esat oktay yıldıran film izle / “Esat Oktay Sadece Filmde Olsun ve Son Örneği Olsun” - Bircan Değirmenci - biamag

Esat Oktay Yıldıran Film Izle

esat oktay yıldıran film izle

5 No’lu Cezaevi




Yapım Tarihi -
Süre -
Format - Belgesel, Renkli, Türkçe

Yönetmen - Çayan Demirel

Bu belgesel, 12 Eylül askeri darbesinden yılına kadar geçen süreçte otuz dört tutuklunun ölümüne, yüzlerce tutuklunun sakat kalmasına neden olan Diyarbakır 5 No.'lu Cezaevi'ni anlatıyor. Dönemin askeri yetkilileri bu cezaevini "askeri okul" olarak tanımlarken,
tutukluların "vahşet dönemi" diye adlandırdığı yıllarında cezaevinde yaşananlar tanıkların anlatımıyla karşınıza geliyor.

seafoodplus.info



5 No’lu Cezaevi’ndeki vahşetin belgeseli

“Burası askeri bir okuldur. Bu okulun tek amacı vardır; o da sizi Türkleştirmektir.” Bu sözlerin
söylendiği Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yaşananlar “5 No’lu Cezaevi” adıyla yönetmen
Çayan Demirel tarafından belgeselleştirildi.

“Burası askeri bir okuldur. Bu okulun tek amacı vardır; o da sizi Türkleştirmektir.” Bu sözlerin
söylendiği Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yaşananlar “5 No’lu Cezaevi” adıyla yönetmen
Çayan Demirel tarafından belgeselleştirildi.

12 Eylül askeri darbesinin açtığı en büyük yaralardan biri olan ve Teğmen Esat Oktay Yıldıran’ın başında olduğu Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yapılan acımasız uygulamalar sonucu 32 kişi yaşamını yitirmiş, ardında yüzlerce yaralı, binlerce travma bırakmıştı.

O dönemde yaşanılanları bugünlere taşıyan “5 No’lu Cezaevi” belgeseli 9. Diyarbakır Kültür ve Sanat Festivali kapsamında Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda, sergilendi.

“Dersim 38” filminin de yönetmeni olan Çayan Demirel iki olay arasında olgusal bir devamlılık olduğuna inandığını söyledi. Film sonrası konuşan Demirel, “Devlet Kürtleri baskı altına almak için birçok durakta durdu, ki bunlardan biri Dersim’dir, bir diğeri de ‘80 darbesi ve Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlardır. Dolayısıyla yaşadığımız topraklara tanıklık etmek, onurlu Erdemli kalabilmek için bu tür çalışmalara adım attık” dedi.

‘Tarihle yüzleşelim’
Unutkan bir toplum olduğumuzun altını çizen Demirel, Yahudilerin başlarına gelen soykırımın, çekilen binlerce filmle anlatıldığını ve Almanya’nın soykırımı dünya nezdinde tanıdığını anlattı. Demirel, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi için daha fazla ürün ortaya konulması gerektiğini vurguladı. Kürtlerin sözlü tarih çalışması yapmasının önemine de değinen Demirel, bütün belge ve bilgilerin arşivlenmesinin şart olduğunu söyledi. Toplumsal barışın sağlanmasının yolunun tarihle yüzleşmekten geçtiğine inanan Demirel, “Bu coğrafyada yüzleşilmesi gereken o kadar çok konu var ki. Benim derdim yüzleşme kültürüyle sağlıklı bir toplum yaratılmasıdır. Yaptığım işlerle yüzleşme kültürüne hizmet etmeye çalışıyorum.”

5 No’lu Cezaevi kitaplaşacak
Belgesel için 80’e yakın röportaj yapıldı. Ancak bu röportajların bir hikâye ritmi oluşturması ve dakikaya sığdırılması için sadece 40’ı kullanıldı. Röportajların tamamı bir kitapta toplanacak ve önümüzdeki günlerde yayınlanacak. Film için Adalet Bakanlığı’ndan izin alındı ve Diyarbakır Cezaevi içinde çekimler yapıldı.

, seafoodplus.info







DİYARBakır CEZAEVİ’NDEKİ VAHŞET

DOCUMENTARIST İstanbul Film Günleri (2–7 Haziran) kapsamında bugün 5’Nolu Cezaevi adlı şok edici belgesel gösterilecek (Boğaziçi Üniversitesi İbrahim Bodur Salonu). Cuntanın yarattığı kanlı geçmişin izlerinden derlenilen bu belgeseli sakın kaçırmayın. Çayan Demirel’in (ilk belgeseli “38”, Tunceli’de yasaklanmıştı) yönettiği 5’Nolu Cezaevi belgeselini, İstanbul Film Festivali’nde seyretmiş ve yakın tarihimizde yaşanan tarifsiz acılar karşısında bir kez daha kanımızın donduğunu hissetmiştik. Yüzü aşkın Tanık ve 50’den fazla röportajdan anlaşılacağı üzere, 12 Eylül (Cunta) karanlığının en koyusu hiç kuşkusuz Diyarbakır 5’Nolu Cezaevi’ne yansıtılmıştı. “İşkence Okulu”, bugün dahi kapanmayan yaraların açılmasına neden olmuştu.

Vahşetin, dehşetin ve şiddetin adı 5’Nolu idi. -Sistematik işkence uygulamasının kanlı detaylarını (hem ahlak hem insanlık dışı) burada yazmak olası değil- Ancak tüm bunlar, suçluların (üstelik çoğu henüz hüküm giymemiş) cezasını çekmesi için yapılmış olamaz, özellikle tepeden tırnağa bir zulüm mevzubahisken İşkencede yitenler, ölüm orucunda Can verenler ve protesto için kendilerini yakanlar

Dile kolay,– tarihleri arasında cezaevinden 34 tabut (Mazlum Doğan’dan Kemal Pir’e, Ali Erek’ten Cemal Arat’a, M. Hayri Durmuş’tan Orhan Keskin’e ) çıktı, yüzlerce kişi yaralandı. Diyarbakır 5’Nolu Cezaevi veya Mamak’ta yaşananlar, şiddet ve dramın en üst seviyesini oluştursa da tek Örnek değildiler. Cunta, tüm ülkeyi hapishaneye çevirmeyi (toplam sivil ve askeri hapishane, bin gözaltı, siyasi davalardan yargılanan yaklaşık bin kişi, tutuklanan on binlerce insan) başardı.

seafoodplus.info






Bir zulmün hikayesi

Bir belgesel aslında sözlü tarih

Çayan Demirel'in ikinci belgeseli olan '5 No'lu Cezaevi' belgeselini izledim. İkinci diyorum çünkü daha öncede 'Dersim 38' belgeselini izlemiştim.

Çayan Demirel yapmış olduğu belgesellerle ya da sözlü tarih çalışması ile toplumumuzda derin yaralar açan gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor

12 Eylül'ün karanlık gelişi ve sonrası yaşananlar bu ülke insanının hala travmasıdır. Diyarbakır zindanı da bu travmanın önemli mihenk taşlarından biridir. Orada tutsaklara yaşatılanlar, insan yüreğinin 'bu kadar da olmaz!' dediği türden işkenceler ve zulümlerle dolu

'5 No'lu Cezaevi' Belgeseli yılları arasında Diyarbakır zindanında yaşananları tanıkları ile birlikte anlatıyor. O döneme ait orijinal resimler kullanılmış ve Diyarbakır zindanındaki hücreleri de çekmişler

Ben izlerken bile insanlığımdan utanırken, tanıklar yaşadıklarını anlatırken boğazlarında koca bir yumruk, sesleri titrek o anı yaşayarak anlatıyorlardı. Şu an hepsi orta yaşın üzerinde. 27 yıl önce yaşananlar onların gençliklerini bıraktıkları Diyarbakır zindanında geçiyor

Diyarbakır zindanı Kürt tutsaklara, Kürt devrimcilerine mezar oldu. Kimi öldü, birçoğu da ölü olarak çıkabildi oradan. Resmi kayıtlara göre 32 kişinin öldüğü bir cehennemdir

Tanıklar yaşamımın bazı devrelerinde tanıdığım ve saygı duyduğum insanlardı. İnsan tanıdığı insanların acılarını dinlerken daha bir etkileniyor nedense

Kebire ananın klamı (Ağıt) beni sarsıyor. Biliriz klam hangi dilde söylenirse söylensin klamdır. Klamın dili olmaz

Mazlum Doğan'ın annesi Kebire ananın yaktığı Kürtçe klam da bunlardan birisi, 'Mazlum'um kayıp, telgraf yok, telefon yok. Mazlum'um hasta değil yataklarda. Zindanların kapısı açılsaydı ben gidip Mazlum'um dizinin dibinde oturabilseydim' diye yüreğini anlatıyor bize

Her ana gibi ölümü yakıştırmıyor evladına.

Beni en çok etkileyen, belki de Belgeselin en vurucu anlatımlarından biri olan Selim Dindar'ın anlattıkları idi. Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Necmi Öner'in kendilerini ateşe verdikleri 'Dörtlerin Gecesi' diye tarihe geçtiği anı anlatıyordu. Birbirine yapışmış dört Can

Selim Dindar Ferhat'ı daha önceden tanıdığı için ilk onun yanına gidiyor, konuşmaya çalışıyor, Ferhat Kurtay tebessüm ederek ona bakıyor ve ondan çok sevdiği bir türküyü söylemesini istiyor 'Sevdaliye' Sevdalım demek

Bir yoldaşının ölümüne Tanık olurken ona bir türkü söylemek elbette boynunun borcu. Bir devrimcinin anlamlı istediğini kırmıyor ve gözlerinde yaş başlıyor türküyü söylemeye. Türkünün devamı gelmeden Ferhat Kurtay gözlerini yumuyor

Belgeseli seyrederken, okuduğum kitaplarda Ferhat Kurtay'ın 'Bugün söylenen ve yapılan her şey tarih olacaktır' sözleri aklıma geliyor

Gerçekten de öyle oldu, Diyarbakır zindanında hayatlarını kaybeden nice devrimci tarih oldu sonraki nesillere

Birden dudaklarımdan Adnan Yücel'in 'Dörtlerin Gecesi' şiirinden şu mısralar dökülüyor,

Bir ağıttır belki Ağrı'da Zilan deresi
Dersim'de Lac deresi bir kanlı şiir
Oysa bir destandı Diyarbakır kalesi
Ve Diyarbakır zindanında
Ateşle sevişen 'dörtlerin gecesi'

Esat Oktay Yıldıran Diyarbakır zindanı ile özdeşleşmiş bir insandır. Tanıkların anlatımını dinleyince 'insan' demek içimden gelmiyor. Soyadı kimi yıldırmıştır insanları. Köpeği Co ile birlikte köpekleşmiştir kendisi de

İlk yaptığı 'Burası cezaevi değil, askeri okuldur. Bu okulun tek amacı sizi Türkleştirmektir' demek olmuş

Sadece bu sözleri söylemekle kalmamış, her türlü zulmü yapmış ve yaptırmıştır.

Neler yaşanmıyor ki orada, dişi ağrıyıp dişçiye gidenlerin bir diş yerine sağlam 8 dişini çekiyorlar, aslında vahşetin boyutları anlatılmayacak ve yazılamayacak kadar acı verici. Yemek dualarının okunma zorunluluğu, elli civarındaki marşın ezberlenmesi, mahkemeye, görüşe, revire, kantine ve havalandırmaya gitmek ölüme yolculuğa çıkmak olarak algılanıyor. Fosseptik çukuruna atılmak, makata cop sokmak ve o copun ucunu tutukluların ağzına verilmesi, zorla bir tutukluyu kusturup, diğer tutukluya kusmuğu yedirmek gibi iğrenç uygulamalar

Kimliksizleştirmenin yanı sıra yapılan kişiliksizleştirmek

Tutukluların bir daha sağ çıkamayacağı, bırakılacaklarında bile unutamayacağı uygulamalar

Çayan Demirel bir buçuk iki yıldır bu çalışmayı yürütüyor

46 kişi ile görüşüyor. Görüntü yönetmenliğini de Koray Kesik yapmış. Şüphesiz eleştirilecek tarafları vardır ama işin özünü yitirmeden.

Diyarbakır zindanına ilişkin kitaplar çıktı hepside önemlidir ama görsel anlatım her zaman daha etkileyicidir. Belgeselde tüm emeği geçenlere yürekten selam olsun

Bu belgesel yakın tarihimizi görsel tanıkları ile anlatımıdır, herkesin izlemesi gerekiyor

Yaşananları unutmamak için



Kaynak
seafoodplus.info
Esra Çifçi / Gundemonline





"5 NO'LU CEZAEVİ" 7 OCAKTAN İTİBAREN YEŞİLÇAM SİNEMASI’NDA

Yönetmenliğini Çayan Demirel’in yaptığı ‘5 No’lu cezaevi’ Belgeseli 7 Ocak Cuma gününden itibaren Yeşilçam Sinemasında izlenebilir. Belgesel; 12 Eylül askeri darbesinden sonra yakın tarihimizin en vahşi devlet terörünün uygulandığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi'nde yaşananları gözler önüne seriyor. Belgesel tutuklu ve hükümlülerin çoğunun Kürt olduğu bu cezaevinde tüm tutuklulara, devlet tarafından ne tür akıl almaz sistematik işkencelerin yapıldığını ve nasıl Türkleştirme politikalarının uygulandığını gösteriyor. Dönemin askeri yetkilileri cezaevini bir 'askeri okul' olarak nitelerken tutuklular o dönemi 'vahşet yılları' olarak hatırlıyor. Onlara göre bu vahşetin zincirlerini kırabilmek için de tek bir yol vardı o da direnmek veya kendini feda etmek. Tutuklular zincirleri kırmak için mücadele ettiler. Belgesel, cezaevinde yaşananları, direnenleri ve geride bıraktıklarını anlatıyor. '5 No’lu Cezaevi' belgeseli 30 yıl sonra yaşananları tanıkların ve yakınlarının diliyle bizlere aktarıyor. Belgesel; Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, Sinema Yazarları Derneği’nden (SIYAD ) ve Ankara Film Festivali’nden en iyi belgesel film ödüllerini aldı. Yurtiçinde ve yurtdışında birçok festivale katıldı. İzleyemeyenler ve tekrar izlemek isteyenler için Yeşilçam sinemasında…

Seanslar-
Adres- İstiklal Caddesi, İmam Adnan sokak, no:8 Beyoğlu / İstanbul

Yönetmen / Director- ÇAYAN Demirel
Yapımcı / Producer- AYŞE Çetinbaş
Görüntü yönetmeni / Director of photography- Koray KESİK
Montaj / Editor- BURAK Dal
Müzik / Music- AHMET TİRGİL
yapım / production- SURELA FİLM YAPIM
Süre- 96 dk.









5 Nolu Cezaevi 19 Subatta Stuttgart´ta

Belgeselin yönetmeni Çayan Demirel, birçok ödüle layık görülen belgeselle tarihe not düşmeyi amaçladıklarını söyledi. Yönetmenliğini Çayan Demirel'in, yapımcılığını ise Ayşe Çetinbaş'ın üstlendiği belgesel film, tamamlanmasından 2 yıl sonra ilk kez sinemada gösterilecek. The Times gazetesi tarafından 29 Nisan 'de dünyanın en kötü 10 cezaevi içerisinde gösterilen Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan olayların anlatıldığı '5 Nolu Cezaevi' belgeselinin yönetmeni Demirel ve yapımcısı Çetinbaş, Cihan Haber Ajansı'na (Cihan) konuştu. Antalya Altın Portakal Film Festivali, SİYAD Ödülleri ve Ankara Uluslararası Film Festivali'nde 'En İyi Belgesel Film' seçilen '5 No'lu Cezaevi' bugünden itibaren bir hafta boyunca Yeşilçam Sineması'nda gösterilecek. Filmin Yönetmeni Çayan Demirel, birçok festivalden ödül almalarının kendilerini sevindirdiğini, ancak asıl amaçlarının ödül değil sözlü tarihe bir not düşmek olduğunu söyledi. Demirel, Diyarbakır Cezaevi'ne ilişkin kitaplar var ama bire bir röportajlar yapılmamıştı. Biz bu tarihsel belleği canlı tutabilmek ve bu belgeleri geleceğe bırakabilmek çabası bizim için önemliydi. Ödül almak beraberinde şunu da getirdi; festivallerde farklı yerlerden insanlar da geliyor ve farkl ı festivallere gidebildik. dedi. Belgesel yapmanın bu ülkede şöyle bir zorluğu var; belgeselinizi gösterecek sinemalar bulamıyorsunuz. diyen Demirel, filmlerinin yılı başında bittiğini ancak yılı başında ancak bir sinemada gösterebiliyor olmalarının üzücü olduğunu söyledi. Demirel, Bir belgesel filmi sinema formatına aktarmak maliyetli bir iş. Bu, belgeselcilerin ekonomik anlamda üstesinden geleceği bir iş değil. Hiçbir sinema sinevizyonla gösterim yapmıyor. Dolayısıyla siz yaptığınız filmi festivaller sonrası atıl bir şekilde kenara koyuyorsunuz duruyor. şeklinde konuştu. DİYARBakır CEZAEVİ'Nİ GÖRÜNTÜLEMEK BİR HAYALDݝ Almanya'ya yılında işçi olarak giden Afyonlu bir ailenin kızı olan Yapımcı Ayşe Çetinbaş da, Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananların kendisini rahatsız ettiğini ve filmin yapımcılığını üstlendiğini söyledi. Çetinbaş, filmin yönetmeni Demirel gibi amaçlarının ödül değil sözlü tarihe bir belge bırakmak olduğunun altını çizdi. Çetinbaş, belgeselin en önemli görüntülerinden biri olarak nitelendirdiği Diyarbakır Cezaevi'nin şu anki haline ait görüntülerin çekim sürecini şu sözlerle anlattı- Görsel kayıtlar yoktu. O dönemle ilgili Genelkurmay ve TRT arşivinde bir takım görüntüler var ancak engellerle karşılaştığımız için o görüntülere ulaşamadık. Dolayısıyla en başta cezaevinin kendi görüntülerine ihtiyacımız vardı. Kendi aramızda hep konuşurduk orada çekim yapsak ne güzel olur diyorduk. Ben baştan itibaren izin almak için yazı yazmamız gerektiğini söylüyordum ama 'arkadaşlar burası Almanya değil burası Türkiye sen hayal kuruyorsun' diyorlardı. Ama çalışmalarımızı sonlandırmaya yakın Adalet Bakanlığı'na Çayan adına bir dilekçe yazdım her şeyi de açık açık yazdım. Çok kısa bir süre içerisinde cevap aldım. Diyarbakır Cezaevi'nin bir utanç müzesi haline dönüştürülmesi, orada olayları yaşamış insanlar için bir borç olduğunu düşünüyorum. Bizim belgeselimizin de olayı bilmeyenler için bir farkındalık olacağını düşünüyorum. diyen Çetinbaş, Ben Almanya'da doğup büyüdüm. Babam 60'lı yıllarda Türkiye'den giden bir işçi orada doğdum ve 15 yaşına kadar orada yaşadım. Ben hatırlıyorum o zaman Schindler'in Listesi filmi vizyona girmişti ve biz de öğretmen eşliğinde bu filme götürmüşlerdi. Zaten sürekli bunla ilgili yüzleşme konusunda müzelere, toplama kamplarına gidiyorduk. Almanya'da halk yüzleşiyordu ama biz de halkı bırakın devlet bile bununla yüzleşmiyor. Diyarbakır üzerinden 30 yıl geçti şimdi yeni yeni gündeme geliyor. şeklinde konuştu. Türkiye'de 30 yıl öncesine göre bugün olumlu bir değişimden söz edilebileceğini söyleyen Çetinbaş, 12 Eylül sürecinde mağdur olan kesimler belgesele de destek veriyorlar ama ben isterim ki istikrarlı bir şekilde sadece bu konuyla ilgili değil karanlıkta kalan başka konulara da ilgi gösterilsin. Evet çok şey değişti diyemeyeceğim bu anlamda. Biz hoşumuza giden şeyleri gösterip, kötü şeyleri başkaları yaptı diyemeyiz. Hükümet geçmişte yaşanan şeylerle ilgili de sorumludur. Şu an geçmişte yaşanan kötü şeyleri de gün yüzüne çıkartıp bunla yüzleşmek şu anki hükümetin görevidir. ifadelerini kullandı.

seafoodplus.info



“Ben Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran! Diyarbakır Askeri Cezaevi İç Güvenlik Amiri. Sen, beni iyi dinle: Bu cezaevinin kuralları var, bu kurallara uyacaksın. Burası bir cezaevi değil askeri bir okuldur. Kurallara uyarsan rahat edersin. Öyle sosyalizmdir, komünizmdir, marksizmdir, Kürtlüktür, böyle sapkın düşünceleri kafandan söküp atacaksın. Sen sökmezsen ben söküp almasını bilirim.”

Sözler Diyarbakır Cezaevi direnişini anlatan 14 Temmuz filmindeki bir sahnede geçiyor. Cezaevindeki işkencelerin baş aktörü Esat Oktay Yıldıran’ı canlandıran oyuncu Bülent Keser’in ağzından dökülüyor bu kelimeler.

Peki gündelik hayatında işkenceye ilişkin hiç konuşmuş muydu? Duyan yok. Çünkü yaşadıklarımızı kelimelere dökmek onlarla yüzleşmemizi sağlar.

Tarihsel sürece baktığımızda; gerek dünya gerekse Türkiye tarihinde hep mağdur edilen, mezalime uğrayan taraf konuşmuştur. Onların hikayeleri anlatılmış, filmleri yapılmış, kitapları yazılmıştır. Belki nadiren olmuştur ama zulmeden tarafın anlatımlarına pek rastlanmamıştır. Misal; Dersim katliamındaki, Ermeni mezalimi sırasındaki askerlerin, Bosna’da binlerce insanı kurşuna dizenlerin, Denizlerin, Adnan Mendereslerin cellatlarının, Eylül olaylarında dükkanları talan eden o güruhun, cenneti kazanma uğruna Ermeni komşusunu boğazlamaktan imtina etmeyenlerin konuştuğunu duyan olmuş mudur?

Onlar da elbet hepimiz gibi etten, kemikten birer fani. Duyguları, zaafları, korkuları olan, yiyip içen, bir çocuğa baba olan, bir babanın çocuğu olan insanlar. Peki bizim duymaya bile tahammül edemediğimiz onca zulmü başka bir insana reva gördükten sonra hayata nasıl dokunmuşlar? O kana bulanmış elleriyle nasıl okşamışlar çocuklarının başlarını? Kafalarını yastığa koyduklarında rahat uyumuşlar mı, yoksa bir gölge gibi yıllarca peşlerini bırakmayan kurbanlarının silueti mi bölmüştür uykularını?

Belki de yakalarından düşmeyen vicdan ateşi birçoğunun hayatını cehenneme çevirmiştir, bilinmez.

Bu kişilerden bir diğeri kötü şöhretiyle dimağlarda yer edinen Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’dı. Geçtiğimiz aylarda yönetmenliğini Haşim Aydemir’in yaptığı 14 Temmuz filminde çıktı karşımıza. Oyuncu Bülent Keser güçlü bir performansla can verdi Yıldıran’a. Türkiye’de gösterime giremeyen film 10 Eylül’de Duhok Uluslararası Film Festivali’nde Kürt Filmleri kategorisinde yarışacak.

Keser ile bu rolün sorumluluğunu, kendisinde yarattığı duyguyu ve filme ilişkin görüşlerini konuştuk.

12 Eylül’ün ardından Diyarbakır Cezaevi’nden yolu geçen herkesin gazabına uğradığı, yıllarca travmasından kurtulamadıkları işkencelerin mimarı olan Esat Oktay karakterini canlandırdınız. Bu rol için teklif aldığınızda ne hissettiniz?

Film için alternatif isimler arasında ben de varmışım. Yönetmen yardımcısı aradı. Senaryoyu okudum. Cezaevinde yaşanan olaylara ilişkin bilgim yüzeyseldi. Açıkçası kapsamlı olarak bilmiyordum. Bu hem bir keşif için hem de benim için iyi olacağını düşündüğümden heyecan verdi.

Esat Oktay ön planda olan kötü bir karakterdi. Kötü karakteri oynamak riskli bir durum. Eğer başarılı olursanız akılda kalır. Başarısız olursanız silinir gider. Aslında bu işinizi nasıl yaptığınızla ilgili bir durum. Senaryoda karakterle ilgili birçok done vardı. Baskın olması, dominant bir karakter olması, herkese meydan okuması. Bu tarafları açıkçası içten içe benim hoşuma gitti.

Rolü kabul ettikten sonra Diyarbakır Cezaevi’ne ve bu karaktere ilişkin bir araştırmanız oldu mu?

Senaryoyu okuduktan sonra aslında sadece tanışmak için Diyarbakır’a gittim. Henüz kesinleşmediği için Esat’la ve Diyarbakır Cezaevi ile ilgili çok fazla bir araştırmaya girmemiştim. Orada yapımcı ve yönetmenle bu işin profesyonel şartlarıyla ilgili anlaştık. İstanbul’a döndüm. Bu konuda bana yardımcı olabilecek ağabeylerime danıştım. Onlar da bana okumam gereken materyalleri önerdiler. Onları okudum. İnternetten araştırmalar yapıp, bilgi edindim.

Açıkçası bu film için sözleşmeyi imzaladığımda ‘bu film benim filmim ve bunu en iyi şekilde yapacağım’ dedim. Yani bunu orada Kürt kökenli bir arkadaşımız ya da aynı zulme maruz kalmış başka bir insan da sahiplenebilir. Ya da oradaki karakterlerden birini idol almış, hayatının sonuna kadar kalbinde yaşatacak, kitaplar okumuş, etkilenmiş, öyle hazırlanmış oyuncular yine aynı şekilde.

Biz hep mağdur edilenlerin hikayelerini dinledik. Ama işkencecilerin ne hissettiklerini, hayata nasıl dokunduklarını bilemedik. O nedenle böyle bir karakteri oynamanın zorluğunu yaşamışsınızdır. Sonuçta binlerce insanda nefret uyandırmış bir adam. Ağır bir sorumluluk olsa gerek. Bu ruh halini yansıtmaya çalışırken kendinizi onun yerine nasıl koydunuz?

Burada avantaj ve dezavantajlarımı ortaya koydum. Kurmaca bir karakter olmadığı için bu bir dezavantajdı. Gerçekten yaşamış biri. Sete gittiğimizde danışmanlar, Esat Oktay’ı görüp tanıyanlar başka bir şey anlatıyor. Onları dinledikçe başka bir şey yüklüyorsun karaktere.

Onları dinlemesem belki hemen bir şey çıkartırdım ortaya, onun üzerinden giderdik. Ama ister istemez hep bir etki var. ‘Onun gibi yapsın, onun gibi yürüsün’ gibi bir talep var. Bu bir taraftan baktığınızda bazı oyunculuk eğitmenlerinin doğru bulmadığı bazılarının ise doğru bulduğu bir yöntem. Ben de burada net biçimde nasıl bir şey yapacağımı düşündüm. Sonra dezavantajlarımı toplayıp bir avantaja çevirdim.

Bunu söylemek biraz zor ama orada olumsuz giden bir şeyden bile kendi lehime öfke çıkartmaya çalıştım. Şartlar bu filme seçilmemden itibaren hep benim lehime oldu.

İlk gün uçak çok geç saatte indi.  Sabah saat 7’de set başlayacak. Saçlarımın boyanması gerekiyor. Hayatımda ilk defa saçlarım boyandı, bu yüzden çok gerildim. Hiç uyumadım ve ben o gün hiç yemek yemedim. Çünkü acıktığım zaman kan şekerim düştüğü için benim en sinirli halim ortaya çıkar. Bu hepimiz de olan bir şey ama ben bu gerginliği bile avantaja çevirdim.

İlk çektiğimiz sahnede kadınlar koğuşunda Sakine Cansız karakterini oynayan arkadaşımızın tokat sahnesi var. Çok sert bir sahne ve ilk gün olduğu için ister istemez geriliyorsunuz. Aslında benim çıkarttığım öfke her şeydi.  İçinde kaldığım durum, fizyolojik olarak vücudumun bana verdiği tepkilerin hepsini o ilk sahnede çıkarttık.

Film boyunca bu karakterle nasıl yaşadınız, onu nasıl beslediniz?

Kötü bir karakteri iyi oynayabilmek için kendimi fazlasıyla zorlamam gerekiyordu. Süreç çok kısaydı ama bir yandan da çok uzundu. Kalabalık bir platoydu ve çekim sırasında fiziki şartlar epeyce zordu. O adamın bu tip durumlardan mazoşist bir şekilde zevk alışını düşündüm. Az uyku, az yemekle gererek, besledim karakteri. Tabiri caizse hep geriye attığımız o içimizdeki canavarı ortaya çıkartmaya çalıştım.

O adamla yaşadım. Örneğin kostümü otele giderken yanıma aldım. Kostüm hep odamda gözümün önünde kaldı. Götürüp getirdim, taşıdım. Çünkü onunla yaşamam gerekiyordu.

Filmin içerisinde Esat’ın ailesiyle geçirdiği kısa bir kesit var. Çocukları var. Bu da aslında normal bir insan olduğunu gösteriyor. Ailesi olan, belki bayramlarda çocuklarına yeni kıyafetler alan, eşini seven belki hiç kırmamış bir adam bilemiyorum, belki de sadist bir adam.

Ama sadece sisteme çalışan bir insan olduğundan bu işi sevmekle de sadistliğini ortaya koyuyor. O yüzden karakter biraz da böyle yılışık bir adama da dönüyor.

Birçok karede direkt seyirciye bakan, gözü seğiren, gergin yüzlü bir adam olarak gözüktünüz. Bunu yapmaktaki amacınız seyirciyle bağ kurmak mıydı?

Teknik bir durumdu. Yönetmenin isteği seyirciye oynamak, seyirciyi direkt kameranın içine almaktı. Ben on yıldır bu işi yapıyorum. Çok nadir zamanlarda bu tür şeyler oldu.

Dizilerde çok kullanılmıyor ama sinemanın dilinden ve yönetmenin de takdirinden ötürü böyle bir şeyi denedik. Seyirciyle bağlantı kurmak için. Hatta Kemal Pir’le olan sahnede ben kendimi izlerken ürperdim. Orada da kameraya bakıyordum. Oysa genelde objektifin hep sağına, soluna bakarız. Ama konuştuğum sahnelerde, mesela giriş sahnesinde daha ikinci dakikada seyirciye baktık. Bunun, filmi izleyenlerin ‘bakışlarından çok ürktük’ gibi tepkisinden de seyirciyle örtüştüğünü anladık.

Filme o süreci bizzat yaşayan insanlar danışmanlık yaptılar. Karşılarında onlara işkence eden bir adamın yansıması duruyor. Onlarla nasıl bir ilişki kurdunuz?

Danışmanlar 60 yaşlarında, o dönemi bire bir yaşamış, duygusal insanlar. Durumun hassasiyetinden ötürü ister istemez etkileniyorsun. Ağır şeyler yaşanmış ve bunun kurmaca filmle de olsa doğru aktarılmasını istiyorlar.

Danışmanları da kırmadan ‘Biz bir robot yapmayacağız. Ben de bir insanım, bunu yorumlayacağım. Bu adamı anlatmaya çalışacağım, insanlar bu adamdan nefret edecekler. Belki bire bir olmaz. Bunu sadece siz biliyorsunuz ama önemli olan bilmeyen, bunu görmemiş insanlar bundan etkilenirse o zaman işimizi iyi yapmış olacağız. Bana güvenin’ dedim.

Filmi izlerken kendinizi nasıl buldunuz?

Ben elimden geldiğince sahnelere iyi hazırlandığımı düşünüyorum ama kendimi izlerken eleştirdiğim noktalar da oldu. En önemlisi görsel olarak çok çirkin gördüm kendimi.

İster istemez kendinizi izlediğinizde yorumlamak biraz güç oluyor. O yüzden insanların geri dönüşleri benim için çok daha kıymetli. Beni biraz daha ileri götürmesi açısından hep eleştiri duymak istiyordum. Ama seyirciden gelen olumlu tepki elimden geldiğince iyi yaptığımı düşündürttü.

Kitapta okuyup kafasında kuranların, o adamı yakından tanıyanların en azından benim yüzümle onların karşısına çıkacakmış gibi olması önemliydi benim için. Onlar da böyle ifade etti zaten. Bu anlamda iyi bir şey yaptığımı düşünüyorum.

Peki, Bülent Keser kimdir, tiyatro geçmişiniz de var, oyunculuğa nasıl başladınız?

Çocukluğumdan beri yapmak istediğim bir şeydi. Okul yıllarında başladım. Daha sonra profesyonel anlamda yapmam gerektiğine inandım. Annem çok destek oldu. İyi eğitmenlerden dersler aldım. Ayla Algan bunlardan biri. Ayla hocaya daha ilk tanıştığımızda elini öpüp, ‘hocam siz bir bakın eğer benden iyi bir oyuncu çıkacağına inanırsanız ben bu yola baş koyacağım. Ama baktınız üzerine çok yoğrulması gerekiyor o zaman ben bir daha bu kursa gelmem” dedim.

Benden bir performans istedi. Ardından yanıma gelip, sırtımı sıvazlayarak, “Oğlum benim elim hep senin omzunda, yolun açık olsun. Çok güzel işler yapacaksın” dedi. Sürekli bir arayış içinde, farklı kurumlardan farklı metotlarda eğitimler aldım. Sonrasında dizilerde rol aldım, karakter oyunculuğunu, farklı rollere bürünmeyi seviyorum.

Oynamak istediğiniz, hayalini kurduğunuz herhangi bir karakter var mı?

Ben dram oynamak isterim. İnsanları ağlatacak, aşk mağduru olabilir, hayat mağduru olabilir. Daha çok duygusal karakter oynamak isterim. Belirli olarak şunu isterim diye bir şey yok, hepsini oynamak isterim. Gerçek yaptığımız sürece hepsi benim için aynı mesafede.

Esat dediğimiz karaktere gelirsek 82 Anayasası herkesin, her kesimin problem yaşadığı bir anayasaydı. O dönemde Diyarbakır’da cezaevinde yatan insanlar bununla ilgili acı çekmişler. Kimden dolayı, bu adamdan dolayı. Bu adam neden orada? Onu oraya getiren bir sistem var. Bu sistemin başındaki Kenan Evren öldüğünde cenazesine kimse gitmedi.

Oysa ki kültürel olarak çok zengin bir ülkedeyiz. Yedi bölgeniz varsa kendi içinde kaç tane halk oyunu ekibi var. İlçedekiyle ildeki bile değişiyor. O kadar zengin motifleri var. Anadolu ve Mezopotamya dediğimiz inanılmaz güzellikleri olan bir yer var. Karadeniz’de, İç Anadolu’da farklı kültürler var. Niye Karadeniz’deki dağlarda oranın şivesiyle güldürerek, ağlatarak, işler yapmayalım.

Çok zengin bir ülke ama maalesef o dönemin kalıntıları devam ettikçe insanlar üzülmüşler. Yani insanlık onuru ayaklar altına alınmış, işkenceler yapılmış. İşkencelerin zaten çoğuna değinmedik, bazı yerlerde metafor olarak gösterdik. Neden yani bu işkence? Adalet varsa yargılanır, cezasını çeker. Bu da sadece hapis cezasıdır.

Nasıl bir deneyim oldu sizin için?

Çekimler Diyarbakır’da kurulan bir platoda oldu. Zor, güzel ve heyecanlı bir deneyimdi benim için. Hem şehri tanımak, hem oradaki insanlarla tanışmak, sohbet etmek açısından önemli bir deneyimdi.

Filmin galasına katıldığınızda izleyiciden nasıl bir tepki aldınız? Malum kötü karakterler zaman zaman Erol Taş örneğinde olduğu gibi izleyicinin saldırısına da uğrayabiliyor.

Düsseldorf’taki ilk özel gösterime gittim. Filminiz bitiyor ve Türkiye’de değil yurtdışında gösterimi oluyor. İlk kez Almanya’ya gidiyordum ve benim için önemli bir sinemacı olan Fatih Akın’ın “Sinema Benim Memleketim” kitabında geçen Ufa Palast adlı sinemada gala yapılıyordu. Bu da benim için ayrı bir heyecandı.

Tepkiler gelebilir diye bekledim. Aksine filmin ardından o dönemin bizzat tanığı olan kişiler gelip elimi sıkı sıkı tutup “bizi o günlere götürdün, biz şunları yaşadık, senden nefret ettik” gibi duygularını dile getirdi.

Paris’teki gösterime de gittim. Boynuma sarılıp “okuduğumuz karakteri gözümüzün önüne getirdin” diyerek ağlayanlar oldu. Benim de izlerken etkilendiğim, tüylerimin ürperdiği sahneler vardı.

Siyasetteki öfkenin dili sanata da sirayet ediyor. Sanatçılar projelerini özgürce ortaya koyamıyor. Ne yazık ki filmi Türkiye’de izleyemiyoruz. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?

Türkiye yaşamsal olarak çok mevsimli bir yer. Süreç o kadar hızlı değişiyor ki. Bir de baktınız bir gün olur İstanbul’da, Diyarbakır’da galalar yapılır, hiç belli olmaz.

Film sadece Avrupa’da gösterildi. Ben isterdim ki burada, annem de izlesin. Film bugün Türkiye’de gösterilse belki başka şeyler de konuşacaktık.

Bizi yöneten insanlar bence kalbini sadece sevgiyle doldursa bu olaylar çözülecek. Öfkeyle hiçbir şey hallolmuyor hatta daha geriye doğru gidiyor. İnsanlara daha çok sevgiyle yaklaşmalı. Bu ülkeden Mevlana, Hacı Bektaş, Fuzuli, Neşet Ertaş, Aşık Veysel gibi sözlerinde, türkülerinde sevgi olan, bu hamurla yoğrulmuş insanlar çıkmış. Bunu hangi dilde yaparsa yapsın hep sevgiden bahsetmişler. Tamamen sevgi hakim olduğunda bu durumlar bitecek. Sadece filmlerde bu karakterler yaşasın. Günlük hayatta yaşamasın. Esat Oktay sadece filmde olsun ve son örneği olsun. (BD/YY)

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir