehidinherhagibir katkısı yoktur. Meselâ Kitab ve Sünnet'in mevcudiyetinde müctehidin hiçbir müdahalesi sözkonusu olamaz. İcmâ da böyledir, çünkü müctehidin onunla istidlalinden önce mevcut bulunmaktadır. Aynı şekilde, örf, şer'u men kablenâ ve sahabî kavlini de zikredebiliriz. Zira bütün bunlarda sonuç itibariyle sırf naklî bir duruma göre amel edilmektedir. Bunların oluşmasında müctehidin müdahalesi yokturAklî deliller ise, oluşmasında müctehidin katkısı bulunan delillerdir. Kıyâs, mesâlih-i mürsele ve bazı istihsân şekilleri funduszeue.info taksim sadece, delillerin aslı ve mahiyeti bakımındandır. Hüküm çıkarmada bunlardan faydalanma bakımından ise, her iki nevi yek diğerine muhtaçtır. Çünkü nakille istidlal edebilmek için düşünmeye, kafa yormaya, kısaca akla ihtiyaç vardır. Akıl ile istidlal ise, din nazarında, ancak nakle dayandığında muteberdir; mücerred akıl hüküm teşriine müdahale edemez.

İkincisi: Şer'î deliller, aklı selime ters düşmez. Aklî selime aykırı ve onunla çelişkili bir hüküm taşıyan sahih bir delil bulunamaz. Çelişki ancak şu durumlarda sözkonusu olabilir:

a)Delilin sahih olmaması halinde.

b)Delilin, Şârîİnkasdettiği şekilde anlaşılmaması halinde.

c) Aklın bunama gibi bir hastalığa duçar olması veya şahsî arzulara kapılması yahut bîr takım bozuk görüşlere meyletmesi halinde. Bu çelişmezliğin sebebi ise şudur: Şârî (Yüce Allah) bu delilleri, insanlar bunları aklı selimle ölçüp tartsınlar, ikna olup kabullensinler ve gereğince uygulama yapsınlar diye göstermiş ve peygamberlerine bildirmiştir. Şayet bu deliller akla aykırı olsaydı, akıllar bunu kabullenmek İstemez ve mükellefler gereğince davranmazdı. Bu takdirde ise şer'î hükümlerin konmasında ve bunlann insanlığa tebliği için peygamberlerin gönderilmesinde bir fayda bulunmamış, bütün bunlar anlamsız kalmış olurdu. Yüce Allah ise anlamsız, boş işlerden münezzehtir.

Üçüncüsü: Şer'î deliller, "usûl" (asıllar) ve İslâm hukukunun kaynakları diye anılır. Şu kadar var ki bu delillerden bir kısmı kendi başına bir hukuk kaynağıdır. Bunlar Kitab, Sünnet ve icmâdır. İstihsân, örf ve sahabi kavli gibi deliller de sonuç itibariyle bu kaynaklara dahil funduszeue.info başına hukuk kaynağı olmayan delil ise kıyâstıfunduszeue.info sayılanlar müstakil kaynaklardır, çünkü bunlarla hüküm verirken bir başkasına ihtiyaç duyulmaz.Kıyas ise kendi başına kaynak değildir. Çünkü Kitab, Sünnet veya icmâ'da yer alan bir "asıl''a muhtaçtır. Yine asıldaki hükmün hangi gerekçe ile konduğunun (illetin) bilinmesine ihtiyaç vardır. O halde, gerçekte kıyas, fer'in hükmünü kendi başına gösteren bir kaynak değil, nassın veya icmânın bu fer'i de kapsamına aldığını gösteren bir delildir. Bilginlerin "Kıyas, hükmün muzhiridir, müsbiti değildir" sözü kıyasın bu özelliğinianlatmaktadır. Bir başka deyişle kıyas, sadece, hükmü açığa çıkarır, yoksa yeni baştan hüküm koymaz. Şimdi bu özelliği bazı örneklerle açıklayalım:

a)Kur"ân-ı Kerîm'in âyeti ile cuma namazının kılın­dığı vakitte alış-veriş yasaklanmıştır. Fakihlerin çoğunluğu bu nehiyden, cuma namazı ezanı sırasında ahş-verişin mekruh olduğu manasını anlamıştır. Bu yasağın illeti ise, bu vakitteki alış-verişin namazdan alıkoymasıdır. İşte fakihler, diğer akidleri ve namazdan alıkoyan işleri de aynı illetin, yani namazdan alıkoyma gerekçesinin varlığı sebebiyle alım-satıma kıyas etmişlerdir. Şayet asıl zikredilmemiş ve aslın hükmüne ait gerekçe (illet) bilinmemiş olsa, fer'de kıyas yoluyla hüküm sabit olamazdı. Şu halde kıyas ile, asıl hakkında mevcut bulunan nassın fer'e de şâmil olduğu açığa çıkmaktadır ve kıyas bu şümulü ortaya çıkarmış olmaktadır. Kıyas yoluyla varılan sonuca göre, âdeta Yüce Allah "namazdan alıkoyan alım-satım, kira, rehin vb. bütün işleri terkedin" buyurmuş olmaktadır.

b)Hz. Peygamberdin "Katil mirasçı olamaz" hadisi ile, murisini öldüren vârisin mirastan mahrum olacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükmün illeti, katilin, zamanı gelmediği halde hakkına biran evvel kavuşabilmek için haram bir fiili vasıta olarak kullanmasıdır. O da bu haktan mahrum bırakılarak cezalandırılmaktadıfunduszeue.infoler "mûsî"sini öldüren "mûsâ-leh"i de buna kıyas etmişler, aynı illetin bu olayda da mevcudiyeti sebebiyle onun vasiyyetten mahrumiyetine hükmetmişlerdir. Esasen burada fer'a ait hüküm kıyasla sabit olmamaktadır. Önce asıl hakkında sabit olan hükmün ve bu hükmün konmasındaki illetin bilinmesi gerekmektedir. Ancak bundan sonra kıyas yapılabilmekte ve kıyastan sonra da hüküm asıl hakkında vârid olan nass ile sabit olmaktadır. Öyleyse kıyasın görevi bunu açığa çıkarmaktan ibarettir. Kıyas işlemiyle âdeta Hz. Peygamber'in şöyle buyurmuş olduğu anlaşılmaktadır: "Murisini öldürdüğünde vârise mirastan, nıûsîsini öldürdüğünde de mûsâ-lehe vasiyetten bir şey verilmez."

c) Bir topluluğun bir malın çalınmasına iştiraki ve herkesin çalınan maldan hırsızlık cezasını gerektiren miktarda payını alması halinde, topluluktakilerden herbirinin elinin kesileceğindeSahabeicmâetmişfunduszeue.infoılarıdabunakıyasederek,birkişininÖldürülmesine iştirak eden topluluğun tamamının öldürülmesi gereğine hükmetmiştir. Çünkü, nasıl hırsızlığa iştirak edenlerden herbirine "hırsız" denmekte ise, adam öldürme olayına iştirak edenlere de "katil" adı verilmektedir. Yine hırsızlığa iştirak durumunda, suça iştirak edenlerden herbirinin tam ceza almalarına bir mani bulunmadığı gibi, adam öldürmeye iştirak durumunda da, suça iştirak edenlerden herbirinin tam ceza almalarına bir mani bulunmamaktadır. Böylece kıyas işlemiyle, icmânın iştirak halinde hırsızlık suçu hakkında belirlediği hüküm sırf bu olaya münhasır'kalmamakta, iştirak halinde adam öldürme olayını da kapsamına almaktadır.

Denebilir ki: Kıyası müstakil bir hukuk kaynağı olmaktan alıkoyan gerekçe icmâ "hakkında da geçerlidir. Zira -usul bilginleri arasında tercih edilen görüşe göre-, icma edenlerin icmalarını dayandıracaktan Kitab'tan, Sünnet'ten veya kıyastan bir senede ihtiyaç vardır halde niçin icmâ da kıyas gibi bağımlı bir kaynak sayılmıyor?Bunun cevabı şudur: İcmânın iki safhası vardır. Biri icmânın oluşması ve ortaya çıkması safhasıdır. Diğeri hükme varırken kendisine delil olarak dayanma safhasıdır. İcmâ, sadece oluşma safhasında "sened"e muhtaçtır. Kendisiyle istidlal edilmesi safhasında ise buna ihtiyaç yoktur. İstidlal eden kimse, "Bu hükmün delili şu icmâdır" dese ve bu icmâ da sabit ise, icmânın senedini zikretmemiş bile olsa hükmün isbatı için bu kadarcığı yeterlidir. Kıyasda ise durum böyle değildir. Zira gerek kıyasın oluşturulması safhasında gerekse onunla istidlal safhasında, hükmün konuş gerekçesi olan "illet"in bilinmesine ihtiyaç vardır. İstidlal eden kimsenin "Bu hükmün delili şu kıyastır" demesi yetmez. Hükmün isbatı için, hükmü Kitab, Sünnet veya icmâ ile sabit olan ve kendisine kıyas etmek istediği "asl"ı zikretmesi ve hükmün konuş gerekçesini (illetini) açıklaması gerekir. İşte, kendisi ile istidlal safhasında, kıyasın bir başka şeye muhtaç olmasına karşılık icmâda buna ihtiyaç bulunmadığı için, icmâ bağımsız, kıyas ise bağımlı birer kaynak sayılmıştır.



Yazarın, "naklî delil" ile, yapısı itibariyle vahye dayanan delili değil, -kendisinin ifade ettiği üzere-oluşumunda müctehidin katkısı bulunmayan" delili kasdettiğine dikkat edilmelidir, (mütercim)

el-Cumu'a 62/9. "Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve ahş-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır."

Kaynaklar, bilginlerin bu âyetten, cuma günü zeval vaktinden sonra hatibin minberde bulunduğu esnada alış-verişin yasak olduğu anlamını çıkarmada fîkirbirliği ettiklerini göstermektedir. Fıkhı hüküm olarak, Hanefiier bu davranışın "tahrîmen mekruh", cumhur (çoğunluk) "haram" olduğu Sonucuna varmışlardır. Akdin geçerli olup olmadığı hususu ise, daha çok meselenin haram-li-aynihî ve haram-li-ğayrihî kavramları açısından değerlendirilmesi ile ilgilidir. Bu konuda Hanefî ve Şâfıî mezheplerinde akdin geçerli, Maliki veHanbelîmezheplerindeisegeçersizolduğufikrihakimdir,funduszeue.infoRüşd(el-Hafîd), Bidâyetü'l-müctehid, Kahire, , H/; VehbeZühaylî. el-Fıkhcl-islâmî ve edilletüh, Şam, , 11/ , IV/ (mütercim)

EbuDavud, Diyât, Darimî, Ferâiz, Ahmed b. Hanbel. I.

Kitâb'a müstenit icmâya, fakihlerin, "Analarınız (ile evlenmek) size haram kılındı" âyeti ile sabit olan nine ile evlenme yasağı hakkındaki icmâsı örnek gösterilebilir. Zira âyetteki fi (ana)dan maksat '"asıl" (kök)dır. Nine de ana gibi asıldır. Sünnet'e müstenit icmâya örnek: Muğire b. ' Şu'be'nin rivayet ettiği "Hz. Peygamber'in nineye altıdabir pay verdiği"ni bildiren hadise dayanarak Sahabenin, ninenin miras payının altıdabir olduğuna dair icmâsı. Kıyâsa müteniticmâya örnek olarak, Hz. Peygamber'in Hz: Ebûbekir'i namaz imamlığında başkalarına tercih etmesine kıyasla. Sahabenin onu halifelikte de başkalarına takdim hususunda icmâ etmesi zikredilebilir. Nitekim onlar şöyle demişlerdi: Allah'ın Rasülü onu din işimizde tasvip etmişken biz dünya İşimizde tasvip etmez miyiz? Aynı şekilde, Sahabenin ninenin miras payının ;ıaltıdaıbir (ildugunii dair icmâsı. Kıyâsa müstenit icmâya örnek olarak, icmâya örnek gösterilebilir.

EDİLLE-İ ŞER`İYYE (ŞER`İ DELİLLER)

Şer`î deliller, şer`î hükümleri çıkarma yolları. Edille, delil kelimesinin çoğuludur. Delil de, kendisiyle, arzulanan bir amaca ulaşılan rehber, kaynak, dayanak demektir. Usûl-i Erbaa, Edille-i Erbaa da denir.

Edille-i Şer`iyye, yahut şer`î deliller, en genel anlamda İslâm hukukunun kaynaklarını teşkil eder. Diğer bir ifadeyle, edille-i şer`iyye, hüküm çıkarmada başvurulan esaslar olarak ifade edilebilir. Kavramın ortaya çıkışı Etbau`t-Tâbiin devrinden sonradır. Üzerinde düşünülmesi veya kavranılmasıyla, istenilen hükme ve sonuca ulâştırân şeydir (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usûlü, 42). Kesin veya zannı olarak genel hüküm ifâde eder.

Genel bir sınıflama ile şerî deliller, "Sem`î" ve "aklî" olmak üzere iki grupta ele alınabilir. Sem`î olanlar; Kitap, Sünnet, İcma olup bunları değişik olaylara uygulama aracı olan Kıyas da bunlara ilâve edilen ve "aklı deliller" olarak değerlendirilen diğer deliller ve bunların sıralaması hakkında farklı görüştedirler. Bu deliller, "istishâbu`l-hâl", "istihsan", "mesâlihu`l-mürsele", "örf", "sahâbe sözü" ve "İslâm`dan önceki şeriâtler" gibi delillerdir.

Edille-i Şer`iyye`nin dört ile sınırlândırılmasının gerekçeleri için şunlar söylenir: Delil, menşe itibariyle ya vahiy kaynaklıdır ya da değildir. Eğer vahiy kaynaklı ise, bu vahiy ya "metlüvv" ki bu Kur`an`dır veya "gâyr-i metlüvv" olur ki bu dâ Sünnettir.

Delilin vâhiy kaynaklı olmaması durumunda ise şu iki ihtimal söz konusudur: Bu delil, bir asırdaki bütün müctehidlerin ortak görüşü ise "icmâ", her müctehidin ferdî görüşü ise "kıyas" adını alır (Büyük Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersleri, 20).

Aslındâ, Kur`ân ve sünneti aslı ve sâbit kaynaklar olarak; bu ikisi dışında kalan diğer bütün delilleri ise Kur`an ve sünneti yorumlama ve uygulama metodu ve vasıtası olarak değerlendirmek mümkündür. Kitap, sünnet, icma, kıyas "aslı deliller", istihsan, istislah, istishab, örf, sahâbî sözü, geçmiş şerîatler "fer`î" delillerdir (Sava Paşa, İslâm Hukuk Nazariyesi, 11, ).

Kitap

Kitap, İslâm hukuk literatüründe "Kur`an" yerine kullanılan bir terimdir. Kur`ân ise, lügatte, okumak anlamında olup, ıstılahta Hz. peygamber (s.a.s.)`e inen, mushaflarda yazılı olan ve en ufak bir şüphe olmaksızın mütevâtir olarak nakledilen, Cenâb-ı Allah`ın sözü (kelâmullah) anlamında kullanılır (Molla Hüsrev, Mir`at, ). Kur`ân Allah`ın kitabı ve apaçık vahyidir. Tedricî olarak indirilmiştir. Bir harfini bile inkâr küfürdür. Kur`ân`ı en iyi bilen Rasûlullah; sonra ashâbıdır. Kur`an, İslâm teşrîinin (yasama) temelini teşkil eder. Kur`ân`da dinî hukuk sisteminin (şerîat) esasları açıklanmış; inanç, ibadet ve hukuk konuları genel hatları itibariyle belirtilmiştir (Şâtibî, el-Muvâfakat, IV, 92). Bu itibarla, Kur`an, İslâm teşrîinin "aslı kaynağı", diğer bir deyişle yegâne değişmez kaynağı olarak kabul edilir. Rasûlullah Vedâ Haccında şöyle buyurmuştur: "Sizlere iki şey bırakıyorum: Allah`ın kitabı ve Rasûlünün sünneti. Bunlara sarıldığınız müddetçe dalâlete düşmezsiniz." Kur`ân, hükümleri genel çizgileriyle belirtir; pek az konu dışında bunların detayına inmez. Nitekim, Kur`ân`da, keyfiyet ve detayı belirtilmeksizin namaz kılmak ve oruç tutmak emredilmiş; bunların nasıl yapılacağım ise, Hz. Peygamber, sözlü ve fiilî olarak açıklamıştır. Aynı şekilde, Kur`ân akitlerin yerine getirilmesini emretmiş, alım-satımın helâl, ribânın haram olduğunu belirtmiş, fakat hangi akitlerin sahih, hangilerinin bâtıl ya da fâsit olduğunu açıklamamıştır. Bu ayırımın temel ölçülerinin belirlenmesini de ilk planda sünnet yüklenmiştir .

Diğer taraftan, Kur`ân`da detayları ile birlikte zikredilen bazı konular da vardır; miras, karı-koca arasındaki liân`ın nasıl yapılacağı ve bazı cezaî müeyyideler bunlar arasındadır. Kur`ân`ın bu genel ifâde (icmâl) tarzının önemi, özellikle muâmelât hukuku alanında ortaya çıkmaktadır. Bu tarz, mücmel nassların değişik şekillerde anlaşılıp uygulanmasına imkân vermekte ve böylece değişik zamanlardaki maslahatlara ayak uydurmasına ve genel amaç ve prensiplerden ayrılmaksızın onların gereklerine göre hüküm verilebilmesine yardım etmektedir. Meselâ, Kur`ân`da, özel bir şekil belirtilmeksizin "şûrâ"dan bahsedilmektedir. Genel bir şekilde ifade edilen bu şûra, istibdâd ve baskının bulunmadığı, halk içerisinde belli ölçüde bilgi ve kanaat sahibi olanların görüşlerine saygı duyulup başvurulduğu bir yönetim biçimini kapsamaktadır.

Bütün bunlara rağmen, Kur`ân nasslarının bu genel ifade tarzının, bazı noktalarda sünnetle açıklanmasına ihtiyaç vardır. Bu sebeple, Kur`ân`da pekçok yerde, sünnet`e atıfta bulunulmuştur, "Allah`a ve Rasûl`e itâat edin" (Al-u Imrân, 3/32); "Peygamber size neyi vermişse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan kaçının" (el-Haşr, 59/7) ve "Ey inananlar, Allah`a itâat edin, Peygamber`e ve Ulû`l-Emr`e itâat edin. Bir şeyde anlasamazsanız onu Allah`a ve Peygamber`ine arzedin. Bu en iyi ve netice itibariyle en güzeldir" (en-Nisâ, 4/59).

Kur`ân`ın delîl olması demek, Kur`ân`ın hakkıyla bilinmesi demektir. Kur`ân ilmine sahip olmadan, Arapça`ya vâkıf olmadan, sünnete başvurmadan, ilim ehli olmayanlar için fıkhı manada değil, ahlâkı manada okunan bir kitap olabilir. İmam Câfer-i Sâdık bu konuda şöyle demiştir: "Kur`ân`ın bir kısmını diğeriyle çarpıştırdılar. Nasih zannederek mensuhu delil gösterdiler. Amm zannederek hâs ile delil getirdiler. Âyetin te`vîlini delil göstererek sünnetin onu te`vil şeklini terkettiler. Sözün başını ve sonunu düşünmediler. Onu kaynak edinip yollarını bilemediler. Ehlinden almadılar, böylece saptılar ve saptırdılar" (Suphi es-Salih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, Çev.: İ. Sarmış, İstanbul , ).

Kur`ân`ın bütün âyetlerinin sübutu kat`idir. Ancak, ifade ettikleri mana ve kavrama delâletleri her zaman kat`i olmaz. Bu bir kısım âyetlerin delâlet bakımından zannı olması farklı mezheplerin farklı görüşler ortaya koymasına yol açmıştır. Şer`i hükümlerin kaynakları kitap, sünnet, icmâ, kıyas olunca mukallidin ilmi, târifin dışında kalmaktadır. Çünkü müctehidin kavli her ne kadar mukâllid için delil olsa da, delillerin kendisi değildir (İbn Abidin, Reddü`l-muhtâr Haşiyesi Terc: Ahmed Davudoğlu, İstânbul, , I, 35).

Kur`ân-ı Kerîm`e "vahy-i metlüvv" da denilir. Kur`ân`ın fıkıhta delil olarak kullanılmasında, onun lâfzı kanunlarının bilinmesi gerekir. Lâfızlar, manaya delâletleri itibariyle hâss, âmm, müşterek ve müevvel kısımlarına ayrılır ve bunlardan her biri özel bir hüküm için kullanılır. Lâfızlar, delâlet ettikleri mânâya zâhir, hâss, müfesser, muhkem olarak açık bir tarzda delâlet ederler. Kapalı tarzda delâletlerinde ise hafî, müşkil, mücmel, müteşâbih diye kısımlara ayrılırlar. Ayrıca delâlet ettikleri manada veya başka bir münâsebetle olan mânâda açık veya kapalı kullanılmaları itibariyle hakîkat, mecâz, sarih, kinâye kısımlarına ayrılırlar. Yine ne gibi manalara delâlet ettikleri ve hangi maksatlarla söylenilmiş olduklarına işitenlerin vukufları itibariyle "Dal bi`l ibâre", "Dal bi`l-işâre", "Dal bi`d-delâle", "dal bi`l-iktizâ" diye ayrılırlar.

Kur`ân hükümleri de birkaç kısma ayrılmaktadır: Akîde, (itikâdı hükümler), ahlâk (ahlâkı hükümler) ve mükelleflerin söz ve işleriyle ilgili hükümleri "ibadetler" ve "muâmeleler" diye iki grupta ele alır. Kur`ân`da hükümler ya küllî, ya da icmâlî olarak açıklanmıştır. Bütün hükümlerin özelliği, îman ile içiçe geçmiş olmasıdır. Kur`ân hem yasa koyar, hem hidâyete erdirir, hem irşâd eder, hem öğüt verir. Yalnızca bir kanun kitabı değildir. Üslûbu mu`cizdir. Konular defalarca tekrarlanmıştır ve âyetler hüküm koyarken iman ve ahlâktan ayrı değildir.

Kur`ân`ın âhkâm âyetleri daha ziyade Medenî sûrelerde yer almaktadır. Âyetlerden hüküm çıkarılırken müctehidler arasında meydana gelen ihtilâf, mücmel ifadeleri tefsirden ve bir kısım lâfızların delâletlerini ele alma metodundan doğmaktadır.

Rasûlullah vefât ettiğinde Kur`ân âyetleri vahiy kâtiplerinin ellerinde bulunan sahifelerde ve ashâbın hafızalarındaydı. Hz. Ebû Bekir Kur`ân âyetlerini toplattırdı ve bir Mushaf haline getirdi. Hz. Osman bu Mushaf`tan Kur`ân nüshaları çoğalttı ve bütün merkezlere gönderdi. Sahâbe, Kur`ân âyetlerini hem ezberler, hem anlar, hem de amel ederdi. Bir âyetle amel etmeden başka âyete geçmeyenler vardı. Sahâbe nesli Kur`an`ı en iyi bilen nesil olup, bildikleriyle amel eden, bilmedikleri ile ilgili olarak da susan insanlardı. Tâbiin devrinden sonra ise her asırda Kur`ân tefsiri o asırdaki ilmî-dinî hareketten etkilendi. Âyetlerin tefsirinde ictihad farklılıkları açıkça ortaya çıktı.

Sünnet

Sünnet, Arap dilinde iyi olsun kötü olsun gidilen veya benimsenen yol anlamına gelir. Istılahta ise, Hz. Peygamber`in Kur`ân dışındaki söz, fiil ve takriri anlamında kullanılır. Hz. Peygamber mü`minler için her alanda bağlayıcıdır: ``Peygambere itâat eden, Allah`a itâat etmiş olur" (en-Nisâ, 4/80). Hz. Peygamber mü`minler için ahlâken veya hukuken en güzel ve vazgeçilmez tek örnektir.

Hadis olarak da adlandırılan sünnet, Hz. Peygamber`in çeşitli vesilelerle söylediği sözlerdir. Meselâ: "Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur " (İbn Mâce, Ahkâm, 13) ve "Ameller niyetlere göredir" (Buhâri, Bedu`l- Vahy, I) hadisleri böyledir.

Fiilî sünnet ise, Hz. Peygamber`in şekil ve şartlar ile namaz ve hacc ibadetlerinin yerine getirilmesi, muhâkeme usûlü alanında bir ahit ve yemin ile hüküm vermesi gibi işlerdir. Hz. Peygamber, "Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın`` buyurarak (Buhâri, Ezan 18, Edeb, 27) yol göstermiştir.

Takriri sünnet, Hz. Peygamber`in sahâbenin yaptığı bazı işlere olumlu ya da olumsuz bir müdahalede bulunmaması veya o işi tasvip ettiğini belirtmesidir (Abdulvahhab Hallaf, İslâm Hukuk Felsefesi, Çev: Hüseyin Atay, ). Su bulamadığından teyemmümle namaz kılan bir sahâbînin namazdan sonra su bulduğu halde namazı iâde etmemesin Rasûlullah`ın tasvibi gibi.

Sünnet, Kur`ân`ın mücmelini beyân etmesi, müşkilini açıklaması, mutlakını kayıtlaması ve onda olmayan bazı hükümleri belirtmesi açısından Kur`ân`dan sonra ikinci teşrî` kaynağı olarak yer alır. Sünnet, Kur`ân`da olmayan bazı hükümleri getirmesiyle de, bir yönden müstakil bir teşrî` kaynağıdır. Kur`ân`ın çizdiği genel çerçeve ve ilkelerin dışına çıkmadan onun açıklayıcısı olması bakımından da Kur`ân`a tâbi sayılır. Her iki yönüyle de sünnetin hüccet olması, bazı âlimler tarafından dinî bir zaruret olarak ifade edilmiştir. Ancak hemen belirtelim ki, yasamaya kaynak teşkil edebilecek sünnet, belirli şartları taşıyan sahih sünnettir. Sünnet Kur`ân`a nisbetle ikinci derecede bir teşrî` kaynağı olmakla beraber, sünnete başvurmadan Kur`ân`ı anlamak pek mümkün gözükmemektedir.

İmam Şâfii sünneti üç grupta ele alır. Birincisi, Allah`ın Kur`ân`da zikrettiği bir hususu benzer bir ifadeyle Hz. Peygamber`in de belirtmesi; ikincisi, Allah`ın çok kısa ve özlü bir şekilde bildirdiği bir âyetle neyin kastedildiğini Hz. Peygamber`in açıklamasıdır. Bu iki çeşit sünnet hakkında İslâm hukukçuları arasında ihtilâf yoktur. Üçüncüsü ise, hakkında Kur`ân`da hiçbir hüküm bulunmayan bir konuyu Hz. Peygamber`in uygulamaya koymasıdır. Bu sünnet çeşidi hakkında genelde iki görüş mevcuttur. Bir kısım müctehid Hz. Peygamber`in bağımsız bir yasama yetkisine sahip olduğunu, dolayısıyla Kur`ân`da sözkonusu edilmeyen konularda hüküm koyabileceğini ileri sürmüşler; bir kısmı da Hz. Peygamber`e böyle bir yetki vermeyip onun tatbiki olan herşeyin Kur`ân`da bir aslı bulunduğunu ileri sürmüşlerdir (Şafii, Risale, s). Sünnet, Kur`ân`ın tefsiridir. "Namazı kılın" buyruğunu sünnet olmadan anlamak ve tatbik etmek mümkün değildir. Rasûlullah namazı nasıl kılmışsa, müslümanlar da ona uyarak kılmışlardır (Ahmed b. Hanbel, V, 53).

Sünnetin hadisle aynı manada kullanılabilir. Hadisler, birtakım kısımlara ayrılır (Bk. Hadis). Sahih hadisler, bütün ümmet için bağlayıcıdır, hüküm kaynağıdır. Bunlar reddedilemezler. Nur Sûresinin altmışüçüncü âyeti bunu bize bildirmektedir: "Öyle değil. Rabbine andolsun ki, onlar aralarında kimi oraya, kimi buraya çekiştirip durdukları şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar" (en-Nur, 24/63). Kur`ân`ın bütün delilleri, Rasûlullah`ın bütün hükümleri, emir ve nehiyleri eştir (Şâtibî, el-Muvâfakat, I, 14). Sünnet kaynak olmasaydı, meselâ "Kur`âniyyun" fırkası gibi sadece Kur`ân kaynak alınsaydı, onların yaptığı gibi İsra Sûresinin âyetine istinaden günde iki rekât namaz kılınması gerekecekti. Oysa bu, küfürdür (İbn Hazm, el-İhkâm fi Usûli`l-Ahkâm, II, 80). Zahiri mezhebinin en büyük müctehidi İbn Hazm, sünnet hakkında "O, kendi hevasından söylemez. O, ancak kendisine gönderilen bir vahiydir`` (en-Necm, 53/3, 4) âyetini zikrettikten sonra şöyle der: "Buna göre Allah`ın peygamberine göndermiş olduğu vahyi ikiye ayırabiliriz: Vahy-i Metlüvv (tilâvet edilen vahiy) ki, bu, icazkâr bir üslûba sahip olan kitab (Kur`ân)dır. Vahy-i Mervi (rivâyet olunan vahiy) ki, bu, icazkâr üslûba sahip olmadığı gibi metlüvv de değildir. Menkul olduğu halde kitap halinde rivâyet edilmemiştir. Fakat makru` (okunmuş)dur. Yani bu Peygamber`den vârid olan haber olup Allahu Teâlâ`nın muradını açıklayıcı mâhiyettedir. Kur`ân-ı Kerîm`de bu hususta şöyle buyurulmuştur: " Tâ ki insanlara kendilerine indirileni açıkça anlatasın.`` Buna göre Allahu Teâlâ nasıl vahyin birinci kısmını teşkil eden Kur`ân`a itâât etmemizi emretmişse, vahyin bu ikinci kısmına da itâat etmemizi emretmiştir. Bunlar arasında hiçbir fark yoktur" (Muhammed Ebû Zehra, İslâm `da Fıkhı Mezhepler Tarihi, Çev: AbdulKadir Şener, Ankara , s).

Cumhur ulemâ sika râvinin rivâyet ettiği ahad haberin hüccet olduğunu ve onunla amel etmek gerektiğini söylemiştir. Hadislerin çoğu hasen lizâtihidir ve onu kabul etmek kaçınılmazdır. Zayıf hadis ise kesinlikle kaynak olamamaktadır.

Sünnet derken, bunun, fıkıhta hadislerin kısımlara ayrılarak hükümlerin çıkarıldığı bir kaynak olması anlaşılır. Yani râvîlere göre mütevâtir, meşhur, ahad diye ayrılan ve ahad hadislerin de sahih, hasen, zayıf diye kısımlara ayrılması hâdisesinde de ihtilâf olup, bu konu mezheplerin ayrılmasında bir başka ihtilâf noktasıdır.

Mütevâtir sünnetler, "Bana yalan yere bir şeyi isnad eden ateşte oturacağı yere hazırlansın`` hadisi gibi, büyük bir cemaatçe işitilen ve her asırda binlerce zevât tarafından rivâyet edilegelen yalan üzerine ittifak mümkün olmayan rivâyetlerdir. Namaz rek`atlarına dâir haberler bu nevidendir. Bunlar asl`dır.

Meşhur sünnetler, Rasûlullah`tan birkaç zatın rivâyet ettiği, ikinci ve üçüncü hicrî asırlardan beri tevâtüren nakledilen haberlerdir. "Ameller niyetlere göredir" gibi. Bunları reddetmek fâsıklıktır.

Haber-i ahad, bir zatın diğerinden veya bir cemaatten, bir cemaatin bir râviden rivâyet ettiği sünnettir. Tevâtür derecesinde olmayan râvilerin, iki üç zatın naklettiği sünnet de böyledir. Bunun inkârı bid`at`tır.

Mezheplerin sünnet târifinde farklılıklar vardır:

Hanefi mezhebi müctehidlerinden es-Serahsı şöyle der: "Bize göre sünnetten murad hukukî açıdan Hz. Peygamber ve ondan sonra sahâbenin yaptıklarıdır" (Usûlu`s-Serahsı, I, ). İmam Şâfii ise, (ö/) sünneti yalnızca Hz. Peygamber`in sünneti olarak alır. Sahâbenin sünneti, Hz. Peygamber`in itikad, ibadet, ahkâm esaslarıyla ilgili olarak Kur`ân dışındaki söz, hareket, davranışları, takrirleri, tasdikleri, örfleri, va`zettiği esaslar, koyduğu ilkelerdir. Sahâbe ve Tâbim, herhangi bir konuda tatbik edecekleri şeyde "Hz. Peygamber nasıl yaptı?" diye sormuşlardır. Sünnet anlayışı, üçüncü halife Hz. Osman zamanında fitnelerin çıkmasıyla değişime uğradı, bid`atler dine karıştı; sünnetten uzaklaşıldı. Tâbimin büyük âlimleri Kur`ân`da geçen (el-Bakara, 2/, ; Âlu İmrân, 3/; en-Nisâ, 4/; Cumâ, 62/2; Ahzâb, 33/34) `hikmet` kavramını `sünnet` şeklinde anlamışlardır. İmam Şâfii de bu görüştedir. Kendisine kitapla birlikte onun bir benzerinin verildiğini söyleyen Hz. Peygamber`in (Müsned, IV, ) sünneti böylece zikr, hikmet, misl olmaktadır. Rivâyetlere göre Cebrail (a.s.) vahyi getirirken, onun açıklamasını (sünneti) de getirdi (Câmiu`l-Beyâni`l-İlim, II, 34). Hem Kur`an`ı hem de sünneti indiriyor, Hz. Peygamber`e öğretiyordu. Sünnet, İslâm toplumunun ve islâm devletinin oluşmasında âmil olan en mühim faktördü. Sahâbe, bu sünneti, gelecek nesillere kalması için aktardı ve "hadis" bir bakıma böyle doğdu. Ancak ashâb hadis rivâyetinde çok titiz davranmasına karşılık, tedvin asrında sapık akımlar ve İslâm düşmanlârı hâdis uydurdular. İhtilâflı meselelerde kendi görüşlerini destekler mâhiyette hadis uyduruldu. İbn Haldun, Ebû Hanife`nin sıhhati kesin kabul ettiği hadis sayısının 17 olduğunu yazmıştır. Hadis ehli bu durum karşısında hadis tenkidine yöneldi ve hadis usûlu geliştirildi. Ehli sünnet, Şia`nın Hz. Ali hakkındaki rivâyetlerini cerh edip sahih kabul etmezken Abdullah b. Mes`ud`un rivâyetlerini esas almış, Şia da ehl-i beyt hakkındaki rivâyetlerde taassuba düşmüştür.

Cerh ve ta`dil * ilminde bu yüzden fıkıhçılardan ayrı yöntemler meydana gelmiş, hükümlerin fer`î olanlarında bu açığa çıkmıştır. Katâde, İbn İshak`ı överken. Nesaî onun kuvvetli olmadığını; Dârekutnî ise onun sözüyle delil getirilemeyeceğini söyler. İmam Mâlik de aynı şahsın yalancı olduğuna şehâdet eder. Öte yandan ikinci yüzyılda ehli hadis okulu ile ehli rey okulu arasında şiddetli münâkaşalar oldu (Geniş bilgi için bk. Şâtibî, el-Muvafakat; Gazalı, el-Mustasfa; İbn Kayyım, İ`lâmu`l-Muvakkıîn).

Ebû Hanife ile İmam Mâlik, kesin bir delile aykırı olmayan haber-i vâhidi delil olarak kullanırken; Şâfii, sıhhat şartlarını taşıyan haber-i vâhidi kabul eder. Hanefilere göre bu haberler şâz`dır, reddedilmesi gerekir.

İmam Şâfii, sünnetin ancak sünnetle neshini câiz bulur (er-Risâle, 89). Gazzâlî, Kur`ân ile sünnetin, sünnetle de Kur`ân`ın neshini kabul eder. "Her ikisi de vahiydir, dolayısıyla birbirlerini neshedebilirler" der (el-Mustasfa, Bulak 1 , 1, s). Cumhur ise, Kitab; Kitab`ı ve sünneti; sünnet sünneti ve mütevâtir sünnet kitabı nesheder görüşündedir. Hadisler tâbiîn devrinde toplanmış ve yazılmış, daha sonraları fıkıh kitaplarındaki bölüm adlarına göre tertip ve tasnif edilmiş, İmam Mâlik Muvatta`ını, Ahmed b. Hanbel Müsned`i yazmış, Kütüb-i Sitte* adı verilen hadis mecmuâları ortaya çıkmıştır.

İcmâ `

İcmâ` lügatte, bir işe azmetme ve bir konuda görüş birliği etme gibi anlamlara gelir. Istılahta ise, Hz. Peygamber`in ölümünden sonra bir asırdaki müctehidlerin, herhangi bir şer`î hüküm üzerinde görüş birliği etmeleri anlamında kullanılmaktadır. Bu itibarla, halk tabakasının, şer`î bir konudaki ittifak ya da ihtilâfları mûteber değildir (Mehmet Şener, İslâm Hukukunda Örf, s).

İcmâ`, İslâm hukukçularının çoğunluğu tarafından belli bir asır ile sınırlı olmayan bir müessese ve Kur`ân ve sünnetten sonra gelen üçüncü bir teşrı kaynağı olarak kabul edilmektedir. Bu hususa delil olarak çoğunlukla zikredilen âyet, "Kendisine doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber`e karşı gelir ve mü`minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız. Ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası" (en-Nisâ, 4/) meâlindeki âyet; çoğunlukla kullanılan hadis de, "Ümmetim yanlış yolda (dalâlet) birleşmez" (İbn Mâce, Fiten, 18) meâlindeki hadistir.

İcmâ herhangi bir konuda gerçekleşmişse bu icmâ`ın o konudaki bir delile dayanması gerekir. İslâm hukukçularının, şer`î bir dayanak olmaksızın keyfî bir şekilde bir konu üzerinde görüş birliğine varmaları düşünülemez. Bu sebepledir ki, sonraki İslâm hukukçuları, bir konudaki icmâ`ı öğrenmek istediklerinde, o icmâ`ın delilini değil, böyle bir icmâ`ın var olup olmadığını, eğer varsa sahih bir şekilde nakledilip nakledilmediğini araştırırlar. Diğer bir ifadeyle, icmâ`ın şer`î bir delile dayanması gerekli olmakla beraber, bu delilin icmâ` ile birlikte nakledilmesi ve bilinmesi, icmâ`ın mûteberlik şartı değildir.

İcmâ`, sözlü ve sukûtî olmak üzere iki çeşittir. Sözlü icmâ` bir asırda yaşayan bütün müctehidlerin, bir konuda açık ve sarih bir şekilde görüş birliği etmeleriyle meydana gelir. Sukûtî icmâ ise, bir müctehidin bir konuda görüş beyân edip, diğerlerinin, bundan haberdar olmalarına rağmen başka bir görüş ileri sürmemeleri durumunda meydana gelir.

Sözlü icmâ`, İslâm hukukçularının çoğunluğu tarafından delil olarak kabul edilmekle beraber, sukûtî icmâ`ın delil oluşu ihtilâflıdır (Abdülkadir Şener, Kıyas, İstihsan, Istıslah, s). Sonuç olarak söylemek gerekirse; icmâ`ın, kolektif bir ictihad olarak değerlendirilmesi mümkün ise de, İslâm hukukçuları genelde "ictihad, ictihadı nakzetmez" prensibini icmâ`a da uygulamaya pek yanaşmamışlardır. Başka bir deyişle, herhangi bir konuda icmâ`a varsa, aynı konuda ikinci bir icmâ`a imkân tanımamışlardır. Bununla birlikte, Sahâbe icmâ`ının da hemen tamamını teşkil eden ibadet yönü ağır basan dinî meselelerde bu görüş kabul edilse bile, özellikle muâmelât hukuku sahasında ikinci bir icmâ`a imkân tanıması, gelişen şartlara uyum sağlama ve kamu yararını temin etme açılarından yararlı gözükmektedir. Her asırda, çok az konuda ittifak edildiği malumdur. Molla Hüsrev, "Bir asırda müctehid olan bütün fukahânın ittifakı esastır" der. Bu durumda olanların biri dahi o meseleye muhâlefet etse icmâ` oluşmuş sayılmaz (Molla Hüsrev, Miratü`1-Usûl fî Şerhi Mirkatü`l-Usûl, İstanbul , 1I, s).

İcmâ`, naklî ve tabii bir kaynaktır. Rasûlullah`ın vefâtından sonra ümmet, işlerini Kur`ân`ın koyduğu kurala göre "şûrâ ile" yürüttü, dalâlet üzerinde olmadılar. İcmâ`, sarih, sukûtî ve iki görüşün varolması durumunda bir üçüncüsünün doğması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Sarih icmâ` bağlayıcıdır; amel etmek, hükmünü icrâ etmek zorunludur. Sukûtî icmâ`da bağlayıcılık kesin değildir. Üçüncü icmâ` şekli câiz değildir.

İcmâ`ı huccet sayan fukahâ, icmâ`ın kendisi konusunda aynı görüşe sahip değildir. Mâlikîler icmâ`ın sadece Medine fukahâsına âit olduğunu, Şâfiiler İslâm âlemindeki bütün âlimlerin ittifakını; Hanbeli ve Hanefiler de sukûtî icmâ`ı kabul etmektedirler. İbrahim b. Yesar en-Nazzâm (ö) icmâ`ın huccet olmasını reddeder. Üzerinde icmâ` edilen hüküm kâfi bir delile dayanırsa, delilin kendisi huccet olur, kapalı ve zannı bir delile dayanırsa, insanların değişik görüşlere sahip olmaları sebebiyle icmâ` gerçekleşmez demiştir (Suphi es-Sâlih, a.g.e. ).

Câferiler de, icmâ`ı ancak toplananlar arasında bir masum İmam bulunmasıyla kabul ederler, diğer icmâ`ları reddederler.

Kıyas

Kıyas, lügatte birşeyi ölçmek, takdir etmek, karşılaştırmak ve iki şey arasındaki benzerlikleri tesbit etmek anlamlarında kullanılır. Istılahta ise, her ikisinde de hükme esas teşkil eden illet aynı olduğu için, hakkında nass bulunmayan bir olayın hükmünü, hakkında nass bulunan bir olayın hükmüne eşit kılmaktır. Kur`ân`da, ``Halbuki o haberi Rasûl`e ve kendilerinden olan Ulû`l-Emr`e arzetselerdi, onlardan hüküm çıkarabilenler, işin aslını anlar ve bilirlerdi" (en-Nisâ, 4/83) buyurulur.

Şer`î delillerin dördüncüsü sayılan kıyas; kitap, sünnet, ve icmâ` gibi kesin bilgi ifade etmeyip tecviz edici bir mâhiyete sahiptir. Diğer bir ifadeyle kıyas, zan bildirir ve yeni bir hüküm ortaya koymayıp, diğer üç delilden biriyle sâbit olan ve delili gizli bulunan bir hükmü ortaya çıkarır (Abdülkadir Şener, a.g.e., s; İ. Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, Hazırlayan: Sabri Hizmetli, s). İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, kıyas ile amel etmek aklen ve şer`an câizdir. Meşhur Muaz hadisin`de, Yemen`e vali tâyin edilen Muaz`a ne ile hükmedeceğini soran Peygamber`e Kitap, Sünnet, İctihad ile demesi ve Rasûlullah`ın onu övmesi kıyasa dâir en önemli belgedir (Ebd Dâvûd, Akdiye, 11; Tirmizî, Ahkâm, 3 Hâris b. Amr`dan rivâyet etmişlerdir).

Şafii, kıyas ile ictihadı aynı mânâdâ kullanır (Şâfii, Risâle, s). Re`y ile kıyası aynı mânâda kullanmaz. Kıyasın, bir delil olmaktan çok, bir metod, diğer bir deyişle, yorum ve uygulama vasıtası olarak değerlendirilmesi mümkün gözükmektedir. Nitekim, bu husus, kıyasın meşru olduğunu göstermek için dayanılan şu aklı gerçekte açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır; Kur`ân ve sünnetin nassları sınırlı ve sonludur. Halbuki, meydana gelen ve gelecek olan olaylar sonsuzdur. Sonlu ile sonsuza cevap vermek mümkün olmadığına göre, yeni çıkan olayların hükmü ancak re`y ile, ictihad yoluyla belirlenebilir ki bunun başında kıyas gelmektedir (İzmirli, a.g.e., s).

İslâm hukukuna canlılık kazandıran da bir noktada, sâbit ve değişmez kaynaklardaki hükümlerin yorumlama vasıtalarının çokluğu ve çeşitliliği ve bunun yanında, kamu yararının ve beşeri ilişkilerin düzenlemesinde, genel doğrultudan sapmamak kaydıyla "re`y (bağımsız görüş)e" ile hüküm verebilmesidir .

Bu deliller dışında geliştirilen ve daha ziyade beşerî ilişkilere akıcılık ve esneklik kazandırmaya yönelik daha birçok delil vardır ki bunların başında "mesâlih-i mürsele" gelir.

Kıyas aklı bir kaynaktır. Nassı benzetme yoluyla hüküm çıkarma metodudur. Aslın hükmünü fer`e uygulamaktır. Nass vârid olan ve olmayan iki hükmün benzerliğinde, hükümde de aynı olmasını sağlamaktır. Vahiy asrında (h. ) kıyas, Muâz hadisiyle sâbit olmuş, kıyası Hz. Ömer delillere katmıştır. Kıyası en çok Hanefiler kullanmış, âdeta kıyas onlarla özdeşleşmiştir. Kıyasla varılan hükümler zann-ı gâlib ifade eder.

Fıkıhta ana kural, "nass olan yerde içtihadın olmayacağı"dır. Hz. Ali, "Din, kıyasla olsaydı meshin içi dışından daha çok meshedilmeye lâyık olurdu" demiştir. Ebû Hanife, "Kıyas yapsaydım, kadın erkekten zayıf olduğundan mirasta ona iki hisse verirdim" demiştir.

Hicrî üçüncü yüzyılın sonlarında son sahâbî olan Ebû`t-Tufeyl Amir b. Vâsila el-Leysî el-Kinânı`nin (öl. h. ) vefâtıyla tâbiin dönemine giren İslâm`ın ikinci asrında, İslâm devletinin sınırları Mısır`dan İran`a, Yemen`den Irak`a yayılmış ve şerîatın tedvini gerekmişti. İlk fıkıh medresesi Medine`deydi. Fıkhı hareket Medine medresesinin meşhur yedi fakihi olan Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Kasım b. Muhammed, Ebû Bekir b. Abdurrahman, Harice b. Zeyd, Ubeydullah b. Abdullah, Selman b. Yesâr ile başlamıştır.

Etbaut-tâbiîn nesli, ictihad nesli oldu. Mezhebler doğdu, halklar bu mezheblere intisap ederek dini öğrendiler. II. ve III. asırlar en parlak ilim asırları oldu. Kur`ân ve sünnetin tedvini, sahâbe fıkhının tedvini, tefsir ve hadisin tedvini, cedel ve kelâmın çıkışıyla ferdî-Sevrî, Evzaî veya cemaî mezhebler (dört mezhep) doğdu. Mezheblerin şer`i delilleri değerlendirme açıları farklıdır. Şöyle ki:

İmam Ebû Hanife () birçok ahad haberi reddetmiştir. O, ahad haberi bazı şartlarla kabul etmektedir: Nassa aykırı olmaması, Kur`ân`ın zâhir ve umûmuna, meşhur sünnete muhâlif olmaması, sahâbe ve tâbiînin ameline aykırı düşmemesi, râvinin yazısı dışında kaynağının da zikredilmiş olması, râvinin rivâyet ettiği hadise aykırı amel etmemesi

İmam Mâlik (), Medine halkının ameline mütevâtir hadis derecesinde itibar eder. İçtihad ve re`ye mecal göstermeyen sahâbenin sözlerini delil sayar. Sahâbi sözü içtihada müsâitse araştırdığı mesele ile sebep ve illete, ona ortak ve bilinen başka bir mesele arasında benzerlik ilgisini kurarak kıyasa gider.

İmam Şâfii (), icmâ`ı Medine ehlinin ameliyle mukayyed saymaz, kıyasla da amel eder. Bu kıyasın Kur`ân ve Sünnet temeline dayanması gerekir. İstihsan ve mesâlih-i mürsele geçerli delil olamaz. Şâfii istihsan yapanın teşri` etmiş olacağını söyleyerek şiddetle karşı çıkar. Ancak o da başka adla istihsanı kullanmıştır. Ahmed b. Hanbel`e () göre kıyas en zayıf delildir.

Rasûlullah, "Ben en güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" buyurdu (İmam Mâlik, Muvatta, ). Yönetim işinde, ashâbıyla istişâre etti. Vahiy çağında fıkıh kaynakları kitap, sünnet, re`y içtihadı idi. Re`y ile içtihad bazan kamu yararına, bazan kıyasa göre yapıldı. Sahâbe döneminde "icmâ" dördüncü delil oldu (İbn Haldun, Mukaddime, s vd.). Nasslarla çatışmayan örf ve âdet de hukukî teşri`de kullanıldı. II. asır, tâbiîn devridir. Bunlar fıkhın kaynaklarında kitab, sünnet, re`y ile içtihad ve icmâ`ı esas aldılar. Etbau`t-tâbiîn ve müçtehid imamlar döneminde (III. ve IV. yüzyılda) fütuhat ve yeni gelişmeler hayatın ve toplumların değişmeleriyle fıkhı doktrinler ortaya çıktı. Çoğu zaman her tâbi kendi üstadının görüşünü delil aldı. Etbau`t-tâbiîn ve içtihad çağında fıkıh çok gelişti, genişledi. İstihsan, örf, maslahat v.b. deliller çıktı. Ebû Hanife`nin delilleri Kitab, Sünnet, sahâbe fetvası, İcmâ`, Kıyas, İstihsan, örf iken; İmam Mâlik`in, Kitab, Sünnet, sahâbe fetvâsı, Medine icmâ`ı, kıyas, istihsan, maslahat-ı mürsele, zerayi`, örf ve âdet`di. İmam Şâfii Kitab, Sünnet, sahâbe icmâ`ı, sahâbenin ihtilâflı sözlerini ve kıyası delil olarak alırken; Hanbel, maslahat-ı mürsele, zerayi`, istihsan, istihsab`ı da ekledi.

mamiyye Kitab, Sünnet, icmâ`, akıl kaynaklarıyla fıkhı koydu. Ancak edille-i şer`iyye diye ortaya konan dört delilde bütün mezhepler ittifak ettiler.

kaynağı değiştir]
Kitap
Kur'an'dır.
Sünnet
Muhammed'in söz ve davranışlarıdır.
İcma
Müctehid imamların dini bir konu üzerinde fikir birliği etmeleridir.
Kıyas
Kitap, sünnet ve icmada hükmü bulunmayan bir şeyi, hükmü bilinene benzeterek anlamaktır.[2]

Edille-i Şer'iyye Kaynakları (Daha detaylı)[değiştir

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası