elleri arkada bağlamak / İmamoğlu’nun "elleri arkadan bağlama" soruşturmasındaki ifadesi ortaya çıktı | Independent Türkçe

Elleri Arkada Bağlamak

elleri arkada bağlamak

Elleri arkada birleştirip yürümek ve pirinç!

İnşaat seyretmeye veya otobanda gelip geçen arabalara bakmaya giden hemşerilerimin yaptığı gibi böyle ellerim arkamda birleşmiş bir halde yürüyorum eve doğru. Bir ara yakınlarda bir türbe olup olmadığına gitti aklım, kolaçan ettim yokmuş, rahatladım.

Yürürken zihin akar.

Zihnin yavaşlık ve hızla ilişkisi vardır. Hatta Milan Kundera bunun romanını bile yazdı.

Yürürken bir şeyi hatırlamak istersen yavaşlarsın, biraz önce yaşadığın bir şeyi unutmak istersen hızlanırsın. İnşaatı ve otobanı seyreden ahalimiz o sırada neyi hatırlıyor da duruyor bilmiyorum ama uzaktan bile olsa bir patlama sesi duyduğunda bütün insanlar gayriihtiyari hızlanmaya başlar.

Allahtan o sırada “unutmak istediğim” bir olayla karşı karşıya değildim ve bu yüzden de elim arkamda birleşmiş bir halde yürüyordum.

*

Elleri arkada birleştirip yürümek memleketimizde bazı ayrıcalıklı insanlara mahsus kabul edilen bir yürüme şeklidir.

Muhtar yürüyüşü diyen var, emmi yürüyüşü diyen var, okul müdürü yürüyüşü diyen var, şantiye formeni yürüyüşü diyen var, sınıfta yazılı yapan öğretmen yürüyüşü diyen var, bölük sayımını yapan astsubay yürüyüşü diyen var, albaylıktan emekli apartman yöneticisi yürüyüşü diyen var, yaptığı inşaata harcadığı kum, demir ve çimentonun maliyetlerinden (bunları kullanmadan ilk apartmanı biz icat ettik!) ağlamaklı bir suratla etrafa fırça atan yapsatçı müteahhit yürüyüşü diyen var, biraz sonra açılışını yapacak tesis için düzenlenen törenin son hazırlıklarının bitmesini bekleyen siyasetçi yürüyüşü diyen var, resmi bir heyet bekleyen vali, kaymakam, belediye başkanı yürüyüşü diyen var, uzun süre köyünden uzak düşmüş, okuyup köyüne geri dönen aydın yürüyüşü diyen de var, var oğlu var.

Böyle yürüyen birisi etrafa “o iş bende” diyen zabıta özgüveniyle “asayiş berkemal” havasını verir. Bu yürüme şekli kafasında Ecevit kasketi bulunanlara çok yakışır, bir de yanlamasına çizgili tişört giymiş kısa boylu erkeklere ki yanlamasına çizgili tişört kısa boylu erkeklerin boyunu daha da kısaltır. Memleketimizde böyleleri çoktur ama mesela bir gavur elinde böyle ellerini arkada birleştirmiş bir halde yürüyen birisine rastlarsanız eğer, tereddütsüz yaklaşıp güzel Türkçemizle “hemşerim memleket nire?” diye sorun, mutlaka ellerini arkasından çözmeden sizi süzecek, sonra da ellerini çözerek size sarılacak, sonra ellerini tekrar arkada birleştirip yoluna devam edecektir.

*

Kim ne derse desin, çocukluğumda kadın olsun erkek olsun, eğer o sırada odun, ot balyası, çocuk veya başka bir yük taşımıyorsa sırtında, aylak aylak yürüyen bütün köylü akrabalarım böyle elleri arkalarında yürürlerdi.

Bana da genetik miras olarak sirayet etmiş olmalı ki, ben de tıpkı onlar gibi yürüyorum.

Bilincim azgın bir nehrin girdapları arasında kaybolduğunda hiç farkına varmadan ellerim arkamda kitlenir, tıpkı Ekrem İmamoğlu’nun türbeye dalması gibi dalarım aleme.“Alem” dediysem sakın bar-pavyon alemi falan sanmayın, bilincin sonsuz, sınırsız, haddi hesabı olmayan evreninden bahsediyorum. Şu ana kadar bu evrene hükmedene rastlanmamıştır, birkaç büyük yazar hariç…

*

Bilinç akışını yazdılar onlar. Birkaç saniye içinde bilincimizde geçen sonsuz görüntü, ifade, an, durum, hikaye, resim, söz; bir süper markette indirimli mallara hücum eden ahali gibi beynimize hücum ederken onları Nimet AblaBüfesi önünde Milli Piyango bileti almak için sıraya girmiş halkımız gibi muntazam bir şekilde sıraya koymak veya düzenli, bilemedin düzensiz bir şekilde tasnif etmek, insan denilen yaratığın içinde kudretli yazar denilen türün çok da uzak olmayan, yakın bir zamanda keşfettiği bir şeydir. (James Joyce, William Faulkner bu işi mükemmel yaparlar!)

Bilinç yürür ve hikaye başlar. (O köpek değil miydi?) Ama Tolstoy benimle aynı fikirde değil. Ona göre, “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar; ya insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”

Neyse

*

Bir hikaye kurgulamamıştım zihnimde. İnşaat seyreden ahali veya otobanda araba sayan şehre yeni gelmiş köylü hemşerilerim gibi kafamın içi bomboş sanıyordum.

“Pirinç” diye bir ses yankılandı kafamın içinde. Git şair başımdan dedim, Cemal Süreya beni dinlemedi:

Saat Çini vurdu birden: pirinççç”

Sahi, Cemal Süreya bir ara Maoculuğa meyil etti mi yoksa "arkadaş durumundan" (Doğu Perinçek'le sıkı dosttu) bir yakınlaşma mıydı? Meyil ettiyse de bunu sanatına hiç yansıtmadı.

*

Benim için yemek demek pirinç pilavı demektir. Saymadım ama galiba on beş yirmi değişik pirinç pilavı pişirebiliyorum.

Pirinç eken, biçen, onları telislere doldurup bütün kış onunla beslenen bir köyde açmışım gözlerimi hayata. En kıymetli yemeğin çeşitli kök sebzelerle, dağ otlarıyla, pancarlarla, kurutulmuş etle pişen pirinç pilavı olduğu bir yerde…

Pirinçle uğraşmak baştan sona eziyetli bir iştir. Ekimi ayrı eziyet, yetişmesi ayrı eziyet (sivrisinek yapar), biçilmesi ayrı eziyet, hasadı ayrı, dövülmesi ayrı eziyet, ayıklanması öyle… hele pişirilmesi… Tam bir ustalık ister.

*

Pirinci acımasızca yıkayacaksın. Sıcak tuzlu suda bir saat kadar bekleteceksin. Kullanacağın tereyağının az bir kısmını, biraz zeytinyağı ekleyerek (yoksa yanar) teflon bir tencereye dökeceksin. Suyunu çıkarıncaya kadar süzeceksin pirinci. Sonra tencereye alıp kavurmaya başlayacaksın. Böyle kristal, bilemedin cam halini alıncaya kadar kavuracaksın, ama dikkat edeceksin, yakmayacaksın. Pirinç ölçün neyse, mesela iki bardaksa, üzerine iki bardak et veya tavuk suyu dökeceksin. Bir iki damla limon sıkacaksın. Tencerenin kapağını kapatıp ateşi harlandıracaksın. İki üç dakika fokur fokur kaynattıktan sonra altını bir Çinlinin gözleri kadar kısacaksın. Ayrı bir tavada kalan tereyağını eriteceksin. Eritirken yağı zinhar yakmayacaksın ki tadı kaybolmasın. Sonra tencerenin sesine kulak vereceksin. Her yemek pişerken sana ayrı bir şarkı; şarkı sevmiyorsan türkü söyler. Ben türkü seviyorum, pirincin pişme türküsü uzun havadır bana göre, mümkünse “Güzel seni elvan elvan süslerim / Zengin olsam kuşsütüyle beslerim”i (Nagehan Alçı’ya bir hatırlatma, “mor koyun meler gider”le zinhar pilav pişmez, en iyisi o türküyü unutsun!) aklından geçireceksin. Uzun havanın havası gittikçe sönerken, tencereden böyle mes ayakkabılarıyla bir muşambanın üzerinde yürüyen nur yüzlü bir sofunun çıkardığı sese benzer bir ses duyacaksın. O vakit kapağını açacaksın, erittiğin tereyağını üzerinde gezdirecek, sonra da tahta bir kaşıkla pilavını şöyle incitmeden, nazikçe karıştıracaksın ki buna havalandırma denir. Sonra, tencereyi, böyle ellerini arkada birleştirip yandaki kahveye doğru ıslık çalarak giden emminin vakti zamanında mintan olarak giydiği Amerikan bezine benzer bir beze, bez bulamazsan kağıt havluya iyice sarıp dinlenmeye bırakacaksın.

Bu zamana kadar bekledin, bir on dakika daha bekle obur!

*

Şimdi bu tarife göre iyi bir pilav pişireceğinizi sanmayın sakın. Aynı tarifi, aynı ölçüyü, aynı malzemeyi beş kişiye verin beş değişik pilav yapsınlar size. Mesele tarif ve malzeme değil, mesele “karar”dır. El kararı, göz kararı, kulak kararı… El yağı tuzu ayarlar, göz suyu ayarlar, kulak da pişme sesini duyar.

Pirinç pilavı yapmak zahmetli iştir. Osmanlı’da saray mutfağına aşçı alırlarken; özellikle Mengen erkeklerine ellerini arkada birleştirip yürürken ne düşündüklerini sorulmaz, direk pilav pişirtirlermiş, iyi pilav pişiren her yemeği yapar zaten.

*

Bir dalda bir tomurcuk açtı. Bir kuş öttü konduğu tomurcuk açan dalda; bana bir şey söylüyor sandım, ellerimi arkamdan çözdüm.

Sahi nerede şu Dimyat? Midyat’la ses benzerliği sizi yanıltmasın. Tokat-Turhal civarlarında bir yer falan sanıyordum ben de, yok oranın sarma yaprağı meşhurdur. Neden herkes Dimyat’a pirinç almaya gidiyor ki? Ya evdeki bulgur ne olacak? Ne olacak, tencereye koyup kaynatacağız. Yoksul aşıdır bulgur. (Deniz ürünleriyle risotto pişirir gibi pişirdiniz mi hiç?) Bulgur hem hasadı hem pişirmesi kolay bir yiyecektir. Pirinç, hiçbir zaman ellerini arkadan bağlayıp yürüyen, düşünen ahalimizin esas yiyeceği olmadı, daha çok sarayda, bey konaklarında pişti, bizim esas yiyeceğimiz bulgurdur, bunu ben değil Evliya Çelebi söylüyor. (Yaşar Kemal “Ortadirek” romanında Meryemce’ye bir bulgur pilavı pişirtir, odun ateşinde pişen bulgura değen kızgın tereyağının kokusu tam elli yıldır çıkmadı burnumdan. Menekşe sahilinde ellerini arkasında birleştirerek saatlerce yürüyerek roman yazan Yaşar Kemal’e bir ara eşi Tilda Hanım bulgur pilavını yasaklamıştı, o da bize yanında yumruğuyla kırdığı bir baş soğan olan yiyemediği bulgur pilavını anlatıyordu ki, hiçbir aşçı onun anlattığını pişiremez!) Bulgur pilavını, hayatında yumurta kırmayı bilmeyenler bile pişirebilir, bulgur çok su kaldırıyor çünkü. Zahmetli değildir, hassasiyet gerektirmez, fazla uğraştırmaz, “düşün düşün ….tur işin” gibi “düşünme” üzerine filozofik atasözleri icat etmiş bir ahaliye Vedat Milor’un “pirinç pilavı mı, bulgur pilavı mı?” sorusuna “ikisi de değil, risotto" diyecek halleri yok, herkesin cevabı yekten “bulgur”dur. Dimyat diyordum, o kadar uzak bir yerde ki ne Tokat’ı ne Turhal’ı… Nil deltasının doğu kolu ile Menzele gölü arasında bir yerde… Delta, Nil, liman falan… tabi ki dünyanın en güzel pirinci orada yetişir.

Bu yüzden, evdeki bulgurdan olmasınlar diye kimse kolay kolay Dimyat’a pirinç almaya gitmezdi, devlet hasır telisler içinde kendisi getirirdi.

*

Dağınık bir zihinde düşünceleri bir düzene sokmak, bir kısmını israf etmeden hızlıca soğan soymak kadar zor bir iştir. Dedim ya bunu ancak büyük yazarlar yapabilir, onlar da kendi zihinlerinde geçenleri değil, hayali bir kahramanın zihnine girerek kendi zihninde geçenleri onlara mal ederek yaparlar bunu…

Zaman zaman; otuz küsur yılı Yıldız’ın dışına çıkmamış Sultan Abdülhamit’in sarayın bahçesinde elleri arkada gezerken zihninde geçenleri merak ediyorum durup dururken. Osmanlı mülkünde yaşayan herkes onun gönüllü istihbarat elemanıydı bilirsiniz. Kurduğu hafiye örgütü muazzamdı, her şeyden haberdardı. Ona göre sonsuzluğa kadar süren dostluklar yoktur, aynı şekilde düşmanlıklar da… Bir ara dost olan sonra düşman olabilir, düşman olan da dost… Dedikoduculardan, dalkavuklardan nefret ederdi Sultan, birbirini gammazlayanlardan tiksinir, ajanları sevmezdi. Ama jurnalcılık öyle değildi, bir kere jurnal “ihbar” değil, bir meselenin “izahı”, “fezlekesi”, “lahiyası”, “izahnamesiydi”. Bunlara ihtiyaç duymayan hükümdara hükümdar denemezdi.

*

“Pirinç” mi?

“Saat Çini vurdu birden: pirinççç

Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan

Kasketimi eğip üstüne acılarımın

Sen yüzüne sürgün olduğum kadın

Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin

Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi.

Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman

Sen tutar kendini incecik sevdirirdin

Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa”

İlk kıtasını yukarıya aldığım Cemal Süreya’nın “Ülke” şiirinin ilk dizesinde “pirincin” yeri neyse, benim yazımdaki yeri de öyle…

Evin kapsına geldim, geri dönüp arkama baktım, Kudüs’ten dumanlar yükseliyordu. Mahmut Derviş eğildi, kulağıma fısıldadı, bende yüksek sesle o dumana savurdum dizesini:

“Bütün şairler Filistinlidir.”

fazla oku

Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bir türbeyi gezerken “ellerini arkadan bağlaması” dolayısıyla hakkında açılan soruşturmada verdiği ifadeyi köşesine taşıdı. İBB Başkanı, ceza kanununda suç olarak tanımlanmayan bir fiilin soruşturma konusu olmasını eleştirdi ve “Herhangi bir insandan sadır olan insanın doğal hareketi, anlık refleksi ile elleri arkaya bağlayarak gezinmede bir suça yapışacak şekilde bir iradi hareket olduğunu hukuk sistemi kabul etmez” dedi.

Öztürk, yazısında ilk olarak şu hatırlatmayı yaptı:

İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı, talebin savcılıktan geldiğini ve savcılıktan gelen her istem gibi müfettiş görevlendirildiğini söyledi. Oysa, sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, görevden kaynaklanan suçlar hakkında uygulanır. Belediye Başkanı'nın, Fatih türbesini ziyaret etmesi gibi bir görevi yok. Bu nedenle İçişleri Bakanlığı, savcılıktan gelen öneriyi işleme almayabilirdi. Çataklı, bunun inceleme değil ön inceleme olduğunu söylüyor. Oysa müfettiş, savcının sahip olduğu bütün yetkilere sahiptir.

"İzandan yoksun"

Öztürk, daha sonra İmamoğlu’nun Mülkiye Başmüfettişi’ne verdiği yazılı ifadenin şöyle olduğunu aktardı:

Öncelikle belirtmeliyim ki, ‘Fatih Sultan Mehmet'e ait türbe' dedikleri yerin Fatih Camii haziresinde bulunan ‘Gülbahar Hatun' türbesinin önü olduğundan bile bihaber bu müfteri, aziz hatırasını ve emanetini korumak üzere iki yıllık İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığım süresince yaptıklarım ortadayken, Fatih Sultan Mehmet Han'a saygısızlık edebileceğimi; Gülbahar Hatun'a ya da bu dünyadan göç etmiş herhangi tarihi şahsiyete ait bir türbeye ya da hatıraya karşı özensiz olabileceğimi ima edebilecek kadar izandan yoksun birisidir.

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"İftira atanı kınıyorum"

Bu nedenlerle Yüce Han'ın fethettiği, bir çağın kapanmasına yeni bir çağın başlamasına vesile olan Dünya Kenti İstanbul'un seçilmiş bir Belediye Başkanı olarak bu yakıştırmayı şiddetle reddediyorum, iftira atanı da kınıyorum.

"Suç sayılmayan fiilden dolayı ceza verilemez"

Köşe yazısına göre Kültür ve Turizm Bakanı, İstanbul valisinin de bulunduğu törende, kendisinin yaptığı konuşmayı da ifadesine ekleyen İmamoğlu, şunları belirtti:

Müfterinin nasıl bir duygu içinde iftira ettiğini bilemem, ancak bildiğim bir şey var, o da kanunda suç olarak açıkça tanımlanmayan bir eylemin ciddiye alınarak suç kabul edilmesi ve ön inceleme konusu yapılmasıdır. Bu üzüntü verici bir durumdur. Kural şudur; yasanın açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez, ceza hukukunda kıyas yapılamaz ve ceza kanunlarının kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanması yöntemi uygulanamaz.

"Niyet okumak yasak"

“Fatih Sultan Mehmet'e ait türbede ellerin arkada bağlı bir şekilde gezinmek suretiyle saygısızlık yapmak” diye bir suç tipinin ceza yasasında bulunmadığını hatırlatan İmamoğlu, şunları ekledi:

Eller arkada bağlı gezmenin bir suça temas etmesi için bu yönde bir kastın ya da en azından bir ihmalin/kusurun mevcudiyetinin bulunması gerekir. Ancak herhangi bir insandan sadır olan insanın doğal hareketi, anlık refleksi ile elleri arkaya bağlayarak gezinmede bir suça yapışacak şekilde bir iradi hareket olduğunu hukuk sistemi kabul etmez. Aksi halde devreye insanın iç dünyası ile ilgilenme, insanın düşüncesini sorgulama girer ki ceza hukuku böyle bir sorgulamaya izin vermez. Ceza hukuku maddi ve kesin deliller üzerinden yürür. Ceza hukuku sisteminde ‘niyet okuma' yasaktır.

İmamoğlu’nun ifadesinin devamı şöyle:

İddia edilen eylem TCK anlamında suç oluştursa bile bu eylem görevden kaynaklanan ya da görev sebebiyle işlenen bir eylem olmadığı için ön inceleme yapılması mümkün değildir.

Maddede dikkat çeken husus, önceki uygulamanın tersine, bu defa görevden kaynaklanmayan, ancak görev sırasında işlenen suçların özel soruşturma usulüne dahil edilmemiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin işlediği her suç değil, ancak görev sebebiyle işlenen suçlarının soruşturulması izne tabi tutulmuştur.

Görev sebebiyle işlenen suç, memurun yasal düzenlemelerle kendisine verilen görevlerinden doğan ve bu görevleriyle ilgili olan suç demektir. Bu Kanun, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır.

Görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda gösterilen soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümler ve görev dışı işlenen suçlarla disiplin hükümleri saklı tutularak bu kanun kapsamı dışında bırakılmıştır.

Belediye başkanlarının görevleri arasında tarihi kişilerin adını taşıyan yerleri ziyaret etmek gibi bir görevi bulunmamaktadır. Bu nedenle konunun soruşturma yapılacak ise bunun ancak genel hükümlere göre yapılması gerekmektedir.

Sözcü, Independent Türkçe

Ellerini arkadan bağlamak suretiyle türbeye saygısızlık!

Yayınlanma: 07 Mayıs

Türbeye saygıdan bahsediyorlar.

Çorum'da yıllık Ergülü Baba türbesi'ne haciz koydular.

Kahramanmaraş'ta camiyi haczettiler, icra iflas müdürlüğü tarafından açık arttırmayla sattılar birader.

İzmir Bergama'da Ayaskent mezarlığına haciz koydular.

İstanbul Fatih'te Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Yavuz Sultan Selim camisi'nin borcu var diye elektriğini kestiler.

Eskişehir'de Battal Gazi türbesi'ni güya restore ettiler, türbeye Amerikan mutfak koydular, müteahhit Amerikan mutfağın parasını ödemedi, olan Battal Gazi'ye oldu, türbenin elektriğini kestiler.

Ankara'da mezar taşlarını ve tabutları haczettiler, adliye mezat salonunda açık arttırmayla sattılar.

Kars'tan Ardahan'a cenaze taşıyan cenaze arabası, trafik kontrolünde durduruldu, hacizli olduğu anlaşıldı, cenaze arabası bağlandı, yediemin otoparkına çekildi, merhumu başka arabayla götürdüler.

Malatya belediyesi Hollandalı firmaya arazi sattı, Hollandalı firma arazi üstündeki camiyi dozerle yıktı.

Rize'de Edirne'de Giresun'da Niğde'de borç yüzünden camilerin elektriğini kestiler, hoparlörler çalışmadığı için ezanlar duyulmadı.

Akp'li Üsküdar belediyesi, Akp'li Esenler belediyesi, cami sattı.

Minareden dombıra çaldılar.

Gaziantep'te caminin içinde futbol oynadılar, çift kale maç yaptılar.

Muğla'da caminin içine file kurdular, badmington turnuvası düzenlediler.

Antalya'da caminin içine file kurdular, tenis oynadılar, voleybol oynadılar, müftü bile oynadı.

Adana'da caminin içinde karate kursu açtılar, antrenman yaptılar.

İskenderun'da camide antrenör eşliğinde aerobik yaptılar.

Türbeye girip, Melikgazi'yi yediler&#;

Haberi Anadolu Ajansı servis etti, “Melikgazi'yi çorba yaptılar, Melikgazi'yi aganigi ilacı yaptılar” manşetleri atıldı.

Çünkü, sayın devlet büyüklerimizin “din şuuru”nu örnek alan sayın ahalimiz, Kayseri'deki türbeye gizlice giriyor, Melikgazi'nin mumyasından küçük parçalar tırtıklıyor, şifa niyetine çorba yapıyordu. Çocuğu olmayan kadınların, rahmetli Melikgazi çorbasından içer içmez hamile kaldıkları rivayet ediliyordu.

Melikgazi'nin dişlerini söküp, öğütüp, çay gibi kaynatıp içenler vardı.

Sayın devletimiz müdahale edene kadar Melikgazi'nin sol kolunu komple koparıp götürdüler.

Marmaris'te din alimi Çağbaba'nın türbesi olarak bilinen ve adaklar adanan piramit şeklindeki mezar, Karyalı gladyatör Diagoras'ın anıt mezarı çıktı iyi mi&#; Sayın ahalimizin yıllardır gladyatöre hatim indirdiği anlaşıldı.

Akp'li belediye binasının önüne Kabe maketi kurdular, Hira mağarası maketi kurdular, peygamberimizin evinin maketini kurdular, maket Kabe'yi tavaf edenlere zemzem suyu ikram ettiler.

Akpli bir başka belediye, maketten hicret parkuru düzenledi, seçmenleri rehber eşliğinde maket Mekke'den maket Medine'ye götürdüler, yol boyunca maket Kabe'yi, maket Merve tepesini, maket Safa tepesini gösterdiler, dekor olarak Ümmü Mabed çadırı kurdular.

Camide miting yaptılar.

Mihrapta imamla beraber seçim konuşması yaptılar.

Ramazan ayında mahyalara belediye başkanlarının ismini yazdılar.

Hazreti Muhammed'e Akp amblemiyle nüfus cüzdanı çıkardılar.

Kabe'de parti tezahüratı yaptırdılar, siyasi slogan attırdılar.

Akp mitingine katılmanın farz-ı ayn hükmünde olduğunu, yani, dinimizin kesin emirlerinden olduğunu söylediler.

İslami kaideye göre Akp'ye oy vermek İslam'ın gereğidir, iman bunu emreder dediler.

Referandumda evet çıkacağına dair hadis-i şerif var dediler.

Peygamberimize saygı için okunan salavat'ı asrın liderimize monte ettiler, “Recep Tayyip Erdoğan salli ala Muhammed” diye okudular.

Tayyip Erdoğan'a dokunmak ibadettir dediler.

Tayyip Erdoğan Allahu tealanın bütün vasıflarını üzerinde toplayan lider dediler.

Kabe şeklinde pasta yapıp, yediler.

Kuran'ı Kerim şeklinde pasta yapıp, yediler.

İftar sofralarını şarkıcılarla türkücülerle gazinoya çevirdiler.

Kutsal toprakları ihale dağıtım merkezi haline getirdiler, kocaları ihale kovalayan dümenden türbanlı sosyetik hanımlar umre dönüşünde free shop'ta viski alırken fotoğraflandı.

TOBB yönetim kurulu TOBBluca umreye gitti, TOBB başkanı imam oldu, yönetim kurulunu baştan aşağı zemzemle yıkadı, bol bol fotoğraf çektirip gazetelerde yayınlattılar, dönüşte viskiyi bırakacaklarını müjdelediler.

Peygamber ocağına kumpas kurdular.

Cami bombalayacaklar dediler.

CIA casusu imamlara “ne istediniz de vermedik” dediler.

“Haram parayla, yolsuzluk parasıyla hacca gidilir mi?” diye soruldu, “helaldir gidilir” diye fetva verdiler.

“Hırsızlık, dolandırıcılık, fuhuş, uyuşturucu parasıyla yapılmış camide namaz kılınır mı?” diye soruldu, “caizdir” dediler.

Asrın liderimizin mitingi uzadı, namaza geç kaldı, namaz kılacağı camide ezanı beklettiler, asrın liderimiz mitingini tamamlayıp nihayet geldi, ezanı 50 dakika gecikmeli okudular.

Camide biber gazı sıktılar.

Türbeye saygıdan bahsediyorlar&#; Süleyman Şah türbesi'ni ve Süleyman Şah saygı karakolu'nu sırtlayıp, kaçtılar.

ELLERİ ARKADA BAĞLAMAK

Televizyonda Milli Futbol Takımımızın antrenmanından bir kesit izlerken teknik direktör Şenol Güneş ve iki yardımcısının elleri arkalarında bağlı antrenmanı takip ettiklerini gördüm.

Bana İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ellerini arkada bağlayarak Fatih Sultan Mehmet Türbesine girmesinin saygısızlık olarak nitelendiğini, orada da kalmayıp savcılık tarafından dava açılmak için iç işleri bakanlığından izin istendiğini anımsattı.

Belki de bu hareket ilk defa saygısızlık olarak yorumlanıyordu.

Çoğumuzun dikkatini bile çekmeyecek kadar sık rastlarız elleri arkada gezen insanlara. Bunların da hemen hepsi de erkektir. O kadar olağandır ki böyle gezenlerin çoğu da ellerinin arkalarında olduğunun farkında bile değildir. Bu nedenle hareketin saygısızlık diye nitelenmesi zorlama bir yorum gibi durmaktadır.

Muhtemeldir ki toplumsal evrimin bir mirasıdır erkeklerin zaman zaman ellerini arkada bağlayarak gezmesi. Başka bir insanla karşılaştığında ona karşı tehdit oluşturmadığına dair bir iletişim aracı olarak kullanılan elleri arkada bağlamak; günümüzde artık anlamını bile unuttuğumuz, yüzbinlerce yıl öteden gelen bir davranış olabilir.

Arka ayakların üzerine kalkınca boşa çıkan ön ayakların ellere evirildiği, ellerin yaşamı nasıl değiştirdiği, beynin gelişmesine nasıl katkı sunduğu, ellerin üretim ve sosyalleşmede rolü yüzlerce senedir yazılan birçok kitapta yer almaktadır.

Homo Sapiensin ilk yüzbinlerce yıllarında muhtemeldir ki eller en önemli üretim, saldırı, savunma ve hayatta kalma araçlarıydı; hem de günümüzde bunu kavramada zorlanacak kadar çok…

Böyle olunca ilk yüzbinlerce yıllarda sadece çığlıklar ve beden hareketleriyle anlaşan insanların iletişiminde eller de çok önemli bir yer tutmuş olmalı.

İnsanlar sözü bulduktan, bunları çoğaltıp karmaşık dil bilgisi kurallarıyla lisanı kurduktan sonra bir biriyle anlaşmaları kolaylaşmış, yanlış anlamalar azalmış olsa da evrimin mirası beden dili gündelik hayatta hala çok önemli bir yer tutmayı sürdürmektedir.

Biz bir kişinin öfkeli mi, mutlu mu, üzgün mü olduğunu, bize yakınlık duyup duymadığını ondan hiçbir söz duymadan rahatlıkla anlarız. Zira gündelik yaşamda iletişimin hala yarıdan fazlası beden diliyle yapılmaktadır. Bunun çoğunu da duygularla ilgilidir. Bir şarkıda boşuna denmemiştir “Gözler gönlün aynasıdır” diye…

Toplumsal evrimin mirası beden dili için özel bir eğitim gerekmiyor, her şey kendiliğinden ve doğal bir biçimde adeta genetik bir miras gibi kuşaktan kuşağa taşınıyor. Benzerlikleri iletişimi sağlayacak kadar çok olsa da beden dilinin, gerek kişisel nüanslar, gerekse kişisel yorum farklılıkları yanlış anlamaya da açıktır. Söze ihtiyaç duyulmasının nedenlerinden bir bu olsa gerek.

Beden dili ortak bir kültürel yaşamda yeşerdiğinden bir birinden çok farklı kültürlerde, tıpkı lisanların farklılığı gibi anlaşmayı mümkün kılamayabilir, ya da yanlış anlamanın dozu artabilir. Her ne kadar dijital çağda dünya tek tipleşmeye doğru hızla gidiyor olsa da küresel hareketliliğin yoğunluğu nedeniyle değişik coğrafyalarda beden dili kazalarına yol açma olasılığı azımsanmamalı zannımca.

Beden dilinin önemini kavramış olan Psikoloji Bilimi, bunu çalışma alanlarında bir yapmış, bir yandan beden dilini tanımlama çabasına girerken bir yandan da sözlü iletişimin güçlendiricisi olarak kullanılmak üzere arzu eden insanlara beden dili eğitimi verilmeye başlanmıştır.

Sadece bu değil beden dilini doğal akışından uzaklaştıran; görsel dünyamızda beden dilini kullanmaya yönelik birçok görüntüyle karşılaşıyor, farkında olmadan bundan etkileniyor ve gündelik dünyamızda yine farkında olmadan kullanıyoruz.

Bir elleri arkadan bağlamadan çıktık ve buralara geldik: beden dilinin bir birimizle anlaşmamızda özellikle gündelik duygusal yaşamımızda hala çok önemli bir yeri var. Üstelik doğal akışını yitirmesi nedeniyle de üzerinde durmaya, farkındalığı arttırmaya da olan ihtiyacı da göz ardı etmemeye…

Nedim İnce

Hasanbey /

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası